Giriş
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin (bundan sonra sadece “Model” diyeceğiz) genel perspektifini koyan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Öğretim Programları Ortak Metni’nin[1] (bundan sonra bu metne “OM” olarak atıf yapacağız) “Öğretim programlarının genel amaçları” kısmında (s. 6) “Öğretim programları, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesinde ifade edilen Türk Millî Eğitiminin Genel Amaçları ile Türk Millî Eğitiminin Temel İlkeleri esas alınarak hazırlanmıştır” demektedir. OM’ye baktığımız zaman, Yasa’da belirtilen amaçlardan sadece “Türk milletinin millî, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan” vatandaşlar yetiştirmek hedefinin, belli milli ve manevi değerler seçilerek ve tanımlanarak bütün eğitim-öğretim faaliyetlerinin ekseni yapılmıştır. (Bu değerler seküler terimlerle tanımlanmış olmasına rağmen, olabildiğince İslami bir çerçeve içinde açıklanacağından ve örnekleneceğinden emin olabiliriz.)
1739’daki genel ilkelere ve diğer genel amaçlara gelince, Model’de bunlardan söz edilmemektedir. Yasa’nın 10. Maddesi “Eğitim sistemimizin her derece ve türü ile ilgili ders programlarının hazırlanıp uygulanmasında ve her türlü eğitim faaliyetlerinde Atatürk inkılap ve ilkeleri ve Anayasada ifadesini bulmuş olan Atatürk milliyetçiliği temel olarak alınır”, 12. maddesi “Türk milli eğitiminde laiklik esastır” demesine rağmen Yasa’nın 2. maddesinde genel amaçlar arasında sayılan “Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı” “Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” amaçları Model’in genel amaçları arasında bulunmamaktadır. Yasa’daki “Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmak” genel amacını da Model’in genel hedefleri arasında göremiyoruz. Yasa’ya göre bu amaçların genel amaçlar olması gerekirken, Atatürk İlkeleri’nden ve laik kavramından sadece OİTA’da söz ediliyor (s. 23) ve sadece o dersin amaçları olarak ifade ediliyor. “Çağdaş uygarlık” ifadesi ise Okul Öncesi Programına derc edilen Yasa maddesi hariç, programların hiçbirinde geçmiyor. Model’deki yeniliklerden biri budur: Cumhuriyet’in başından itibaren yasa metinlerinde ifade edilmemiş olsa da fiiliyatta genel amaç olmuş olan bu amaçların, Model’de genel amaçlar konumundan alınıp öğretiminin sadece bir dersle sınırlandırılmasıdır.
Model’de dikkat çeken bir diğer yenilik, OM’de −farklı bir anlamda kullanılan− “kalp” (OM, s. 6, 7; ayrıca DKAB(9-12), s. 4, 5, 22; DKAB(4-8), s. 4, 5), “aklıselim” (OM, s. 7; ayrıca DKAB(9-12), s. 37, 38, 59) “kalbiselim” “zevkiselim”, “ fıtrî” (fıtrat) (OM, s. 12 ; ayrıca DKAB(9-12), s. 15, 17, 50; PH(5-8), s. 40; TDB(9), s. 11, 13, 14, 18, ), “kamil insan” (OM, 7; ayrıca DKAB (9-12), s. 50; DKAB(9-12), s. 90, 91) gibi Kur’an, Hadis veya Tasavvuf kökenli sözcüklerin veya deyimlerin yer alması. Nasıl 1739’daki amaçların perspektifi için İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi açıklayıcı ise, kavramların yanlarında parantez içinde verdiğimiz kaynaklardan da görüldüğü gibi, yeni genel amaçların perspektifi için de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Peygamberimizin Hayatı, Temel Dini Bilgiler gibi dini bilgilerin verildiği dersler açıklayıcılık işlevi görecektir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Model’de, seküler perspektif merkezi konumundan alınıp İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinin içine sıkıştırılırken, dini perspektif merkeze taşınmıştır.
Model’de medeniyet aidiyeti konusunda da yenilikler var. 1739’da ifade edilen uygarlık hedefinde geçen “çağdaş uygarlık”tan da söz edilmemekte, onun yerine “medeniyetimiz”, “mirasçısı olduğumuz medeniyet” (OM, s. 5; ayrıca İTP, s. 5; DKAB(9-12), s. 67; OT, s. 5; OİTA, s. 5), “kendi medeniyetimiz”den (OM, 54) söz edilmektedir. Medeniyetle ilgili olarak “yalnızca medeniyete uyum sağlayan değil, etkin olarak medeniyet kurucusu ve geliştiricisi nesiller yetiştirmek” (OM, s. 4, 5; ayrıca İTP, s. 4) gibi yeni bir amaç var. Kültür ve Medeniyetimize Yön Verenler Dersi Öğretim Programı (I-II)’ye baktığımızda, OM’de geçen “medeniyetimiz”den kast edilenin Türk-İslam Medeniyeti olduğunu, “medeniyet dünyamız”dan (s. 54) ve “gönül coğrafyamız”dan (OTP, s. 24; OPH, s. 4; DKAB(9-12), s. 12, 64, 65, 66, 67) kast edilenin de bu medeniyetin önemli merkezlerinin bulunduğu ülkeler olduğunu, amaç ifadesinde geçen ilk “medeniyet” sözcüğünün “çağdaş [Batı] uygarlığı”, [edilgen olarak] “uyum sağlayan” ifadesinin “batı medeniyetini taklit eden” anlamında olduğunu ve ikinci “medeniyet” sözcüğünün “Türk-İslam Medeniyeti” anlamında kullanıldığını çıkarabiliriz. “Türk-İslam Medeniyeti” ifadesi programlarda toplam 13 defa, tek başına “İslam medeniyeti” 40 defa geçmektedir ve hem bu medeniyetin hem de onun gelişimine katkı yapan önemli bilim insanlarının, mutasavvıfların, şairlerin, devlet adamlarının, düşünürlerinin, ressamlarının, bestekarlarının, gezginlerinin tanıtımına çok önem verildiğini görüyoruz.)
Son olarak Model’deki bir diğer yenilik de, “insanın fıtrî özelliklerini koruma ve geliştirme” (OM, s. 12) “aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim sahibi nesiller” (OM, s. 5) ve “kamil insan” (kendini gerçekleştiren insan) (OM, s. 7) yetiştirme hedeflerinin konmasıdır.
Bu amaçlar içinde Model’in dinsel yönelimini gösteren ve haklı çıkaran amaç, insanın fıtrî özelliklerini koruma ve geliştirme amacı gibi görünmektedir. Bu yazıda bunu göstermeye çalışacağız.
İslam’a Göre Fıtrat (İnsan Doğası)
İnsan doğasına dair görüşler önemlidir. Isaiah Berlin (1980, s. 298), “her filozofun beşeri olaylara ilişkin görüşleri, sonunda insanın ne olduğuna ve ne olabileceğine dair görüşlerine dayanır” der. Gerçekten de felsefede (özellikle siyaset felsefesinde), psikolojide, iktisatta, belirli yöntemler, siyasal, eğitimsel, toplumsal veya hukuksal öneriler insan doğasına müracaatla haklı çıkarılmıştır. Hobbes’un siyaset teorisi insan doğasının kötülüğü, Adam Smith’in ekonomik teorisi insan doğasında bencil motiflerin baskınlığı, Aristoteles’in siyaset ve eğitim teorisi (köle olmayan) insanın rasyonelliği, Locke’un eğitim önerileri ve Skinner’ın davranışçılığı insan doğasının boşluğu ve esnekliği, Rousseau’nun eğitim teorisi insanın doğal iyiliği görüşü üzerine inşa edilmiştir.
İnsanla ilgili olayların açıklanması ve düzenlenmesiyle ilgili önerilerde doğaya müracaatı çekici kılan şeylerden biri, onun değiştirilemez bir olgu olduğuna inanılmasıdır. Böyle olunca o temel bir gerçek olarak –değerlerimize göre kötü ise− istemeyerek veya –iyi ise− isteyerek kabul edilmeli, norm olarak alınmalı ve beşeri olaylarla ilgili düzenlemeler o normlara göre yapılmalıdır.
Fıtrat sözcüğü, Kur’an’da bir ayette geçer ve fıtratla ilgili birisi çok bilinen birkaç hadis vardır. İslam’da Kur’an’da bildirildiği şekliyle insanın fıtrî yapısı alim-i mutlak, kadir-i mutlak ve adil-i mutlak Allah tarafından belli bir amaç için ve en güzel şekilde tasarlanıp yapıldığı için hem kendisi hem de yaratılış amacı iyidir. Ondan çıkan normlara da uyulmalıdır. Anlamlı ve doğru yaşam da o normlara uygun yaşanmış bir yaşam.
Fıtrat sözcüğü Kur’an’da Rum Suresi’nin 30. ayetinde geçer ve şöyledir: “O halde sen hanif olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Diyanet Vakfı Meali)
Bu konudaki ünlü Hadis de şöyledir: “Her doğan mutlaka fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi yapar. Tıpkı bir hayvanın hilkati tam bir yavru doğurması gibi. Siz onun herhangi bir organının kesik olduğunu hissediyor musunuz?”
Ayet’in birinci cümlesinde geçen “hanif” sözcüğü tevhid inancına samimiyetle teslim olup yalnız ona kulluk eden demektir. Kur’an’a göre Haniflik Adem’den itibaren bütün peygamberlere gönderilen dindir. “Din” sözcüğü fıtratın kendisine göre tasarlandığı din olan Haniflik olarak anlaşılır. Fakat aynı zamanda Hadis’te çocukların anne-babaları tarafından Yahudi, Hıristiyan ve Mecusi yapılması fıtrattan uzaklaşma olduğu ima edildiğinden ve İslam anılmadığından İslam olarak da yorumlanır. “Allah’ın yaratmasında değişme olmaz” cümlesi hem “Allah’ın yarattığını bozmaya, değiştirmeye çalışmak doğru ve sağlıklı değildir” anlamına hem de “Allah’ın yaratmasında hiçbir değişme yapılamaz”, değişiklik yapmaya kalkışmayın anlamına gelir. Bu da Allah sizi bedenen ve ruhen nasıl yarattıysa onu değiştirmeyin ve Allah’ın sizin fıtratınıza nakşettiği dini, Hanifliği (İslamı) değiştirmeye kalkışmayın anlamına gelir.
İslam’da pek çok ayet ve hadis gibi bu ayet ve hadis de çok çeşitli biçimlerde yorumlanmıştır. Her yorumu destekleyen ayet ve hadisler vardır. [2] Bu konuda en iyisi, Yasien Mohamed’in (1995, 1996) sınıflamasını vermek. (Mohamed’in ifadelerine biraz eklemler yapacağımızı belirtelim.) Ona göre fıtrat kavramı konusunda dört farklı yorum (1995’te aşağıda verdiğimiz birinci yorumu ayrı bir yorum olarak saymıyor) ortaya çıkmıştır.
1.Önceden belirlenme görüşü
Cebriyeciler (kaderciler) tarafından savunulan bu görüşe göre doğada ve insan davranışlarında ilahi bir determinizm vardır. Ortak bir insan doğası yoktur. Kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğuna Allah baştan karar vermiştir. Kimisi İslam, kimisi kafir doğasıyla yaratılmıştır. Bunu hiçbir şey değiştiremez. Günahkar bile olsalar cennetlikler cennete, iyi bir mümin bile olsalar cehennemlikler de cehenneme gidecektir. (Onlara göre, Ayetteki “Allah’ın yaratması değişmez” cümlesi ile kast edilen de bu iyi ve kötü kaderdir.) Dolayısıyla eğitim gibi dışsal faktörler bir bireyin belirlenmiş doğasını olduğundan ne daha iyi ne daha kötü yapabilir. Mohamed’e göre bu, İbn Mübarek’in görüşüdür. Bu görüşe ilahi determinizm diyebiliriz. Calvin’in ezeli takdir öğretisini andırıyor.
2. Dual görüş
Buna göre insanın yapısında iki eğilim vardır. Allah insanı, topraktan ve Kendi ruhundan yapmış, ona hem iyi hem de kötü olmak yeteneklerini vermiş ve iki yol göstermiştir. Topraksal-tensel yönü onu cahiliye nizamına götürür. Tanrısal-ruhsal yanı ise bu nizamı reddeder ve İslam nizamına yöneltir. İki güç de eşit ağırlıktadır. Kişinin içinde bir cihat vardır. Fakat iyiyi kötüden ayırt etme yetisine sahip olduğundan eylemlerinden sorumludur. Ayrıca peygamberlik ve vahiy de bu konuda yardımcıdır. Mohamed’e göre bu Seyyid Kutub’un görüşüdür. Bu da Platon’un görüşü ile epeyce benzerlik göstermektedir.
3. Pozitif görüş
Allah, insanı günahsız, lekesiz ve güzel yaratılmıştır. Onları Hanif olarak yaratmış içlerine içgüdüsel olarak Hanifliğe (ya da onun mükemmelleşmiş şekli olan İslam’a) yönelme, inanma ve ona göre yaşama eğilimi koymuştur. Bu yetenekler ve eğilimler çocukta baştan itibaren aktiftir ve onu yönlendirir. Bozucu etkilerin olmadığı ideal koşullarda, bilgisi ve irade gücü arttıkça çocuk fıtrî yetenekleriyle Allah’ın varlığı ve ona kulluk etme inancına kolayca ulaşır ve bilinçli bir Müslüman olabilir. Fakat uygunsuz çevre koşulları fıtrat üzerinde bozucu etki yapabilir, insanı doğal ve doğru yolundan saptırabilir. Yasien Mohamed’e göre bu İbn Teymiyye’nin ve izleyicilerinin görüşüdür. (Rousseau’nun insan doğasına dair görüşü, bunun deist bir versiyonu olarak görülebilir.)
4. Nötr görüş
Bu görüşe göre, Allah insanları türe özgü bedensel, ruhsal, duygusal bir dizi yetenekle yaratmıştır. Kur’an’a göre, çocuk doğduğunda hiçbir şey bilmediği için Allah’ın bilgisine de sahip değildir. Doğduğunda o ne mümindir ne de kafir, ne Haniftir ne de başka bir dindendir. Onun fıtratında şu ya da bu dine doğal bir biçimde yönelme eğilimi yoktur. Bu yeteneklerin nasıl kullanılacağını çevre belirler. Alacağı formal ve informal eğitim (nurture) onu Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, putperest, deist, ateist, agnostik vb. yapar. Müslüman olması için Kur’an’ın ve Peygamber’in rehberliği önemlidir. Çocuk büyüyünce bu yeteneklerle ve uygun bir rehberlikle İslam’ı kolayca tanıyıp anlayabilir, ona inanabilir, İslam’ın emir ve taleplerine göre bir yaşam sürebilir. İslam’ın fıtrî din olması, onun insanın yapısına nakşedilmiş din olduğu anlamına gelmez, onun insan tarafından kolayca anlaşılabilmesi anlamına gelir. Mohamed’e göre, bu İbn Abdülber’in görüşüdür. Bu görüşe çevresel determinizm diyebiliriz. Dini inançlar noktasında John Locke’un tabula rasa görüşünü andırır.
**
İslam’ın fıtrî din olduğunu, her çocuğun Müslüman veya diğer dinlere göre Müslümanlığı kabule daha hazır ve elverişli olarak doğduğunu ileri süren pozitif görüş en yaygın görüştür. Diyanet de, bu görüşü benimser gibidir.[3] Model’in de bu görüşü benimsediğini varsayabiliriz.
Hanifliğin İslam’la özdeşleştirilmesinin “fıtratı koruma ve geliştirme olarak eğitim” açısından önemli bir sonucu vardır. Yakın zamanlarda Diamond Tema’nın ismi çerçevesinde çıkan şeriat tartışması vesilesiyle 14 ilahiyatçının yayınladığı “Şeriat, İslam Demek Değildir” başlıklı bildirisinde ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 30.6.2024 tarihli “Din/İslam ve Şeriat Arasındaki İlişki” başlıklı açıklamasında da (bu kaynaklar Google araması ile kolayca bulunabilir) görülebileceği gibi, Yahudilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da, din ve şeriat olmak üzere iki bileşen vardır. İnanca, ibadete ve ahlak esaslarına dair hükümlerden ibaret olan din değişmez ve üçünde de aynıdır. Bu din de, Haniflik ya da tevhittir. Bir de zamana zemine göre değişen hukuk sistemi, şeriat vardır.
Eğer ayet ve hadisin yorumunda Haniflik ile özdeşleştirilen İslam, Allah’a inanma, ibadet etme ve ahlak ilkeleri olarak anlaşılırsa ve fıtrata işlenmiş, fıtratın yatkın ve kabule hazır olduğu dinin bu olduğu kabul edilirse, ki Ayet öyle diyor, fıtrat ve fıtrî din İslam’ın şeriat kısmını kapsamaz. Dolayısıyla, fıtratı koruma ve geliştirme olarak eğitim, inanç, ibadet ve evrensel ahlak ilkelerinin öğretimi ve uygulamasıyla sınırlanacak, (hukuk) anlamındaki İslam şeriatını kapsam dışı bırakacaktır. Fakat Haniflik ile özdeşleştirilen İslam, tevhit inancı artı şeriat olarak anlaşılırsa, İslam’ın dinlere göre değişen şeriat (hukuk) kısmı da Hanifliğe eklenmiş olur ve Haniflik fıtrî olduğundan, suyun nasıl içileceğinden yemek yemeye, evlenme ve boşanmaya varıncaya kadar hayatın hemen hemen her alanını kapsayan çeşitli normlara da fıtrîlik statüsü kazandırılmış olur. Fıtratı koruma ve geliştirme olarak eğitim, İslam’ın inanç, ibadet ve ahlakı yanında o şeriat normlarına göre yaşamı da öğretip telkin edecektir.
Fıtratın Korunması ve Geliştirilmesi
Fıtratın selim durumunu korumayı, bozulmasını önlemeyi amaçlayan eğitime Rousseau’nun (2009) anladığı anlamda negatif eğitim diyebiliriz. Negatif eğitimin amacı, “erdemi ve gerçeği öğretmek değil, yüreği kötülüğe, zihni yanlışa karşı korumak”tır (s. 93). Onun amacı kişiyi daha iyi hale getirmek değil, iyi durumunu korumak, bozulmasını önlemektir. Negatif eğitim kavramından hareketle “erdemi ve gerçeği öğretme” ya da bir bireye arzu edilir araçlarla arzu edilir inançlar, duygular, değerler, beceriler ve davranma yatkınlıkları kazandırma süreci olarak eğitime de pozitif eğitim diyebiliriz. Pozitif eğitimin amacı, insanı daha iyi hale getirmektir.
Eğitim derken genellikle pozitif eğitimi kast ederiz. Fakat iyi hali korumak ve pekiştirmek, eğer kötüleşmiş ise kötülükleri elimine edip kişiyi önceki iyi durumuna döndürmek de eğitimin bir parçasıdır ve ikisi birlikte gider. Fıtratı esas alan eğitim hem iyi olan fıtrî özelliklerin korunması anlamındaki negatif eğitimi hem de insanı yaratılış amacı doğrultusunda geliştirme anlamındaki pozitif eğitimi kapsar.
Kalp ve Kalb-i Selim
Model’de geçen “Aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim” kavramlarından, birincisini, epistemik anlamda doğruyu bulma ve doğru ile yanlışı ayırt etme, doğruyu yeğleme yetisi olarak; zevk-i selimi de gerçekten güzel olanı arayan, gören, takdir eden, ondan hoşlanıp tat alan, çirkinden de nefret eden estetik yeti olarak tarif edebiliriz. Fakat görebildiğim kadarıyla, İslami literatürde ve taslak OM’de bu üç yetenekten en çok önem verileni kalp ve onun selimliğidir. Bu nedenle fıtratın korunması çerçevesinde onu ele alacağım.
Kalp
OM’ye göre kalp, “ruhun merkezî, aslî yeteneği”dir; “irade” (“meyiller”, “yönelimler”), “duygusal deneyimler”; “ahlaki değerler ve inanç”; vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik ve seçicilik gibi insanın içsel dünyasını şekillendiren özellikler” kalbin işlevleridir (s. 6). İkinci olarak, kalp aynı zamanda epistemolojik açıdan da önemlidir, çünkü o, akılla veya zihinle, metodik çalışmayla elde edilen dünyevi, rasyonel bilgiden, ilimden farklı bir bilgi olan marifet bilgisine[5] (irfana) (“marifet” sözcüğü DKAB(9-12), s. 15, 17’de anahtar kavram olarak geçer) ulaştıran yetidir. Marifet bilgisi, Model’in nihai hedefi olan insan-ı kamile (arif insana) ulaşmanın gerekli koşuludur. Kalp bu iki işleviyle milli ve manevi değerlerin öğrencilerde içselleştirilmesini merkeze alan ve nihai hedef olarak insan-ı kamili koyan Model açısından en önemli yetidir. Son olarak kalp, teolojik açıdan da önemlidir, çünkü Uludağ’ın belirttiği gibi, kalp, Allah’ın evi, ilahi isim ve sıfatların en mükemmel şekilde tecelli ettiği yer, iman cevherinin ocağı, ilahi hitabın mahalli ve muhatabı, “dini ve insani hayatın merkezi”dir (Uludağ, 2001).[6]
Kalb-i Selim
Orijinal halinde iyi, temiz, sağlıklı olsa da kalp her zaman öyle kalamayabilir. O, iyiye de açıktır kötüye de. Kalpteki duygular, düşünceler ve niyetler iyiden kötüye, kötüden iyiye değişir durur. Çünkü insanın yapısında zaaflar da vardır. Onda, var gücüyle şehvete, kötülüğe sürükleyen bir nefs-i emmare (Yusuf, 12/53), cinsel arzulara hakimiyet konusunda zayıflık (Nisa, 4/28), zalimlik, nankörlük ve bilgisizlik (İbrahim, 14/34; Ahzab, 33/72), tahammülsüzlük (Mearic, 70/19), itiraz etmeye düşkünlük (Kehf, 18/54), inkarcılık (Yunus, 10/12; Zümer 39/8), acelecilik (İsra, 7/11), fücur (Şems, 91/8) gibi kötü potansiyeller de vardır. Bunların doğuştan eğilimler olduğu kabul edilmese bile, insanda çevrenin ve Şeytan’ın yanlış yönlendirmesi sonucu edimselleşebilecek –tıpkı Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi olma potansiyeli gibi− potansiyeller olduğu açıktır. Dolayısıyla insan hep yaratılış amacına ve Allah’ın emir ve yasaklarına uygun davranmaz, günah işler. İşlenen günahlar (İslam’da kötü görülen ameller, duygular, inançlar) onu kirletir, paslandırır, katılaştırır, perdeler, körleştirir, hatta onda fiziksel lekelerin oluşmasına yol açar. Bu nedenle, kalbin doğuştaki saflığını korumak için bu kötü potansiyelleri harekete geçirecek dışsal uyarıcılar kontrol edilmeli ve eğer kalbin saflığı bozulmuşsa rehabilite edilmelidir.
Fıtratı Korumanın Eğitimsel Karşılığı
Eğitimi çevre aracılığıyla yaparız. Çünkü, inançları, tutumları, becerileri ve duyguları çocuğun içine kalp pili yerleştirir gibi doğrudan yerleştiremeyiz ve onları çocuğun içinden bir kitleyi ameliyatla çıkarır gibi kesip çıkaramayız. Bunları ancak çocuğu uygun çevresel uyarıcılara maruz bırakarak yapabiliriz. Hem okul çevresinin (okuldaki açık ve örtük programın) hem okul-dışı çevrenin (ailenin, sosyal ortamların, çeşitli sosyal etkinliklerin, yerleşim yerlerinin, sokakların, meydanların, medyadaki mesajların…) düzenlenmesiyle ilgilenmemiz bundandır. Fıtratı korumak, onu bozan çevresel uyarıcılara çocuğun maruz kalmamasını gerektirir. İslamcı söylem ve eğitim pratiğine baktığımızda çocuğun formal ve informal eğitiminin geçtiği ortamlardan elimine edilecek uyarıcılar arasında şunları öngörebiliriz. Özellikle son üç dört yüzyıldır bilimsel, teknolojik, ekonomik ve askeri bakımlardan güçlenip dünyaya hakim olan batılı milletler aracılığıyla yayılan ve İslam’ın haram, mekruh veya müfsit saydığı her tür uyarıcı; aile ve kadınla ilgili olarak kadın-erkek eşitliği, monogami, tesettür kurallarına aykırı giyim, karma eğitim dahil namahremlerle bir arada olmayı gerektiren etkinlikler; feminizm; siyasetle ilgili milliyetçilik (kavmiyetçilik), laiklik, ve demokrasi; dinsel inançla ilgili olarak diğer teist dinler ve teizmi reddeden deizm, ateizm, agnostisizm; felsefi akımlardan materyalizm, pozitivizm, hatta felsefenin kendisi; yılbaşı, doğum günü ve noel kutlamaları gibi adetler; alafranga ve seküler-milli adab-ı muaşeret kuralları, tatil formları; içki ile ilgili her şey (üretimi ve kullanımı, içkili mekanlar ve toplantılar); seküler eğlence biçimleri; müzik, resim, heykel, tiyatro gibi sanatsal üretimler, sergiler, etkinlikler; özellikle laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve Türkiye halkını “tamamen asri ve bütün mana ve eşkaliyle medeni [modern, batılı] bir heyeti içtimaiye haline isal etme”yi hedefleyen Atatürk’ün inkılaplarından ismine, heykellerine, anma günlerine, anılmasına vesile olan milli bayramlara kadar her şey ilk akla gelenlerdir. Bu tür uyarıcıların çocuğu etkilememesi için kullanılacak yöntemler, uyarıcının özelliğine ve koşullara göre değişir. Yerine göre, görmezden gelme, önem vermeme, unutturma, periferiye taşıma, İslami bir alternatifini geliştirme ve teşvik etme, ikna, erişimi engelleme, sansür, yasak, ekonomik, yasal veya idari yöntem ve müeyyideler olabilir.
Kalbin saflığının korunması onun öncelikle onun lekelenmesine yol açacak kötü duygu, arzu, düşünce, niyet ve eylemlerden kötü duygulardan, arzulardan, günahlardan kaçınmayı, bu tür bozuculara karşı tetikte olmayı gerektirecektir. Bunun için de kalbi fıtrî halinde tutabilmek için, onu kirleten alışkanlıklardan, duygulardan, eylemlerden de uzak durarak bozulmaya meydan vermemek gerekir.
Eğer kalpte İslam’a göre kötü görülen duygular, düşünceler ve eğilimler filizlenmiş ise onları Kur’an ve hadislerde önerilmiş veya 1400 yıllık İslam tarihinde geliştirilmiş ibadet, zikir ve çile vb. yöntemlerle benliği ve kalbi onlardan arındırmak, orijinal haline getirmek gerekir.
Fıtratın içeriğini biyolojik, teolojik, epistemolojik ve ahlaki olmak üzere dört gruba ayıran Arif’e (2023) göre, biyolojik fıtrat bütün insanlarda ortak olan ve insanın yaşamını sürdürmesini sağlayan anatomik özellikleri, fizyolojik ve psikolojik treytleri, güdüleri, itkileri, ihtiyaçları ve yapabilirlikleri içerir. Hadisteki bedensel analoji de beden yapısında değişiklik yapmanın fıtratı bozmak olduğunu ima eder. Böyle anlaşıldığında sadece beden temelli güdüler ve davranma eğilimleri değil, bedenin ve organların şekli de fıtrata dahildir. Uludağ (1989), “Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (Tin, 95/) ayetini insanın sadece ruhen değil, bedenen de en güzel şekilde yaratılmış olduğu şeklinde yorumlayanların olduğunu belirtir. Dolayısıyla Allah yarattığı her şeyi en güzel biçimde yaratmış olduğundan, güzelleş(tir)mek amacıyla bile olsa insan bedeninde değişiklik yapmak, Allah’ın verdiği fıtrî güzelliği beğenmeyip, ona isyan edip değiştirmek olarak yorumlanmış ve yasaklanmıştır. Bunlar arasında, dişleri küçültme, keyfi estetik ameliyat yaptırma, döğme yaptırma (ki büyük günah sayılır), peruk takma, görünüşü ve anatomiyi karşı cinse benzeyecek şekilde değiştirme, üremeyi engelleyen kısırlaştırma, hadımlaştırma; kadınlar söz konusu olduğunda kaşlarını keserek şekil vermeleri, yumurtalıklarını aldırmaları, spiral taktırmaları, fıtratı bozan şeyler olarak görülür. (Bununla birlikte, tırnakları ve vücudun belli bölgelerindeki kılları belirli aralıklarla kesmek, İslami tesettür kurallarına uygun giyinmek −ki OM, s. 80’de mahremiyet değeri bedensel mahremiyetin veya gizliliğin korunmasını ile ilişkilendiriliyor− fıtrat gereği sayılıyor.)
Fıtratın Geliştirilmesi
Fıtratın korunması olarak negatif eğitimin amacı, fıtratın geliştirilmesi olarak pozitif eğitim için yolu açık tutmaktır. Pozitif eğitim ise, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, insanı daha iyi hale getirmeyi amaçlar. Daha iyinin ölçütü de, insanın yaratılış amacına ulaşma derecesidir. Allah insanı (ve cinleri) bir amaç için, Kendi’sine kulluk etmeleri için yaratığından, pozitif eğitim çocuğun fıtrî yetenek ve güçlerini edimselleştirerek, çocuktaki fıtrî kulluk eğilimini hedefine doğru geliştirmek, onu iyi bir kul haline getirme süreci olacaktır.
Fıtratın geliştirilmesi olarak eğitim, çocuğa arzu edilir bilgileri, becerileri ve duyuşsal nitelikleri kazandırarak onun fıtrî potansiyellerini İslami normlara uygun içerik ve yöntemlerle edimselleştirerek onu daha iyi hale getirmeyi amaçlar. Bu da teorik ve pratik öğretimle doğuştan gelen yeteneklerin daha etkin ve üretken biçimde işler hale getirilmesi, fıtrî dinin ve dindarlığın daha bilinçli ve sağlam hale getirilmesi, böylece doğuştan Allah’ı bilme ve ona kulluk etme eğilimlerinin hedeflerine sapmadan ulaşmasının sağlanması demektir.
Fıtratın geliştirilmesi olarak, “eğitimde nihai hedef”, “ ‘kendini gerçekleştiren insan’ ya da başka bir bakış açısıyla ‘kâmil insan’ ”dır (OM, s. 7). Model “kendini gerçekleştiren insan”ın “kamil insan” ile aynı şey olduğu söylüyor. Metinde “kamil insan” tarif edilmemiş, “tam anlamıyla kendini gerçekleştiren insan”, “sağlıklı bir bedene, ruhun yetenekleri olan ahlaki olgunluk taşıyan bir kalbe ve sonuçlara göre hareket edebilmeyi başarabilen dengeli bir aklın bulunduğu bir zihne sahip” insan şeklinde tarif edilmiş (OM, s. 6).
Fakat bunun kamil insan için geçerli bir tarif olduğu konusunda kuşkuluyum. Çünkü kamil insan tariflerinde beden sağlığı konusunda bir şey söylendiğine, akıl ve zihin yetilerinin vurgulandığına rastlamadım. En çok vurgulanan şey, kalp yetisi, onun tasfiyesi ve onun aracılığıyla ulaşılan ilahi aleme dair deneyim ve marifet bilgisidir. Seküler bir kavram olan kendini gerçekleştirme kavramı genellikle kişinin benliğindeki ya da nefsindeki iyi veya kötü bütün potansiyellerin değil, “iyi” potansiyellerin ya da ideal benliğin, yeteneklerin veya eğilimlerin “iyi” etkinlikler ya da pratikler yoluyla maksimimum düzeyde edimselleştirmesini ifade eder. Fıtrat konusunda pozitif görüşe göre insanın içindeki en iyi potansiyel, Müslüman bir kul olma potansiyeli ve eğilimidir; bu yolda başlıca yeti de kalptir. Eğer OM’deki “ahlaki olgunluk taşıyan kalb”i, kamil insanın kemale ermiş kalbi olarak anlar ve kendini gerçekleştiren insanın beden, akıl ve zihin potansiyellerinin yanı sıra, kalp yetisini de ilahi alemin bilgisine ulaşacak düzeyde edimselleştirdiğini kabul edersek, kendini gerçekleştiren insanın kamil insan ile özdeş değil, kamil insanın özelliklerini de bünyesinde toplayan ondan da öte bir insandır. Şimdi insan-ı kamilin özelliklerine geçelim.
Model’in Eğitilmiş İnsan İdeali: İnsan-ı Kamil
“Kamil insan”ın tasavvufa özgü bir terim. Araştırmacılar, insan-ı kamil teriminin Kur’an’da geçmediğini, ilk kez Muhyiddin-i Arabi tarafından kullanıldığını, Hint, Çin kültürlerindeki, Maniehizm ve Mazdeizm’deki ideal insan kavramıyla ilişkili olduğunu belirtirler ve kamil insanı Kur’an’daki insanın halife olarak yaratıldığı anlayışı ile ilişkilendirirler (Aydın, 2000; Arnaldez, 1986). Nicholson (1978) terimin tasavvufta fenafillah mertebesine ermiş –“Allah’ta fani olmuş, beşeri vasıflardan ve aşağı arzulardan sıyrılıp ilahi vasıflarla donanmış” (Uludağ 2001a, s. 134)− insanın makamını göstermek için kullanıldığını belirtir.
İnsan-ı kamil, Aydın’ın (2000) tarifine göre, “Hak ile halk arasında bir köprü vazifesi görür”, “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmış olması bakımından ahlaki kemale [olgunluğa] sahip”tir, “sözleri doğru, işleri iyi, ahlakı güzeldir, marifet sahibidir”, “ilahi isim ve sıfatlar hiçbir varlıkta insan-ı kamilde olduğu kadar parlak bir şekilde görünmediğinden ilahi varlık için en büyük şahit ve delil”dir, “şeriat, tarikat, hakikat ve marifet itibariyle tam ve ergin”dir, “Hak ile halk arasında bir köprü”dür, “yaratılışın gayesi ve Allah’ın halifesidir.” Uludağ’ın (2001a, s. 186-187) tarifine göre Allah’ın … bütün isim ve sıfatlarına mazhar” olmuştur, “varlığın esas mertebelerini tümüyle kendisinde toplar”, “Allah’ın gözüdür (Aynullah)”, “onun zat, sıfat ve isimlerinin aynasıdır”, “âlemin nurudur”, “alemin varoluşunu ve varlığını sürdürmesinin sebebidir”.
İnsan-ı kamilin tam örneği Peygamber’dir (Nicholson, 1978). Fakat insan-ı kamil olmanın standartları, herkesin ona ulaşamayacağı kadar çok yüksektir. Bu aşamaya ancak, sürekli bu amaç için uğraşan, dünyadan elini eteğini çekmiş ve yetenekli küçük bir azınlığın erişebildiği iddia edilir. O azınlığı oluşturanlar da Peygamber’in varisleri olduğu iddia edilen veliler ya da evliyadır. Bunlar da tasavvufi tarikatlerin şeyhleridir. O kullukta varılabilecek en üst noktadır.
Fıtratı Geliştirmenin Eğitimsel Karşılığı
“Kendini gerçekleştirme” teriminin anlamı konusunda bir yanlış anlama dikkat çekmemiz yararlı olacaktır. Terim, otodidaktların durumunda olduğu gibi kişinin kendi içindeki potansiyelleri kendisinin edimselleştirmesini ima etse de onun dışındaki kurum ve kişiler tarafından da edimselleştirilebilir ve genellikle de öyle olur. İnsan-ı kamil kavramının tasavvufi bir kavram olduğu düşünülürse, bu amaca götürecek uygun eğitim programı, muhtemelen salikleri okullarda dini derslerde bilgisi verilen şeriat aşamasından marifet-hakikat aşamasına götürme amacını taşıyan ve başkaları veya kendileri tarafından Peygamber’in mirasçıları ve insan-ı kamil oldukları iddia edilen şeyhlerin / velilerin gözetiminde yürütülen tarikatların eğitim programlarına benzer olacağı; Kur’an ve Sünnetten ve somut örneklerden öğrenme, ibadet, nefis terbiyesi gibi etkinlikleri içereceği çıkarsanabilir.
Bu eğitimin içeriğinin, yöntemlerinin, uygulamalarının İslami olacağı açıktır. Bu konuda en güvenilir yol gösterici, Kur’an ve Peygamber’in sünnetidir. Böyle olunca, fıtratın geliştirilmesi, öğrencinin aşama aşama çeşitli eğitim süreçlerinden geçirilerek İslami inançların, duyguların, düşünme ve davranma alışkanlıklarının kazandırılması ve içselleştirilmesi, son hedef olarak da insan-ı kamil mertebesine ulaşılmasıdır.
Fakat bunun için fıtratı korumak her şeyden önce, çocuğun/insanların hayatlarını içinde geçirdiği formal ve informal eğitim ortamlarındaki öğretim programları dahil bütün uyarıcıların ve yaşam tarzının bu amaçla düzenlenmesi gerekir.
Özet olarak, fıtratı koruma, çevredeki İslam açısından arzu edilmeyen nitelikleri kazandıran ve kazandırma olasılığı bulunan uyarıcıları en aza indirmeyi, fıtratı geliştirme de İslami fıtrî yetenek, potansiyel ve eğilimleri arzu edilir hedeflere yönlendirecek uyarıcıları en çoğa çıkarmak demektir. Model’de din-dışı derslerin içeriklerinde sadeleştirmeler yani azaltmalar yapılırken, dinle ilgili derslerin azaltılmaması ve adab-ı muaşeret gibi yenilerinin konması; imam hatip okullarının sayıca artırılması, “çağdaş uygarlık” yerine “kendi medeniyet dünyamız” (OM, s. 54) olarak atıf yapılan “Türk-İslam medeniyetinin” geçmesi, Atatürk İlke ve İnkılapları yerine, uygulamada muhtemelen dini bir çerçevede tanımlanıp yorumlanacak olan milli ve manevi değerlerin Model’in ekseni yapılması, çeşitli etkinlik ve projelerle okullarda tarikatlara öğrencilerle temas imkanları sağlanması, okullarda ve ulusal medyada milli ve manevi değerlere aykırı görülen etkinliklerin (mezuniyet balosu gibi) ve içeriklerin (evrim teorisi gibi) yasaklanması, öğrencilerin giyimlerine müdahale edilmesi, Bakanlığın çeşitli projelerle “sivil toplum kuruluşları” olarak adlandırdığı ve şeriattan marifete ve hakikate erdirdiği iddia edilen tarikatlarla ve işbirliği yapması ve okulları onlara açması; okul dışında konserlere çeşitli gerekçelerle izin verilmemesi bu amaca hizmet eden uygulamalardır.
Özet Olarak
Fıtrat, kalp, kalb-i selim, insan-ı kamil gibi kavramları ve “fıtrî özellikleri koruma ve geliştirme” amacını açtığımızda Model’in dünya görüşü ve doğrultusu hakkında şöyle bütüncül bir görüşe ulaşabiliriz. Allah insanı Kendisi’ni bilmesi ve kulluk etmesi için yaratmıştır. Bu amaca uygun olarak, onun fıtratına ya da yapısına bu yönde bir eğilim (Haniflik) ve hedefine varabilmesi için kalp, zihin vb. yetenekler nakşetmiştir. Haniflikle geniş anlamda İslamiyet özdeşleştirilince insana düşen görev, yeteneklerini kullanarak yaratılış amacına uygun bir insan, mükemmel bir Müslüman olmaktır. Mutlak bilgisi, gücü ve iyiliği ile Allah’ın insan için uygun gördüğü bu kulluk yaşamı en iyi, en doğru ve en anlamlı yaşam biçimi olduğundan, bu, ahlaken ve dinen yerine getirilmesi gereken bir ödevdir.
Mükemmel Müslümanlığın en eksiksiz örneği kamil insandır ve onun da en eksiksiz örneği Peygamber’dir. Eğitime düşen görev bunu bir hedef olarak almak ve fıtratı bir yandan koruyarak, bir yandan da geliştirerek o hedefe olabildiğince yaklaşmaktır. İnsanın eğitiminin içinde geçtiği ortamlardaki uyarıcılar duyguları, zevkleri, düşünceleri ve inançları etkilediğinden veya yönlendirdiğinden, fıtratın saflığını korumak için ortamı onu bozan veya bozma olasılığı taşıyan uyarıcılardan temizlemek veya periferiye itmek, onu kamil mümin ve kamil insan haline getirmek için de ortamı İslami uyarıcılarla doldurmak veya bu uyarıcıları merkeze taşımak gerekir.
Fıtratın korunması korunması ve geliştirilmesi olarak eğitim Genel eğitim düzeyinde 2012’de 4+4+4 sistemine geçişle birlikte başlayan, Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçişle birlikte yoğunlaşan dindar nesil yetiştirme politikasının genel eğitimin genel amacı olduğunu çok açık olmayan bir ifadesi olan Model’in yönelimini ve gerekçesini özlü bir biçimde ifade etmektedir.
**
Model’in varsayımlarının eleştirisi, başarı şansı, Türkiye için olası pratik sonuçlarından bahsetmeyi daha sonraki yazılara bırakalım.
Dipnotlar
[1] Hazırlayanların düşüncelerini daha açık olarak ifade ettiğini düşündüğümüz için bu metnin kamuoyunun değerlendirmesine sunulan taslak halini kullandık.
[2] Bütün tefsir kitapları Ayet’in ve bütün hadis kitapları Hadis’in yorumuna yer vermektedir. Ayetin yorumu ile ilgili oldukça ayrıntılı yorum İmam Kurtubi 2002, s. 471-481’de vardır. Şu ansiklopedi maddeleri de genel bir özet vermektedir. Hökelekli 1996; D. B. MacDonald 1991. Youtube’da Mustafa Öztürk’ün “Her Çocuk Müslüman Olarak Doğmaz” videosu da aydınlatıcı.
[3] Diyanet İşleri Başkanı da Uluslararası İhtida Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Hadis’i “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzere doğar”, “Müslüman olarak doğar” şeklinde tercüme ediyor. (https://www.youtube.com/watch?v=R6Rtfg4Y5Xo). Hadis, Zebidi (1978)’de “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar” şeklinde çevrilmiştir (s. 529). “Bu Dîn-i Mübîn [Haniflik kastediliyor], müstaid olduğu gâye-i kemâli ancak Hâtem-i Enbiyâ’da [son Peygamber’de] bulmuştur. Dinleri … tetkik eden her munsıf [önyargısız, insaflı] âlim ve mütefekkir, Hak Dîn’in [Hanifliğin] Islâm Dîni olduğuna hükmetmekte tereddüd etmez” deniyor (s. 532).
[4] Onaylanan Model’den “kalp” sözcüğü çıkarılmış. Bunun sebebi, bugün bilimsel araştırmaların ışığında bilişsel ve duyuşsal hayatın merkezinin beyin olduğuna inananlardan gelen tepkiler olmalı. Fakat Kur’an’ın tamamlandığı MÖ 7. yüzyıldan önce (ve sonra) zihinsel olayların merkezinin vücutta beyin mi kalp mi olduğu tartışma konusudur. Gross’a göre (1995) Eski Mezopotamya’da, Mısır’da ve Antik Yunan’da ruhun kalpte ikamet ettiği, psişik olayların kalbin fonksiyonu olduğu görüşü yaygındır. Aristoteles de bu görüştedir.
[5] Bu arada kalbe ve kalbi bilgiye verilen bu önem, Model’in “eğitim” modeli olarak değil, “maarif” modeli olarak adlandırılmasıyla ilişkili olabileceğini belirtelim. Şöyle ki, “maarif” sözcüğü “marifet” sözcüğünün çoğulu. “Marifet”in de (sözcük, DKAB(9-12), s. 15, 17, 41’de anahtar kavram olarak geçer) bir seküler anlamı, bir de dini-tasavvufi anlamı var. Seküler anlamında, bilgi, tecrübi bilgi, bilim, biliş hüner, ustalık demek. Sözcük dini, tasavvufi anlamında, yukarıda belirttiğimiz gibi, ilahi alem, Allah hakkında bilgi, irfan demek.
“Maarif” sözcüğünün de aynı şekilde bir seküler bir de dini anlamı vardır. Eğitimde seküler anlamında “ilim ve tekniğin öğrenilmesiyle elde edilip insanlığın yararına kullanılan hüner, sanat ve bilgiler; bilimler” (Kubbealtı Lügatı’ndan) ve kültür anlamlarında, Tanzimat’ın başından itibaren, dini bilgileri öğreten medreselerden farklı olarak dünyevi bilgi ve becerileri öğreten okulların bağlı olduğu Bakanlığın adı olarak Maarif-i Umumiye Nezareti, Maarif Nezareti, Maarif Vekaleti şeklinde 1857’den itibaren kullanılır. 1935’te “maarif” “kültür” sözcüğü ile, “nezaret” ve “vekalet” de “bakanlık” ile karşılanınca, Maarif Vekaleti 1935-1941 arasında Kültür Bakanlığı, 1941-46 arasında tekrar Maarif Vekaleti, 46-50 arasında Milli Eğitim Bakanlığı, 1950-1960 arasında tekrar Maarif Vekaleti, 1960’tan sonra tekrar Eğitim Bakanlığı olur. Tasavvuf literatüründe ise maarif sözcüğü, “İlâhî sırlar üzerinde, varlıkların özü ve gerçeği hakkında tefekkür, keşif ve ilham yoluyla elde edilen bilgiler, irfan” (Kubbealtı Lügatı’ndan) anlamında kullanılıyor.
Modelde “maarif”in sözcüğü seküler anlamında mı, dini anlamında mı, yoksa her ikisini de içeren anlamda mı kullanıldığı açıklanmamakla birlikte, model’in dinsel, tasavvufi yönelimini dikkate aldığımızda eğitimde önceki kullanışlarından farklı olarak dini anlamında veya dini anlamında da kullanılma ihtimali yüksek gibi görünüyor.
[6] Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın kutsal metinlerinde de kalp içsel dünyanın merkezi, samimi dindarlığın bir kalp işi olduğu görülür (Bkz. Arnaldez, 1994, s. 47-51.)
Kaynaklar
Kısaltması Kullanılan Kaynaklar:
DKAB(4-8): Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programı (4, 5, 6, 7 ve 8. Sınıflar).
DKAB(9-12): Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi Öğretim Programı (9, 10, 11 ve 12. Sınıf).
İTP: İlkokul Türkçe Dersi Öğretim Programı.
OİTA: Ortağretim T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük Dersi Programı (12. Sınıf).
OT(9-11): Ortaöğretim Tarih Dersi Öğretim Programı (9, 10 ve 11. Sınıflar).
PH(5-8): Peygamberimizin Hayatı Dersi Öğretim Programı (5, 6, 7 ve 8. Sınıflar).
PH(9-12): Peygamberimizin Hayatı Dersi Öğretim Programı (9, 10, 11 ve 12. Sınıflar).
TDB: Anadolu İmam Hatip Lisesi Temel Dini Bilgiler Dersi Öğretim Programı (9. Sınıf).
**
Arif, Syamsuddin. 2023. Rethinking the Concept of Fitra: Natural Disposition, Reason and Conscience. American Journal of Islam and Society, volume 40, no: 3-4, (s. 77-103).
Arnaldez, Roger. 1986. al-Insan al-Kamil (the Perfect Man). The Encyclopaedia of Islam (Second Edition). Vol 3 (s. 1239-1241). Leiden: Brill.
Arnaldez, Roger. 1994. Three Messengers for One God. Notre Dame: University of Notre Dame Press.
Aydın, Mehmet S. 2000. İnsan-ı Kamil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, cilt 22 (s. 330-331).
Berlin, Isaiah. 1980. Against the Current: Essays in the History of Ideas. Editör: Henry Hardy. New York: The Wiking Press.
Çelebi, İlyas. 1999. Hüsün ve Kubuh. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Cilt 19 (s. 59-63).
Gross, Charles G. 1995. Aristotle on the Brain. Neuroscientist, vol. 1, no: 4, (s. 245-250).
Hökelekli, Hayati. 1996. Fıtrat, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Cilt 13 (s. 47-48).
İmam Kurtubi, el-Camiu Li Ahkami’l-Kur’an. Çeviren: M. Beşir Eryarsoy. cilt 13. İstanbul: Buruc Yayınları, 2002, s. 471-481.
MacDonald, D. B. 1991. Fitra, Encyclopaedia of Islam (New Edition). Cilt 2 (s. 931-932). Editörler: B. Lewis, CH. Pellat and J. Schacht. Leiden: E. J. Brill.
Mohamed, Yasien. 1995. The Interpretations of Fitrah. Islamic Studies, Vol. 34, No. 2. Summer (s. 129-151).
Mohamed, Yasien. 1996. Fitrah: The Islamic Concept of Human Nature. London: TA-HA Publishers Ltd.
Nicholson, Reynold Alleyna. 1978. İnsan-ı Kamil. İslam Ansiklopedisi. Cilt 5/2 (s. 1008-1009). İstanbul: Devlet Kitapları.
Öztürk, Mustafa. Her Çocuk Müslüman Olarak Doğmaz. (https://www.youtube.com/watch?v=mW7rg6_8zR4)
Rousseau, Jean-Jacques. 2009. Emile Çeviren: Yaşar Avunç. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Uludağ, Süleyman. 1989. Ahsen-i Takvim. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 2.
Uludağ, Süleyman. 2001. Kalb. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi maddesi, cilt 24.
Uludağ, Süleyman. 2001a. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü. İstanbul: Kabalcı.
Zebidi (Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Lacifi’z-Zebidi) 1978. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi. Cilt 4. Mütercim ve şarih: Kamil Miras. 5 baskı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı.























