Kızıl Tebeşir: Eğitim Söyleşileri

Eğitim sistemi çeyrek asırdır çekildiği neo liberal girdapın içinde çözülüyor ve yeniden yapılanıyor. Yurttaş yönelimli eğitim yerini piyasa/şirket yönelimli eğitime bırakırken, dünyanın her yerinde karşı koyuşu da beraberinde getiriyor. Atlantiğin iki yakasından dört radikal eğitimci arasında geçen e-söyleşi bu karşı koyuşun düşünsel temellerini ve politik hedeflerini göstermesi açısından öğretici. Ne de olsa epey zaman oldu Marksist değer teorisi ile insan yetiştirme arasındaki ilişkinin unutulduğu.

İngiliz “radikal eğitimsel solundan” Glenn Rikowski, Mike Cole ve Dave Hill ile Birleşik Devletler California üniversitesinden Peter McLaren arasında geçen tartışma, öncelikle eğitim sorunlarını nasıl ele alabiliriz sorusu etrafında teorinin meseleleri üzerinde ve devrimin pedagojisinin nasıl hayata geçirileceği etrafında dönüyor.

Kızıl Tebeşir’i oluşturan tartışmalar/yazışmalar 2000 yılı Nisan-Eylül ayları arasında Eğitim Reformunun Enternasyonal Gazetesinde Paula Allman’ın Enternasyonalist köşesinde geçiyor. Ancak içinde bulunduğumuz dönemin sorunları derinleşerek varlığını sürdürdüğü için de hala önemini koruyor. Hillcole radikal sol eğitimciler grubundan Mike Cole, Dave Hill ve Glenn Rikowski örgütlü mücadele geleneğinden gelen entelektüeller. Marksist eğitim teorisi geliştirme yolunda doğrudan Marks’dan besleniyorlar. Hillcole bu çerçevede 1989 yılında radikal sağın Hillgate grubuna karşı Mike Cole ve Dave Hill tarafından Eğitim Politikaları Enstitüsü’nde oluşturulmuş bir kolektif. Grup zamanla genişliyor, içinde sosyalist öğretmenler, akademisyenler, bağımsız sosyalist militanlar var. Sosyalist Öğretmenler Derneği (STA), Irkçılık Karşıtı Öğretmenler Ağı (ARTEN) gibi eylemci öğretmen örgütleriyle bu sıkı ilişki/bağ HillCole’ün teori-pratik diyalektiğini sürdürmesini sağlıyor. Aynı zamanda İşçi Partisi’nin eğitim politikaları üzerinde söz sahibi olan Sosyalist Eğitim Derneğinin (SEA) üyesi Caroline Benn ile Tony Benn gibi isimler de var. Hillcole İngiliz ve Amerikan eğitim politikalarına müdahale etmek amacı ile yola çıkıyor. Bunun için radikal sağın saldırılarına karşılık vermeyi, eğitim sorunlarına çözüm aramayı ve okulların kalitesini ve öğretmen yetiştirmeyi iyileştirmeyi hedefliyor. İlk döneminde grup daha çok İşçi Partisi ile dirsek teması içinde ve radikal sağın saldırılarına karşı İşçi Partisi etrafında düşünsel ve politik tahkimat yapmayı önemsiyor. Ancak İşçi Partisinin “muhafazakar karşı devrimin” sürdürücüsü olarak yolundan çıkmasıyla (üçüncü yol) Hillcole eleştirileri oklarını Yeni İşçi Partisine yöneltiyor.

1990’lı yıllar boyunca post modern kuramın incelikleri içinde boğulan McLaren ise Glenn Rikowski’nin “sermaye iktidarına verebileceğim maksimum zarar nedir? sorusuyla buluşuyor. Zira McLaren Amerikan eleştirel eğitim geleneği içinde neo marksist okul araştırmaları alanının önde gelen isimlerinden. Bu gelenek asıl olarak Gramsci, Freire ve biraz da Dewey’den besleniyor. Ancak bu gelenek post modern dönem boyunca post yapısalcılığın izinden giderek pedagojik faaliyet olarak kültürel konularla, farklılık pedagojisi ve “iyi hisset” müfredatıyla ilgilendi. 1970’ler ve seksenlerin radikalliği soldu, eşitlik ve sosyal adaletle bağı gevşedi. Bu geleneğin nasıl evcilleştirildiği ve içeriksizleştirildiğine ilişkin McLaren’ın eleştirilerini “Devrimin Pedagojisi”nden biliyoruz. (dipnot) McLaren bu çabasıyla eleştirel eğitimi “burjuva hümanizminden” kurtarma ve “evcilleştirilmesine” nasıl set çekilebileceğiyle ilgilidir. Bunun için “okullarımızı devrimcileştirmek ve gençlerimiz arasında asi devrimci bir bilinç yaratmak için …” Che’nin ve Freire’nin ayak izlerini takip etmeye karar verdiğinde, “günümüzün devrimi için pedagoji”nin merkezinde aynı zamanda eğitimcilerin ne yapması gerektiği sorusu da vardır. McLaren bu sorunun yanıtını İngiliz radikal sol eğitimcilerle tartışıyor. Marx, Feuerbach üzerine tezlerinin üçüncüsünde “eğiticinin de eğitilmesi gerektiğini” ileri sürer. Onbirinci tezde “filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler, asıl olan onu değiştirmektir” diyerek eğiticinin rolünü de anlatır. Öyleyse değiştirmek için eğiticinin de eğitilmesi gerekir. Soru, doğru sorudur. İnsanın kendi dünyasını keşfetme süreci toplumsal eylem yoluyla gerçekleşmektedir.

Eğitimdeki son dönem değişimleri nasıl yorumlayacağız/yorumlamalıyız etrafında dönen tartışmaların ağırlık merkezini Rikowski’nin emek değer teorisi ile eğitimdeki dönüşüm -insan sermeyesi arasındaki bağlantıya yaptığı vurgu oluşturuyor.

Glenn Rikowski sermayenin yeniden üretiminin nasıl “emeğin yaşayan ateşinden” beslendiğini; önce artı değer temelinde sermayeye, sonra artı değerden fışkıran çok sayıda biçime dönüştüren büyük simyacı olduğunu, Marks’ın izinde çözümlüyor. Değerin emeğe bağlı olduğu gibi, emeğin de zamanla emek gücüne bağımlılığını; emek gücünün ise enerji, beceriler, bilgi, fiziksel ve kişisel özellikler gibi emekçilerin sahip olduğu potansiyeller olduğunu söyler. Sermayenin toplumsal evreninde başroldeki aktör emek gücüdür. Emek gücü gerçek ve potansiyel varlığını emeğe dönüştüğü anda kazanır. Emek gücünün sadece işin yapılması için gereken mekanik işlevsel beceri ve bilgileri içermeyip, emek süreci için temel olan yaklaşım ve kişilik özelliklerini de bunlarla birleştirir. Bu noktada bilgi ve becerilerin nerede ve nasıl kazanıldığı sorusu gündeme gelir ki, eğitim ve okul sistemine ulaşırız. Eğitim ve öğretim kapitalizm altında her zaman emek gücünün toplumsal yeniden üretimiyle ilgilidir. Ancak günümüzde bu mutlak olarak birbirine bağlanıyor; eğitim ve öğretimi emek gücünün yeniden üretimine indirgemek konusundaki iktisadi dürtünün, neo liberalizm ile birlikte tarihsel bir zemin kazanmış olmasına Rikowski’nin yaptığı vurguya katılmamak mümkün değil. Okul sistemini kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun biçimde hizaya sokmaya çalışan küresel eğitim reformlarının insani kapasiteyi (akıl, duygu, beceri, yetenek) insan sermayesine dönüştürme konusundaki ısrarı eğitim sistemini piyasanın istilasına açmaya yönelik. Eğitim ve okul sisteminin bizatihi iktisadi bir süreç olarak sermaye birikiminin de yeri haline gelmesi küreselleşme döneminde gerçekleşti. Dolayısıyla Blair, Bush, Erdoğan, Çelik, TÜSİAD ve DB’ nin aynı dili konuşuyor olması rastlantı değil.

Öğretmenin rolü konusundaki tartışmada bir ucundan buraya bağlanıyor. Zira entelektüel emeğin dönüşümü konusunda kafalarımız bir hayli karıştı. Giderek de öğretmenleri sıradan bir kamu emekçisine indirgeyen sendikal söylemler ve politikalar da ağırlık kazandı. Tartışmalar bize tekrar hatırlatıyor ki, öğretmen önemlidir. Çünkü “Öğretmenler, eğitmenler kapitalist sistemin yaslandığı tek bir metayı, emekgücünü geliştirmekte. Bu meta sermayenin toplumsal evreninde kendini yeniden üretirken ihtiyacı olan değerden daha çok değer yaratacak tek meta.” O zaman öğretmenin kritik rolünü teslim ederken, “Küreselleşme döneminde insanlığın sermayeye dönüşümü programı karşısında, öğretmen olarak toplumun yasaları -toplumsal sınıf, toplumsal adalet, cinsiyetçilik ve ırkçılık gibi- içinde yaşadığımız toplumsal evrenin, sermayenin toplumsal evreninin yasalarına dair başlıkları gündeme getirerek savaşabilirler. Okullarda toplumsal konuları konuşabilirler. Ulusal müfredatın izin verdiği sınırlar dahilinde bile ve hatta mesleki eğitimde bile.” Dahası öğretmenlerin söyleyecekleri şeyleri vardır ve öğrencilerin dünyayı anlamlandırmalarına ilişkin önerecekleri şeyleri olan aktif öznelerdir. Demokratik eğitim mücadelesinin epey zamandır okulları/derslikleri kendi haline terk etmesinin sonuçlarının bizi güçsüzleştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Belki bunlar bizi tekrar okulda/derslikte ne yapıyoruz üzerine düşündürebilir! Bu noktada okuldaki kültürel üretim sürecinde öğretmenin rolü konusunda kendi tarihimizden de (TÖS, TÖB DER) bulacağımız şeyler var.

Eleştirel devrimci pratikle Marksist kuram arasındaki ilişkinin çeşitli yönleri üzerine gelişen tartışmalar Amerikan ve İngiliz radikal eğitim geleneklerinin sınıf meselesi konusundaki farklılıklarını açığa çıkarıyor ve post modern sol konusundaki eleştirileri gündeme getiriyor. İngiliz radikal eğitimcileri için sınıfın merkeziliği her dönem ağırlığını korurken, “sınıfın öldüğü” cinsiyet, ırk ve eşitsizliğin diğer biçimlerinin kişisel ve toplumsal kimlikleri anlamada sınıfı ikame ettiği yönündeki post modern iddialar Amerikan geleneğini yeniden biçimlendiren ana temalar. Dolayısıyla “Kapitalizme karşı verilen uzun soluklu mücadelede, kapitalizmin postmoden avangardın intermezzo çabalarıyla ayakta durabileceğini” söyleyen McLaren açısından özeleştirel yönler de barındırıyor bu yazışmalar. Diğer yandan asıl olarak da Amerikan post modern eğitimcilerine/kuramlarına yönelik eleştiriye enerji veriyor. Hillcole grubu daha genel ve daha temel baskı ve sömürünün sınıf sömürüsü olduğu konusunda klasik marksist bir tutum alırken, McLaren “sınıfın, ırk ve cinsiyetle yan yana geldiğinde ayrıcalıklı olması gerektiğine inanmasa da, daha merkezi olduğunu ve diğer baskı biçimlerini koordine ederek onlara biçim verdiğini” söylüyor ki, radikal Amerikan geleneği de bu. Neden sınıf, eğitim ve toplum analizinde önemlidir? Okunması gerekiyor.

Bunun gibi kimi konularda farklı görüşlere rağmen, tartışmaların ilettiği duygu, dostluk, dayanışma ve işbirliği. Solcuların dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi (özellikle de üniversitelerde) tecrit edilmiş ve günah keçisi ilan edilmiş konumundan dolayı birbirleri için “gerçek birer duygusal, entelektüel ve siyasal destek kaynağı” oluyorlar. Grubun üretken dostluğu, eyleme yol gösterecek teorik tartışmalar ve kişisel entelektüel geçmişlerini yakından tanımayla sürüyor. Anlıyoruz ki, enerjisini “parasız eğitim”, “ırkçılık karşıtı eğitim” kampanyaları gibi kitlesel direniş eylemlerinden alan ve entelektüel/ideolojik mücadeleyi ve üretimi konferans, yayınlarla sürdürüyorlar. Dileriz, yazarların eğitim konusundaki diğer kitaplarını da Türkçeleştirir yayınevi.

Kızıl Tebeşir eğitimciler için önemli noktalara işaret ediyor. Küresel ölçekte Eğitim Ateş Aldı gerçekten. Son yirmi yıldır eğitim ve okul sistemleri müfredat, örgütlenme, yönetim, öğretim yöntemleri, öğretmen yetiştirme konusunda küresel ölçekte sürekli “reform” geçirdi. Eğitim sisteminin küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına uyarlanmasını sağlamaya yönelik bu “reformların” sonucunda kamu okulunun güçsüzleşmesi ve çözülme de küreselleşti. Buna karşı mücadelenin farklı biçimlerini ve farklı deneyimleri ortaklaştırmak için birbirimizi tanımamız, birbirimizden öğrenmemiz gerekiyor. Bu öğrenme, neoliberal paketlerin bazıları eleştirel pedagoji adı altında evcilleştirilmiş, keyifli eğitim versiyonu ile oradan buradan baş gösterirken, diğer yandan bizim demokratik eğitim mücadelesi sürecinde biriktirdiğimiz deneyime sahip çıkmamız ve tıkandığımız yerleri görmemize vesile olabilir. Eleştirel pedagoji bizim uzun yıllardır sürdürdüğümüz demokratik eğitim mücadelesinin oradaki adı. Kızıl Tebeşir’in radikal dili, sadece direniş retoriğiyle değil, politika geliştirmekle de ilgileniyorsak, teori elzemdir diyor. Eğitim alanında bir dönüşüme/dönüştürmeye talip olanların entelektüel derinliği es geçmesi beklenemez. Sosyalist dönüşüm için olduğu kadar, küresel kapitalizme karşı direnişi sürdürebilmek için de gereklidir bu.

Kızıl Tebeşir- Eğitim Söyleşileri. P.McLaren_D.Hill, G.Rikovski. Kalkedon Yayınları, 2006: İstanbul.

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, fevziye sayılan, Kızıl Tebeşir: Eğitim Söyleşileri, Peter McLaren

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli: “İnsanın Fıtrî Özelliklerini Koruma ve Geliştirme” Amacı ve İçerdikleri
Mülteci Çocukların Okullaşma Sürecinde Bir Araç Olarak Sosyal Reçeteleme, Sanatlar ve Drama