Talip Apaydın, 1926 yılında Polatlı’nın Ömerler köyü doğumlu, Cumhuriyetin aydınlanma felsefesinin kanatlandırdığı yoksul, öksüz bir halk çocuğudur… Önce Çifteler Köy Enstitüsü ve sonra 1946 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünü tamamlar. Talip Apaydın mezun olduktan sonra, Kars Cilavuz Köy Enstitüsüne öğretmen olarak atanır. Buradan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nde eğitimini sonlandırır. 1949’da Tokat bölgesi gezici başöğretmenliğine atandı. Sonraki yıllarda Turhal Ortaokulunda ve Amasya Kız Öğretmen Okulunun kuruluşunda, eşi Halise Apaydın’la birlikte yer alır. Amasya Öğretmen okulu öğrencileri sınıfa mandolinle giren, elinde penası hiç eksik olmayan, onlarla çok sesli koralar hazırlayan öğretmenlerini çok sevmiştir. 28 Eylül 2014 yılında 88 yaşında aramızdan ayrıldığında 17 roman, 14 öykü kitabı, 2 şiir, 3 anı, 4 deneme ve 4 tiyatro oyunu bırakarak aramızdan ayrılmıştır. Talip Apaydın: “Bizi İnsan eden, yetiştiren Köy Enstitüleridir. Hasan-Ali Yücel’dir, İsmail Hakkı Tonguç’tur” diyerek kendisinin var eden temel dinamiğin altını önemle çizer.
Talip Apaydın ile Kesişen Hayatlarımız
Köy Enstitülerindeki eğitimin işlevsel bir boyutu vardır. Tüm enstitülerde hayata geçen “Kitap Okuma ve Tartışma” saatleri Köy Enstitülü yazarlar kuşağının oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Kitaplar okunur, tartışılır ve özetleri çıkartılarak enstitü dergilerinde yayınlanırdı. Bizim kuşaklar, Köy Enstitülü yazarların, Yaşar Kemal, Orhan Kemal’in kitapları ve klasiklerle kendimiz var ettik. Ortaklar İlköğretmen Okulunun ilk yıllarında da Köy Enstitülü babamın kitaplığındaki “Sarı Traktör” adlı romanıyla Talip Apaydın ile tanışmıştım. Sarı Traktör ile tarımda makineleşme, Yarbükü ile köylüler arasındaki toprak ve su sorunsalını, Ortakçılar ile enstitü mezunu öğretmenlerin idealizmini, Yoz Davar’da insan ve doğa ilişkisini, Kente İndi İdris ile köyden kente göç olgusunu anlatmıştır. Kurtuluş Savaşımızı anlattığı “Toz Duman İçinde”, “Köylü¬ler”, “Vatan Dediler” üçlemesi bir başyapıt niteliğindedir.
Sarı Traktör’ün yazarı ile ilk kez Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Üniversiteleri Öğretim Elemanları Derneğinin 1997 yılında İzmir’de düzenlediği “Hasan Ali Yücel Sempozyumu”nda yan yana geldik ve tanışmıştık. Daha sonra 2001 yılından 2014 yılına kadar Talip Apaydın, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği (YKKED) imecesinde onurla yer aldı. Pek çok panelde ve sempozyumda beraberdik. İmece dergisinin devamı olarak Yeniden İmece’de yazılar yazdı. Editörlüğünü yaptığım Yeniden İmece’ye her yazı gönderdiğinde “Kemal Bey kardeşim” diyerek küçük notlar düşerdi. Talip Apaydın’ın “Yeniden İmece” dergisindeki yazılarında ülkenin kötü gidişine itiraz, hep haykırış, uyarı ve emeklerin boşa çıkmasından duyduğu rahatsızlık vardı. Yazılarında ülkenin aydınlık insanlarını imeceye çağrı, eğitimin dönüştürücü niteliğine yönelik vurgu ve Köy Enstitüleri gibi nitelikli, bilimsel ve üretici bir eğitim sistemi özlemi vardı. 24 Kasım 2009 tarihinde İzmir’de düzenlen bir törenle YKKED- Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülünü Talip Apaydın’a vermiştik. Ödül gerekçesi “Bizlere her zaman ilettiğiniz mesaj: insanlarımızın bir ağaç gibi özgür ve bir orman gibi kardeşçesine, yoksulluk ve cehaletten kurtulmuş insanca onurlu bir yaşam kurma düşüncesidir… Size YKKED 2009 Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülü vermekten büyük bir kıvanç duyuyor, sağlıklı, üretken nice yıllar diliyoruz…” ifadeleriyle bitiyordu. Talip Apaydın için dostlarının yazılarından oluşan, editörlüğünü yaptığım Armağan kitabı ödül törenine yetiştirmiştik.

Talip Apaydın ve Çifteler Köy Enstitüsü
Çifteler Köy Enstitüsü müdürü Rauf İnan Çifteler’e kabul edilen öğrencilere “Sevgili Oğlum” diyerek davet mektupları yazmıştı. Bu mektupta “Enstitümüze talebe olarak seçildin. Sana müjdeler ve kutlarım. Enstitümüzde hem okumanı, tahsilini ilerletecek, hem de ileri usüllerde ziraat öğreneceksin. Bağcılıkta, sebzecilikte, arıcılıkta, tavukçulukta, hayvan bakımında, makine ile ekim, biçim ve harman yapmasında, zahire hazırlamada çalışıp iyice yetişeceksin. Ayrıca bir de sanat elde edeceksin. Dokumacılık, dikiş makinesi kullanmayı, halı dokumacılığını, bisiklet ve motosiklet binmeyi, mandolin çalmayı da öğrenebileceksin. Burada çok çalışma ve iyi yetişmen için her şey var. Senden yalnız çalışmak” ifadeleri vardı. Enstitü müdürü öğrencilere “Canlandırılacak Köy” hedefi için enstitünün hangi becerileri onlara kazandıracağını işaret ediyordu.
Talip Apaydın, 10 Kasım 1938 günü Çifteler Köy Enstitüsü öğrencisi olur. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı gün okul önünde yapılan toplantıda müdür Rauf İnan’ın “Atatürk’ün kendisinden ayrıldık, ama yolundan ayrılmayacağız. Onun bize emanet ettiği Türkiye’yi koruyacağız, yükselteceğiz. Şimdi okulun açılış hazırlıkları içindeyiz. Bunları tamamlamadan derslere başlamayacağız. Kiminiz su deposuna, kiminiz boya badana işlerine, kiminiz bahçe düzenine, kiminiz öbür işlere yardım edeceksiniz. Bu memleketi çalışkan insanlar yükseltecek, göreyim sizi” sözleriyle sarsılır, yeni bir okul ve ülkede yeni bir dönem vardır karşısında. Öğrenci olduğu gün izlenimlerini: “Enstitüye girdiğim gün hastaydım, sıtmalıydım, hem çok yoksul, hem üstüm başım perişan hem de saçlarım uzamış, denileni anlamayacak kadar cahil bir köy çocuğuydum, diğer arkadaşlarım gibi. Bizleri topladılar ve yeni bir eğitim anlayışı, eğitim çabası içinde bizleri yetişirdiler.” sözleriyle anlatır. Apaydın’ın aydınlık bir yürüyüşü ve büyük bir değişim-dönüşüm süreci başlamıştır. Çiftelerde ilk gün iç çamaşırları, kalın ketenden pantolon, gömlek, birer çift de asker potini, iplik çorap verirler. İlk kez banyoya gider. Sonra uzun masalarda onar onar oturma düzenli masalardan oluşan yemekhaneyle, yat saatinde yatakhanede altlı üstlü demir karyolalarla tanışır. O geceyi, “Tertemizdi her yer. Beyaz nevresimlere tüylü battaniyeler sokulmuştu. Çarşaflar yeniydi. Bize de yer gösterdiler. Soyunup girdim yatağa. Ömrümde ilk olarak böyle yaylı bir karyolada, yeni çarşaflar içinde yatıyordum… İçimden uzun bir oohh demek geldi. Dünyanın en derin uykularından birini uyudum” diyerek aktarır. Daha sonraki yıllarda Talip Apaydın Çifteler sürecini “Hakkı Tonguç, biz halk çocukları üstünde yeni bir öğretmen tipi deniyordu. İşi sınıfın kapısında başlayıp penceresinde biten, topluma arkası dönük maaş alma makinası öğretmenler olmayacaktık biz” ifadelerini kullanır. Benzer değerlendirmeyi Cavit Orhan Tütengil, benzer şekilde Köy Enstitülerini köyün sınıfına değil köye öğretmen yetiştirmeyi hedeflediğinin altını çizer.
Talip Apaydın ve Ruhi Su
Talip Apaydın Ruhi Su ile Çifteler’de ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde öğrenci olarak tanışır. İlerleyen yıllarda ise Ören’de komşusu ve arkadaşı olur. İlk tanışmayı: “1940’lı yıllarda İsmail Hakkı Tonguç, müzik öğretmeni arıyor, çırpınıyor ama bulamıyor. Ruhi Su’yu çağırmış ve ona ‘Ruhi, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde müzik öğretmenine ihtiyaç var. Gider misin?’ diye soruyor. O da kabul ediyor. Çifteler’de Nisan ayı sonlarına doğru, bir cumartesi günü eğlencesinde öğretmen, ‘yüksek kısmın şan öğretmeni Ruhi Su aramızda, bize türküler söyleyecek’ dedi. Ortaya bir sandalye koydular. Siyah saçlı bir adam geldi, oturdu. Sazının tellerine şöyle bir dokundu. Bir türküye başladı. Aman Allah’ım öylesine bir ses ki nereden geliyor diye gökyüzüne baktığımı hatırlıyorum. Sanki gökyüzünden geliyormuş gibi müthiş bir ses. Çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Daha sonra öğrendik ki, Ruhi Su batı tekniğiyle yüksek düzeyde ses eğitimi almış bir sanatçı. Ruhi Su bize çok şey öğretti. Ruhi Su’dan önce, aydınlarımız türkülerimizi küçümserlerdi. Türküler, Ruhi Su’nun çalışmalarıyla birlikte ciddiye alınmaya başladı. Halk müziği, ancak Ruhi Su’nun çalışmalarından sonra, önem kazandı.” ifadeleriyle anlatır. Başta İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri’ni kurup yönetenler, insan kişiliğinin oluşmasında, insanoğlunun gelişmesinde sanatın önemini iyi kavramış eğitimcilerdi.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ve Talip Apaydın’ın Bitirme Tezi
Talip Apaydın’ın Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde Güzel Sanatlar Bölümü öğrencisidir. Apaydın Öğretmeninin anlatılarına göre Zuckmayer, Ruhi Su, Faik Cansever, Aydın Gün, Şükrü Arseven, Mahir Canova, Ulvi Uraz, Malik Aksel bölümün öğretmenleridir. Batı edebiyatını Sabahattin Eyüboğlu, Doğu edebiyatını, Hamdi Keskin, eğitbilimini Hakkı Tonguç, ruhbilimini Yunus Kazım Koni, tarihi Dr. Halil Demircioğlu, İngilizceyi, Prof. Saffet Korkut, Prof. Dr. İrfan Şahinbaş, Fransızcayı Vedat Günyol okuturdu. Öbür kolların branş hocaları içinde Prof.Dr. Hikmet Birant, Prof. Selahattin Batu, Halit Ziya Kalkancı, Mualla Eyüboğlu, Ressam İzzet Bey gibi değerli kişiler vardı.
Bitirme tezini bir arkadaşını önerisiyle Kütahya türküleri üzerine hazırlamaya karar verir ve bir biçimde izin alarak tamamladığı tezini: “Kütahya’ya gitmiş, 20 gün boyunca köylerine dolaşıp 20’ye yakın türkü derlemiştim. Kütahya halk türkülerinin özelliklerini ritm, melodi, ses hattı, prozedi, tonalite ve anlatım gücü bakımından inceliyordum. Bunun için Ankara’da çeşitli müzisyenlere başvurdum. Onların fikirlerini aldım. Kendi fikir ve görüşlerimi kattım. Notalarla birlikte seksen sayfaya yakın küçük bir kitapçık çıktı. Özenerek kapağını hazırladım ve sınav gününü beklemeye başladım. Alibey türküsü, Gelin Havası, Tren Gelir Birazdan türkülerini Muzaffer Sarısözen’e verdim. Birkaç tanesini zaman zaman radyoda söyletti. Bir kısmını arkadaşlar armonize ettiler. Öbür enstitülere yayıldı” ifadeleriyle anlatır.
Tonguç’a Görev ve Aydın Sorumluluğu
Talip Apaydın, “Karanlığın Kuvveti-Köy Enstitüsü Yılları” kitaplarında çocukluğundan başlayarak enstitülü yılları kimi zaman sevinçli, kimi zaman hüzünlü ve kimi zaman coşkulu anılarla ve olaylarla anlatır. Bu kitabı yazarak Tonguç’a karşı sorumluluğunu: “Bu kitabı, Tonguç Baba’nın saygıdeğer hatırasına sunuyorum. Son görüşmemizde enstitüye nasıl girdiniz, nasıl kurdunuz, bu duruma nasıl geldiniz, biriniz bunu anlatın demişti. Geç de olsa ben bu görevi yerine getiriyorum” diyerek aktarır. Enstitüdeki eğitim ortamı toplumsallaşma ve özgürleşme süreçleri üretir, demokratik kültür ve sanat ortamı da onun yazma yetisinin ortaya çıkmasını sağlar. Yoksul geçen çocukluk yaşamı ve orta çağı yaşayan köylerin durumu onun yazma eyleminin konusu olur. Talip Apaydın, duyduğu toplumsal sorumluluğu; “Ben köyden geldiğim, ilk algılarımı oradan aldığım için, öykülerimde, romanlarımda köy gerçeklerini yazdım uzun süre. Kentlerde de görev aldım sonradan. Orada da aydınların öykülerini, romanlarını yazdım. Yazdıklarım yalnız köyle ilgili değil. İlk algılar çok önemli tabii. Orayı unutamıyorum. Kentlerdeki insanlar da mutlu değil. Türkiye insanı, kadın-erkek, köylü-kentli, bir sürü sorunla mücadele etmektedir. Onların içinden gelmiş bir yazar olarak, onları görmemek, yazmamak mümkün değil” sözleriyle açıklar.
Apaydın Öğretmen Yıllar Sonra Çifteler’de
Talip Apaydın, 18 yıl sonra 1956 yazında Çifteler’e gider. Gördüklerini ve duygularını: “Her köşesinde ne emeklerim var, yeri geldikçe anlatacağım. Büyük binanın önündeki akasyalarımı görünce gözyaşımı tutamamıştım. Koca koca ağaç olmuşlardı. Başımı kaldırıp baktım. Yaprakları yeşil yeşil gülüyordu. Ellerimle kalan gövdelerini okşadım. «Helal olsun dedim…» içimden «emeklerim, yorgunluğum helal olsun…»…Uzun zaman yanlarından ayrılmadım” ifadeleriyle anlatır. Talip Apaydın’ın Çifteler’de geçen bir bayram gününü anlattığı “Bayramlarda çalışırız, Bayramlar için “adlı öyküsü Çifteler’de çok zor koşullarda başarmayı, enstitü imecesini aktarması anlamında edebiyatımızda onurlu yerini almıştır.

Halise Apaydın ve Talip Apaydın
Halise Apaydın, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsüne Cılavuz Köy Enstitüsünden gelmiştir. Hasanoğlan sonrası Talip Apaydın’ın 1950 yılında Fikirler Dergisinde yayınlanan “Öğretmen Halise’ye Mektup” adlı makalesi Köy Enstitülü bir öğretmenin heyecanlarını ve yüreğinde duyduğu sevgiyi aktarmasıyla çok değerli bir belgedir. Bu mektupta: “Halise işte seni buralara çağırıyorum. Şu haliyle berbat bir yere… Ama hayat her yerdedir. Yaşamak burada da güzel olabilir. Dövüşür gibi yaşamak, mücadele ede ede yaşamak. Ne mümkünse onu yaparız. Okulu yeniden tamir ederiz. Bahçeyi yeniden düzeltiriz. Sınıfları zevkimize göre tanzim eder, tertipleriz…Hadi bana mektup yaz, beni tamamla, selamlar selamlar…” ifadeleri vardır. Talip Öğretmen Halise Öğretmeni hem eğitim imecesine hem de yaşam imecesine davet ediyordu.
Dostları Talip Apaydın’ı Anlatıyor
Çifteler ve Hasanoğlan’da çok yakın arkadaşı olan Mustafa Aydoğan Talip Apaydın’ı “Talip Apaydın, ıssız bir köyden alınmış, yüksek öğrenim gösterilmiş, yetenekli köy çocuklarından biri… Köy Enstitüleri olmasaydı bu yetenek ulusuna hizmet eden birey olmayacaktı, yaşlı ortakçı babasının yeni kuşak ortakçılarından biri olacaktı. Bunun bilincinde olarak ortakçının oğlu ortakçı olmasın düşüncesini bütün yaşamı boyunca savundu” ifadeleriyle Apaydın’ı selamlar. Avukatı, arkadaşı Halit Çelenk ise Apaydın’ı “Her insan doğumundan yaşamının sonuna dek düşünceleriyle ve eylemleriyle kendi heykelini yapar”. Değerli dostum Talip Apaydın da yaşamı boyunca taşıdığı düşünceler, yapıtları ve eylemleriyle kendi heykelini kendisi yapmıştır. Yonttuğu bu heykel ile ne kadar övünse yeridir” ifadelerini kullanır. Muzaffer İlhan Erdost 24 Kasım 2009’daki Talip Apaydın’a verilen YKKED Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülü töreninde “Karanlık Yolların Aydınlık Yolcusu” başlıklı konuşmasında Köy Enstitüleri sürecini “devrimci demokratikleşme” olarak tanımlayarak “Talip Apaydın, ortakçı, yani yarı serf bir babanın varisi olarak geleceğin yarı serfi olacakken, Cumhuriyet’in özgür bireyi olarak enstitülü urbasını giydiği zaman sınıfsal bir değişimden, devrimci bir dönüşümden geçiyordu.” İfadeleriyle tanımlar. Erdost, Köy Enstitülülerinden yetişenlerin, geleneksel ve bürokratik kara kuşatmaya göğüs gererek, köylere götürdükleri ışık, zihinsel-bedensel-üretimsel eğitimle bütünleşen bir eğitim ışığı olduğu kadar, köylülüğü, geleneksel bağımlılıktan kurtaracak demokratikleşmenin ışığı oldu diyerek enstitülü öğretmenlerin emeğinin altını çizer.
Talip Apaydın’ın Eğitim, Kültür ve Düşün Dünyamıza Katkıları
Köy Enstitülü arkadaşlarıyla birlikte “Köy Enstitülü Yazarlar Kuşağı” yaratmaları, eserleriyle öğretmen adaylarını ve genç öğretmenleri etkilemesi, köy gerçeğini, köylerdeki orta çağ yaşamını aktarması, edebiyat alanını genişletmesi, üretken kişiliği ile yazın dünyasına örnek olması, eğitim tarihine yaptığı tanıklıklar, Köy Enstitüleri ve laik demokratik bilimsel eğitiminin önemini yönelik anlatıları, özellikle Amasya Öğretmen okulundaki çalışmalarla müzik eğitimine, halk kültürüne katkıları ve demokratik öğretmen hareketine katkıları olarak sıralayabiliriz.
Son Olarak
Apaydın Öğretmen enstitü eğitimi için: “Kendimi kurtarmak için gittim. Ama beş yıllık enstitü eğitimi beni, kendimi kurtarmak yetmez halkımızı da kurtarmalıyız düşüncesini oluşturdu. Öyle bir kültür ve yetenek kazandırdı” ifadeleriyle anlatır. Enstitü eğitimi ile günümüzdeki eğitim sistemi arasındaki çağ farkı çok belirgin. Talip Apaydın, onlarca kitap, yazı ve şiirle iyiden güzelden yana duruşuyla yüreklerimizde hep yaşayacak. Apaydın Öğretmeni yazdığı yıllarda yargılandığı “Eski Yapı” şiirindeki dizelerle selamlıyorum: “Derin vuruyoruz kazmayı /Kof sesler geliyor dipten /Çürümüş yıllardır /Değiştireceğiz bu yapıyı kökten /Biraz daha gayret / Sallanıyor her yeri / Kovuklarda böcekler çıyanlar / Bir telaş kıyamet / Yıkacağız başka çare yok /Yıkıp yeniden yapacağız /Temelden çatıya uygarca /Girip içine adam gibi yaşayacağız”
Aramızdan ayrılışının 10. Yıldönümünde Talip Apaydın’a ve eşi Halise Apaydın’ın anılarına, emeklerine sevgi ve saygıyla…























