1938 ve 1946 yılları arasında Türk eğitim ve kültür hayatının ivme kazandığını, bunun liderliğini de dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yaptığını söylemiştik. Devrimin liderini kaybetmemizin arkasından yeni oluşan kabinenin Milli Eğitim Bakanı olarak zor bir görevi üstlenmiştir Yücel; fakat kısa sürede kurduğu kültür kurumları ile ülkenin gerici ve karanlık güçlerini rahatsız etmiştir. Bu yüzden de bu karanlık güçler yakaladıkları ilk fırsatta görevden uzaklaştırılmasını sağlayarak bu kurumlara darbe vurmuşlardır. İlk iki yazımda bu kurumların en önemlileri olan Tercüme Bürosu ve Köy Enstitülerini anlatmıştım. Şimdi ise Yücel’in görevi sırasında kurulmasına liderlik yaptığı diğer kurumları ve kültür, eğitim alanında gerçekleştirdiği reformları inceleyelim:

1- Birinci Maarif Şurası: Neşriyat Kongresi’nden 2 ay sonra 17 Temmuz 1939’da, Birinci Maarif Şurası toplanır. Bu Şurada ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim ve mesleki öğretim üzerine tartışmalar yapılarak gelecek yılların eğitim hayatında yapılacak reformların temelleri atılır. Şuranın en önemli meselesi de kırsalda eğitimdir.
2- İlköğretim ve Tebliğler Dergisi: 1939 Şubat’ında, bakanlıkla öğretmenler arası diyalogu kurmak amacıyla İlköğretim ve tebliğler dergisi yayımlanır.
3- Devlet Resim ve Heykel Sergisi: Cumhuriyet Türkiye’sinin sanata verdiği değerinin tezahürü olarak 1939 yılında Yücel, Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ni açar.
4- Güzel Sanatlar Dergisi: 1939 tarihinden itibaren yılda üç defa Güzel Sanatlar Dergisi yayımlanır.
5- İslam Ansiklopedisi: Türk Neşriyat Kongresi’nde ansiklopedi yayınlanması için devletin öncülüğü istenmişti. Bu yüzden Eğitim Bakanlığı tarafından 4 ciltlik İslam Ansiklopedisi çevrilmiştir.
6- Ansiklopedi Bürosu: 1941’de ansiklopedi bürosu kurulur. İlk Türk ansiklopedisi olan İnönü Ansiklopedisi 1943’ten itibaren yayımlanmaya başlar.
7- Sanat Ansiklopedisi: 1943-54 yılları arasında da Celal Esat Arseven’in hazırladığı 5 ciltlik Sanat Ansiklopedisi yayımlanır.
8- Dergiler: Yücel’in bakanlığı sırasında bakanlık tarafından çeşitli dergiler yayımlanmaya başlar. ( 1939- İlköğretim, Maarif Vekili Tebliğler Dergisi- 1939, Teknik Öğretim- 1940, Tercüme Dergisi-1940, Tarih Vesikaları- 1941, Kadın Ev- 1943 ve Köy Enstitüleri 1945)
9- Devlet Konservatuarı: 20 Mayıs 1940’ta Yücel tarafından, Devlet Konservatuarının kuruluş yasası çıkarılır. Türk müziği, tiyatrosu, balesi ve operası bu kuruma aittir. Dünya milletlerinin birbirini kırdığı, faşizmin kamplarında insanlığın bittiği bir dönemde; Yücel, konservatuarın ilk mezunları için düzenlenen törende insanlığa ders verircesine hümanizmden bahseder: “ Bir gün bizim bütün insanlığın idrak edeceğine inanmış bulunduğumuz Türk hümanizmasının yepyeni bir safhası, Devlet Konservatuarı’nın bağrında doğmaktadır. Türk hümanizması, beşer eserine istisnasız kıymet veren, ona zamanda ve mekânda hudut tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur…”
Ayrıca Tercüme Bürosu çalışmaları arasında “ Devlet Konservatuvarı Yayınları” adlı 1940 yılında bir dizi başlamıştır. Bu dizi altında birçok önemli tiyatro eseri yayın hayatına kazandırılmıştır. “1950 yılına kadar bu dizi adı altında 56 tiyatro eseri yayımlanmıştır. Eserler arasında Anton Çehov-teklif; Bernard Shaw-Androcles ile Aslan, Blancot Posnet’in Sırrı, Ceasar’la Kleopatra, Candida, Ermiş Jeanne, İnsan, Milyoner Kadın; Eugene O’neill- Anna Christie, Araya Giren Garip Oyun, Farklı, İp, Kahvaltıdan Önce, Karaağaçlar altında, Sonu Gelmeyen Günler, Yağ; Jean Paul Sartre- Gizli Oturum; Lev Nikolayeviç Tolstoy, Yaşayan Ölü; Oscar Wilde- Ehemmiyetsiz Bir Kadın… gibi önemli tercümeler yer alır; ayrıca tiyatro sanatı üzerine destekleyici üç eser de tercüme edilir: Jacques Copeau- Müellifle Aktör, Gordon Graig-Tiyatro Sanatı, Fortunat Strowsky- Tiyatro ve Bizler”
10- Dilde Sadeleştirme: Atatürk, Serbest Fırka denemesinden sonra olup biteni bizzat görmek için üç ay sürecek uzun bir yurt gezisine çıkar, (11 Kasım 1930- 3 Mart 1931’e kadar sürecektir gezi) Milli Eğitim Bakanlığı, bu geziye genç müfettiş Hasan Ali Yücel’i görevlendirir. Yolculuğun ilk adresi olan Kayseri’de ilginç bir rastlantı yaşanır. Atatürk ve yanındaki kurul, kentin lisesinde felsefe dersine girer. Derste işlenen kitap, Yücel’in Mantık adlı ders kitabıdır. Ders esnasında bol bol kitabı inceler Atatürk, kitabı beğenir ama kitapta yer alan Arapça terimler Atatürk’ü rahatsız eder. Yolculuğunun ikinci adresi olan Sivas’ta, vali tarafından verilen akşam yemeğinde Atatürk, kitap hakkında düşüncelerini aktarır ve kitapta geçen Arapça terimlerin Türkçe karşılıklarını bulup yerleştirme konusunda fikrini sorar.
Yücel’in bu soruya cevabı nettir:
“ Düşündüm. Dahası, muğlâk terimlerin Türkçelerini bulmada deneyler yaptım. Ama bu gibi değişimlerin, bireyler tarafından yapılmasını sakıncalı gördüm. Herkes kendine göre bir terim bulup kullanırsa, kimse kimseyi anlamaz; eğitimde anlam bütünlüğü ortadan kalkar. Bu sorun için bir heyet( kurul) veya cemiyet ( kurum) oluşturulmalı ve bilimsel terimler burada saptanmalı, düşüncesindeyim.”
Yücel’in, bu cevabı adeta Türk Dil Kurumu’nu işaret etmektedir. Zaten kısa bir süre sonra Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur ve Yücel, Etimoloji Kolu başkanlığına getirilir.
Daha genç bir müfettişken bilim dilini Türkçeleştirilmesine kafa yoran Yücel, 1941-42 yıllarında dilin Türkçeleştirilmesi için çabalarını yoğunlaştırır. Önce 6 Haziran 1941’de Birinci Coğrafya Kongresi toplanır. Bu kongre ile coğrafi yer adları ve coğrafi terimlerin Türkçeleştirilmesi üzerinde çalışmalar yapılır. Sonra 7 Temmuz 1941’de Gramer Komisyonu ilk toplantısını gerçekleştirir.
Birçok bilim dalındaki terimlerin karşılığı bulunarak terim işlerine de bir yön verilir. 1939 yılından başlayarak orta derecedeki okullarda Arapça terimler yasaklanır. İmla Kılavuzu (1941), Gramer Terimleri (1942), Coğrafya Terimleri (1942), Felsefe ve Gramer Terimleri, Hukuk Lügati (1944), Türkçe Sözlük (1944) ve Tarama Sözlüğü’nün ilk cildi yayımlanır.
11- Devlet Dili Türkçeleştirilir: Yücel tarafından 1944 yılında Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun dilinin incelemek için bir komisyon kurulur. Bu komisyonun hazırladığı tasarı 1945 tarihinde kabul edilerek devlet dili Türkçeleştirilir. Tanıl Bora’ya göre, “ Hasan Ali’nin bakanlığından taşan gücüne dair bir alamet, Anayasa ve ‘devlet dili’ nin Türkçeleştirilmesindeki inisiyatiftir. “
12- Mesleki ve Teknik Eğitim: 40 yıllarda yaşanan 2. Dünya Savaşı, sanayileşmenin önemini iyice ortaya çıkarır. 20. yüzyılda birçok ülke sanayileşmede dev adımlar atar. Türkiye Cumhuriyeti, insanlığın yeni geliştirdiği bu söktürün önemini kavrar ve kuruluşundan itibaren bu alana yatırım yapar. Bu yüzden Yücel döneminde ilköğretimden sonra en çok mesleki ve teknik öğretim üzerinde durulur.
Toplumun nitelikli insan gücüne ihtiyacı vardır, değişen üretim biçimleri yeni sanayi kollarını oluşturur, Cumhuriyet’in bu alanlara yönelik teknik elemana ihtiyacı vardır. Bir yandan ülke sanayileşmeli diğer yandan teknik eleman yetiştirmelidir. Yücel ‘e göre yurdun az zamanda endüstrileşme yoluna girmesi, makinenin ülkenin genel hayatında esaslı bir şekilde yer almaya başlaması için ülkede mesleki ve teknik öğretim görmüş elemanlara en üst derecede ihtiyaç vardır.
Aynı zamanda, teknik eğitimi, en ücra köylere kadar götürmek ve bu suretle Türk milletini hakikaten makine üstünde düşünür ve makine kullanır ve ondan istifade eder bir hale getirmek isteyen Yücel, esaretten kurtulmanın yolunu makineyi kendimizin yaparak mümkün olduğunu söyleyerek, ne derece çağını yakalayan bir lider olduğunu da ortaya koyar. Bu dönemde atılan adımlar sayesinde teknik ve mesleki eğitim ülke genelinde yaygınlaşır. “1942 -43 yıllarında okul sayısı 113 iken 1949’da 275 olmuştur. Aynı yıllarda kurs sayısı da 42’den 470’e çıkmıştır.”
13- Liselerde Klasik Kol Kurulur: Yücel, döneminde birkaç lisede Latin dilinin öğretildiği klasik kolun kurulmasını sağlar.
14- Üniversite Reformu: Kemalizm’in en önemli özelliklerinden biri de bilime tanınan özgürlüktü. Yücel, Türk Devrimi’nin bu anlayışına uygun olarak üniversitelere özerklik tanıyarak, kendi yetkilerini kendi eliyle üniversitelere sunmayı çekinmemiştir. Ayrıca Yücel’in döneminde Ankara’da 17 Eylül 1943 yılında Fen Fakültesi, 20 Haziran 1945’te Tıp Fakültesi kurulur. Ankara’da kurulmuş olan fakülteler birleştirilerek Ankara Üniversitesi kurulur. 1944 yılında ise yüksek mühendislik okulu Teknik Üniversite haline getirilir.
Kesifleşen Anti-Komünizm Kampanyası
Üç bölümlük bu yazı dizimizin ilk yazısında, eğitim tarihimizde açacağımız ilk pencerenin 1940’lı yılların kültür hayatı olacağını söylerken bunun en önemli nedeni olarak da 1938 yılı ardından Türk Devrimi’nin olanca hızıyla devam ettiğini; fakat 1946 yılı itibariyle kan kaybetmeye başladığını söylemiştik. Öyle ki günümüzde özellikle eğitim alanında yaşadığımız problemlerin temelinde 1946 yılında yaşanan bu kırılmanın olduğunu söylemiştik. Peki, ne olmuştu 1946 yılında? Bu sorunun cevabı için biraz geriye uzanalım:
1944 yılında kesifleşen anti-komünizm kampanyası, dönemin sol görüşlü aydınları ile iyi anlaşan Yücel’in ve dönemin sol görüşlü aydınının üzerinde baskı oluşturmaya başlamıştır. 4 Nisan 1944 yılında, Yücel, “ Bakanlık mensuplarının siyasetle uğraşmaları yasak olduğunu” bildiren bir genelge yayımlamak zorunda kalmıştır. Bu genelge özellikle 1941 yılında Adnan Cemgil ve Niyazi Berkes tarafından çıkarılan Yurt ve Dünya dergisini, 1943 yılında Behice Boran tarafından çıkarılmaya başlanan Adımlar adlı dergiyi hedef alıyordu. Bu dönemde anti-komünist karalamaya hedef olmuş Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin dört öğretim üyesi bu dergilerin yazarı ya da imtiyaz sahibiydi:
1- Muzaffer Şerif Başoğlu 2- Pertev Naili Boratav 3- Niyazi Berkes 4- Behice Boran
Hâlbuki Yurt ve Dünya, 1941 yılında yayımlanması ile birlikte, Bakanlık tarafından epey sayıda satın alınmıştı; ama şartlar artık bu dergilerin yayın yapmasını zorluyordur. Yücel, gelecek kötü günlerin farkındadır ve hedefte kültür-eğitim alanında ileriye doğru yapılan hamlelerin olduğunu biliyordur. Yücel’in bu konuda endişelerini, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav’ı makamına çağırarak onlara anlatır ve dergilerini kapatmalarını tavsiye eder, bu konuyu Boratav’dan dinleyen Sabiha Sertel, bu konuyu şöyle aktarır:
“ O sıra Maarif Vekili olan Hasan Ali Yücel, Yurt ve Dünya’nın sahibi olarak beni, Adımlar’ın sahibi olarak Behice Boran’ı makamına çağırdı. Provokasyonlara meydan vermemek, maarif politikasında yapılacak mühim işlerin engellenmesini önlemek için, bizden mecmualarımızın kapatılmasını istedi. Bunun sadece bir tavsiyeden ibaret olduğunu belirtti. Biz de kabul ettik. Böylece her iki mecmua kendi kendilerini kapattı.” Yücel haksız çıkmayacaktır, üzerindeki baskı her geçen gün aratacaktır. Ayrıca Türk siyasi yaşamı bir dönüm noktasındadır, 2. Dünya Savaşı sonrası çok partili döneme geçilecek ve demokratik yaşam deneyimi başlayacaktır; fakat Yücel bu konuda muhaliftir. Yücel’e göre demokrasiye geçmek için henüz çok erkendir; henüz halk bu olgunluğa sahip değildir. Tüm bu yaşananlar Yücel’in istifasını getirecektir. 5 Ağustos 1946 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığından istifa edecektir. Seçimlerin ardından kurulan Recep Peker hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığına getirilen isim, partinin sağ kanadının önemli isimlerinden Reşat Şemsettin Sirer’dir. Sirer’in gelmesi ile birlikte, kültür ve eğitim alanında atılan birçok önemli adımdan geri dönülecektir. 1946 yılındaki bu kırılma sadece eğitim alanında değildir ancak ben bu kırılmanın eğitim boyutunu anlattığım için özellikle bu kısmını vurguluyorum.
Rötuş Dönemi
27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ardından demokrasi dışı çözüm arayan, İnönü’yü bertaraf ederek bir siyasi rant elde etmeye çalışan bazı parti içi unsurlar oluşmuştur. Parti içi hesaplaşmada İnönü’yü zayıflatmak amacıyla “Atatürkçülük” bir argüman olmuştur; bunlara göre İnönü’nün CHP’si Atatürk dönemi sonrasında devrimlere sırt çevirmiştir. İnönü, bu demokrasi dışı çözüm arayışı içerisinde olan muhaliflerine sert bir konuşmayla çıkışacaktır:
“ CHP geleneği itibariyle ilk önce, bir vatan savunması partisi olarak belirmiş, bu ödevin hemen akabinde devrim partisi olarak toplum hayatında yer almıştır… Atatürk devrimlerinin tatbikinde, hemen icraya konması gerekenlerle, tamamlanması zamana bırakılmak lazım gelenlere ayırmaya çalışmıştır… Atatürk’ten sonraki devirde devrimler devam etmiştir. Atatürk’ün bıraktığı dil ıslahatı Anayasa metnine kadar ilerletilmiş, ilköğretim için radikal tedbirlere başvurulmuş, orman ve toprak reformu meselelerinde ciddi teşebbüslere girişilmiş, nihayet demokratik rejime geniş ölçüde ve bütün icaplarıyla geçilmiştir… CHP iktidarı kaybettikten sonra devrimler, esasta, tatbikatta ve usulde çeşitli ölçülerde tenkide uğramış ve zamanın iktidarı tarafından o açılar içinde muamele görmüştür. Atatürk’ten kalan ve Atatürk’ten sonra takip edilen devrim konuları ithamlara maruz bırakılarak bir kısmı büsbütün kaldırılmış, diğerleri prensipleri muhafaza edilerek yerlerinde saydırılmıştır. Bunları bir bir saymak kabildir. Türkçe ezan, Halkevleri, ilköğretimin başlıca dayanağı olarak kurulan Köy Enstitüleri kaldırılmış, kadın hürriyeti, tedrisin birliği, Türk dili hareketleri ve buna benzer bazıları geriye götürülmüş, harf inkılabı, medeni kanun gibileri prensip olarak muhafaza edilip yerlerinde saydırılmış, orman ve toprak reformu tatbikatta tanınmayacak hale getirilmiş ve nihayet zincirin son halkası demokratik rejim, hep bildiğimiz şekle sokularak 27 Mayıs’ı zaruri kılmıştır… Bir devrim üzerinde, rötuş yapmakla, onu inkâr etmek arasındaki farka dikkatinizi çekerim. Biri hayatiyetin, öteki geriye dönüş arzusunun ifadesidir.”
İşte 1946 yılında bu kırılma, İnönü’nün deyimiyle bir “ Rötuş Dönemi”dir; ancak bu dönemin devrim üzerinde bedeli oldukça ağır olmuş, devrimci refleksler bir kez gevşemeye başlayınca bir daha ayar tutmamıştır.