Sorun Atlayarak Sorun Çözmek

Kategori : Eğitim Dünyası

Karşı karşıya kaldığımız durum: Var olan sorunları çözmek adına atılan her adımda sorunları bir şekilde çoğaltmak. Eğitim tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. O nedenle eğitim tarihimizi bir bakıma “reform çöplüğü” olarak adlandırmak kötü bir niteleme olarak görülmemeli. Bu çöplüğün kısa hikâyesi sorun çözme adına uzun uzun hazırlıklar yapılması, raporlar yayınlanması, uygulama için kanunların çıkarılması, yönetmelik, genelgelerin yayınlanması ama istenilenlerin bir türlü başarılamamış olmasını içerir. Daha da kötüsü üretilen çözümler hikâyenin içinde daima yeni sorunların kaynağı haline gelir.

Sorun Çözmek

Böyle bir eğitim tarihine sahip ülkede “sorun” kavramını ister paranteze, ister tırnak içine alın ama özel olarak ele almak gerek. Bu yapılırsa son 22 yıl hariç görülecektir ki sorunu tespit edip analiz etmek, ona çözüm üretmekten çok daha zordur. Bizde yapılan sorunu hissedilen yerden tanımlamak, işin kolayına kaçmaktır. Tıpkı başım ağrıyor diye doktora giden hastaya bir ağrı giderici ilacın verilip gönderilmesi gibi. Günün sonunda ağrı hissedilmez hale gelmiştir. Hasta memnundur, doktor da işini yapmıştır. Oysa son 22 yılda bu eğilim olduğu gibi devam ederken sorunlara yaklaşımda “herkese ait olanın” “bizim olması” biçiminde bir anlayış egemen hale getirilmiştir. Böylece sorunların bir tarafına “biz” ile bizin içinde yer alamayanlar/almayanlar arasındaki gerilim eklenmiştir. Herkesin eğitimi olarak ulusal eğitim yalın haliyle söylersek iktidarın, elinde tuttuğu otoritenin eğitimi haline gelmiştir. O nedenle yaşamakta olduğumuz eğitim sorunlarına bakarken sadece toplumsal nedenlerin göz ardı edilmiş olması olarak bakamayız. İktidarın tercihi olarak da bakmak durumundayız. Hatta eğitimin sorunları, iktidarın kendi tercihleri için kullanılan gerekçeler haline de getirilmektedir.

Elbette bu durum bu yazıda bizim söyleyeceklerimizi değiştirmez. Ama okuyucu toplumsal nedenler ile iktidarın tercihi arasında bir ayrım yaparak son 22 yılda eğitim alanında yaşadıklarımızın nerede ise tek sorumlusunun iktidar olduğunu görebilecektir. Evet bu iktidardan önce de üniversite önünde yığılma, ilköğretimden ortaöğretime geçişte sorunlar bulunmaktaydı. Ne var ki önceki dönemlerde bu sorunlara yönelik üretilen çözümlerle sorunlar arasındaki bağ kopmuş değildi. Bunun örneklerinden biri yükseköğretime geçişte katsayı uygulamasıydı. Kendi adıma uygulama başlatıldığında karşı çıkmama rağmen bir mantığı vardı. Kısaca şöyle düşünüyorlardı: “Eğitim pahalı bir yatırım, ben ortaöğretimde öğrenciyi hangi meslek alanında yetiştirmiş isem öğrenci yükseköğretimde o alanı seçmek durumundadır. Öğrenci bunun dışına çıkmak istiyorsa daha fazla puan almak zorundadır.” Devamında öğrenci kendi alanını tercih ederse, karar alıcılar daha fazla puan verilmesini teşvik edici unsur olarak uygulamanın içine almışlardı. O günün karar alıcıları hâlbuki bu uygulamanın öznesi durumundaki öğrencilerin çocuk olduğunu, yaşamlarında bir daha geri dönülmesi çok zor olan meslek seçimi ile karşı karşıya bırakılamayacağını hatırlamak bile istemediler. Ancak bu iktidar da kat sayı uygulamasını kaldırırken çocuklara meslek dayatmanın yanlışlığından hareket etmedi. (Tam tersine öncekilerden çok daha fazla meslek eğitimini erken yaşlara çeken uygulamalar getirdiler.) Bir gerekçeleri vardı: Kat sayı uygulaması İmam-hatip okullarında okuyanların önü kesmektedir. Kat sayı uygulaması kaldırıldı, imam-hatipler teşvik edildi. Ama sonuç önceki durumdan daha da vahim hale geldi.

Sorun Karşısında Çözüme Değil Bize Ait Olmaya Öncelik Vermek

Oysa her durumda toplumsal sorun niteliğine sahip olan eğitim sorunlarını çözmenin yolu yöntemli, eleştirel, bütünsel ve dahası bilimsel bakış açısıyla sorunu belirlemek, soruna özellikler kazandıran eğilimleri bulmak, analiz etmek, tanımlamak ve çözüm önerileri geliştirmektir. Yapılmakta olan yalnızca temel sorunların sonuçlarıyla uğraşmak, son 22 yılda olduğu gibi buna siyasal İslamcı bir zihniyetle “bizden” olma halini eklemektir. İşte son örnek: “Öğretmen Meslek Kanunu” adı verilen ucube kanun!

Kanunun gerekçesine bakıldığında görülecektir ki öğretmenlerin niteliksizliğinden, akademik ve pedagojik bilgilerinin yetersizliği sorunlarından bahsediliyor. Haklıdırlar, veriler bu görüşü destekliyor. Ancak bulunan çözüm, sorunla yüzleşmek yerine ortaya çıkan sonucun keyfi, üstelik de yeni sorunlar doğuracak biçimde, bizden olma hali esas alınarak çözüleceğinin kanun haline getirilmesidir. Kanunla kurulması kararlaştırılan akademi öğretmenlerin niteliksizliğine çözüm olacak!

Oysa öğretmenlerin niteliğinde düşme sorunu daha büyük bir sorunun ortaya çıkardığı sonuçlardan yalnızca biri.

Öğretmenlerin Niteliği

Sorunların çözümü daima nedenleri üzerinden olur. Öğretmenlerin nitelikli yetişmediği tespitini yapıyorsanız çözüm üreteceğiniz yer elbette öğretmen yetiştirmeden sorumlu olan Eğitim Fakülteleri olmalı. Bu yapılmış olsaydı sorunun köklerine doğru da anlamlı bir yolculuk yapılmış olurdu. Ancak belirtmem gerekir ki eğitim krizi olarak tanımladığımız daha büyük sorun nedeniyle yine de çözülemezdi, Eğitim Fakülteleri ne yaparsa yapsın nitelikli öğretmen yetiştiremezdi. Belki öğretmen yeterliliklerini tümüyle kazanmış, akademik bakımdan donanmış öğretmen yetiştirebilirdi ama bu, o şekilde yetişmiş öğretmeni sınıfta nitelikli öğretmen yapmaya yetmeyecektir. Çünkü bir öğretmeni, nitelikli öğretmen yapan yalnızca pedagojik becerileri ve akademik bilgisi, iletişim dâhisi olması değildir. Onu nitelikli öğretmen yapan içinde bulunduğu ortam, eğitimle toplumsal yapı arasındaki ilişkilerdir. Şu soruyu kendinize sorun 1930’ların, 40’ların, 80’lerin 90’ların öğretmeni bugünün öğretmenlerinden daha zeki, öğretmen yeterlilikleri bakımından daha mı donanımlıydı? Aldıkları eğitim ortada. Bugünün öğretmeninden daha bilgili, öğretmen yeterlilikleri bakımından da ileri düzeyde değillerdi.

Öğretmenlerin niteliği konusu açıldığında ağzını açan geçmişin öğretmenlerinden, kendi öğrencilik yıllarından örnekler vermektedir. Bu yaklaşım doğal olarak karşı karşıya kalınan sorunun orasından burasından tutmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştiren kurumlar olmaktan çıkarılıp öğretmen adayı yetiştiren kurumlar haline gelmesi, Milli Eğitim Bakanlığının ise göreve başlatan ve görev başında yetiştiren kurum olmaktan çıkıp kendi personelini kendisinin yetiştirmek istemesi içinde bulunulan toplumsal krizin ve bu krizin parçası olan eğitim krizinin hem ürünü hem de öğretmenin bizden olması anlayışının gereği olarak tercih edilen bir durumdur.

Ortada öğretmenlerin nitelik kaybıyla ilgili sorunla yüzleşme olmadığından, sadece öğretmenin bizden olması halinin öne çıkması nedeniyle öğretmenlerde nitelik kaybı olarak adlandırdığımız sorunun faturası gelecekte daha da ağırlaşacaktır.

Eğitim Krizi

Eğitim krizi, her toplumsal kriz gibi çözümsüzlük düşüncesini, duygusunu güçlendirdikçe yurttaşlarda despotik eğilimli, örgütlü güçlere yönelim artmakta. Çünkü kriz anlarında yurttaşlar kurtuluşcu/mesihçi fikirlere dayanan çözümlere daha fazla itibar ederler. Yurttaşlar sorunları kendilerine dokunduğu yerden görürler. Onların oylarına talip olan politikacılar da kendilerini tam o noktada var etmeyi, halkla birlikte olma olarak görüyorlar. Böylece siyaseti çözüm üretme kurumu olmaktan kendi elleriyle çıkarmaktadırlar. Kendilerini popülizmin batağında birer kelebek ömürlü yurttaşlara dönüştürüyorlar. Oysa kriz ortamlarında siyaset halkın acil sorunlarıyla kök sorunlar arasında ilişki kurarak kök sorunları gündeme getirir ve çözüm üretir. Toplumsal krizlerde aktivizm siyaset değildir. Çünkü aktivizm, çözüme adres olmaktan çok çözüm isteme konumunda kalmaktır.

Yüzleşilmeyen Temeldeki Sorunlar

Öğretmenleri niteliksiz kılan, öğrencileri başarısızlığa mahkûm eden eğitimin amaçları ile toplumsal düzen arasındaki bağın kopmuş olmasıdır. Bu bağın kopmasındaki birinci neden eğitimin bireylerin toplumsal düzen içinde konum edinebilmesi için belge veren tek kurum olarak toplumsal düzenin içinde istenilen statülerin kazanılmasında giderek etkisiz hale gelmesidir. Elbette herkes doktor olacak değil ama herkes yaşamını refah içinde kazanacak bir statü de bulunmak ister. Bütün sorunlarına rağmen seksenli yıllara kadar bunu başaran bir toplumsal düzene sahiptik. Bu 80’li yıllardan bu yana hızla kaybolmuş durumda.

Artan nüfus, daralan nitelikli istihdam olarak bize yansıyan sorun büyük ölçüde Randol Collins’in teknolojik yer değiştirme olarak adlandırdığı sorundan kaynaklanmakta. Collins’in ifadesiyle “teknolojik yer değiştirme”, “ekipman ve organizasyondaki yeniliklerin işgücünden tasarruf sağladığı ve böylece daha az sayıda çalışanın daha düşük maliyetle daha fazla üretim yapmasını sağlayan mekanizmadır.” Nüfus ve nitelikli istihdam dengesizliği ve teknolojik yer değiştirme sorununun işgücünü, özellikle yükseköğretim kurumlarını, toplumu nasıl dönüştürdüğüyle yüzleşmez isek sorunları çözemeyiz.

Niteliksiz istihdam önce öğrencilerin eğitim düzeyinde düşme yaratır. Öğrencilerin eğitim düzeyinde görülen düşme kaçınılmaz olarak öğretmenlerin düzeyini de düşürür. Öğrencilerin eğitim düzeyindeki düşüş, eğitim krizi içinde karşımıza okul krizi olarak gelmektedir. Özellikle ortaöğrenim aşamasında ve yükseköğretimde okuldan uzaklaşmadaki artış, sertifika sisteminin işlememesinden, çocuklarda geleceğe yönelik bir etkisinin olmamasından kaynaklanıyor. Çünkü sertifika ile toplumsal yaşamda saygın statü kazanma işlememektedir. Meslek lisesi mezunlarının büyük çoğunluğunun aldığı sertifikaya uygun işte çalışmadığı bir düzen söz konusu.

Niteliksiz istihdam herkeste geleceğe dönük bir inançsızlık yaratır ve okul bundan en fazla etkilenen kurum olur. Şu soruyu hep birlikte soralım: Bugün kaç kişi okulda edinilen eğitimin, kültürün, bilgilerin teorik ve pratik olarak öğrencilerin kişisel ve mesleki başarılarına tek başına imkan sağladığına inanıyor?

Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişim kadar iyi işleyen sertifikalı toplumun kurumu olarak okul sistemi kendi içinde krizle boğuşmaktadır. Bu olgu bir dizi sorunu da beraberinde getirmektedir. Örneğin bu sorunun bir sonucu olarak velilerin çocuklarının eğitiminden beklentileri ile okul eğitiminin amaçları ortaklaşmamakta ve giderek birbirinden uzaklaştırmaktadır. Veli, Milli Eğitim Bakanlığının son öğretim programları değişikliğinde programlara boca ettiği değerlere, ruh, medeniyet, maneviyat gibi saçmalıkların peşinde değildir. Veli çocuğunu okula adım attırdığı andan itibaren yalnızca en son noktaya odaklıdır. Ve çocuğunu oraya götüren bilginin peşindedir. Velinin öğretim programı ile okulun öğretim programı arasında kesişim kümesi giderek azalır. Çünkü o çocuğu istihdam sistemi içinde saygın, refah getirici bir statü sahibi olacak mıdır ona bakmaktadır.

Niteliksiz istihdam toplumsal eşitsizlikleri, toplumsal bölünmeleri güçlendirir. Bunun sonucunda bölünmüş toplumun parçaları okulda kendilerini yeniden üretmek isterler. Okul toplumsal parçalanmışlığın savaş alanına dönüşür. Toplumsal eşitsizlikler karşında insanların geliştirdiği tutunma davranışları en fazla kendi içinde üyelerine refah aktaran konfor alanı yaratan gruplardır. Bu grupların kendi var oluşlarını eğitim üzerinden sürdürme çabalarına yurttaşlar itibar ederler. Böylece toplumsal eşitsizlikler okullara verilen görevlerin parçalanmasına neden olur. Çocuğun gelişimi, bilginin ortaklaştırılması ancak egemen olan grup için geçerli hale gelir. Okullara, öğretmenlere, öğrencilere velilere bakın gördüğünüz bölünmüşlükten öte nedir? Bu okul kültürünün, öğretmenler arasındaki kültürün de bölünmesi demektir. Bölünmüşlüğü yeniden üreten bir eğitim sistemi bizler için, toplum için ortak kültür oluşturmada umut olabilir mi? Böyle bir okul herkesin okulu anlamında cumhuriyetçi bir kurum olabilir mi? Okul bu tür bir yapıya büründüğünde daima yurttaşlarda güvensizlik yaratır. Güvensizlik, okul karşıtı akımların etki alanını genişletir. Okulun dayandığı alan sadece yasalarla sınırlı hale gelir. Oysa okulun var oluşu toplumun kendisidir. Okul bunu kaybeder.

Böyle bir ortamda öğretmenin niteliği sadece alan bilgisi ve öğretim tekniklerindeki ustalığı mıdır? Kendi içinde krizle boğuşan bir eğitim sisteminde öğretmenin niteliği yeni bir sertifikalandırma biçimi olarak akademi ile çözülmez. Buna ancak sorunla yüzleşmeden sorunu atlayarak sorun çözme yöntemi denir.

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, eğitim krizi, Murat Kaymak, niteliksiz istihdam, öğretmen niteliği, toplumsal eşitsizlik

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Neden Can Sıkıntısına Yeni Bir Şans Tanımalıyız?
Peter Sayer: Çocukları “Daha Fazla” ve “Daha Erken” İngilizceye Maruz Bırakmak Daha İyi İngilizce Öğrenmelerini Sağlar mı?