Dünyada ve bizde “aydın”ın kim olduğu çok tartışıldı, tartışılıyor. Kavramın tanımında uzlaşabildik mi?
Tartışılır.
“Entelektüel”le “aydın” anlamdaş kavramlar mıdır?
Tartışılır.
Tıpkı “ilim”le “bilim”in, “âlim”le “bilgin”in, “akademisyen”le “bilimi nsanı”nın tartışma götüreceği gibi. Çünkü bu tür kavramların içinin daha çok sahip olunan dünya görüşü doğrultusunda doldurulduğu görülür.
Konunun bu yanına kafa yoranlardan Edward Said, “entelektüel”i, “belli bir kamu için ve o kamu hakkında bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da kanıyı temsil etme, cisimleştirme, ifade etme yetisine sahip olan birey” (1) olarak tanımlar. Said, sonra sözü bugüne getirir ve “günümüz entelektüeli, garantili bir geliri olan ve dershane dışındaki dünyayla alakası olmayan, kabuğuna çekilmiş bir edebiyat profesörü olup çıkmıştır” (2) der.
Geçen yüzyılın Şahlık karşıtı İranlı aydınlardan Ali Şeriati, konuyu can alıcı bir soruyla belirginleştirir: “… beyin işi yapan kimse, yani banka memuru, sınıf öğretmeni, gazete muhabiri, her tür resim yapan, saçma sapan da olsa her çeşit şiir söyleyen, canının istediği şeyi tercüme eden kimse entelektüel olmasına entelektüeldir; ama peki aydın mıdır?” (3)
Osmanlı’nın “münevver”iyle Batı’nın “entelektüel”i yerine bugün genellikle “aydın” kavramı kullanılsa da ayrıntıda durumun tartışmaya açık olduğuna ilişkin çokça örnek verilebilir: Kurtuluş Savaşı öncesinde Sevr’de imzası olan Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi, umur görmüş “Filozof Rıza” (Tevfik) mı “aydın”dır, 20’li yaşlarındayken arkadaşları adına Sivas Kongresine katılıp mandayı kabul etmesi durumunda kendisini de reddedeceklerini Mustafa Kemal’in yüzüne haykıran Tıbbiyeli Hikmet mi?
Ülkemizde özellikle son yıllarda örneğin hukuk ayaklar altındayken kılı kıpırdamayan “hukuk” fakültelerinin, emeğe yönelik saldırılar karşısında üç maymunu oynayan sendika(cı)ların, okullar medreseleştirilirken dış kapının mandalını anlatmayı yeğleyen eğitim “uzman”larının, “ben yazarım; romanımı, şiirimi yazar, ötesine karışmam!” havasında yaşayan büyük büyük yazar-şairlerin bolluğunda sıcak bir dönemden geçiyoruz. Aziz Nesin’in yıllar önce bir tv izlencesinde sorduğu sorudaki gibi: Yanındaki gitarıyla gemide okyanus ötesine yolculuk eden ünlü sanatçı, gitarıyla yolculara şarkı söylerken gemi su almaya başladığında ne yapar?
Mürettebata yardımı akıl etmeden şarkı söylemeyi sürdüren epeyce okumuş yazmışımızdan, kalem erbabımızdan göz gözü görmüyor.
Toplumsal-siyasal olay ve olguların doğal yatağını bulmasında televizyonlardaki tartışma izlenceleri belirleyici olmaya başlayalı beri içimiz rahat değil. Çoğu özel üretim tasarımı yeni model “gazeteci”, “yazar”, “stratejist”, “siyasetbilimci”, “iletişimci”… “misyoner”lerin “merkez medya”da mevzilendirilerek belli başlı kanallarda nöbetleşe sürdürdükleri derin(!) ve zaman zaman her kafadan karmakarışık seslerin çıktığı sözde tartışmalarla dolu yıllardan geçtik, geçiyoruz. Çoğunun Osmanlı medresesindekine benzer “müderris”lerden, “ilmiye sınıfı”ndan, “allame-i cihan”lardan, “âlim”lerden, “malumat-furuş”lardan oluşan bir topluluk olduğunu söylemek yanlış olur mu? Çünkü iç politikadan uluslararası ilişkilere, yargıdan kadın haklarına, tarihten psikolojiye, kısacası ucu açık sayısız alanda her birinin adeta bir “allame-i cihan”, söz ustası, laf cambazı olduklarının tanığıyız hepimiz, yıllardır.
Ülkemizin bu türden “mebzul miktarda” bir “âlim”, “münevver”, “entelektüel” birikimine sahip olduğunun tanığıyız. Onlar sayesinde çözülmeyen sorunumuz, oluşmayan algımız, yazılmayan kurtuluş reçetemiz kalmadı!
Öyleyse, çoğu siyasal İslâm’la liberalizm karışımı besinlerle seralarda üretilen ve kalabalık unvanlarla donatılan bunca “entelektüel”imiz onlarca yıldır kafalarımızı aydınlattığı(!) halde, neden hâlâ her gün katlanarak artan sorunlar yumağında debelenip dururuz?
Nedeni belli: Bunlar aydıncılık oynayan zamane avareleridir. İşin içinde sıcak para, yat, kat, al sat işleri de olunca değme keyiflerine!
Yakup Kadri’nin Yaban’ındaki Ahmet Celal’dir çok çok, ülke gerçeklerine yabancı, ekmeden biçmek isteyen.
Ya da burnu yere düşse eğilip almaya tenezzül etmeyecek kibirleriyle günümüzün sosyal medya doktrinerleridir; ders verirler, canları sıkıldı mı halkı aşağılarlar. “Bu millet”in niçin adam olamayacağının derin “tahlil”lerini yaparlar uzun uzun, “bu millet”in geçmişte neler yaptığına gözlerini kapatarak.
Oysa dün olduğu gibi bugün de “aydın kişiden bir işin ehli olmasını, memleket ve dünya gerçeğini hiç değilse kendi işi açısından bilmesini, olan biten karşısında belli bir davranışı olmasını istiyoruz”, Sabahattin Eyuboğlu’nun diliyle.
Bilecek ama yetmez, bir duruşu olacak. O da yetmez, eyleme geçecek. Eyleme geçecek ama bu da yetmez, sonuç alana dek savaşımdan vazgeçmeyecek. Sonrası da var, Cahit Külebi’nin şiire döktüğü: “Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa! / Atının teri kurumadan / Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde.”
Çünkü “muasır medeniyet seviyesinin üstü”nün sınırı yok. “Aydın”ın görevinin de.
Özetle, uzak-yakın örneklere bakıldığında içi dolu dolu olsa da “entelektüel”in eylemsiz, bilgi dağarcığı sınırlı olsa da “aydın”ın eylemli olduğu anlaşılmaktadır.
***
Yazıda bu konu üstünde bir tür zihin jimnastiği yapmanın nedeni anlaşılmıştır sanırım.Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni yayımladığı 2024-2025 öğretim yılı raporundan da anlaşılacağı gibi eğitimimiz bir bütün olarak siyasal İslam-liberalizm kalıntılarının karışımı olan uyuşturucuyla felce uğramış durumdadır. Sürekli bilimselliğin törpülenip hurafelerin baskın konuma çıkarılmasıyla artık okul türünün ne olduğuna bakılmaksızın öğrencilerimiz ezberci hafızlaştırma cenderesine sokulmuştur. Ortaokul ve liselerde örgün öğretimden açık öğretime, üniversitelerde diplomanın işlevsizleşmesine doğru açılan kanal bütün hızıyla işlemektedir. Kamu kaynakları devlet okullarından esirgenirken her geçen yıl artan ölçüde özel okullara peşkeş çekilirken devlet okullarının velilere yükü daha çok ağırlaşıyor.
Hal böyle olunca bu gidişin üstesinden gelmek için entelektüelin değil; öğretmeni, akademisyeni, yazarı, çizeri, örgütçüsüyle her zamankinden daha çok aydının öncülüğüne gereksinim vardır. Çok zamandır eyleme geçmiş örgütlü cehaletin gücünü kırmak için örgütlü bilinci eyleme geçirmekten başka yol var mı ki?
[1] Edward Said, Entelektüel, Çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 7. Basım, Mart 2017, s. 28
[1] A.g.e., s. 80.
[1] Ali Şeriati, Aydın, Fecr Yay., 3. Baskı, Mart 2017, s. 14.
[1] Sabahattin Eyuboğlu, Mavi ve Kara, Çağdaş Yay., 4. Bası, 1994, s. 99.
























1 Yorum. Yeni Yorum
Nazım hocam, elinize, aklınıza ve azminize sağlık. Ülkenin bu hale gelmesinde hainler kadar hatta daha çok Aydın/Entelektüel rolu oynayanların rolü olduğunu yaşayrak gözlemledik.Teşekkürler.Selamlar.