
Pamukpınar Köy Enstitüsü 1951 girişli Yazar, Öğretmen Abbas Cılga; Akcadağ ve Pamukpınar Köy Enstitüleri’nin kurucu Müdürü Şinasi Tamer’le görüşerek, her iki enstitünün kuruluş ve gelişme dönemlerindeki süreci 1973 yılında kaleme aldığı “İmecemizin Türküsü” isimli uzun şiirinde dizelerine yansıtmıştır. Mini bir destan diyebileceğimiz yayınlanmamış çalışmanın “Akçadağ’daki İlk Grup” bölümünde; Tamer’in enstitüye ilk gelen öğrencilerle ilgili gözlemlerine şu ifadelerle yer verildiğini görüyoruz:
Akçadağ Köy Enstitüsü’ne / İlk grubun gelişini / Anlatsam “fazlalık” olmaz. / Nerede, nasıl başladık? / Düşünürsün gelişimi… / Köy Enstitüsü kurulacak, / Malatya’nın Akçadağ’da / Ne öğrenci ne de bina. / Belirlenmiş okul yeri. / Biz kurucular grupça, / Hamidiye Kışlası’nda… / Öğretmen arkadaşlarımı, / Çevre illere yolladım / Enstitüyü anlatsınlar. / Bize öğrenci bulsunlar. 1940 yılının, / 18 Temmuz’unda; / (…) Kışla-Akçadağ arası, /On bir kilometre. / Yolladık tek atlı faytonumuzu. / “Grupta küçükler, / Yorgunlar varsa; / Binip gelsinler” diye. / Beklerken sabırsız. / “Ah bir gelseler!…” / Zaman bize oyun etmekte, / Zaman ağır ilerlemekte! / Sonunda göründü fayton, / Göründü beklenenler. / Onlar yaklaştıkça içimizde, / Büyümekte şaşkınlık dağı. / O dağın ağırlığı, / Büyük yük, yüreğimize… / Görünümleri mi? / Belleri siyah kuşaklı. / Başları egalli / Bıyıklı, sakallı. / Her biri bir, / “Volga mahkûmu” sanki! / Bunlar mı bize, / Öğrenci olacaktı?!… / (…) O grup okudu. / Çoğu öğretmen oldu. / Üniversitede Profesördür Cemal. / İnsan maden gibidir. / İşlenirse ışıldar…
1940 yılında ilk öğrencilerini kaydeden Akçadağ Köy Enstitüsü’nün Müdürü Şinasi Tamer’in “Volga mahkumlarına” benzettiği öğrencilerin çoğunun öğretmen olduğunu, hatta aralarından “profesör bile çıktığı belirtilerek, insan maden gibidir, işlenirse ışıldar…” vurgusu çok dikkat çekiciydi. Adeta, “Köy Enstitüleri Eğitim Sistemi’nin İş İçinde İşle Eğitim İlkesinin” somut bir ifadesiydi dizeler.
Peki Şinasi Tamer’ce, “Üniversitede Profesördür Cemal” olarak tanımlanan Akçadağ mezunu Cemal kimdi? Çok dikkatimi çekmiş, meraklanmıştım. Hemen araştırmaya başladım.
“İmecemizin Türküsü” dizelerinde yerini alan Cemal’in izini pandemi günlerinde aradığım Aksu ve Yüksek Köy Enstitüsü mezunu rahmetli Yazar, Öğretmen Pakize Türkoğlu, sayesinde bulabilmiştim. Türkoğlu, aynı dönem Yüksek Köy Enstitüsü’nde birlikte okudukları Akçadağ Köy Entitüsü mezunu Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın bir dönem öğrenci derneği yönetiminde bulunduğunu, akademik çalışmaları döneminde de ailece görüştüklerini belirterek, enstitülerden yetişenlerin neleri başardıklarını gösteren yüzlerce örnekten birisi olduğunu, hatta bir ABD’de ziyaretinde oğlu Elçin’i de tanıdığını belirtmiş, bende; Bilim Felsefecisi ve Tarihçisi Prof. Dr. Cemal Yıldırım (1925-2009) gerçeğine ulaşmıştım.

Yaşamı boyunca sarp kayalıklara tırmanarak kimsesizlerin Cumhuriyetinde ülkemizin saygın bilim insanları arasında yerini alan Köy Enstitülü Cemal Yıldırım’ın yaşamı 1925 yılında Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde başlar. O yıllar nüfus kaydı olmadığı için annesinin ifadesiyle, doğumu Şeyh Sait isyanı günlerindedir. Annesi Zinnet Azeri kökenli, babası ise Erzurumlu’dur. 1915 Rus işgalinden sonra kaçıp Diyarbakır Kulp’a yerleşen ailelerdendirler. Babası fırıncı olan annesi, 11 yaşındayken fırında çırak olarak çalışan 15 yaşındaki babasıyla 1920’li yıllarda evlenirler. Dokuz çocuklu yoksul bir ailesi olan Yıldırım yıllar sonra o günleri şu ifadelerle anlatır: “Düşününki bir sivri kaya var önünüzde ve siz tırnaklarınızla ona tırmanıyorsunuz. Yetişme çağımda hep böyle bir uğraş içindeydim. Yoksa bulunduğum koşullarda bir adım bile ilerleme olanağım yoktu. Ama ara sıra şans yüzüme gülmedi değil! Yolumu seçmede kimi öğretmenlerimin bana yardımcı olmaları, hele Yunus Kazım Köni gibi bir felsefe gönüllüsü ile karşılaşmış olmam büyük şanstı.”
Çocukluk günlerinde babası tarafından bir berberin yanına çırak olarak verilen ve getir götür işlerine bakan Yıldırım’ın okula gitme imkânı yoktur, babası da zaten okumasını istemez, ancak annesi okumasından yanadır. Yanında çalıştığı Ermeni berber ustası yeni askerden dönmüş, okuma ve yazmaya sevdalıdır. Yıldırım artık onun hem çırağı hem de öğrencisi olmuş, okuma yazmayı hem de matematiği çok iyi öğrenmiş, artık okula giden öğrencilerle yarışmaya bile başlamıştır. Bu arada annesi babasını ikna ederek küçük kardeşini berber dükkanına yakın ilkokula kaydettirmiştir. Bu duruma çok üzülen Yıldırım, fırsat buldukça okula giderek pencereden dersleri izlemeye başlamıştır. Okulun başöğretmeninin hademeyle kendisini kovdurması üzerine ustasından okul için yardım istemesine rağmen babası bir türlü ikna olmaz. Bunun üzerine başöğretmen ve annesinden tekrar yardım ister. Annesinin başöğretmenin eşiyle görüşmesi sonucu öğretmen babasını ikna ederek okula kaydını yapar.
Nihayet okuluna kavuşan Yıldırım, ilkokulu başarıyla bitirir bitirmez babası tarafından Bitlis’te imam kursuna gönderilmek istenir. Köy imamı olacak olan Yıldırım, babasına direnerek kursa gitmez. Bu arada ilkokul öğretmenlerinden Hilmi Ozankaya, (Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın babası) ona askeri okul sınavlarına girmesini önerince, babası öğretmene bu sefer direnemez, ancak doktor muayenesinde boyu küçük olduğu için sınava kabul edilmez. Durumu “kâbus gibiydi” ifadesiyle anlatan Yıldırım’ın artık Bitlis’teki imam kursuna gitmekten başka seçeneği kalmamıştır.
Öğretmenine bu durumu tekrar anlatan Yıldırım’a, bu sefer Akçadağ Köy Enstitüsü’nün öğrenci aldığını öğrenen Hilmi öğretmen oraya gitmesini önerip, yönlendirerek işlemlerini yapar. Böylece, Yıldırım’ın yaşamını değiştirecek Akçadağ yolculuğu Diyarbakır üzerinden trenle başlar ve bin bir güçlükle Akçadağ’a ulaşır.
Okula gittiği için çok mutlu olan, karşılaştığı güçlüklere rağmen yılmadan Akçadağ’a ulaşıp okulu görünce dünyası yıkılan Yıldırım kendi ifadesiyle perişan olur. Çünkü yeni kurulan, binası bulunmayan, atların konulduğu eski bir harada faaliyet gösteren enstitünün okula benzer bir hali yoktur. Okula gideceğim, daha düzgün kılık kıyafetim olacak, düzgün bir sınıfta ders göreceğim beklentisiyle Akçadağ’a koşan Yıldırım, okulu ve şartları beğenmeyerek kaçan arkadaşlarını görüp, kaçmaya niyetlense de yapamaz. Geri dönse, imam okulundan başka alternatifi olmayan Cemal’in enstitüdeki ilk iki ayı çok zor geçer, zamanla alışmaya başlar.

Hamidiye Kışlası’ndan daha sonra istasyona yakın yeni yere taşınan enstitüde, öğrenciler binaların inşaatına, su getirmek için arklar açmaya başlarlar. Enstitüyü inşa etmek için amele gibi çalışan öğrencilere üç ay sonra bir sınav yapılarak başarılı olanlar ikinci sınıfa alınırlar. İkinci sınıfa geçen Cemal Yıldırım marangozluk bölümüne alınırsa da bir müddet sonra enstitünün kooperatifinde görevlendirilir ve orada dört yıl çalışır. Bu değişiklikten memnun kalan Yıldırım, daha iyi beslendiğini, hesap işlerinin kendisine daha uygun olduğunu anlatır.
Yıldırım’ın dört yıl görev yaptığı enstitü kooperatifi kurucu Müdür Şinasi Tamer döneminde kurularak diğer enstitülerden gelen öğrencilerin imecesiyle başlanan bina inşaatının bitirilmesini takiben faaliyete geçmiş, dışardan köylülerinde ortak olmasıyla 1945 yılında üye sayısı 747’ye ulaşmıştır. Satış mağazası ve deposuyla çevre köylülerine de örnek olan bir kooperatif olmuş, enstitüye halkın ilgisini de arttırmıştır. Ayrıca, Müdür Tekben döneminde kooperatif bünyesinde bir matbaa alınarak basımevi kurulmuş, Akçadağ Köy Enstitüsü dergisinin ilk sayısı ise Ocak 1946’da yayınlanmıştır. Akçadağ’da kooperatifteki çalışma döneminde rahatlayan Yıldırım’ın anılarında, ileride değineceğimiz üzere Akçadağ Köy Enstitüsü Basımevi ve dergi faaliyetlerinden oldukça etkilendiği anlaşılmaktadır.

Cemal Yıldırım; enstitünün ilk günlerinde yaşadığı hayal kırıklığını yıllar sonra şu ifadelerle değerlendirir: “Köy Enstitüsü’ne ilk gittiğimde beklentime uygun olmadığı duygusuna kapıldım. Sonradan şunu anladım.ki, Köy Enstitüleri, Türkiye’nin uygarlık dünyasına verdiği en güzel örneklerden birisiydi. Köy çocuklarını alıyor ve eğitiyor. İşi içeriyor ve eğitiyor. Ezbere dayalı bir eğitim değil. İşi içeren bir eğitim-öğretim. Çok müthiş bir şey. Bizde o güne kadar yapılan medrese eğitimi. Kuran’ı okuyacak, tekrar edecektiniz. Enstitülerdeki eğitim ise, üretimi öngören bir eğitimdi. Amele olarak çalışmak kolay bir iş değildi. Hele küçük yaşta… Oyun istiyor çocuk. Ama oyuna da spora da önem veriliyordu. Cumhuriyetin en büyük atılımlarından biri bu okullardır. Eğitim ilkeleri bakımından çok önemliydi.”
Kışın ders gördüklerine, yazın inşaat ve ziraat işleriyle uğraştıklarına, her dönem kültür ve spor çalışmalarına, etkinliklere yer verildiğine değinen Yıldırım dört yıl sonra mezun olarak Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü sınavlarına girerek kazanan öğrenciler arasındadır. Yüksek kısmı kazanmanın kendisi için ikinci bir kurtuluş olduğuna değinen Cemal öğretmen, aksi halde yıllarca köy öğretmenliği yapacağını çünkü kendisini yeterli görmediğini yıllar sonra anlatır. Aynı dönem Akçadağ’dan Ahmet Aksoy, Abdulkadir Ariç ve Arif Gelen’de Yüksek Köy Enstitüsü sınavını kazanmışlardır. Anlayacağınız Şinasi Tamer’in ilk öğrencilerden “çoğu öğretmen oldu” dediği öğrencilerden üç kişi daha Yüksek Köy Enstitüsü’ne girmeyi başarmış, hepsi 1945-46 öğretim yılında mezun olmuşlardır.
1945 yılında Yüksek Köy Enstitüsü’ne başlayan Cemal Yıldırım aynı yıl Köy Enstitüleri dergisinde Köy Enstitüleri’nde örnek olan Akçadağ dergisi ve enstitü matbaasını kısaca şu ifadelerle anlatır: “Akçadağ Köy Enstitüsü’nün her gün biraz daha hızlanan faaliyeti, emeğinin, gayretinin karşılığını ileri ve değerli eserleriyle ortaya çıkarmaktadır. (…) Sadece, bahsedeceğim modern kültür kaynağı ve yayım aracı haline gelen, medeniyetin en büyük nişanesi olan basımevi ve onun faaliyetinin Akçadağ’da kendisini göstermiş olmasıdır. Bu ancak onların dinmez, verimli çalışmalarının eserleştirildiği en son hamledir. (…) Üzerinde Akçadağ Köy Enstitüsü basımevi klişesi taşıyan, “Akçadağ” adındaki dergi de bunun en güzel meyvesidir. Yıllardır ellerinin emeklerini, alın teriyle, davasının aşkı ile yoğuran Enstitünün yiğit kurucuları artık vücuda getirdikleri yuvasının şarkısın çağırıyorlar. Yaptıklarından haklı olarak, yapacaklarından güvenle bahsediyorlar.”
Dergide ele alınan konulara kısaca yer veren Yıldırım beklentilere de değinerek yazısını şöyle bitirir: “Bütün bunların tek amacı, köy hayatını değiştirmek, köylüyü ileri yaşayışa sürüklemek için açılan büyük davaya, az da olsa yardımcı olmak, hareketlerimizde isabetli olabilmek, adımımızı atacağımız köyün realitesini yakından tanımağa araç olmaktır. Dergiden beklediğimiz, onun devamını, ilerlemesini durdurmamasıdır. Aynı teşebbüsün bütün Köy Enstitüleri’nde başlamasını gönül ne kadar arzuluyor.”

Yüksek Köy Enstitüsü’nde Felsefe Öğretmeni Yunus Kazım Köni’nin öğrencisi olan ve felsefeye çok ilgi duyan Cemal Yıldırım, Köy Enstitüleri Dergisi’nde; Fransız Filozofu Henri Bergson’un Gülme isimli eseri hakkında kaleme aldığı tanıtım yazısında şu ifadelere yer vererek arkadaşlarına önerir: “Fransız Filozofu H. Bergson 1901’de yazdığı bu küçük eserinde gülmenin bir tahlilini yapar. Esasen konu psikolojik olmakla beraber yazar araştırmasını felsefi görüşü altında aydınlığa çıkarır. Onun için bu kitapta komiğe dair istenileni tam kavramak ancak filozofun felsefesinden az da olsa haberdar olmayı gerektirir.” (…) ”Gülme’yi, insanları ‘gülen’ veya ‘güldüren hayvan’ olarak tanımlayan bazı filozofların işaret ettiği gülme özelliğimizi günlük hayatımızdaki yerlerinde anlamlandırma gücünü kazanmak, bilhassa okunan veya sahnede temaşa edilen komedilerdeki gülünçlük karakterleri anlamak komiğin öğelerini onlar üzerinde keşfedilmek kolaylığını sağlar ümidiyle yüksek kısım öğrencilerine okumaları için öğütlerim.”
1947’de Yüksek Köy Enstitüsü’nün Yapıcılık kolundan mezun olan Yıldırım, gezici başöğretmen olarak sırasıyla Diyarbakır ve Aydın’da görev yapar. Bilahare askerlik görevini tamamlayan Yıldırım, bir vesileyle ziyaretine gittiği öğretmeni Yunus Kazım Köni’nin “Seni İngiltere’ye gönderelim” önerisiyle karşılaşması sürpriz olur. O zamanki yasaya göre “bilgi ve görgüyü arttırmak için” yurt dışına öğrenci gönderilmektedir. Yıl 1950.
Bu seferde öğretmeninin önerisiyle İngiltere yolu açılan Yıldırım, Londra Üniversitesi’nin Eğitim Bölümü’ne iki yıl devam eder. Fakat, gittikten altı ay sonra geri çağrılır. O dönem, Milli Eğitim Bakanı olan Tevfik İleri iki Köy Enstitülü öğrencinin Londra’da eğitimde olduğunu öğrenmiştir. Bu sırada bir öğretmen Yıldırım’ın komünist olduğunu belirterek Bakana mektup göndermiştir. Üstelik Yıldırım’ın “imzasını taklit ederek daktiloyla yazdığı düzmece on beş mektubu da ek yaparak kendisine mektupla komünizm propagandası yaptığını belgelemesi” mizanseni böylece başarıya ulaşır. Anlayacağınız her dönemde görev başında olan muhbir vatandaştan bu seferde Yıldırım, hakkında açılan davayla epey sıkıntı çekmiştir.
Bu süreçte dönemin Londra Eğitim Ataşesi Şair Orhan Şaik Gökyay, tarafından çağrılarak etnik kökeni sorgulanmaya kalkılan Yıldırım, “Ben ne Kürdüm ne de Ermeni. Olsam ne olur ki? Ben ülkemi seven birisiyim. Sizin bu soruyu sormanız ayıp, Nasıl sorabilirsiniz? tepkisiyle, “Eğitimini bırakıp, Türkiye’ye dönmeyeceğini” sertçe ifade ederek, elçilikten ayrılır.
Ataşe Gökyay’a tavır koyması sonucu bursu da kesilen Yıldırım, akşamları ek işlerde çalışarak eğitimini tamamlar. İki yıl İngiltere’de kaldığı için arkadaşları İngiliz vatandaşı olabileceğini belirtmelerine rağmen, tutuklanma korkusuyla da olsa Türkiye’ye dönerek Ankara’ya gider. Ancak çekindiği için Bakanlığa uğrayamaz. Böylece günler geçerken bir arkadaşının “sorununu çözmelisin” uyarısı üzerine Bakanlığa gider. İlgili memur yarın gelmesini, yardımcı olacağını söyler. Bakanlıktan ayrılırken başka bir memur; “yarın gelirse tutuklanacağını, polise haber verildiğini” söyleyince, yaptığı araştırmada “hakkında Aydın’da dava açıldığını” öğrenir.
Bu gelişme üzerine Aydın’a giderek savcılığa müracaat eder ve tutuklanır. Yıldırım’ın ifadesiyle “ortada suç yok, suçlu var” benzetmesiyle başlayan davanın ilk duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır. Bir buçuk yıl Aydın’da kalan Yıldırım süren davadan beratı sonrasında Ankara’ya dönerek tercümanlık yapar, bir ara da Forum dergisinde çalışır. Orada, Bahri Savcı, Turhan Fevzioğlu, Bülent Ecevit ve Turan Güneş’le tanışır. Bir müddet sonra Ecevit’in Ulus gazetesinde yazmasını önermesi üzerine, akşamları gazeteye giderek yardımcı olur. Yıldırım, daha sonraki yıllarda o dönem, “çok güzel çalışmalar yaptığına” özellikle vurgu yapar.
Bir müddet sonra Ankara’da Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu’nda göreve başlayarak Felsefe Tarihi dersleri verir, ayrıca araştırmalar yaparak raporlar düzenler. Bu arada doktora yapma arayışlarına başlayan Yıldırım, o dönemde tanıştığı İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu mezunu Suzan Hanım’la 1958 yılında evlenir ve iki çocukları olur.
Cemal Yıldırım girdiği bir sınavın jürisinde gördüğü Bakanlık Talim Terbiye Dairesi Başkanı Aziz Yörükoğlu’nun Ankara’ya geldiğini öğrenince kendisini ziyaret ederek görüşmede, doktora için müracaat ettiğini belirterek, çalışmalarını anlatmak amacıyla da olsa fırsat verilmediğinden yakınır. Bunun üzerine, Yörükoğlu kendisine hak vererek, şimdi de başka bir fırsat var açıklamasıyla, “Seni Amerika’ya iki yıllığına gönderelim” önerisinde bulunur. Bir sürpriz daha yaşayan Yıldırım, 1960 yılı başında İndiana Üniversitesi’ne, Eğitim Felsefesi doktorası yapmak için giderek, üç buçuk yılda tamamlar. Eşi Suzan Hanım’da orada master yapar.
Türkiye’ye döndükten sonra ODTÜ’de part-time işe giren Yıldırım, bu işi bile çok zor bulduğunu, bir yıl sonra bile, ihtiyaçları olduğu halde, kendi adamlarını almak için full-time yapılmadığından yakınır. Türkiye’de adamın yoksa işlerin çok zor olduğunu bilen Cemal Hoca, 1964’te asistan profesör, 1968’de sosye profesör 1974’te de full profesör unvanlarını alır. Mantık, Bilim Metodu ve Bilim Felsefesi derslerini verir. ODTÜ ve ÖSYM’de akademik ve idari görevlerde de bulunan Yıldırım, Türkiye Felsefe Kurumu’nun kurucu üyesidir.
1960’lı yıllarda özellikle ODTÜ’de, üniversite özerkliğini yaşayan Cemal Yıldırım, 1980’li yıllarda YÖK’le birlikte üniversitelerin tadının kaçtığını görerek Amerika üniversitelerine başvurma kararı alır. Girişimleri kısa sürede sonuçlanan Yıldırım; 1983-85 yıllarında California State University-Northringe’de konuk öğretim üyesi olarak iki yıl çalışır. 1985 yılında da ODTÜ’den kendi isteğiyle emekli olur.

Cemal Yıldırım’ın eşi Suzan Hanım ise masterını bitirmesini takiben Devlet Planlama Teşkilatı’nda emekli olana kadar uzman olarak çalışmıştır.
Yıldırım’ların her iki oğlu 1978 ve 1989 yıllarında üniversite giriş sınavlarında derece yapmıştır. Büyük oğlu Cem Yalçın, ODTÜ Fizik Bölümü’nü bitirdikten sonra, burs kazanması sonucu ABD’ye giderek Fizik disiplininden pür-matematiğe geçerek doktorasını “Sayılar Teorisi” üzerine Toronto Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Halen, Boğaziçi Üniversitesi’nde Matematik Profesörü olarak çalışmaktadır.
Cem Yalçın’ın 2014 yılında aldığı Cole Ödülü, şu açıklamayla haberleştirilmiştir: “Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Cem Yalçın Yıldırım, ikiz asallar üzerine yaptığı çalışmasıyla, Sayılar Teorisi alanında en önemli ödüllerden biri olarak kabul edilen, Amerikan Matematik Derneği (American Mathematical Society) tarafından üç yılda bir verilen 2014 Cole Ödülü’ne (Cole Prize) layık görüldü. Sayın Yıldırım bu ödülü çalışma ortakları Goldston ve Pintz’le ve ayrıca Zhang’la paylaştı.”
Yıldırım’ların küçük oğlu Hüsnü Elçin ise, Bilkent Üniversitesi Fizik Bölümü’nü bitirdikten sonra 1993 yılında ABD’nin Princeton Üniversitesi’nden burs kazanarak, doktorasını tamamlamıştır. Halen ABD’de yaşamaktadır. Hüsnü Elçin’in Edremit Lisesi’ni bitirdiği yıl üniversite giriş sınavında Türkiye Birincisi olması nedeniyle Edremit Belediyesi’nce bir caddeye ismi verilmiştir.
Pek çok köy çocuğunun yaşamını değiştiren, ülkemizin en önemli ve özgün eğitim, aydınlanma ve kırsal kalkınma projesi olan Köy Enstitülerinin aydınlığı ile var olan bilime gönül vermiş Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın çok sayıda yayınlanmış eserleri, çeviri, telif kitapları, araştırma raporları, bildiriler ile inceleme yazıları bulunmaktadır. Bilimin Öncüleri, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Eğitim Felsefesi, Çağdaş Felsefe Sözlüğü, Bilimsel Düşünme Yöntemi, Matematiksel Düşünme, Mantık Doğru Düşünme Yöntemi ve Bilim Tarihi kitaplarına imza atan Yıldırım’ın çeviri kitapları ise Hans Reicenbach/Bilimsel Felsefe’nin Doğuşu ile Leopold Infeld Albert Einstein: Bilimsel Kişiliği ve Dünyamıza Etkisi’dir.
Kimsesizlerin Cumhuriyetinde bir zamanlar Kulp’ta ilkokulun penceresinden sınıfı seyrederek dersleri azimle izlemeye çalışan, annesi Zinnet Hanım’ın girişimleri ve öğretmeninin yardımıyla ilkokula başladığı yolda Akçadağ Köy Enstitüsü’ne ulaşan Prof. Dr. Cemal Yıldırım, ülkemizde bilim felsefesi denince ilk akla gelen isimlerdendir. O Cumhuriyetimize borçlu olduğunu bilerek, ülkesinin geleceğinin aydınlık olması için düşünen, emek veren, okuyan, yazan, öğrenci yetiştiren, mücadele eden, bedel ödeyen, sarp kayalıklara tırmanarak ışıldayan aydınlarımızdandır.
Bir söyleşisinin sonunda; “Bilim yolumuzu aydınlatan bir ışıktır. Genç kuşakların, geleceğe yönelik yürüyüşlerinde bu ışıklı, ama çetin yolu seçeceklerini ummak boş bir hayal değildir. Ne mutlu bu yolculuğa katılmayı göze alanlara!” çağrısını yaparak sözlerini bitiren Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın anısına saygıyla…
Kaynaklar:
- Abbas Cılga, İmecemizin Türküsü (Yayınlanmamış şiir)
- Cemal Yıldırım’a Armağan, (2008), “Prof. Dr. Cemal Yıldırım: Bilim Felsefecisi ve Bilim Tarihçisi/Prof. Dr. Firdevs Gümüşoğlu”, “Sarp Kayalıklara Tırmanma Direncine Sahip Bir Aydın: Cemal Yıldırım/Fevziye Özbek”, İmge Kitapevi
- Türkkan Gülyurdu, (2024) Öncü Bir Bilim Felsefecisi Cemal Yıldırım, Mi Yayınları
- Köy Enstitüleri Dergisi (I-VIII), (2005), Keçev Yayını
- Niyazi Altunya-Ali Kınacı (2019), Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, Telgrafhane Yayınları
- Nedim Şahhüseyinoğlu, (2015), Akçadağ Köy Enstitüsü ve Şerif Tekben, Ürün Yayınları
- https://www.turkmath.org/beta/haber.php?id_haber=29, 24.10.2025






















