Köy enstitülerinde çok okunan kitaplar arasında Niyazi Ağırnaslı’nın yazdığı “Elem Kaynağı” kitabı da sayılır. Hatta kimi öğretmenlerimiz köy enstitülerinde yardımcı kitap olarak okutulduğunu da söylerdi.
Yıllar önce Talip Apaydın, Mahmut Makal, Abdullah Özkucur öğretmenlerimizle yaptığım söyleşilerde de bu kitaptan söz edilmiş, ben de okumak için epeyce bir arama yapmış, bulamamıştım.
Kitap, 1941 yılında Tan Matbaasında “İçtimai Roman” alt başlığıyla basılmış. Çok kısa zamanda tükendiği halde ikinci baskısı yapılmamış…
Geçen gün başka bir konuda araştırma yaparken, kitabın ikinci baskısının 2007 yılında yapıldığını öğrendim. Çok sevindim. Dostları aradım, kısa zaman sonra kitap elimdeydi. Sanki yıllardır aradığı hatıralarını bulmuş bir insanın ruhuyla, büyük ilgi ve merakla okumaya başladım. Kitabı ve ikinci baskısının nasıl ortaya çıktığını anlatmadan önce kısaca Niyazi Ağırnaslı’yı tanıyalım.
Niyazi Ağırnaslı Kimdir?
Niyazi Ağırnaslı, 1910 yılında Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. (Ağırnas ayrıca Mimar Sinan’ın doğduğu köy olarak bilinir.) Babası Mustafa Ağırnaslı, Kayseri’de Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş ve başkanlığını yapmıştır.
Hukuk fakültesinde öğrenciyken Meclis’te memur olarak çalıştı. Fakülteden mezun olduktan sonra da Maliye Bakanlığında memurluk yaptı. 1961 yılında CKMP’den Ankara Senatörü seçildi. 1963 yılında TİP’e girdi. Bu partinin Anayasa Mahkemesinde Türk Ceza Kanunun 141. ve 142. maddelerinin iptali için dava açmasını sağladı. 1963 yılında Sosyalist Kültür Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 1971-1978 yılları arasında Çağdaş Hukukçular Derneğinin Genel Başkanlığı’nı yaptı. İnsan Hakları Derneğinin İlk Onur Belgesini ve plaketini aldı.
Niyazi Ağırnaslı’nın adının önünde; ilk sosyalist senatör, Devrimci Avukatlar Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği genel başkanı, Halkevleri Genel Kurul Başkanı, Türkiye Barolar Birliği üyeliği, Türk Hukuk Kurumu üyeliği ve İnsan Hakları Derneği kurucu üyeliği unvanları var. Niyazi Ağırnaslı’nın toplumsal mücadeledeki öncü rolü yaşamının sonuna kadar devam etmiştir.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları yargılanırken Niyazi Ağırnaslı avukatları arasındadır. Makale, deneme ve çevirileri de olan Niyazi Ağırnaslı’nın ilk ve tek romanı Elem Kaynağı’dır. (Kaynak: Ağırnaslı 2007, arka kapak )
Niyazi Ağırnaslı, 20 Haziran 1987’de aramızdan ayrılmıştır.
2007 Yılında Kitabın İkinci Baskısının Yapılması
Kitabı ikinci baskıya Münevver Oğan ve Sebahat Bozbey hazırlamış. “Sunu”sunda; “İki yıl önce sıcak bir yaz akşamında Akay yokuşundaki bir yayınevinde çalışıyorduk. Türkçe kitabına Mimar Sinan’ın yaşamöyküsünü almıştık. Mimar Sinan ve Ağırnas’ı (doğduğu köy E.A.)uzun uzun konuştuk. Ağırnas’tan söz açılır da Niyazi Ağırnaslı anımsanmaz mı?”
Mimar Sinan’la başlayan hatırlama süreci Oğan ve Bozbey’i Niyazi Ağırnaslı’ya ve yakınlarına, dostlarına götürür. Sonra “Elem Kaynağı” romanını okurlar. Kitapla ilgili değerlendirmelerini ve Ağırnaslı’nın yaşamöyküsünü hazırlayıp Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki’ne gönderirler.
Ağırnaslı’nın eşi Leman Ağırnaslı ile yaptıkları röportaj ve yakınlarının yazdığı yazılarla birlikte Damar dergisinde yayınlarlar.
Bir süre sonra yayınlanan yazıları da içeren bir “Elem Kaynağı” kitabı dosyası oluşturulur. “Ağırnaslı ailesinin isteği doğrultusunda, romanını bir kez daha okurla buluşturmak, Niyazi Ağırnaslı’nın ardından yazılanları ve ailesinin dostlarının istediği yazıları “Aramızdan Ayrılışının 20. yılında Niyazi Ağırnaslı’ya Armağan” adıyla bir kitapta toplama görevini üstlendik. Bizim için Niyazi Ağırnaslı memleketin halini görüp de uyumayanlardan biriydi. Bu nedenle Melih Cevdet Anday’ın Telgrafhane şiiriyle selamlıyoruz.” (A.g.e, Sunu)
Niyazi Ağırnaslı’nın Kızı Nuran Ağırnaslı’nın Yeni Baskıya Önsözü
Elem Kaynağı’nın yeni baskısının Önsöz’ünü kızı Nuran Ağırnaslı yazmış; kardeşi Nil’le birlikte kitap yeni baskıya hazırlanırken ilk kez okumuşlar. Dilini bozacak sözcük değişikliğine gidilmemiş. Genç okurlar için bugün hiç kullanılmayan sözcüklerin anlamları yazılmış.
“Babam romanı 20’li yaşların sonunda yazmıştı. Köy Enstitülerinde yardımcı kitap olarak okutulmuştu. Ancak bizim evde tek bir nüshası bile yoktu. Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmen istemiş, evdeki tek nüsha da ona verilmişti. Kısacası, yeniden basıma hazırlamak için elimizde yalnızca babamın Fatma Halamlara imzalayıp verdiği bir nüsha vardı.” (A.g.e, sunu)
Babam İkinci Kez basılmasına Gerek Görmemişti
Nuran Ağırnaslı zaman zaman evde “Elem Kaynağı”ndan; onun köy enstitülerinde okutulduğundan söz edilse de, babasının kitabın ikinci kez basılmasını gerek görmediğini anlatıyor.
“Sanırım 1980’lerin başıydı. (1982 veya 1983 de olabilir) Bir sohbet sırasında babama “Elem Kaynağı”nı niçin yeniden bastırıp yayınlamadığını sordum. Yanıtı şöyle oldu: “Elem Kaynağı”nı yazdığım dönemde henüz sosyalizm ile tanışmamıştım. Bugün yazmış olsaydım birçok konuya bakışım farklı olurdu.” (A.g.e, Sunu)
Nuran Ağırnaslı, okuyucunun kitabı okurken, ona siyasi bir misyon yüklemeden, edebi yönüyle ve yazıldığı zamanın roman tekniği ile değerlendirmesini istiyordu.
Anadolu’da Bir Köy
“Yazar coğrafi bir yer adı vermez, herhangi bir Anadolu köyünü konu eder. Gerçekçi bir bakış açısıyla anlatılan köyün, köylünün, o köyden çıkan bir aydının ağıdı, acelesiz, soğukkanlı bir bakış açısıyla verilir. Zaman zaman roman kahramanı Ömer mi, yokluklar içindeki köy mü, dahası ülke mi, köylüler mi, ulusun tümü mü, diye okuru düşündürür.” (A.g.e, sayfa 120)
Niyazi Ağırnaslı, romanın kahramanı Ömer’in kimliğinde büyük savaşlar yaşamış Anadolu’da savaşlardan sonra sağ kalmış aydınların ne yapması gerektiği konusuna yanıt arar. Konu Kurtuluş Savaşı sonrasıdır, ama saltanatın ülkeyi getirdiği durumu da satır aralarında verir, zaman zaman padişaha dokundurmalar yapar.
Elem Kaynağı
Kurtuluş Savaşı bitmiş, zafer kazanılmış ama Anadolu insanı yaşam savaşı vermektedir. Basık, sıvası dökülmüş, içine ahırları da alan evler. Bir yorganın altında sayısı her yıl çoğalan çocuklar.
Kışları köylere inen canavarlar, kimi zaman çocukları parçalayıp öldürür. İnsanlar bu durumu da normalden sayarlar. Yollar kapanır, dağlar geçit vermez!
Askerde Yemen’de, Kafkasya’da Balkanlarda savaşmış bir uzvunu kaybetmiş gaziler hayatlarını anlatırlar kış gecelerinde…
İşte bu köylerin birinde doğar Ömer, bir ağa oğlu olmasına karşın, yine de yoksuldur. Daha çocukluktan başlayarak malla davarla uğraşır, çalışmaktan zevk duyar. Gönüllü yolladığı iki oğlunun kara haberiyle bağrı dağlı ananın tek tesellisidir Ömer…
Köylerde yaşam yine en ağır biçimiyle sürmektedir. Ömer, köy imamının açtığı sınıflı mektebine başlar, okulda her türlü haylazlık yapılır. Arapçayı öğrenemez ve ertesi yıl kasabadaki Darülfünuna yolcu edilir. Orada okumaya başlar. Oradan da Sultani’ye gider.
O sırada Kurtuluş Savaşı başlar ve Ömer gönüllü olarak savaşa katılmak ister. Ancak yaşı tutmaz ve savaş gerisinde yazıcılık yapmakla yetinir. Savaş bitince köyüne döner. Aşık olduğu köylüsü Ayşe’nin yaşlı biriyle evlendirildiğini ve bu yüzden üzüntüden öldüğünü öğrenir. Bu olaya çok üzülür, Sultani eğitimini tamamlar ve mühendis olmak için İstanbul’a gider. İstanbul’da hayat ayrı akmaktadır. Okulda edindiği arkadaşları bilgili kültürlü kişilerdir. Harçlığını çıkarabilmek için özel dersler verir. Gece hayatına da girer ve Neriman’la tanışır, Neriman sefil bir hayat yaşamış, Kurtuluş Savaşı’ndan dahi haberi olmamıştır.
Bu arada Ömer, çocuklarına ders verdiği Nihat Süreyya Bey’in evinde üst tabakadan birçok insan tanır ve bu insanlardan kültür, insan, yaşam ve özgürlükle ilgili çok şey öğrenir. Her yaz tatilinde köyüne gider, köyü ile İstanbul karşılaştırmalarını sürdürür. Yaşam şekli bakımından aralarında dağlar kadar fark vardır.
Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Mürsel Çavuş’un İntihara Kalkışması
İstanbul’da bir gün sahilde yürürken, denize düşen hamal Mürsel Çavuş ile tanışır. Mürsel Çavuş, denize atlamış, onu gören Ömer de onu kurtarmak için denize atlamıştır. Her ikisi de kayıkçılar tarafından kurtarılmış, hastaneye götürülmüşlerdir. Hastanede yan yana yatan Ömer ve Mürsel Çavuş, kısa sürede dost olmuş, Mürsel Çavuş hikâyesini anlatmaya başlamıştır. Köyde tutunamayan, şehre gelen hamallık ve hamallığa başlayan Mürsel Çavuş, yaş ilerledikçe hamallıkla da geçinemeyecek, sonunda hayatına kıymaya teşebbüs edecektir… Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında can siperhane savaşmış, çavuşluk rütbesine kadar yükselmiş, savaş bitince geçim zorluğuyla köyünden şehre gelmiş, burada da sıkıntıları sürmüştür. Bu arada Mürsel Çavuş hapiste olan oğlunun da hikâyesini anlatmıştır. Ömer, bir süre sonra Mürsel Çavuş’un oğlu Seyfi’nin de idam edildiğini öğrenecektir.
Ağırnaslı, Kurtuluş Savaş kahramanlarının, savaştan sonra, yokluklar içinde, oradan oraya nasıl savrulduklarını Mürsel Çavuş üzerinden can yakıcı bir üslupla anlatır.
Gönül’e Olan Aşkı
Ömer, Nihat Süreyya Bey’in kızı Gönül on sekiz yaşına gelince artık ders vermeye gitmek istemeyecektir. Kızın ilgisini fark etmiş, bu nedenle evden ayrılmak istemiştir. Ama onu da eve bağlayan içten içe kanayan bir gönül yarası da vardır. Ama o dava adamıdır, aşka ayıracak zamanı yoktur. Bir anlık boşluk sonunda bir gün aşklarını birbirlerine anlatsalar bile…
Ömer bu aşkı evliliğe dönüştürmek istemez. Bir kez arkadaşlarına kutsal köy davasında çalışacağını anlatmıştır. Öncelik o davaya verilecektir. İkincisi, Ömer ve Gönül ayrı sınıflardandır. Arkadaşları çok ısrar ederler evlenmesi için, ama onu kimse yolundan döndüremez. Gönül bile…
Ankara’da Bir Su Mühendisi
İstanbul’dan davası için ayrılır. Ankara’ya gelir, su mühendisi olarak işe başlar ancak bakanlık müsteşarı insanlara yukarıdan bakan bir kişidir. Ömer’in de atamasını mühendis olarak değil de yol dairesine yapar. Burada da boş durmaz Ömer, bir su mühendisi olarak Anadolu’nun sulanması için proje yapar. Çizimlerini yapar, haritalarını çıkarır. Bakanlığa teslim eder. Ancak Ankara’nın İstanbul’a benzemeye başladığını vurdumduymazlığın arttığını, insanların yozlaşmaya başladığını görür.
İşe başladığının ikinci yılında istifa eder. Onu yakından tanıyan arkadaşları istifasından vazgeçmesi için çok yalvarırlar, ancak o kararlıdır. Köye dönecektir.
Yeniden Köye Dönüş
Köye vardığında köylüler şehirlere akmaktadır. Kimisi kapıcılık, kimisi hamallık, kimisi odacılık, bekçilik yapmak niyetindedir.
Ömer’in köye döndüğünü duyanlar şaşkınlık geçirirler. Ancak sonraları Ömer’in köye dönmesinin ne kadar iyi olduğu konusunda anlaşacaklardır. Çünkü Ömer köylüleri örgütler, birleştirir. Köyden çocuklar beşerli, onarlı marangozluk, demircilik öğrenmeleri için şehre gönderilir.
Öğrenim hayatına tıp ve hukuk okumak için gençler gönderilir. Ömer arkadaşı Oğuz’a tüm yaşadıklarını mektuplar yazarak bildirir. Köyün ortak alanına 50 bin kavak ağacı dikilir. Aradan on yıl geçmiştir. Ancak, Gönül’ü unutamamıştır. Yalnızdır. Tek başına geceler boyunca ince sızıyı yüreğinde duymaktadır.
“Ey Vatan Göz Yaşların Dinsin Yetiştik Çünkü Biz”
Şehre hukuk okumaya gönderilen çobanın oğlu Tosun, okulunu bitirmiş, köye dönmüş Ömer’e Ankara’da arkadaşı Oğuz’dan haber getirmiştir. “Geniş sulama planları hazırlanmış. Anadolu’yu mıntıkalara taksim etmişler. Her mıntıkada numune çiftlikleri vucuda getirilecek ve köylülere makine ve pulluk ziraatı bilfiil bu çiftliklerde gösterilecekmiş. Ziraai kalkınma bir devlet politikası olmuş. Mütehassıslar, mühendisler, ziraatçiler geceli gündüzlü çalışıyorlar. Oğuz ağabey sana çok selam söyledi. “Ömer’in vaktiyle yaptığı planlardan da istifade edildi. Gelip burada bir vazife istesin.” diyor. Sizin sınıftan bir mühendis de müsteşar olmuş. Umum müdürleri falan hep sizin arkadaşlarınızmış.” (A.g.e, sayfa 107)
Köylerden hukuk okuması için gönderilen beş gençten ikisi avukat olarak köyüne dönmüş, diğerleri kaymakamlık, hakimlik gibi görev almışlardır.
Ömer artık Tosun’a görevlerini devredecektir. Yaptığı ve yapılacak olan işleri en ince ayrıntısına kadar Tosun’a anlatır. Köye ait tüm işleri köylüye mal etmesini ister. Şahsi ihtiraslarını dizginlemesini, iradesini kuvvetli bulundurmasını öğütler.
“Millet davası tahakkuk edinceye kadar, bize servet, şeref ve bunlara dayanan ihtiraslar ayıp. Biz bu vatanda yabancı ve misafir değiliz ki, keselerimizi doldurmaya bakalım, biz bu vatanın sahibi ve malikiyiz.” (A.g.e, sayfa 107)
Bugünlerde Şehre Hastaneye Gideceğim…
Ömer’in Oğuz’a yazdığı mektuplardan ağır hasta olduğunu öğreniyoruz. “Oğuz bana gelince hastayım ve hastalığımı biliyorum. Zaten yaşlı ve tecrübeli komşuların hallerinden biliyorum ya. Buna Anadolu’da ince ağrı denir. Hakikaten ince ve müzmin ağrılar. Asırlardan beri bu isim değişmedi. Rengi sarartır, hastayı gittikçe daha zayıf düşürür, çok öksürtür. Bu derde tutulanlar altı ay, bazen bir sene yatakta inleyip dururlar. Nihayet bir gün inilti kesilir. Az çok okumuşların ve zenginlerin bildiği ismi veremdir.” (A.g.e, sayfa 108)
Ömer, Oğuz’a yazdığı mektuplarda hastaneye gideceğini, hastaneye çok iyi bir dâhiliye mütehassısı geldiğini anlatmaktadır. Artık çok yaşamak istediğini, vatanın on on beş yıl içinde bir cennet olacağını, bu güzel günleri görmek istediğini anlatmaktadır.
Allahaısmarladık Komşular…
Köyün tek atlı yaylısı Ömer’i hastaneye götürmek üzere hazırlanır. Kardeşi ve Tosun’un kollarında getirilir Ömer. Herkes onu uğurlamak için toplanmıştır;
“Kendini tutan ellerden kurtuluyor, bir dirilik ve canlılık var hastada.
– Allahaısmarladık komşular, diyor.
Hepsinin yüzünde endişe var, gözler yerde.
– Yolun açık olsun, diye mırıltı halinde bir iki ses duyuluyor.
Araba yürüyor. Ömer beraberce marş söyleyen yeğenlerinin sesini duyuyor:
“Başka bir aşk istemez
Aşkınla çarpan kalbimiz,
Ey vatan gözyaşların dinsin
Yetiştik çünkü biz.”
Romanın sonundaki olayları, kitabı bir şekilde elde edip okuyacak olanlara bırakıyorum…
Niyazi Ağırnaslı 20 Haziran 1987’de Aramızdan Ayrılıyor
20 Haziran 1987’de Ankara’da yaşamını kaybeder ve Av. Halit Çelenk, mezarı başında bir konuşma yapar: “İnsanın önce yaşadığı topluma, sonra da dünya halklarına karşı sorumlulukları var. Başka bir deyişle insan, çağından sorumludur. Bu sorumluluklar insanın ‘insan’ olmasından kaynaklanıyor. Sorumluluk insana kimi görevler de yüklüyor. Bu görevler, her şeyden önce topluma karşı görevlerdir.”
Bu sorumlulukları yerine getirip bu dünyadan ayrılmış olan insanlara saygı borcumuz var. Niyazi Ağırnaslı’yı aramızdan ayrılışının 38. Yılında bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Kaynak: (Yay. Haz. Münevver Oğan, Sebahat Bozbey), Ağırnaslı, Niyazi. Elem Kaynağı, Ertem Basın Yayın, Ankara 2007
























2 Yorum. Yeni Yorum
Sevgili Erdal Atıcı merhaba. Niyazi Ağırnaslı adını biliyordum ancak sizin anlatımınızla daha yakından tanımamız gerekir diye düşündüm.Saygıdeğer Niyazi Ağırnaslı’ya ülkemize yaptığı hizmetler için şükranlarımı sunuyorum. Size ayrıca çok teşekkür ederim. Kitabı arayıp bulup okuyacağım. Sevgiler.
Çok teşekkür ediyorum, saygıdeğer öğretmenim. Eğitim tarihimizde unutulmaya yüz tutmuş, ya da unutulmuş; çok sayıda önemli yazar, düşünür, kültür adamı var… onları yeni kuşakların tanıması için çalışmak beni çok mutlu ediyor. Saygılarımla…