İlk yazımda 1940’lı yılların eğitim ve kültür hayatına ışık tutarak başlayacağımızı belirtmiştim. Özellikle 1940’lı yıllarla başlamamızın nedenlerini, bu yıllarda devrimin ilk kuşağının yetişmiş olmasının ve bunun sonucunda pozitif bir kültür hayatımızın oluşması; ikinci olarak da Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında gerçekleştirdiği devrimci hamleler olduğunu belirtmiştim. Böylece başlangıç noktasını, bu yılların neşriyat alanında büyük bir atılım gerçekleşmesini sağlayan Tercüme Bürosu olarak belirlemiştim. Şimdi ise kırsaldaki çocuğun eğitiminde gerçekleşen devrimci bir yaklaşım modeli olan Köy Enstitülerini anlatacağım.
Cumhuriyet’in Aydınlanma Ateşi Köyleri Sarsın Diye..
1930’lu yıllara gelindiğinde Cumhuriyet, ilköğretim mecburiyetinde olan çocukların şehir ve kasabalarda %80’ini, köylerde ise ancak %26’sını okutulabilmekteydi. Cumhuriyet ile gerçekleşen eğitim atılımının kentlerde sıkışmışlığına bir çözüm aranıyordu, Cumhuriyet’in aydınlanma ateşi henüz köyleri sarmamıştı. Aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve kültürel anlamda canlandırılması gereken bir köy yaşamı vardı. İşte bu yüzden, 17 Nisan 1940’ta çıkarılan 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri, köy öğretmeni ve köylere yararlı diğer meslek erbabını yetiştirmek için açılmıştır. Köy Enstitülerinin fikirsel öncülüğünü yapan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç’tur (Dönemin İlköğretim Genel Müdürü -1935- ) ; aynı zamanda bakanlığı sırasında her türlü desteği esirgememiş olan dönemin bakanı Hasan Ali Yücel’i de bu kurumun kurucuları arasında sayabiliriz. Tabii ki her bir Köy Enstitüsünün müdürü ve dönemin İlköğretim Şube Müdürü Fert Oğuz Bayır’ı da kurumun şekillenmesinde katkı veren isimler arasında olduğunun altını çizmek isterim.
Üstte de belirttiğim gibi Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940 yılında yasalaşmıştır; yalnız bu kurumlara bir başlangıç noktası belirlemek için 1937 yılına, hatta 1936 yılına uzanmak gerekir. 1936 yılında Eğitmen Kursları açılır; Enstitülerin fikirsel anlamda şekillenmesi adına bir laboratuvar görevi görmüştür, Eğitmen Kursları.
Atatürk, Bakan Saffet Arıkan’a Türk ordusunun yetiştirdiği, binlerce er arasından zekâlarıyla öne çıkarak çavuş rütbesini almış askerlerden seçileceklerin, kısa süreli kurslarla, eğitimin hizmetinde kullanılabilecek yararlı elemanlar haline kolayca getirilebileceği önerisini sunmuş ve bakana eğitmen kursunun fikrini vermişti. Bu öneriler doğrultusunda TBMM’de 21 Haziran 1936 tarih ve 3238 Sayılı Köy Eğitmenleri Yasası kabul edildi. “ Eğitmen kursları sürerken köy okullarını bitiren öğrencilerden de köy öğretmeni yetiştirilmek üzere buralara çağrılmışlardı.”[1]

İki Farklı Uygulama: Çifteler ve Kızılçullu
1937 yılına gelince de Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığında, Köy Enstitülerinin ilk adımı, ilk aşaması olan ve deney okul diyebileceğimiz Eskişehir Mahmudiye(Çifteler) ve İzmir Kızılçullu Köy Öğretmen Okulları açılacaktı; henüz okullar konusunda doğru model zihinlerde belirmemişti. Bu yüzden iki deney merkezi belirlenmişti. Bu iki farklı model, sorunlara farklı çözümler getiren iki önemli eğitimcinin uygulamalarıydı. Birinci model Kızılçullu’da hayata geçmişti. Bu okulun düşüneni Halil Fikret Kanat iken uygulayıcısı Emin Soysal olmuştu. İkinci model ise Çifteler’de hayata geçmişti. Bu okulun düşünürü ise İsmail Hakkı Tonguç, uygulayıcısı ise Rauf İnan olmuştu. Bu iki merkezli deneysel çalışmanın sonucunda İsmail Hakkı Tonguç’un modeli seçilmiş ve bu kurum Tonguç modeli çerçevesinde kanunlaşmıştır. Şimdi bu kurumları anlatarak, ne derece fark yaratan birer eğitim kurumları olduğunu görelim:
Enstitünün Farkı Ne?
Enstitüler, büyük ama kesinlikle tel örgü ve duvar ile sınırları belirtilmemiş bir alan içerisinde kurulan okullardır. Bu okullar, köye yararlı eleman yetiştirmeyi amaçlayan, bu amacı hayata geçirirken öğrenci – öğretmen ilişkilerini demokratik bir anlayış getiren kurumlar olmuştur. Aynı zamanda bu kurumlarda öğrenciler birçok konuda yetkililerdir. Öğrencilerin eleştiri yapabilmesi ise bir kazanım olarak kabul edildiği bu kurumlarda, zamanı geldiğinde öğrencilerin eğlenceler yaptığı, sabahları spor yaparak veya halk oyunları oynayarak güne başladığı, karma eğitiminin yarattığı birliktelikle coşkulu bir eğitim şölenine dönüşen eğitim yuvalarıdır. Her öğrencinin bir müzik aleti çalmaya ve ulusal bir oyunu oynamaya; kitap okumaya ve okuduğu kitapları aynı zamanda eleştirmeye, üzerine konuşmaya, motor- makine kullanıp teknik beceri kazanmaya teşvik edildiği bu kurumlar, her öğrenciye yetecek ders aracı ve oyun alanına sahip olmuştur.
Yukarıda kabaca çerçevesini çizdiğimiz bu okulların özünde ne olduğu üzerinde duralım. Genelde Köy Enstitülerinden bahsedilirken “Köyü kalkındırma çabası” olarak anlatılmıştır. Aslına bakarsanız Enstitüler, öyle basit bir kalkınma projesi değildir. Peki, nedir?

Köyün İçeriden Canlandırılması
Aslında Köy Enstitüleri denilince aklımıza ne gelmelidir sorusunun cevabını verebilecek en yetkili kişiden, Tonguç’tan öğrenelim:
“Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki onu, hiçbir kuvvet; yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler, şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi bu demektir.” [2]
Tonguç oldukça yalın bir şekilde anlatmış, köy meselesine çözüm getirecek Enstitülerin amacı bir kalkınma değil bir canlanma işidir; Enstitüler ile öncelikle yüzyıllardır otoriteye karşı paslanan bilinçler, paslarını atacaklardır. Enstitülüler bir köylü olarak haklarını öğrenecektir; öncelikle Enstitülü birey canlanacak, köylü bilinci kazanacak, yani sınıfsal bir bilinç kazanacak; ardından bu mayayı çalıştığı köye çalacaktır. Maya tuttu mu, köylünün bilinci canlanacak ve dolayısıyla köy canlanıp uyanacaktır.
Ne yazık ki, 1946 yılında gerçekleşen bakan değişikliği sonucunda, bu kurumlara işlevsizleştirme adına ilk hamleler yapılacaktır; yalnız önce bu kurumların, Eğitmen Kursları ile birlikte 1946 yılına kadar başardıkları üzerinde duralım:
1935’ten 1947’ye 211.512 Öğrenci
“ 1935-1936 ders yılı ile 1946-1947 ders yılı başı arasında 8.675 eğitmen yetiştirilmiş, bunlar 7.090 köyde okul açmışlar ve toplam olarak 1946-1947 ders yılı başında bu okullarda okutmakta olan öğrenci sayısı 211.512 olmuştur. İstatistikler incelenirse ortalama bir hesap ile yine aynı süre içerisinde 5.542 Enstitü çıkışlı öğretmen yetiştirildiği, 1946-1947 ders yılı başında Köy Enstitülerindeki öğrenci sayısı yılda 3.000 öğretmen mezun edecek şekilde ayarlanmış olduğu 16.400 öğrenci bulduğu ve yine bu süre içinde köylerde 8.000 okul açıldığı anlaşılmaktadır. Okul yapımı işleri de yılda 3.000 köy okulu yapılmak üzere planlanmıştı. Bu duruma göre, yani tasarı uygulanabilseydi 1956’da okulsuz tek köy ve okutulamayan tek çocuk kalmayacaktı. Ayrıca aynı süre içinde, yani 1947’ye kadar Köy Enstitülerinden 521 sağlık memuru ve ebe çıkmıştır. 1956 yılında her 8-10 köye bir sağlık memuru ve ebe verilmiş olacaktı.”[3]
1946’ya kadar işleyen bu düzenin sayesinde bazı illerin henüz 1950’nin başında köyde eğitim sorunun çözeceği gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Dönemin Aydın Valisi Salim Gündoğan, Aydın Halkevleri Köycülük Şubesi’nin 1944’te gerçekleştirdiği toplantıdaki konuşmasında, Aydın ilinin köylerindeki öğretmen ihtiyacının 1950’de çözüleceğini şu sözleri ile işaret etmiştir:
“ 448 köyden 138 adedinin ilkokulu bulunduğuna göre 310 köy okulsuzdur. Vilayet ilkokullarında 291 öğretmen ve 51 eğitmen ve orta tahsil okullarında 64 öğretmen çalışmaktadır. Köy öğretmeni yetiştirmek üzere vilayetimizde halen Kızılçullu Köy Enstitüsü’nde okuyan 250 talebe vardır. Bunlardan 1944 senesinde elli mezun olacak ve 50 köy daha okula kavuşacaktır. Müteakip senelerde aynı suretle 50’şer köyde okul açılmış olacak ve bu suretle altı senede vilayetimiz çerçevesinde okulsuz köy kalmayacaktır.”[4]
Anlaşılan o ki; Köy Enstitülerini 1956’ya kadar sürdürmek mümkün olsa idi, Enstitüler, Anadolu’nun asırlardır yaşanan, kireçlenmiş sorunu olan ilköğretim davasını bitirecek ve okutulmayan tek köy çocuğu kalmamasını sağlayacaktı; yalnız 1946 yılı itibarıyla Köy Enstitüleri artık zor durumdaydı.
İlk Darbe 1946’da
Köy Enstitülerine ilk darbe bildiğiniz gibi 1946’da vurulmuştur. 1946 yılında Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel dönemin siyasi atmosferi yüzünden istifa etmek zorunda kalmıştır; yerine gelen isim ise Reşat Şemsettin Sirer olmuştur. Sirer’den beklenen, enstitülerin işleyişine çomak sokmasıdır. Kendisinden beklenen hamlesini gerçekleştirir, Enstitülerin fikirsel mimari olan İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğünden alıp Talim Terbiye Kuruluna verir; ardından kısa bir süre sonra da Tonguç’un, bu kurumla da ilişkisi kesilir ve Tonguç öğretmenliğe geri döner. Enstitüleri işlevsizleştirme çalışması sadece Tonguç üzerinden gerçekleşmemiştir. Ferit Oğuz Bayır da görevinden alınmıştır. Tabii ki işlevsizleştirme çabası bu hamleler ile sınırlı kalmamıştır; Enstitüleri kısa sürede işlevsizleştirmek için önce müdürleri sonra da okulların ilerici görülen öğretmenleri de görevden alınmıştır. Sıra öğrencilerdeydi; “ Islahatçı müdürlerin düzenledikleri sınavlarla kültür derslerinden zayıf sayılarak sınıfta bırakılan 2.000 öğrenci enstitülerden uzaklaştırılmıştır, yoksul köylü babalara ‘ tazminat ‘ davası açılmıştır. 1947’de çıkarılan 5117 ve 5129 sayılı kanunlarla köylerdeki öğretmenlerin enstitülerle bağları kesilmiştir, verilen tarım, sanat araç gereçleri geri alınarak, 100 Lira aylıklı memur durumuna getirilmişlerdir… Enstitüleri ilk bitirenler, ‘ kültür bakımından yetişmemiş’ sayılarak yetiştirme ve beyin yıkama kurslarından geçirilmişlerdir.” [5]
Hasanoğlan Kapatılıyor
1947 yılına gelindiğinde ise Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmış ve en acısı da yine bu yıl içerisinde çıkarılan genelge ile kız ve erkek öğrencileri birbirinden ayırma yolu tutulmuştu. Aynı yıl Enstitüleri işlevsizleştirme çalışmaları hızla devam etmişti:
“ 20.05.1947 genelgesiyle, ‘ serbest okuma’ lar güdüm altına alınmıştır. Enstitü kitaplıkları komisyonlarca taranmış, kimi bakanlık klasikleri yakılmıştır. Enstitülerde çalışan Yüksek Kısım çıkışlı öğretmenler, buralardan uzaklaştırılmak amacıyla toptan askere alınmış ( Mayıs 1947). Dönem sonunda evvelce verilmiş ‘ listeler’e göre 22 kişi çavuş çıkarılmıştır.”[6]
1948’de ise Enstitülerin programı değiştirilerek, 1946’da başlayan işlevsizleştirme işlemi sona aşamaya ulaştırılmıştı. Artık Enstitülerde tarımsal faaliyetler neredeyse durdurulmuştu. Yetiştirilen ürün miktarı 1947’den itibaren düşmüştü. Artık enstrümanlı günler ise yavaş yavaş geride kalmıştı. Üreten ve yaratan nesilden rahatsızlık duyulduğu için; yapı derslerinde öğrenciler tarafından üretilen ürün, gün içinde yıkılmıştı. Araştıran, öğrendiklerini yaşam içinde uygulamaya geçiren bir eğitim modelinden, öğretmen merkezli, not ile tehdit edilen, temrine ağırlık veren ve ezber ağırlıklı bir eğitim modeline geçilmişti. Enstitüler, Tonguç’un deyişiyle artık “klasik okul- klasik eğitime” dönüşmüştü.
1946 yılı öncesi, “Enstitüler bir komünist yuvasıdır, kızlar tuvalet kapılarının önünde çocuk düşürüyordur…” vb. birçok mesnetsiz iddialar ile yıpratılan Enstitüler, 1946 yılında yediği büyük darbe sonucunda işlevsizleştirilmiş, 1954 yılında ise kapatılmıştı. Peki, neden kapatılmıştı?
Çünkü Enstitüler, iş içinde öğrenmekti, emekti, sanattı, okumaktı, edebiyattı, spordu, imeceydi, özgürleşmekti, öğrenmekti, öğretmekti, sağaltmaktı, tarımdı, çorak toprağın yeşermesiydi, köyü canlandırmaktı, cehalete açılan bir savaştı, demokrasiydi, ulus olmaktı, karma eğitimdi, aydınlanmaydı, İnsanın insanı sömürmemesiydi ( Tonguç’un tüm okul müfredatlarına koymak istediği dersin adıydı), cumhuriyetti…
Daha da kısa ifade edersek, Anadolu’nun çorak topraklarında yeni filizler yeşeriyordur, bir halk uyanıyordur. İşte karanlık güçleri rahatsız eden, bu gerçektir.
Mahmut Makal, Köy Enstitüleri ya da Deli Mehmet’in Türküleri, 3. Basım, Güldikeni Yayınları, Ankara, 2001, s: 17
İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, Ankara,1. Basım, Remzi Kitabevi, 1939, s:88
Şerif Tekben, Neden Köy Enstitüleri, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı Gençlik Yayınları, İstanbul, 1962, s:32-33
Köycülük ve Köy Davası Hakkında Bir Etüt, Aydın Valisi: Salim Gündoğdu, Aydın Halkevi Neşriyatından, CHP Basımevi Raif Aydoğdu, 1944, s:53
Mehmet Başaran, Özgürleşme Eylemi Köy Enstitüleri, 3. Basım, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2003, s:102
a.g.e, s:102-103
























1 Yorum. Yeni Yorum
Akılda soru işareti bırakmadan kaleme alınan ve akıcı bir şekilde ilerleyen, gayet açıklayıcı ve kapsamlı bir yazı olmuş. Yazarın eline , emeğine sağlık 😊