11 Ekim 1999’da yitirdiğimiz Fakir Baykurt; köy enstitülerinde yetişmiş diğer yazarlar gibi, iyi bir öğretmen, iyi bir yazar, iyi bir öğretmen örgütçüsüydü.
Baykurt, 1929’da yoksul bir Anadolu köyünde: Burdur / Yeşilova / Akçaköy’de doğdu. Babası ölünce anası 6 çocukla ortada kalmıştı. “Dikenlerin arasından çıkıp gelmiş bir yazarım ben. Yüzyıllarca karanlık bırakılmış köylerin birinden, Akçaköy’denim. Ailem yoksuldu. Kır bayır kırk iki dönüm toprağımız vardı. Anam, babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten açılan ilkokul yalnız üç sınıflıydı. Evimizde bir tek kitap yoktu. Cumhuriyet beni götürdü, açtığı köy enstitüsünde eğitti, öğretmen yaptı; elime kalem verdi yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum yokluktan geliyorum.”(1)
Kaynak: Eğitim-İş
Enstitüler Olmasaydı
Peki, köy enstitüleri olmasaydı Fakir Baykurt ne olacaktı: “Babam ölünce, dayım Nazilli’nin Burhaniye köyüne götürdü beni. Bir kalbur çocukla anam nasıl baş etsin? Dayım bakıp büyütecek, okutacaktı, ama sözünde durmadı, belki duramadı. Dokumacılık yapıyordu ben masur sarıyordum. Dağdan kaçak kereste indiriyordu. Ben eşeğe bakıyordum. Bir kanal açıp Menderes’ten su bölmeye çalışan mühendislere Buldan’ın Baştatlı Pınarından su taşıyorduk. Mühendislerin yaşamına imreniyordum. Düşündüm, okuyarak yaşamımı yükseltebilirim. Dayımı askere aldılar; üzerimdeki baskı kalktı; fırlayıp Akçaköy’e geldim. İlkokula yeniden başladım, hem de bitirdim. Gerçekten yer demir, gök bakırdı halimiz; ulaşabileceğimiz yerde bir okul yoktu. Enstitü bana al atlı Hızır gibi yetişti. Orada kendimi buldum.” (2)
Yazarlığa Giden Yol
Baykurt, Gönen Köy Enstitüsü’nde “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için” ilkesiyle eğitim gördü. Hem genel kültür derslerini aldı, hem de bahçe ziraatı, yapıcılık, marangozluk, demircilik gibi zanaatları öğrendi. Bu arada enstitü kitaplığının yönetimine getirildi. Türk ve dünya edebiyatının belli başlı yapıtlarını okudu. Dergileri izledi ve edebiyat alanında kendini geliştirdi. Daha öğrenciyken dergilerde şiirleri yayınlanmaya başladı.
Köy Enstitüsü kişiliğimi bulmama, okuma yazmada gelişmeme yardım etti. Türkçe öğretmenimiz beni enstitü kitaplığında görevlendirdi. Orhan Veli ile arkadaşlarının çıkışını dergi dermelerinden, gazetelerden izledim. Çivrilli bir arkadaşımın öğretmen ağabeyinin kitaplarından Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi tanıma fırsatı buldum. Öbür Türk ve dünya yazarlarını okumaya da enstitüde geçtim. Köy öğretmenliği yıllarımda postayla kitap, dergi getirterek okumayı sürdürdüm. Dünya klasiklerinin çoğunu o dönemde okudum. En sevdiğim yazarlar Cervantes, Gorki, Israti oldu. Evliya Çelebi’yi, Silahtar Mehmet Ağa’yı okuyup sevdim. Erskine Caldwell, Hemingway, Gogol ve Çehov’u da çok sevdim. Sait Faik’e, Halikarnas Balıkçısı’na, Samim Kocagöz’e hayran oldum…”(3)
Köy Enstitülerinde üzerinde en çok durulan, olmazsa olmaz olarak düşünülen konulardan biri öğrencilerde okuma alışkanlığı kazandırılmasıydı. Bu alışkanlığın pek çok konuda anahtar olacağı düşünülmüştü. Okuma alışkanlığı edinmenin kişinin kendisini yaşam boyu yetiştirmesinde etkin bir araç olduğu bilinmektedir. Kişi okuma alışkanlığı sonucu değişik kişilerle ilişki kurar, onların fikirlerini öğrenir, o fikirleri tartışır hale gelir; bu da ilerlemeyi, gelişmeyi sağlar…
Okuma alışkanlığı köye gidecek öğretmen için ayrı önem taşıyordu. 1930’lu 1940’lı yıllarda köylerde hiçbir iletişim aracı olmadığı gibi, okuryazar da neredeyse yok denecek kadar azdı. Öğretmenin kendisini geliştirebilmek için izleyeceği tek yol kitap okumaktı. Okuma alışkanlığı olmayan öğretmenin bir süre sonra bildiklerini unutacağı, yeni bilgileri, gelişmeleri öğrenemeyeceği açık bir gerçekti. Köy enstitülerinde köye giden öğretmene demirbaş olarak çok sayıda kitap da verilirdi. Köy enstitülerinde serbest okuma notla değerlendirilir, sınıf geçmede dikkate alınırdı. Okumalarda sınırlama yoktu. Köy enstitülerinde öğretilen ders ve iş konularını aydınlatmaya, genişletmeye yarayacak her türlü parça üzerine çalışılabilir, şiir, öykü, roman okunabilirdi. Ancak öğrencilerin yaşı ve sınıfı her zaman göz önüne alınmıştır. Kitap okuma saatlerinde sınıfça kümece okumalar yapıldığı gibi bireysel okuma da yapılabilirdi…
Baykurt, enstitülerin yozlaştırıldığı bir dönemde kendisine uygulanan baskı ve her türlü engellemeye rağmen enstitüyü bitirip Burdur’un Kavacık köyüne öğretmen olarak atandı. Yazın tutkusunu sürdürdü.
Kaynak: neokuyorum.com
Neden Yazar Oldu?
Daha, Gönen Köy Enstitüsü’nde yazın ürünleri veren Fakir Baykurt neden yazmaya yöneldiniz, sorusunu şu şekilde yanıtlıyor:
Okumak insanı değiştiriyor. Kitaplar göz açıyor. Ben de okudukça dünyada ardına düşülecek değerli amaçlar olduğunu sezdim. Köy gezileri de yapıyordum. Halkın durumu özellikle köylerde kötüydü. Köyde yaşam çağ gerisiydi. Yoksulluk gerilik büyüktü. Aydınlar üzerinde baskılar ağırdı. Ama yoksullar üzerindeki baskı daha ağırdı. Uslu uslu oturmak olmaz, insan buna yazarak karşı çıkmalıydı. Çığlık atmalı, haksız düzeni protesto etmeliydi. Biliyordum böyle şairler, yazarlar hemen mimlenir. Nitekim ben de hemen mimlendim. Yılmak olmazdı. Ne pahasına olursa olsun safımı seçmeli, kalemimle savaşıma katılmalıydım…” (4)
Baykurt bir yandan öğretmenlik mesleğini sürdürürken, diğer yandan öykü ve roman yazıyordu. 1958 yılında “Yılanların Öcü” adlı yapıtıyla yazın alanında tam bir patlama yaptı. Yapıt Yunus Nadi Roman Ödülünü aldı. Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi. Sonra diğer yapıtlar geldi ardı ardına…
Fakir Baykurt’tan Bize Kalıt
Fakir Baykurt gibi büyük bir yazardan biz okuyucularına, dostlarına, mücadele ve yazın arkadaşlarına kalan kalıt üç başlıkta değerlendirilebilir.
Birincisi doğaldır ki yazarlığı ve yapıtları
İkincisi öğretmenlik mesleğiyle ilgili yapıt ve sözleri
Üçüncüsü bir öğretmen örgütçüsü olarak mücadelesi
Fakir Baykurt, yazarlığı kadar, büyük bir öğretmen ve öğretmen örgütçüsüdür. Baykurt en çok da öğretmenliği ile övünür.
“Kimileri: ‘Bir daha gelsen yine aynını yapardım!’demeyi sever. Yinelemek anlamında değil, ben de aynını söyleyeceğim. “Elbet gene öğretmen olurdum. Elbet gene yazar olurdum. Elbet gene sosyalist olurdum.” (5)
Kaynak: Eğitim-İş
Öğretmen Örgütçüsü Olarak Mücadelesi
Baykurt, birçok yazısında, konuşmasında; öğretmenlerin görevinin öğrencilere yalnızca ABC öğretmek olmadığını, onları yararlı bir yurttaş olarak yetiştirmenin yanında yurt sorunlarına ve yoksul halkın sorunlarına duyarsız kalamayacaklarını anlatır. Öğretmenlerin egemen güçler karşısında ancak örgütlenerek başı dik, onurlu bir duruş sergileyebileceklerini çok iyi bilmektedir. Bu düşüncesi onu ve arkadaşlarını Türkiye Öğretmenler Sendikası’nı (TÖS) kurmaya yöneltir. TÖS kurucu genel başkanı olur. Daha sonra yapılan seçimlerde de bu görevini sürdürür. TÖS, yaptığı büyük eylemlerle, uyarıcı yayınlarla eğitim tarihimizde saygı ile anılmaktadır. TÖS, ülkenin ve halkın sorunlarının gündeme taşınması ve tartışılması için büyük mücadeleler vermiştir.
Fakir Baykurt öğretmenleri çok sever. “Bir TÖS Vardı” adlı yapıtında; öğretmenlere şöyle seslenir.
Öğretmenler: halkından umudunu kesmeden, üçe, beşe bölünmeden, halkıyla, birbiriyle el ele yürümeli; şu kırlı, şu köylü, şu varsıl, şu yoksul ayırmadan, halkına can vermeli, ruh vermelidir. Ne olursa olsun, başına taş yağsa da, kula kul olmayıp, kulluk eğitiminin uşağı olmayıp, doğru dürüst yurttaşlık eğitimi vermelidir.” (6)
Peki, egemen güçler halkın eğitilmesini, aydınlanmasını, bilinçlenmesini istemiyorlarsa halkı uyandırma görevi kimindir? Baykurt bu görevin öğretmenlerin olduğunu gerekçesiyle söyle açıklıyor:
Öğretmenler ki, bugün sayıları 120 binden fazladır. Dağda, taşta, köyde, kentte onlar vardır. Yedikleri ekmeğin, içtikleri sigaranın, giydikleri gömleğin parasını halk vermektedir. Öğretmenler, egemen sınıfın emir kulu, ya da yönetici tabakaların çocuk avutucuları değildirler. Öğretmenler köylüler dâhil, bütün bir ulusun öğretmenidirler. Öğretmenler, eğitim plan ve programlarını sadece egemen sınıfların çıkarlarına uygun olarak yapılmasına ve yürütülmesine artık dur demelidir. Suya sabuna dokunmayan, halkın işine yaramayan bilgilerle öğrencilerin kafasını şişirmekten vazgeçip halkın, köylü ve işçinin, yani bütün toplumun, bütün ülkenin ihtiyaç duyduğu bilgileri, beceri ve alışkanlıkları kazandırmanın gerekli devrimci tavırları yaratma yolunu bulmalıdır.” (7)
TÖS; Devrimci Eğitim Şura’sı toplar. Devrimci Eğitim Şurası’nda Baykurt’un Atatürk’e seslenişi ülkenin içinde bulunduğu koşullara karşı ülkemiz öğretmenlerinin nasıl direndiğini de gösterir; “Sevgili Atatürk Türkiye’mizin öğretmenleri bugün Devrimci Eğitim Şurasını topladılar. Ülkemizin pek çok işi gibi hala eğitimi de çıkmaz içindedir. Senin gösterdiğin mutlu amaçlardan çok uzaklarda bocalıyoruz. Borçlu, yoksul ve geri kalmış olarak yabancılardan fayda umuyoruz. Biz öğretmenler buna asla razı değiliz. Bugün çocuk ana babaları Şuramıza yolladıkları bir telde “fakirlere uygun yol bulun” diye konuşuyorlar. Bu yol senin devrimci yolundur. Senin ışıklı yolundayız. Devrimci çıkar yollar bulup görevimizi yapacağız, sana saygılar.” (8)
TÖS 1969 yılında, öğretmenlerin sorunlarına dikkat çekmek için Ankara’da “Büyük Öğretmen Yürüyüşü”nü gerçekleştirir. Yine 4 gün süren ve öğretmenlerin tamamına yakının katıldığı “Büyük Öğretmen Boykotu”nu gerçekleştirir.
Öğretmenlerin örgütlü direnci karşısında şaşkına dönen siyasal iktidar TÖS üzerindeki baskıları gün geçtikçe arttırır. Önce Kayseri Alemdar Sineması’nda Fakir Baykurt’un da içinde bulunduğu öğretmenleri topluca yakmaya çalışırlar. Bu gerçekleştirilemeyince, 12 Mart’tan sonra Sendika kapatılır ve Fakir Baykurt tutuklanır. TÖS’lü öğretmenler oradan oraya sürülür, kimi faşist saldırılarda öldürülür. Bir süre sonra TÖS üyesi öğretmenler TÖBDER’i kurarlar ve mücadeleye devam ederler…
Almanya’daki Çalışmaları ve Ölümü
Baykurt, 1979 yılında göçmen işçilerimizin yaşamına yakından tanık olmak ve gördüklerini yazabilmek amacıyla Almanya’ya gider. Orada işçilerin yaşamını, onların bitip tükenmeyen çilelerini yazar…
O bütün yaşamı boyunca ezilen halkın yanındadır. Yine öz yaşamının 7. kitabı “Sıladan Uzakta” da son sözlerini yazar adeta; “… Türkiye gerçekten güzel ama parası olana, dayısı olana…” “Bu cennet üstünde halkın yaşamı haksız derecede çirkindir. Baskı, yoksulluk, sefillik, işkence, yargısız öldürmeler bu cennetin üstüne cehennem gibi çökmüştür. Halkım; yüzyıllardır çektiği acılarla mutluluğu çoktan hak etti. Çileden, yoksulluktan öğrenme diye de bir yöntem var; bu öğrenmenin mutluluğunu kan emicilerin elinden çekip alacak günlerin fazla uzak olmadığını düşünüyorum.”
“Kalem, çok eski zamanlardan beri savaşım aracıdır. Yazmak savaşımdır. Bütün savaşımlar gibi zordur. Çok rizikoludur. Kapatıldığı zindanda neredeyse çeyrek yüzyıldır yatan Nelson Mandela’yı düşünün. Sanatçının yaşamıyla yapıtı arasında ilişki kesin. Politik düşüncelerinden, çalışmalarından ötürü değil sadece, aynı zamanda şiirlerinden ötürü yatıyor Mandela. Nazım Hikmet öyle değil mi? Kırk bir yaşında başı taşlarla ezilen Sabahattin Ali de yapıtları yüzünden uğradı bu acı sona. Yılmaz Güney yapıtları yüzünden erkenden gurbetlerde noktaladı yaşamını. Namık Kemal Osmanlının saltanatını sarsan o şiirleri, o alabildiğine etkili tiyatro yapıtını yazmasaydı, ne sürgünlere yollanır, ne de zindanlara atılırdı. Nesimi’nin, Pir Sultan’ın çilesi de yapıtlarındandı daha çok.” (9)
Fakir Baykurt’un son çalışması; eşeklerine kitap yükleyerek köylere kitap götüren Mustafa Güzelgöz’ün yaşamını anlattığı “Eşekli Kütüphaneci” adlı yapıtıdır.
Baykurt, 11 Ekim 1999’da Almanya’da yaşamını yitirdiğinde geride; iyi bir öğretmen örgütçülüğü geleneği, onlarca roman ve öykü kitabıyla, 7 ciltlik öz yaşam öyküsü ve bir de şiir kitabı bıraktı…
Bugün, öğretmenler olarak, esen rüzgârlara karşı eğilmeden, bükülmeden mücadele edebiliyorsak; parasız, laik, bilimsel ve demokratik eğitim mücadelesini sürdürebiliyorsak, ülkemize yönelen tehlikelere karşı kalemimizle ve sesimizle halkımızı uyarma görevini yerine getirebiliyorsak; bunda Fakir Baykurt ve onun gibi aydınlanmacı, yurtsever yazarların büyük etkisi vardır.
Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun olan Erdal Atıcı halen Çankaya 50. Yıl Şehit Uhud Kadir Işık Anadolu Lisesinde öğretmendir. 2005 – 2015 yılları arasında TBMM’de Milletvekili Danışmanlığı yaptı. Eğitim, sanat, tarım konularında yazıları gazete ve dergilerde; öykü ve denemeleri sanat ve edebiyat dergilerinde yayınlanmaya devam ediyor. 2007 yılından bu yana Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı olan Erdal Atıcı’nın yayınlanmış yapıtları şunlardır: Ortacalı Yıllar, O karlı Kış Gecesi, Aydınlanma Ateşini Yakanlar 1, 2 ve 3, Güvercinler, TBMM Bütçe Görüşmelerinde ve Şura Toplantılarında Köy Enstitüleri, Köy Enstitüleri ve Edebiyat, Evimizin Duvarlar, Bir Uzun Gece, Köy Enstitülerine Saldırılar Tarihi. Öykü ve denemeleri çeşitli ödüller alan Erdal Atıcı 24 Kasım 2014 tarihinde Anadolu Eğitim Sen tarafından, eğitim ve edebiyat alanındaki çalışmalarından dolayı “Başöğretmenlik Onur Ödülü”ne layık görüldü.