“Altın! Sarı, pırıl pırıl, halis altın! Yok Tanrılar…
Şu kadarı yeter bunun çevirmeye karayı aka; eğriyi doğruya,
Kötüyü iyiye; soysuzu soyluya; kocamışı gence; yüreksizi yiğide.
(Shakespeare’in Atinalı Timon eserinden alıntılayan Marx, 1844 El Yazmaları, 2017: 148)
Son yıllarda Türkiye’de sahte diploma, sahte not, sahte ehliyet ve sahte vatandaşlık gibi uygulamaların giderek yaygınlaştığına tanıklık ediyoruz. Aslında bu tür olaylar yeni değil; örneğin, 1980’lerin sonunda bir öğretim üyesi tarafından sahte diploma olaylarının varlığı dile getirilmişti. (1) Bu durumun kökeninin daha da eskiye dayanıyor olabileceğini söylemek mümkün. Ancak günümüzde bu tür sahtekarlıklar daha örgütlü, sistematik, aleni ve yaygın bir karakter kazanmıştır. Sosyal medyada açıkça ilan edilen, sıradan bir ticari etkinlik gibi görünen bu faaliyetler, hakikat sonrası dönemin en çarpıcı örneklerinden biridir. Artık insanlar iyi ve nitelikli olana imrenmek ya da bunun için çabalamak yerine, ona doğrudan sahip olmayı arzuluyor ve bu uğurda sahtekarlığa başvurmaktan çekinmiyorlar. Her toplumsal değişim döneminin ortaya çıkardığı bir insan tipi vardır. Bu dönemin hakim insan tipini de haset duygusunu yenemeyen, her şeye tamah eden ve bu uğurda sahtekarlık yollarını tercih eden bir tip olarak tasvir ediyorum.
Türkiye’deki toplumsal ve siyasal sistem kuralsızlığı, keyfiliği, sorumsuzluğu ve cezasızlığı yaygınlaştırarak ve derinleştirerek iyi ve nitelikli olup olmadığına bakılmaksızın birçok şeye haset yaratmakta ve hasetli insanların yıkıcı arzularını gerçekleştirmelerine olanak tanımaktadır. Melanie Klein’ın tanımına göre “Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur; hasetli itki, o istenen şeyi sahibinden çekip almaya ya da bozmaya, kirletmeye yönelir.” (1999: 23). Hasetin temel özelliği yıkıcı, bozucu, kirletici ve değersizleştirici olmasıdır. Haset, mutsuzluk, sevgisizlik, tatminsizlik, açgözlülük, iflah olmaz bir nefret ve dinmeyen bir yoksunluk kaynağıdır. Hasetli kişi kendinde olmayana veya elindekinin daha fazlasına, hak edip etmediğini dert etmeden, hiçbir emek göstermeden -taş atıp kolu yorulmadan- sahip olması gerektiğini düşünür. LGS veya YKS birincilikleri, Türkiye’nin yüksek puanla girilen üniversitelerinin hukuk veya mühendislik fakültelerinden alınacak diploma teklif edilirse, kim buna hayır diyebilir? Artık o da az sayıda insanın ulaştığı haset nesnesine sahip olacaktır. Üniversite diploması veya LGS veya YKS’de birinci olmak değer verilen ve arzu duyulan bir şeydir. Hasetli kişi, bir taraftan bunlara değerli olduğu için sahip olmak istiyor, diğer taraftan da onları değerli yapan emeği göz ardı ederek parayla satın alınabilecek metaya dönüştürüp değersizleştiriyor. Böylece değersizleştirilen nesne, haset duyulacak bir nesne olmaktan çıkıyor (Klein, 1999: 65). Bu durum bitimsiz bir arzu ve sahip olma döngüsüne dönüşerek emeği ve onunla bağlantılı dürüstlük, onur gibi birçok değeri boşa çıkarmaktır; çalışan, emek gösteren, yaptığı işe özenen, dürüst ve onurlu bir hayat sürmeye çalışan insanları değersizleştirmektir. Hasetli insan illaki yeteneksiz biri olduğu için tamahkarlığı nedeniyle sahtekarlığa başvurur, fakat yetenekli ve zeki insanlar da bu yola başvurur. Eğer yetenek ve zekâ, yaratıcılık, kendine güven, dinginlik ve hepsinden önemlisi ahlak ile beslenmemişse, daha fazlasına duyulan tamahkarlık sahtekarlık yolunun tutulmasına neden olur.
Karl Marx “1844 El Yazmaları”nda paraya olan tamahı anlatır:
“Para yoluyla elde edeceğim şey, satın alabildiğim, yani paranın bana satın alabildiği şey, paranın sahibi olarak, ben kendimim. Gücüm, paranın gücü kadar büyük. Paranın nitelikleri para sahibi olarak benim niteliklerim ve potansiyelimdir. Ne olduğum ve ne yapabileceğim, bu durumda, benim bireyselliğim tarafından belirlenmiş olmuyor…Ben kötü, namussuz, her türlü alçaklığı yapabilecek, kafasız bir adamım, ama saygı gösterilir paraya -dolayısıyla sahibine de…Ben ki, para sayesinde, insan yüreğinin isteyebileceği her şeyi yapabilirim…(2017: 150).
“Para, insanlığın yabancılaşmış yeteneğidir. Bir insan olarak yapamadığımı, yani bütün bireysel yetilerimin başaramadığı şeyi, para sayesinde yapabilirim. Onun için para bu yetilerimin her birini aslında olmadığı bir şey yapar, yani onu karşıtına dönüştürür.” (2017: 151).
Marx bu satırlarda burjuva toplumunda paranın, kişinin bütün yeteneksizliklerini ve kusurlarını karşıtlarına dönüştürme gücünü eleştirir ve dünyayı ve diğer insanları gerçekten hissetmek ve yeteneklerimizi geliştirmek için parayla satın almak yerine emek göstermek ve sahici olmak gerektiğini söyler:
“İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle, vb. değiştirebilirsiniz. Sanatın tadına varmak istiyorsanız, sanat kültürü almış biri olmalısınız; başkalarını etkilemek istiyorsanız, başkalarını gerçekten canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız. İnsanla -ve doğayla- ilişkilerinizin her biri, gerçek bireysel hayatınızın belirli bir şekilde kendini göstermesi olmalı, istemimizin nesnesine uymalıdır.” (2017: 152-153).
Marx’ın ifadelerini diploma sahtekarlığını açıklamada kullanırsak, diploma satın almanın o kişileri eğitimli insan yapmayacağını, hayatlarını yaşama şekillerinin eğitimli biri olmanın somut bir göstergesi olamayacağını söyleyebilirim. Legal yollarla diploma sahibi olmanın da o kişileri doğrudan eğitimli insan yapamayacağı gerçeğini aklımızın bir kenarında tutarak, şimdilik sahte diploma sahibi olanlara odaklanarak şu soruyu sorabiliriz: “eğitimli insan olmak kimin umurunda?”. Marx yukarıdaki satırlarda sahici olmak isteyen insanların varlığını kabul ederek sahicilikten bahsediyor. Bugün sahici olmak gerektiğini kaç kişi düşünüyor ya da diploma sahtekarlığına bulaşmış kaç insan sahiciliği dert ediyor? Medyadan takip ettiğim kadarıyla nedamet getireni daha duymadım.
Luke Russell, “Kötülük” adlı kitabında, sıradan insanların kabul etmek isteyeceğimizden daha fazla kötülük yapma kapasitesine sahip olduğunu iddia ediyor. Fakat ona göre bu durum sıradan insanların kötü olarak adlandırılması için yeterli değildir. Kötü eylemde bulunmaya kuvvetli yatkınlık duyulması, kötülük yapacak durumların aranması, en ufak bir kışkırtmada kötülük yapılması ve yatkınlığın değiştirilemeyecek olması gibi unsurlar dikkate alınmalıdır. Bu sahtecilik olayına baktığımızda örgütlü bir durum olduğunu anlıyoruz: Devlet kurumlarının içinden insanlar, suç kaydı olan insanlar ve sahtekarlığa meyilli bir kesim insan. Yasal, siyasal ve toplumsal sistemin unsurları dönemin özel koşullarında bir araya gelerek kötülük şebekesini oluşturmuştur. Yapısal koşullarla kişilerin sosyo-psikolojik koşullarını bir arada düşünmek lazım. Her ne kadar Melanie Klein hasetin doğuştan gelen bir temeli olduğunu iddia etse de insan varlığının doğuştan ne getirip ne getirmediğinin bilinemeyeceğini düşünüyorum. Doğuştan getirildiği düşünülen şeyler geniş tarihsel süreçte ve içinde yaşanılan toplumsal koşullarda insanların başına gelenlerle ve onlara verdikleri tepkilerle şekillenir. Örneğin haset duygusu, doğuştan getirilmemiş olsa dahi kişilerin içine doğdukları aileden daha geniş toplumsal çevrelere kadar öğrendikleri, gördükleri, bilincine kazıdıkları ile oluşur, değiştirilemeyen veya değiştirilmesi zor olan kalıcı bir yatkınlığa dönüşür. Fakat kalıcı yatkınlıklar, -eğer bir psikopattan bahsetmiyorsak- onları tetikleyecek, açığa çıkartacak ve uygulamaya koyulmasını teşvik edecek örgütlü bir yapı olmadığında kötülüğe dönüşmeyebilir. Diploma çetesi örneğinde olduğu gibi bütün koşullar bir araya gelerek kötülük oluşmuştur.
Bitirirken: Kimse Durdurulamaz Değildir!
Ahlaki olmayan bir durumun, anlayışın ve işin uzağında durmayı nasıl becereceğiz? Etrafımızda ahlaki olmayan eylemlerine şahit olduğumuz kişilerle birlikte yaşıyor, hayat sürüyor ve iş yapabiliyoruz. Russell, grup içinde insanların herhangi bir otorite olmasa bile uyumlu davranmaya yatkın olduğunu söylüyor. Ona göre, “otoritenin ve birlikte davranan grupların karşısında irademiz telaş yaratacak kadar zayıflar. Kötülük yapmaktan kaçınmak istiyorsak bu tip durumlarda kendi davranışlarımız konusunda daha tetikte olmalıyız. Sesimizi yükseltmeye ve çizginin dışına çıkmaya daha fazla gönüllü olmamız gerekir.” (2024: 108). Otoriteye karşı çıkmak mümkündür, asıl mümkün olmayan hiç karşı çıkılmayan otoritedir.
The Good Nurse adlı bir Netflix serisi, bir erkek hemşirenin herkesin gözü önünde nasıl bir seri katile dönüştüğünün hikayesini anlatır. Yoğun bakım servisinde hastaların açıklanamayan bir şekilde ölümlerine şahit olan bir kadın hemşire, zaman geçtikçe erkek hemşirenin tavırlarından şüphelenir. Polisle iş birliği yaparak erkek hemşireyi tutuklatır ama erkek hemşire konuşmaz. Kadın onunla samimi bir sohbete girerek itiraf ettirir. Ona neden diye sorar. O da “beni kimse durdurmadı” diyerek cevap verir. Erkek hemşire, 29 hastanın cinayeti nedeniyle 18 kez müebbet hapis cezasına çarptırılır ancak gerçek sayının 400 kadar olduğu düşünülür. Erkek hemşire son çalıştığı hastaneye gelene kadar şüpheli davranışlarından dolayı çalıştığı hastaneler tarafından işten çıkarılmış ama hiçbirinde yöneticiler şüphelerinin üstüne gidip araştırma yapmamışlar. Sadece fark ettikleri anda ondan kurtulmak istemişler. Herkesin sustuğu ve sorumluluk almaktan kaçındığı durumda katil kendisini durdurulamaz hissetmiştir.
Toplumun kötülükte birleşen iflah olmaz bir kesimi, toplumsal yapıda ve yönetim anlayışında ciddi bir değişiklik olmadığı müddetçe bireysel kazançlar peşinde koşmaya, tamahkarlığa ve sahtekarlığa devam edecektir. Bu durumda artık bize dokunmayan yılan bin yaşasın diyemeyiz, çünkü yılanlar arttı, boynumuza dahi dolandılar ve bizi nefessiz bırakıyorlar.
Kaynakça
Klein, Melanie (1999). Haset ve Şükran, Çev. Orhan Koçak, Yavuz Erten, İstanbul, Metis Yay.
Marx, Karl (2017). 1844 El Yazmaları, Çev. Murat Belge, İstanbul, Birikim Yay.
Russell, Luke (2024). Kötülük, Çev. Bülent O. Doğan, İstanbul, İş Bankası Yay.
[1] https://www.odatv.com/guncel/necip-hablemitoglunun-ortaya-cikardiklari-sahte-diplomanin-kokleri-80lere-uzaniyor-120109603