Proje okullarını, bu okullarda yaşanan öğretmen kıyımını ve nedenlerini geçen haftanın gündemi içerisinde değerlendirmiştik. Proje okullarında çalışan binlerce öğretmen 8 Nisan akşamında görev sürelerinin uzatılmadığını öğrendi; aynı okulda çalışan öğretmenlerden bir bölümünün görev süresi uzatılırken bir bölümünün uzatılmadı. Görev süresi uzatılmayan öğretmenler uzatılmama nedenini, görev süresi uzatılan öğretmenler de uzatılma nedenine dair somut bilgiye halen sahip değiller.
Aradan 10 günden fazla zaman geçmiş olmasına, konunun kamuoyunda oldukça yoğun tartışılmasına ve pek çok proje okulunda öğrencilerin, velilerin ve mezunların kitlesel tepkiler vermesine rağmen MEB bu kararların nasıl ve kimler tarafından alındığını açıklayamadı; görev süresi uzatılan, uzatılmayan ve görev süresi uzatılmayan öğretmenlerin yerine kimlerin atandığına dair bir bilgiye aradan geçen bu zaman içerisinde ulaşamadık.
Yaşanan öğretmen kıyımına karşı yoğun ve kitlesel tepkilerden sonra kamu yöneticilerinden, tatmin edici olmasa da, açıklamalar geldi. Milli Eğitim Bakanı, proje okullarında 38 bin öğretmenin görev süresi dolduğu için uzatma başvurusu yaptığını ve bunların %20’sinin yani 6 bin civarında öğretmenin görev süresinin uzatılmadığını ifade etti. Sayının toplam içerisindeki oranının yapılan adaletsizliği meşru göstereceğini düşünülerek yapılan bu açıklama dolaylı olarak yapılan yanlışlığı kabullenmeyi içermektedir.
Milli Eğitim Bakanı, sadece sayıları vererek yapılan öğretmen kıyımını meşrulaştıramayınca bazı öğretmenlerin bu okullarda 40 yıldır çalıştığını, bu okullarda çalışmanın diğer öğretmenlerin de hakları olduğunu ifade ederek yapılan adaletsizliği savunmaya çalıştı; Milli Eğitim Bakanı, ne yapılan öğretmen kıyımının nedenlerini ne de hangi ölçülere göre yapıldığını açıklamadı.
Yöneticilerin yaptığı açıklamalara bakıldığında eleştirilerin anlaşılmadığını ya da anlaşılmak istenmediğini görmekteyiz. Eleştiriler ve karşı çıkışlar çok açık: kamuya ait olan proje okulları kimsenin özel işletmesi değil, kamuya ait olan kurumlar. Bu nedenle her idari işlemde olduğu gibi, bu kurumlara dönük idari kararlarda da “kamusal fayda ve hizmetin gereği” olma özelliklerini aramak durumundayız. Öğretmenlerin kıyımını anlaşılabilir ve kabul edilebilir hale getirecek tek bir gerekçe ortada yokken ve öğretmen kıyımının sorumluları yaptıkları bu hukuksuz işlemi açıklayamıyorken ortada kamusal fayda olmadığı açıktır. Yapılan ve yapılmayan atamaların hizmetin gereği de olmadığını tek tek örneklere baktığımızda kolaylıkla görmekteyiz.
Her ne kadar MEB yetkilileri yapılan ve yapılmayan atamaların nedenlerini açıklayamasa da sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda iktidarın politikalarına muhalefet eden sendikaların üyeleri olan öğretmenlerin görev sürelerinin uzatılmadığını görmekteyiz. Sadece bu durum bile yaşanan öğretmen kıyımının adaletsizliğini ve hukuksuzluğunu açık etmektedir.
Proje okulları kamu kurumlarıdır, kimsenin özel işletmesi değildir. Halkın vergileri ile yaşamlarını sürdüren bu kurumların kapılarını bazı öğretmenlere kapatmak veya açmak kabul edilebilir bir durum değildir. Yöneticilerin tasarrufu ile binlerce öğretmenin bu okullarla ilişkilerinin kesilecek olması aynı zamanda da bu kurumların kamu kurumu olma özelliğini ortadan kaldırır ki bu durum kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle de, proje okullarında yaşanan öğretmen kıyımına karşı durmak geleceğimizi ve kamuyu savunmak demektir.
MEB Mülakat Yanlışını Kabul Etti
Mülakat mağduru öğretmenler mücadelelerine geride bıraktığımız hafta MEB önünde devam etmeye karar verdiler ancak polisin bu defa öğretmenlere izin vermeyerek müdahale etmesinden dolayı MEB önünden uzaklaştırıldılar. Bazı öğretmenlerin yerlerde sürüklendiği, bazılarının fenalık geçirdiği müdahale sonrasında öğretmenler Güvenpark’ta seslerini duyurmaya çalıştılar.
Mağdur öğretmenler aylardır mülakat komisyonlarından kaynaklı mağdur olduklarını ve bu durumun telafi edilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı, MEB de sürekli kamuoyunu mülakatların nasıl kusursuz yapıldığına ikna etmeye uğraşıyordu. MEB, alınacak 15 bin öğretmene dönük yayınladığı kılavuzda mülakatlarda yapılan yanlışlığı kabul ederek mülakatların atama alanlarına göre belirlenecek komisyonlarca yapılacağını, bundan dolayı da mülakat merkezi tercihlerinin alınmayacağını duyurdu. Bu durum, mülakatları yapan komisyonların alanları dikkate alınmadan oluşturulduğunu ve bundan dolayı da sorun yaşandığını dolaylı olarak kabul etmektir. Bu değişikliği yapan MEB’in mağdur edilen öğretmenlerin sorunlarının çözümü için de adım atması gerekmektedir.
Mağdur öğretmenler yaşadıkları adaletsizliği ve eşitsizliği artık MEB’in duyması ve ek atama ile bu sorunu çözmesi gerektiğini ifade ediyorlar, MEB yönetimi ise mülakatı ve yapılan uygulamayı savunmaya devam ediyor. Mülakat mağdurları, tarihe geçecek mücadeleleri ile, sadece kendi haklarını değil öğretmenlik mesleğini savunmaya devam ediyorlar. Proje okulu mağdurları, 2024 KPSS ile atama bekleyen öğretmenler ve mülakat mağdurları aynı yönetim anlayışından dolayı sorun yaşayan kesimlerdir ve bundan dolayı da birlikte mücadele etmeleri çözüme ulaşma açısından oldukça anlamlıdır.
Bu Nasıl Müjde?
15 Mart günü kabine toplantısı sonrasında öğretmenlere müjde denilerek alınacak öğretmen sayısı açıklandı; 2024 KPSS sonuçlarına göre 15 bin, 2025 AGS ile de Milli Eğitim Akademisine 10 bin öğretmen olmak üzere toplam 25 bin öğretmen alınacağı açıklandı. Atama bekleyen öğretmenlerin hayal kırıklığı yaşamasına neden olan bu sınırlı sayının nasıl bir “müjde” olduğunu öğretmenler ve kamuoyu bir türlü anlayamadı.
Öğretmen açığını öğretmen ataması yaparak değil de ücretli öğretmenlerle kapatmaya çalışan MEB yönetiminin bu kadar az öğretmen atanacak olmasını başarısızlık olarak kabul etmesi gerekir. 2024-2025 eğitim öğretim yılında 80 binin üzerinde ücretli öğretmen olduğunu göz önüne aldığımızda ücretli öğretmen sayısının önümüzdeki iki yıl içerisinde çok daha fazla artacağını belirtmek gerekmektedir.
2024 KPSS sonuçlarına göre atama bekleyen öğretmenler uzun bir süredir en az 68 bin öğretmenin atamasının yapılması gerektiğini ifade etmektedirler; 68 bin sayısı Milli Eğitim Bakanı tarafından ifade edilen öğretmen açığı rakamıdır. Öğretmen açığının bu sayının oldukça üzerinde olduğu ücretli öğretmen sayısı dikkate alındığında zaten görülmektedir. 2024 KPSS sonucuna göre sadece 15 bin öğretmen atanacak olması hem atama bekleyen öğretmenler hem de öğrenciler açısından tam bir hayal kırıklığıdır.
Milli Eğitim Akademisine alınacak olan 10 bin öğretmenin en erken 2027 yılında MEB’de göreve başlayacağı düşünüldüğünde öğretmen açığının ve doğal olarak ücretli öğretmen sayısının öğrencilerin eğitim hakkı açısından sorun yaratacak boyutlara ulaşacağının görülmesi gerekmektedir. 2026 ve 2027 yıllarında da başkaca yeni öğretmen alınmayacağı düşünüldüğünde önümüzdeki iki yılın öğretmenler ve öğrenciler açısından oldukça zor olacağını belirtmek gerekmektedir.
Sayılar, gelecek iki yıl içerisinde öğretmen açığının, ücretli öğretmen ve ataması yapılmayan öğretmen sayısının artacağını göstermektedir. Yaşanan ekonomik krizden dolayı siyasi iktidarın eğitimden ve öğretmenlerden tasarruf etmeyi planladığı, açıklanan öğretmen alım sayılarından anlaşılmaktadır. Bu sayıyı ne öğretmenlerin ne de çocukları eğitim çağında olan yurttaşların kabul etmesi mümkün değildir, sayı acilen artırılmalıdır.
Branşlara Göre Alınacak Öğretmen Sayıları ve Zorunlu Eğitim Tartışmaları
15 Nisan tarihinde kamuya 10 bini Milli Eğitim Akademisinde, 15 bini de 2024 KPSS sonuçlarına göre olmak üzere toplam 25 bin öğretmen alınacağı açıklandı; 18 Nisan tarihinde de alım yapılacak branş ve kontenjan dağılımı açıklandı. Yapılan açıklamaya göre sınıf öğretmenliğine 4 bin 378, özel eğitim öğretmenliği 3 bin 87 ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliğine 1802 öğretmen alımı yapılacak.
Bazı branşlarda alınacak öğretmen sayısının düşüklüğü gerçekten oldukça düşündürücü: Biyoloji 27, Coğrafya 32, Felsefe 41, Fizik 61, Kimya/Kimya Teknolojisi 49, Matematik 117, Tarih 28, Türk Dili ve Edebiyatı 29. Kontenjanların düşük olduğu branşların liselerde okutulan dersler olması bu durumun son dönemde yoğunlaşan “zorunlu eğitim” tartışmaları ile ilgili olup olmadığına dair düşünceler oluşmasına neden oldu.
Zorunlu eğitimle ilgili tartışmaların açık olarak yapılmaya başlanmadan, bu konuyla ilgili yeterli bilimsel çalışmalar yapılmadan ve en önemlisi “zorunlu eğitim” gibi tüm halkı ilgilendiren bir konuda toplumsal uzlaşı sağlanmadan bu konuda bir planlama yapılmasını zaten kabul etmek mümkün değildir. Bu konu ile ilgili kaygıların giderilmesi ve soruların yanıt bulması için, MEB’in kontenjan dağılımının hangi ölçülere göre yapıldığını mutlaka açıklamalıdır.
Köy Enstitülerini An(a)mamak
17 Nisan’da, sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda da dünya eğitim tarihinin en başarılı ve etkin deneyimlerinden biri olan Köy Enstitülerinin 85. kuruluş yıldönümüydü. Geride bıraktığımız hafta içerisinde birçok kurum Köy Enstitüleri ile ilgili paneller, konferanslar, söyleşiler, sergiler, dinletiler gibi pek çok etkinliği yaşama geçirdiler. Köy Enstitülerini kavramak, bu kurumlarda yaşanan deneyimleri anlamak, emeği geçenleri anmak amacıyla yapılan etkinlikler katılanlar açısından oldukça anlamlı oldu.
MEB, maalesef geride bıraktığımız hafta içerisinde Köy Enstitülerini bırakın anmayı, enstitülerle ilgili her hangi bir cümle dahi kurmadı. MEB, bir kamu kurumu olarak eğitim tarihimiz açısından bu kadar önemli bir deneyimi ve kendi tarihini yok sayamaz. Enstitülerin kuruluş tarihi unutulduğu için bir açıklama yapılmadıysa bu gerçekten kötü bir durum ama eğer bilinerek yapılmadıysa bu çok daha kötü, hatta vahim bir durum. Yöneticiler, MEB’i siyasi tercihlerine göre değil tüm toplumsal kesimlere eşit mesafede durarak yönetmek durumundadır. MEB, yaptığı hatayı düzeltmeli ve Köy Enstitülerini resmi anma listesine dahil etmelidir.
Kimsenin mağdur olmadığı günlere olan özlemle, görüşmek üzere…























