Öğretim Birliğini anlamak ve savunmak üç temel nokta üzerinde durmayı gerektirmektedir. Çünkü Öğretim Birliğini anlamada ve anlatmada geçmiş uygulamalardan kaynaklanan temel noktayı gözden kaçırabilmekteyiz.
Öğretim Birliği Öğretim Kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına Bağlanması Mıdır?
Öğretim Birliğini tüm eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması zorunluluğu olarak anlarsak yanlış anlamasak da eksik anlamış oluruz. Çünkü bütün öğretim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması anlamında bir öğretim birliği deneyimimiz hiç olmadı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Şeriye ve Evkaf bakanlığına bağlı okullar ile vakıflar bünyesindeki okulları, medreseleri, sağlık okullarını, askeri okulları Milli Eğitim Bakanlığına bağlarken sanayi, ticaret ve tarım okullarını kanun dışında bırakmıştır. (1) Askeri okullar da bir yıl sonra çıkarılacak yeni bir kanunla tekrar Milli Savunma Bakanlığına bağlanmıştır. (2) Tevhidi Tedrisatla Milli Eğitim Bakanlığına bağlanan yükseköğretim kurumları da 1946’dan başlayarak Milli Eğitim Bakanlığının dışına çıkmıştır. 1982 Anayasası ile YÖK bünyesinde Anayasal kuruluşlar haline gelmiştir.
Düşünülenin tersine Milli Eğitim Bakanlığının dışında diğer bakanlıklara bağlı okulların Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması anlamında son 23 yıllık iktidar başarılı bir politika izlemiştir. Maliye, Sağlık, Tarım Bakanlıklarına bağlı okullar Bakan Hüseyin Çelik döneminde Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Bu da gösteriyor öğretim birliği ilkesini öğretim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına bağlanması ya da dışında kalması biçiminde anlamak bizi doğru sonuca götürmez.
Öğretim Birliği Öğretim Kurumlarının Bakanlığı Bağlı Olmasından Çok Bakanlığın Öğretimin Bakanlığın Gözetimi ve Denetiminde Olması Mıdır?
Bu konuda karşımıza çıkan ikinci anlayış öğretim birliğinin öğretim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmasından çok “öğretim program ve uygulamalarının Bakanlığın gözetim ve denetiminde” olması biçimindedir. Bu anlayış da doğru olmakla birlikte tek başına düşünüldüğünde öğretim birliğini anlatmaz.
“Gözetim ve denetim” konusu genelde Diyanet İşleri Başkanlığı ile Belediyelerin bünyesinde verilen öğretim kurumlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının gözetimi ve denetimi öğretim kurumlarının açılması, kapanması, öğretim programlarının onaylanması, uygulamasının denetlenmesi ve sonuçlarının belgelenmesini kapsar. Bu açıdan bakıldığında Milli Eğitim Bakanlığı, 2013 yılından bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde eğitim veren kurumları doğrudan denetleme yetkisinden vazgeçmiştir. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı isterse ancak Milli Eğitim Bakanlığı ile ilişki kurar. Bu durumunun öğretim birliği bakımından aykırı olduğu açıktır.
Belediyeler bünyesinde açılan eğitim kurumları doğrudan Belediye Bünyesinde kurulduğunda Tevhid-i Tedrisat Kanununa aykırıdır. Ancak Belediyeler bu durumu Şirket kurma yoluyla açmaktadırlar. Belediye Şirketleri üzerinden açılan okullar bu kez özel öğretim kurumu statüsü kazanmış olmaktadır. Bu okulların açılma, program, uygulama, personel ve belge standartlarının tümüyle Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetimi ve denetiminde gerçekleştiğini söylememiz mümkün değildir.
Günümüz Türkiye’sinde zorunlu örgün eğitim dışında, eğitim talebinin sivil kurumlar tarafından eğitim arzının arttığı eğitimin örgün eğitim dışında yaygınlaştığı açıktır. Bu eğitim talebinin ve arzının muhatabının yetişkinler olduğu düşünüldüğünde öğretim birliğinin bütün bu alanları gözetim ve denetim kapsamına alması kişisel özgürlükler bakımından savunulamaz. Dolayısıyla öğretim birliğini gözetim ve denetim ekseninde anlamak bizi bunun sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği sorunuyla karşı karşıya getirmektedir.
Öğretim Birliği Zorunlu Eğitimde Program Bütünlüğü ve Sürekliliğinin Tek Elden Sağlanması Mıdır?
Öğretim birliği düşüncesini ortaya çıkaran temel anlayış esas olarak zorunlu eğitimde “program bütünlüğü ve sürekliliği” ihtiyacından kaynaklanmıştır. Bu anlayışın iki temel kaynağı vardır. Birincisi Cumhuriyet öncesinde Osmanlı eğitim kurumlarının durumudur.
Osmanlı eğitim kurumları birbirinden bağımsız, ortak amaç ve duygu ve değerler taşımayan nesiller yetiştirmekte idi. İmparatorluk, geleneksel eğitim kurumları eski insan tipini, yeni eğitim kurumlarıyla yeni insan tipini, özel ve kilise okulları aracılığıyla kendisine karşı insan tipini yetiştirmekteydi. İmparatorluk, yönetimi farklılıklara dayandırmaktaydı. Yurttaş ve yurttaşların birliği, onların birlikte yaşama bilinci bir sorun değildi.
Cumhuriyeti kuran kadrolar bu durumun yıkımı beraberinde getirdiği bunun ise ancak cumhuriyetçi bir eğitimle aşılabileceğini bilen ve savunan insanlardı. Çünkü cumhuriyetin okulu herkese ait olduğu için belirli kişi ve topluluklara ait inançlar, değerler, belirli günler okulun dışında tutulmak durumundadır. Cumhuriyet okulunun programları, herkes için tartışılmaz geçerli, güvenilir bilgi ve değerler içerir. Cumhuriyetçi eğitimde öncelik farklılık değil bütünleşmedir.
Öğretim birliğinin temelinde yer alan cumhuriyetçi eğitimin şu özelliklerini burada vurgulamak gerekir.
İnsan onuruna saygı duyan bir yönetim, yurttaşları arasında ayrıcalık yaratarak birini üstün tutup, diğerine aşağı biri gibi davranamaz. Cumhuriyet, buna kaynaklık eden ekonomik, siyasal, bölgesel bütün eşitsizliklerin düşmanıdır.
Cumhuriyetçi eğitimin çerçevesini haklar, özgürlükler ve yükümlülükler belirler. Cumhuriyetçi eğitim haklarını kullanabilen, özgür insanlar ile yükümlülüklerini yerine getiren insanı yetiştirir. Cumhuriyetçi eğitim, yurttaşın özgür iradesiyle gelişeceği inancına, doğuştan sahip olduğu manevi varlığını geliştirme hakkına saygı duyar. Doğrudan müdahale etmeyi kendinde hak olarak görmez.
Cehalet, despotizmi ve zorbalığı; cumhuriyetçi eğitim, özgürlüğü, eşitliği, birlikteliği güçlendirir. Cumhuriyetçi eğitim zenginler karşısında yoksulların bilmemekten doğan eşitsizliğini ortadan kaldırmaya çalışır. Yoksulların gelecekte özgür yurttaşlar olmaları için en üst düzeyde eğitim almasını garanti eder ve bunun için gerekli harcamayı yapmaktan kaçınmaz. Hiçbir harcama, yurttaş özgürlüğü açısından bundan daha kalıcı, verimli sonuç yaratmaz. Yurttaşların eğitimi, onları aşağılayanlara, sömürenlere karşı bitmeyen bir savaştır.
Cumhuriyetçi eğitimde zorunlu eğitim parasızdır. Cumhuriyetçilikte zorunlu eğitim özgürlüğe saldırı değildir. Tersine zorunlu eğitim çocukların temel haklarını kullanması, iradesini özgürleştirmesi için bir haktır, kamu yükümlülüğüdür. Çünkü cumhuriyetçi eğitim insan onurunu korumanın ve saygınlığını arttırmanın aracıdır. İlköğretim zorunludur, zorunlu olduğu için herkese aittir ve bunun için kamusaldır, parasızdır, laiktir, bilimseldir, demokratiktir. Zorunlu eğitim, çocuklarını özel duygulara, merhamete bırakmamaktır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunun TBMM’ye sunulan kısa gerekçesinde temel vurgu “bütünleşme” dir. Kısa dilekçenin birinci cümlesi şöyledir: “Bir devletin irfan ve genel maarif siyasetinde milletin fikir ve duygu itibarıyla birliğini sağlamak için eğitimin birleştirilmesi en doğru, en ilmi ve asri ve her yerde faydaları ve iyiliği görülmüş bir ilkedir.” Osmanlının Tanzimat sonrasında bunu istemesine rağmen başaramadığı vurgulandıktan sonra “Bir milletin bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim, bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise duygu, fikir ve dayanışma birliği amaçlarıyla bağdaşmaz”.”(4)
Öğretim Birliği, bu açıdan önce bir ulusun varlığını, sonra devamı için birliğini sağlayacak biçimde herkesi kuşatan bir eğitim anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve öğretim birliği ilkesini ulusun duyuş ve düşünüş bütünlüğü açısından düşünmek durumundayız. Esas olarak öğretim birliği, ulusun bütünlüğü için gerekli yurttaşlık eğitiminin birliğidir. Böyle baktığımız zaman öğretim birliğinin, eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığına bağlılığı, gözetim denetimi, öğretim birliği değil, öğretim birliği için yapılması gerekenlerdir. Çünkü ulusun bütünlüğü bu gözetim ve denetimleri gerekli kılar.
Elbette sorun bu noktada bitmemektedir. Kanunun amacında belirtiği biçimde amaç herkesin aynı eğitimi almasıysa öğretim birliği, bunun kapsamı da kaçınılmaz olarak zorunlu eğitimdir. Yani 30.03.2012 tarih 6287 no’lu kanun ile de ilköğretim ortaöğretimi kapsar hale gelen zorunlu örgün eğitimdir. İster bugünkü uygulama olsun, isterse geçmiş uygulamalar olsun öğretim birliği ilkesi Tevhid-i Tedrisat Kanununda belirtilen amaç doğrultusunda tam olarak uygulanmamıştır.
Öğretim birliği ilkesi gereği, zorunlu eğitim hem kamu açısından hem de aile açısından çocuğa yönelik bir hizmet değil, yükümlülüktür. Zorunlu ve yükümlülük olması zorunlu öğretimin her koşulda parasız olmasını gerekli kılar. Kamunun üstlendiği yükümlülüğü özel tüzel kişiliklere devretmesi, kendisini gözetleyen ve denetleyen haline getirmesi söz konusu olamaz.
Eğitim tarihimizde Tevhid-i Tedrisat Kanunu var iken zorunlu eğitimin her kademesinde (imam-hatip, askeri ve polis okulları hariç) özel okulların var olması Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkaran iradenin konuyu bu açıdan ele almadığını göstermektedir. Kanunu çıkaranların Türk Eğitim Derneği’nin kuruluşunda yer almaları bu duruma örnektir. Kanımızca hem zorunlu, hem kamu yükümlülüğü hem de paralı olma hali çelişik bir durumdur. Bu gerçeklikten çıkaracağımız sonuç Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkaran iradenin öğretim birliği ilkesinden anladığı tamamıyla program bütünlüğü ve sürekliliğidir.
Bunun da sorunu çözmediğini belirtmemiz gerekir. “Program bütünlüğü ve sürekliliği/kesintisizliği” de birçok açıdan karşımıza muğlak bir konu olarak çıkmaktadır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, öğretim birliğinde temel hedefin zorunlu eğitim kapsamındaki nesillerin farklı kültürlenmesinin önüne geçmek ve aynı düzeyde bilgi beceri kazanmalarını ve birbirleriyle bütünleşmiş olmalarını sağlamaktır. Ancak seçmeli dersler uygulaması ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde farklı okul ve program uygulamalarının tarihi ve gelinen nokta öğretim birliği ilkesinin sadece ilkokul düzeyinde uygulanabildiğinden söz edilebilir. Gelinen noktada müzik ilkokullarının varlığı dikkate alındığında ilkokulların da öğretim birliği ilkesinin dışına çıktığını göstermektedir.
Sorun sadece okul türleri değildir. Uzun yıllardır seçmeli ders uygulaması da öğretim birliği ilkesine aykırı biçimde gerçekleşmektedir. Zorunlu eğitimde seçmeli dersler uygulaması temel derslere destek olacak, bu dersler açısından çocukların ilgi ve yeteneklerini geliştirecek biçimde olması gerekirken farklı kültürlenmeyi, bütünleşme yerine farklılaşmayı esas alacak biçimde, temel derslerle ilgisi kurulmadan düzenlenmekte ve uygulanmaktadır.
Bu üç örnek durumdan (parasızlık, farklı okul türleri, seçmeli dersler) yola çıkarak mevcut eğitim sistemimizde zorunlu eğitimde öğretim birliğinin fiili olarak yok edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sonuç olarak mevcut eğitim sisteminde Tevhid-i Tedrisat Kanununun geçerliliğinden söz edemeyiz. Var olan zorunlu eğitimin, zorla eğitime dönüştüğünü görmemiz gerekir. Çünkü herkesi kuşatan, herkese eşit uzaklıkta olan bir eğitim sistemi kalmamıştır. Örneğin Aleviler için seçmeli ders konulmamaktadır. Seçmeli din dersleri İslam dini içinde belirli bir anlayışı ve mezhebi esas alacak biçimde düzenlenmektedir. Kısacası bugünün okulundan mezun olan çocukların aynı bilgi, duygu değer taşıması mümkün değildir. Bu bölünmüşlük doğal olarak veliler ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında gerilim yaşatmaktadır.
Cumhuriyet okulunu yeniden kurmadığımız, öğretim birliğini gerçek anlamda uygulamadığımız sürece geleceğe güvenle bakamayız.
25.02.2025
(1) Bu konu kanun görüşmelerinde Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı’nın önergesi üzerine tartışılmıştır. Süleyman Sırrı önergesinde beşinci maddeye “Ziraat, ticaret, sınai mektepleri gibi mektepler, müstesnadır” biçiminde ilave yapılmasını istemiştir. Ancak Kanunun bu okulları etkilemediği düşünülerek önerge geri çekilmiştir. (T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ, İkinci içtima, 3. 3. 1340 Pazartesi)
(2) 22.1925 tarihinde “Tevhidi Tedrisat Kanununun beşinci maddesine müzeyyel Mevadı Kanuniye” adıyla çıkan kanunla askeri okullar Müdafaai Milliye Vekâletine bağlanır.
(3) Burada “cumhuriyet okulu” kavramını Fransa’da üçüncü Cumhuriyet döneminde Milli Eğitim Bakanı Jules Ferry’i döneminde çıkarılan kanunlarla temel özellikleri belirlenen okul anlamında kullanıyorum. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, hatta öncesinde yapılan bazı reformlarda cumhuriyet okulunun özellikleri benimsenmiştir. Ferry kanunları, esas olarak eğitim yoluyla ulusal bütünleşmeyi önceleyen, eğitim yoluyla ekonomik ve toplumsal gelişmeyi benimseyen, zorunlu eğitimi devlet yükümlülüğü olarak tanımlayan, laik, parasız, karma eğitime dayanan okuldur.
[4] T. B. M. M. ZABIT CERİDESİ İkinci içtima 3.3. 1340 Pazartesi.























