Tevhid-i Tedrisat Yasası (1)
Tevhid-i Tedrisat öğretim birliği demektir. Eğitim-öğretimin (tedrisat) tek elden, tek kurumdan yönetiliyor, denetleniyor olmasıdır. Eğitim politikalarının aynı amaç ve doğrultuda değişmez temel ilkeleri esas alınarak yürütülüyor olmasıdır. Eğitim birliği, ülkenin geleceği için ve yeni nesillerin yetişmesinde ülkü birliğinin sağlanması açısından son derece önemlidir.
“Tek elden idare, tek tip yetiştirir” safsatası ise tamamen politik söylemdir. Çünkü burada esas olan uygulamadır. Uygulamalara bakıldığında bunun böyle olmadığı anlaşılır. Demokratik eğitimin esas alındığı, fırsat eşitliği tanıyan ve özellikle de laik sistemi benimseyen eğitim politikalarında tek tiplilikten söz etmek mümkün değildir. Farklı düşünceler, fikirler oluşur ama eğitimin ortak amaçlarındaki hedef ve misyon değişmez.
Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın ilan edilmesiyle tüm eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış olması tesadüf değil bir zorunluluktu. Türkiye Cumhuriyeti’nin miras aldığı eğitim sistemi çeşitli eğitim reformlarına sahne olmuş ama istenilen hedefe ulaşamamış bir sistemdi. Tanzimat reformlarıyla başlayan değişim rüzgarları elbette ki devrimler için güçlü bir zemin hazırlamıştı. Ancak yapılması gerekenler şekilsel değil, özünde değişimleri gerekli kılıyordu ve bu değişimler tek tek değil bir bütünlük arz ediyordu. Eğitim, hukuk, ekonomi, sosyal hayat gibi tüm alanlar domino etkisiyle birbirine bağlı değişim göstermeliydi. Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte başlayan devrim rüzgarları önce eğitim alanında başladı. Beş ay gibi kısa bir süre içinde önce eğitim diyerek öğretimin birleştirilmesi sağlandı.
Tevhid-i Tedrisat Düşüncesinin Oluşumu
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesiyle kurulmuş Türk tarihinin 1920’den sonra başlayan bölümüdür. Türk tarihi, tarih bilimi metodolojisinde İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası olmak üzere iki devreye ayrılırken, eğitim tarihi çalışmalarında üç safhaya ayrılarak incelenebilir. Bunun en temel nedeni İslamiyet sonrası Türk tarihi genel başlığının günümüzü de içermesidir. Tarih incelemelerinde alt başlıklarla (Selçuklular dönemi, Osmanlı Dönemi, T.C. dönemi gibi) bu ayrımı belirtirken eğitim tarihi incelemelerinde bu ayrımı kavramsal olarak başlıklandırmak daha yerinde olabilir. Ulus eğitimi, dinî eğitim, ulusal (milli) eğitim kavramsalı şeklinde sistem olarak eğitim tarihlendirilirse yine üst başlıklara (İslamiyet öncesi ve sonrası) ulaşılır (2).
Bu kısa açıklamadan sonra dinî eğitim sisteminden ulusal eğitim sistemine Tevhid-i Tedrisat Yasası ile geçen Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim misyonunu ümmet yetiştirme hedefi yerini millet yetiştirmeye bırakacaktır. Millet kavramını ulusallık, yurttaşlık, vatan, vatan severlik gibi değerler oluşturacaktır. Dönemin eğitim programlarına, yönergelerine ve ders kitaplarına bakıldığında bu hedefler tespit edilebilir. Özellikle “Yurt Bilgisi” dersleriyle bu amaç sağlanmaktaydı (3).
Dinî eğitim sisteminden dünyevî yani laik sisteme geçilmesi tartışmaları aslında sanıldığı gibi Cumhuriyet dönemiyle başlamaz. Tanzimat reformlarıyla başlayan süreçte 1880’li yıllarda adı konulmasa da bu tür tartışmaların yapıldığı görülmektedir. Dikkatlerin askeri sahaya çevrildiği bir zamanda bu tür tartışmalar neticeye ulaşamamıştır. Ancak bu dönem içerisinde resmi bir belgede tevhid-i tedrisat konusuna yer verilmektedir.
İkinci Meşrutiyet’ten tam on beş yıl öncesinde 14 Temmuz 1893 tarihli bir arşiv belgesinde (beş sayfalık rapor) Dersaadet ve taşrada bulunan mekteplerin tedrisat bakımından aynı programı uygulayıp, talebelerin ilk önce Türkçe lisanını öğrenmeleri gerektiğinden bahisle bu mekteplerin tek elden, Maarif Nezareti’nden idare edilmesi gerektiği belirtilmekteydi. Raporun devamında okutulan derslerin mahiyeti, müfredatı, tahsil müddetleri, ücretleri gibi hususlarda açıklama ve önerilerde bulunulmaktaydı. Raporda programların tüm okullarda aynı olması ve okulların Maarif Nezareti’ne bağlanması, önce Türkçe dilinin iyi öğrenilmesi, üst derecelerde (idadilerde) Arapça, Farsça ve batı dillerinden bilhassa Fransızca’nın öğretilmesi üzerinde durulmaktaydı (4).
İkinci Meşrutiyet dönemi ve özellikle yaşanan Balkan Savaşları sonrası millilik kavramı ön plana çıkmıştır. Türkçülük politikası ile Ziya Gökalp ulusal anlamda millilik kavramını eğitim ve siyaset hayatına bir doktrin olarak yerleştirmiştir. Ders programları, uygulamalar, Türkçe’nin eğitim dili olması, Türkçe şiirler, vatan şiirleri, marşları İkinci Meşrutiyet dönemi eğitim hayatına getirilen yeniliklerdir (5).
Ayrıca yine bu dönemde gazete ve dergilerde yazılan yazılar arasında eğitimin birleştirilmesi (tevhid-i tedrisat) önerileri yapılmaya başlamıştır. Bu yönde yazılan yazılardan biri, 1909 (1325) tarihli Mekteb-i Sultanî mezunu Lübnanlı Cemil Malûf’a aitti. “Tevhid-i Tedrisat Meselesi” başlığıyla yazdığı yazıda Malûf, Tanzimat dönemi yeniliklerinde yapılan yanlışlıkları örneklendirerek, Meşrutiyet eğitiminin ancak tevhid-i tedrisatla, yani öğretim birliği ile başarılı olabileceğini belirtmekteydi. Cemil Malûf, “Bütün millet fertlerinin tek bir talim ve terbiye görmesi”nin zorunluluğunu belirttikten sonra bütün mekteplerin en kısa zamanda bu düstûrla yeniden düzenlenmesi gerektiğini, ancak yabancı okullara müdahale edilemeyeceğinden bu okulların kapatılmasının zorunlu olduğunu savunmuştu (6).
Tanzimat reformlarının eğitimde yarattığı bölünmeler eleştiriliyor, sebep olarak şu ayrışma gösteriliyordu: Tanzimat döneminin genel eğitim yapısı üç kuruma bağlıydı. Bu kurumlar, Şer’iyye ve Evkaf Nezareti, Maarif Nezareti ve Elçiliklerdi. Şer’iyye ve Evkaf Nezareti, sıbyan mektepleri ve medreselerden sorumluydu. Maarif Nezareti’ne, iptidaiyeler, rüşdiyeler, idadiler ve sultanilerden bağlıyken, Elçilikler ise azınlık ve misyoner okullarından sorumluydu. Kısacası toplum üç farklı eğitim kurumundan gelen neslin egemenliğinde bölünmüş gruplardan oluşmaktaydı (7).
Bir başka ayrılık da, okulların ortaokuldan sonra yani rüşdiyelerden sonra askeri ve sivil olarak ikiye ayrılmasıydı: Sivil rüşdiye ve idadi, askeri rüşdiye ve idadiler. Diğer tarafta yabancı devletlere ve azınlıklara bağlı okulların çeşitliliği ülke içerisinde eğitimin ne kadar farklı merciiler tarafından yürütüldüğünü de göstermektedir. Dahası ülke vatandaşlarının yetiştirilmesinde ülkü birliğinin ol(a)maması gelecekte yaşanacak tehlikeleri de davet etmekteydi. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde kaybettiği savaşların nedenlerinden birisi de eğitimden yoksunluk, eğitimde ülkü birliğinin olmamasıydı. Bu durum Balkan Savaşları sırasında oldukça iyi anlaşılmıştı.
“Millî eğitimi olmayan bir millet çölde yolunu kaybetmiş bir siyaha benzer” cümlesiyle başlayan bir makalede, eğitimin neden millî olması gerektiği açıklanmaktaydı. Makale; din, dil, tarih, edebiyat ve kültür birliği anlamına gelen millilik kavramının, eğitim alanında da yeni nesile kazandırılmak suretiyle ülkenin gelişiminin sağlanacağı ve bütünlük oluşturacağı görüşünü taşımaktaydı. Özellikle tarih derslerinde çocuklara milli bilincin verilmesini savunmaktaydı (8).
Dönemin önemli sıkıntılarından biri de denetimi devlet tarafından yapıl(a)mayan yabancı okulların varlığıydı. Elçiliklere bağlı yabancı okullar, azınlık ve misyoner okulları modern eğitim yöntemlerini uyguluyor, geniş eğitim materyalleri ve imkanlarıyla okulsuz halkın da ilgisini çekiyordu. Yakın çevresinde çocuğunu gönderecek okul bulamayan Müslüman bir vatandaş yakınında bulunan elçiliklere bağlı bir koleje çocuğunu gönderebiliyordu. Bugünkü şartlarda normal karşılanan bu durum, dönemin şartlarında ve özellikle devlet tarafından programları, uygulamaları denetlenemeyen yabancı devletlere bağlı eğitim kurumları zararlı olabilmekteydi. Eğitim gören Osmanlı topraklarında yaşayan çocuk kendi ülkesi, tarihi ve coğrafyası hakkında bilgi sahibi olamadan okulun bağlı bulunduğu devlet/grubun milli bilgilerine sahip olmaktaydı. Örneğin coğrafya ve tarih derslerinde çocuklar, gittikleri yabancı okulun ait olduğu devletin tarih ve coğrafya derslerini öğrenmek durumunda kalabiliyordu (9). Bunlar kültürel asimilasyona neden oluyor ve ülkenin sahip olduğu vatandaşlık bilinci zedeleniyordu.
Tevhid-i Tedrisat Yasası’na Doğru
TBMM’deki görüşmeler sırasında eğitimde yaşanılan sıkıntıların nedenleri arasında dinî eğitimin yanında millî eğitimdeki eksiklikler de sebep olarak gösteriliyordu. Mebusların bir kısmı dinî eğitimde eksiklikler olduğunu söylerken bir kısım mebusta millî eğitimin esas olmasını belirtecektir(10).
Örneğin, Sivas Mebûsu Mustafa Taki Bey, eğitim konusunda yaşanılan felaketleri eğitimde din ile dünya işlerinin ayrılmış olmasından kaynaklandığını söyleyerek, eğitimin eskiden olduğu gibi dinî kimlik kazandırılmasını teklif etmekteydi. Onun düşüncesine göre, aksi halde yetişen çocuklar ikiye bölünmüş olacaklar; bir tarafta dinî eğitim gören, diğer tarafta dünyevî eğitim gören iki tip nesil yetişecekti (11).
Kütahya Mebûsu Besim Atalay Bey ise eğitim sisteminde dinî eğitimden çok millî eğitime ağırlık verilmesi gerektiğini belirtiyordu. Millî eğitimin geri planda tutulduğu dinî eğitime ağırlık verilen bir eğitim sisteminde bilim alanında başarılı olunamazdı. Çünkü dinî eğitim aynı zamanda ezberci eğitimi de beraberinde getirmekteydi. Ezber eğitimle din bilgisi verilemeyeceği gibi hiçbir bilgi de ezberle öğretilemezdi (12).
Ders kitaplarında, ders programlarında da ulus, yurt, yurttaş bilinci büyük ölçüde verilmeye çalışılmıştı. T.B.M.M. görüşmeleri sırasında Edirne Mebûsu Şeref Bey, konuşması sırasında şu cümleleri söylemektedir: “Türkiye maarifinden gayri mektep kabul etmeyeceğiz” (13). Yine Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın en şiddetli çarpışmalarının yaşandığı 15 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da düzenlenen Maarif Kongresi’ni açarken söylediği,
“Çocuklarımıza ve gençlerimize, her eğitim kademesinde her şeyden önce Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ve millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereğinin öğretilmesi lâzımdır. Bunlardan yoksun bulunan kişilerden oluşan toplumlarda hayat ve istiklâl yoktur.”(14). cümlesi yurt ve yurttaşlık bilincinin önemini vurgulamaktadır.
Atatürk eğitimde öğretim birliğini zorunlu görmüştür:
Tahsil-i iptidaiyede tedrisatın tevhidi ve tüm mekteplerimizin ihtiyaçlarımıza ve asrî esaslara uygun şekilde, muallim ve müderrislerimizin durumu yeniden düzenlenecektir.”(15).
Atatürk Ocak 1923 tarihinde yaptığı Batı Anadolu gezisi sırasında İzmir’de Eski Gümrük Binasında halk ile bir toplantı düzenlemişti. Burada T.B.M.M. Reisi ve Başkumandan olarak bulunmadığını kendisinin halktan biri olarak bu toplantıya katıldığını ve soruları da bu sıfatla yanıtlayacağını bildirmişti. Toplantı sırasında Atatürk’e 3’ü kadın olmak üzere 19 kişi tarafından 30’dan fazla soru sorulmuştu. Bu sorulardan biri de medreselerin durumunun ne olacağı ve kadın-erkek bir arada okuyabilmesinin ne zaman sağlanacağı (16) sorusu olmuştu. Atatürk bu soruya şöyle yanıt vermişti:
Milletimizin ve memleketimizin Darûlirfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın-erkek aynı surette oradan çıkmalıdır” (17).
Tevhid-i Tedrisat Yasası -3 Mart 1924 [1340]
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim politikasının millî, laik ve çağdaş değerlere sahip bir yapıda olması gerektiğini birçok konuşmasında dile getirmişti. Atatürk eğitimli, bilinçli kişilerin elinde, öğretmenlerin elinde, gençlerin elinde ilerleyecek bir Türkiye Cumhuriyeti yaratma azmindeydi. Bu alanda gelişmeler hız kazanmıştı. Tevhid-i Tedrisat Yasasından bir hafta önce mecliste yapılan bütçe tartışmaları eleştirilirken, «Aynı millete aynı maarif » slogan halinde gazete başlıklarıyla gündemde yerini almaktaydı (18).
Yasanın ilânından birkaç gün önce Atatürk, Şer’iyye ve Evkaf Vekili ile görüşmüş, ardından İsmet Paşa ve Fethi Bey’le de görüşmelerde bulunmuştu. Görüşme konuları arasında Halifelik makamı ve Tevhid-i Tedrisat yer almaktaydı(19). Bu görüşmeler sonrasında, Atatürk 1 Mart 1924 tarihli T.B.M.M açılış konuşmasında, “Milletin ara-yı umûmîyesinde (kamuoyunda) tespit olunan terbiye ve tedrisatın tevhid-i umdesinin bilâ ifate-i an(bir an bile geçirmeden) tatbiki lüzûmunu müşahede ediyoruz.” (20). cümleleriyle öğretim birliğinin haberini vermişti. Tevhid-i Tedrisata dair kanun teklifi, 2 Mart 1924 tarihinde, Vasıf [Çınar ] Bey ve 57 Mebûs arkadaşının imzaları ile birlikte meclise sunulmuştu. Kanun teklifinin gerekçeleri şöyle belirtilmekteydi:
“Riyaset-i Celileye
Bir devletin irfan ve maarif-i umumiye siyasetinde milletin fikir ve hissi itibarıyla vahdetini temin etmek için tevhid-i tedrisat (öğretim birliği) en doğru, en ilmî ve en asri ve her yerde fevayid (faydaları) ve muhassenatı (hayırları) görülmüş bir umdedir. 1255 Gülhane Hattı Hümayunundan sonra açılan Tanzimat-ı Hayriye devrinde saltanat-ı münderise-i Osmaniye (yıkılmış olan Osmanlı saltanatı) tevhid-i tedrisata başlamak istemiş ise de buna muvaffak olamamış ve bilâkis bu hususta bir ikilik bile vücuda gelmiştir. Bu ikilik vahdet-i terbiye ve tedris nokta-ı nazarından birçok muzır neticeler tevlid etti. Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir, iki türlü terbiye bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise vahdet-i his ve fikir ve tesanüt gayelerini külliyen mahildir. Teklif-i kanuniyemizin kabulü takdirinde Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde ve bilumum irfan müessesatının mercii yegânesi Maarif Vekâleti olacaktır. Bu suretle bilcümle mekâtipte bundan böyle Cumhuriyetin irfan siyasetinden mesul ve irfaniyatımızı vahdet-i his ve fikir dairesinde ilerletmeye memur olan Maarif Vekâleti müspet ve ve müttehit bir maarif siyaseti tatbik edecektir. Teklifimizin bugün derakap (hemen) ve müstacelen (acilen/ivedilikle) müzakeresiyle kanuniyet kesb etmesini Heyet-i Celileden rica ederiz.” [2 Mart 1340]”(21).
Bu kanun teklifi meclisin 3 Mart 1924 tarihli toplantısında, laikleşme adına önemli olan diğer kanunlarla birlikte kabul edilmişti. Bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sistemi bağımsız, millî, laik, çağdaş ve demokratik olma yolunda önemli bir adım attı.
Tevhid-i Tedrisat Yasasının kabulünden sonra, Maarif Vekâleti tarafından Maarif Müdürlüklerine kanun suretleri gönderilmiş (22), ayrıca altı maddelik Tevhid-i Tedrisat kararlarının uygulanmasına ve mecburi tahsilin uygulanmasının zorunluluğuna dair Vekâlet tarafından tüm kaymakamlıklara bir genelge gönderilmişti.
Yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte medreseler kapatılmaya başlanmıştır. Yasanın ilânından on gün sonra 467 medrese kapatılmıştır. Bu konuda Maarif Vekili Vasıf Bey şunları söylemektedir:
“Cihanın hiçbir yerinde iptidaiyeler başka bir kurumun elinde değildir. Maarifin yetkisinde olmayan tüm iptidaiyeleri kapattım ve buranın öğrencilerini de iptidaiyelere yazdırıyorum. Gerekirse liselerin iptidaiye kısımlarına da bu öğrencileri yazdırabilirim. İptidaiye dâhil ve hariç kısımlarını son kanunun 5. maddesine göre imam ve hatip yetiştirmek üzere mektep haline getirdik. Kanuna uygun şekilde tek bir mektep haline getirmeye çalışıyoruz.” (23). Yine burada verilen bilgiye göre, kapatılan medreselerdeki öğrenci sayısı 16.245’dir.
Medreselerin kapatıldığı günlerde, “Türk devletini altı asırdan beri yaşatan ve yaşattığı devletin sine-i şükranında yaşayan medreseler, nihayet faniler kafilesine karıştı ve onların mezar taşlarına «Hüvelbaki» yazıldı”(24) şeklinde hicivli yazılara rastlamak mümkündür. Bazı eğitimciler tarafından kapatılan medreselerin yerine yeni okulların açılması önerilmiştir(25).
Medreselerin kapatılmasında dönemin Maarif Vekili Vasıf Çınar suçlanıyordu. Kendisi medrese düşmanı olarak yaftalanıyor ve çeşitli tehditlere maruz kalıyordu. Bu konular gazete haberlerine de konu olmuştu. Medrese düşmanlığı iddialarına karşılık Vasıf Bey ise bunların asılsız haberler olduğunu, kendisinin TBMM tarafından alınan kararları yürütmek ve uygulamakla görevli olduğunu, böylesi hareketlerin kendisini yıldırmayacağını beyanatlarında sık sık söylemekteydi(26).
Tevhid-i Tedrisat Yasası Türk eğitim sisteminin misyonuna bazı kavramlar getirmiştir. Bugün de geçerli olan (her ne kadar birtakım müdahaleler olsa da) kavramlar millî eğitim, laik eğitim ve çağdaş eğitimdir. Eğitim de millilik, Balkan Savaşları’nın yaratmış olduğu etkiyle doğan Türkçülük akımıyla başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti’nde de bu politika devam etmiştir.
Millî eğitim ya da ulusal eğitim olarak adlandırılan kavram eğitimin içeriğinin millî değerlere göre planlanmasıydı. Ders kitapları, ders müfredatları, uygulamalar, törenler, şenlikler, şiirler, marşlar ve bunun gibi eğitimin tüm bileşenleri millî esaslar üzerinde oluşturulmuştu.
Bu dönem içerisinde eğitim, kültür, toplumsal alanda yapılan devrimler de ulusal eğitimi destekleyici mahiyetteydi. Harf devrimi, dil devrimi, üniversite reformu; kurulan müesseseler Millet Mektepleri, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Halkevleri; uygulamalar Dr. Reşit Galip’in Millî Andı yazması gibi örnekler eğitimin milliliğini güçlendiriyordu.
Eğitim sistemi akla ve bilime dayanmalıydı. Akılcı, rasyonalist bir eğitim modeli Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın devamında getiriliyordu. Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati döneminde yayınladığı bir genelgede laik eğitimi “dünyevî” kelimesiyle tanımlıyordu. Laik eğitim dünyevîliği içeriyordu. Laik eğitim akılcılığı ve bilimi içeriyordu. Atatürk bu tanımın içeriğini şu sözleriyle belirtiyordu: “Hayatta en hakiki mürşid ilimdir, fendir. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız”
Çağdaş eğitim kavramının içeriğinde ise demokratik eğitim, fırsat eşitliği tanıyan eğitim, karma eğitim, zamanın şartlarına uygun (güncel) eğitim gibi ifadeleri taşır. Demokratik eğitim toplumsal anlamda eğitimde fırsat eşitliği sağlarken cinsiyet anlamında da fırsat eşitliği tanımalıydı. Toplumun her kesimi, tüm ülke vatandaşları eşit haklara sahipti ve bu haklardan biri de eğitim hakkıydı. Sosyal ve halkçı bir devlet anlayışıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sisteminde önce cinsiyet eşitsizliğine son verildi.
Karma eğitim fırsat eşitliğinin bir gereği olarak kız çocuklarının, erkek çocuklarının eğitim alanında yararlandığı her türlü haklardan yararlanması anlamını taşımaktaydı. Çünkü o döneme kadar kızlar ikinci sınıf muamele görerek, özellikle köylerde eğitimden yoksun kaldıklarından, okuma yazma bilmiyorlardı. Eğitim gören kızlar ise onlar için düzenlenmiş ayrı yasalarla, sadece kız mekteplerinde yine farklı eğitim görerek yetişiyorlardı. Oysaki çağdaşlık erkek kadın ayırımını eğitim alanında kabul edemezdi ve etmemeliydi. Bu doğrultuda karma eğitim gerçekleşerek, şehir ve köylerde kızlar erkeklerle birlikte eğitim haklarını kullanmaya başlamışlardı(27).
Yasanın ilanından sonra şehir ve köy eğitimi üzerinde durularak köylerin de eğitim hakkından mahrum kalmamasına özen gösterilmişti. Köye yönelik politikaları hızlandıran ve İkinci Meşrutiyet’ten bu yana köye yönelik yapılan çalışmalara yenileri eklenmişti. Köy Enstitüleri ile farklı bir boyut kazanan köye yönelik eğitim Atatürk’ün hayalini kurduğu uygulamalı eğitime dayanmaktaydı.
Atatürk eğitimin uygulamalı olması üzerinde önemle durmaktaydı. Çünkü sadece teorisi verilen bir eğitimin faydası, uygulamalı eğitimden oldukça düşüktü. Bu konuda Atatürk şunları söylemektedir:
“Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı surette bütün öğrenim derecelerindeki öğretim ve eğitimlerinin uygulamalı olması mühimdir. Memleket çocukları, her tahsil derecesinde ekonomik hayatta katkılı, etkili ve muvaffak olacak surette donatılmalıdır. Millî ahlâkımız, medeni esaslarla ve her türlü fikirlerle arttırılmalı ve takviye olunmalıdır. Bu çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkutmaya dayalı ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka güvene de lâyık değildir.”(28).
Tevhid-i Tedrisat yasasının ilanından sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak ve denetimleri Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılmak kaydıyla yabancı okulların açılması da uygun görülmüştü.
Eğitimin birleştirilmesi, tek elde toplanması eğitim alanında yapılacak reformları hızlandırmıştı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti eğitim sayesinde, eğitimli ve kültürlü vatandaşlarıyla çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşacaktı. Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın özünde bu anlayış vardı. Gerekçesinde de sunulduğu gibi aslında bu anlayış Tanzimat döneminden bu yana uygulanmak istenen bir hedefti. Ancak Tanzimat döneminde hedeflenen bu birliktelik sağlanamadığı gibi daha da ayrışmalara, çok sesliliğe neden olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti devrimlerine eğitimde sağladığı birlik ile devam edecekti.
Sonuç Yerine: Tevhid-i Tedrisat Yasasından Sonra… (29)
Tevhid-i Tedrisat Yasası Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk dönemi devrimlerinden biri olup tek parti döneminde ilan edilmişti. Yasaya bağlı olarak yapılan çalışmalar tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin prensipleri ve yetkilileri tarafından uygulanmaktaydı.
Yasa ile ilgili dönüşümler Atatürk döneminde aynı çizgisini koruyarak, ilk-orta ve lise, yükseköğretim, örgün ve yaygın eğitim, meslek eğitimi çerçevesinde tüm hızıyla devam etmişti. Atatürk’ün vefatından sonra İnönü iktidarından çok partili yaşama geçinceye kadar geçen sürede Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı süresince Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın millî eğitim boyutuna hümanizm etkisiyle evrensellik ilkesi de ekleniyordu. Ancak yasanın temeli olan millî (ulusal) eğitim merkezde olmak üzere tüm dünyaya açık olacak bir eğitim misyonu hedeflenmişti. Dünya Klasiklerinin Türkçeye tercümesi edilerek İş bankası yayınları olarak yayınlanıp okullarda öğrencilere okutulmasının ana amacı buydu. Hasan Âli Yücel küreselleşen dünya şartlarına Türkiye’de yetişen yeni nesili hazırlama gayreti ve görüşüyle eğitim ve kültür hayatında etkili faaliyetlerde bulunmuştu.
Köy Enstitüleri örgün eğitim alanında Tevhid-i Tedrisat Yasası çizgisinde öğrenci yetiştirirken, yaygın eğitim alanında Halkevleri toplumu aydınlatma seferberliğinde hızla çalışmaktaydı. Ulusal, laik ve çağdaş eğitim prensiplerinde ödün verilmeden, dünyada yaşanan (İkinci Dünya Savaşı) olumsuz şartlara rağmen eğitim ve kültür hayatında Türkiye, örnek çalışmalarda bulunmaktaydı.
Çok partili hayata geçiş Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllardır beklediği demokratikleşme yolundaki bir hedefti. Demokrat Parti’nin 1946’da kurulması ve seçimlere katılmasıyla başlayan çok partili dönem 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte birtakım değişimlerin de öncüsü olmuştu. Bu değişimler arasında eğitim de yer almaktaydı.
Cumhuriyet Halk Partisi’ne mâl olmuş, tek parti döneminde açılan eğitim kurumlarının birçoğunun kapatılması yoluna gidildi. Köy Enstitüleri, Halkevleri kapatıldı. Demokrat Parti’nin parti tüzüğünde “Dine saygılı olmak” cümlesi sloganlaşmıştı. Bu söylem tek parti döneminde yapılan devrimlere muhalif olan grubun sempatisini kazanmış, din laik eğitim konusunda da etkin bir kelime olmaya başlamıştı. Laik eğitim dinsizlik algısıyla örtüşerek din dışı eğitim söylemlerine yol açmıştı.
Köy Enstitüleri’nin ülkedeki şehirli-köylü farkını yok etmeye çalışan gayret ve faaliyetleri de anlamını yitirmişti. Yaşanılan ekonomik sıkıntılar köyden şehre göçü zorunlu kılmış ve toplumun sosyolojik yapısı da bu anlamda bozulmaya başlamıştı.
Bir taraftan Türkiye’de yükseköğretim eğitimi veren üniversiteler artarak üniversite gençliği 1950’lerden sonra değişen siyasi konjonktürünle, ilgi ve beklenti alanlarında değişimler yaşamaya başlamıştı. Diğer taraftan çok partili hayatla birlikte başlayan süreçte eğitim kurumlarında yapılan bazı değişikliklerle esnetilen program, yönetmelik ve müfredatlarla eğitimin çeşitli kademelerinde değişimlere gidilmiştir.
Demokrat Parti dönemi ile başlayan eğitim politikaları sonraki yıllarda da devam etmişti. Örneğin 1951’de ülke genelinde yapılan propagandalarla İmam-Hatip okullarının açılışı, sayılarının artırılması “dinsiz bir yönetimden kurtulma” söylemine dönüştürülmüştür[ii]. 1950’lerde Köy Enstitülerinde kızlar ile erkekler ayrı okullara gönderilmeye başlamıştı.
Necdet Sakaoğlu kitabında DP’nin CHP’den devraldığı eğitim rakamlarını şöyle belirtmektedir:
“17.428 ilkokul, 1.617.000 öğrenci; 406 bağımsız ortaokul, 68.000 öğrenci; 88 lise, 22.000 öğrenci; Köy Enstitüleri ile birlikte 326 mesleki ve teknik okul, 53.000 öğrenci; 34 üniversite ve yüksekokul, 25.000 öğrenci; 7.200.000’i okur-yazar (%34,6) kabul edilen 20.936.590 genel nüfus, tüm okullara ve bu genel nüfusa kültür, sanat, meslek eğitimi vermekle yükümlü toplam 47.700 kişilik, eğitmenden profesöre kadar bir eğitim ordusuydu.”(31).
İkinci Dünya Savaşı sonrası değişen siyasi ilişkilerle birlikte Türk-Amerikan yakınlaşması eğitimi etkileyen önemli bir süreç olmuştu. Maarif Vekili Tevfik İleri döneminde eğitimde Amerikan etkileri görülmeye başladı. Florida Üniversitesi Profesörü Kate Wafford ile Boston Üniversitesi’nden W. Kwaraceus ve Dickerman Türkiye’ye davet edilen eğitimcilerdendi. Çeşitli derecedeki okullarda incelemelerde bulunmuşlardı. Amerikan eğitim sistemi bu yıllardan günümüze kadar etkisini korudu.
Türk Milli Eğitimin Temel İlkeleri 1739 sayılı 14 Haziran 1973 tarihinde kabul edilen Kanun’un ilk on dört maddesinde genel amaçlarını belirlemiştir. Buna göre;
Eğitim Hakkı, Fırsat ve İmkân Eşitliği, Atatürk İnkılâp ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği, Demokrasi Eğitimi, Laiklik, Bilimsellik, Karma Eğitim gibi başlıklar altında belirtilmektedir. Madde 12 Lâiklik ilkesine ayrılmış olup şöyle der:
“Türk milli eğitiminde lâiklik esastır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilkokul ve ortaokullar ile lise ve dengi okullarda okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. “Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.”.
Karma Eğitim 15.maddede ele alınmış olup; “Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız ve erkek öğrencilere ayrılabilir”. ifadesini taşımaktadır.
1924 tarihinden bugüne kadar eğitim kurumları tek elden Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yönetilmektedir. Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı askeri okullar ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK)’na bağlı yüksekokullar daha sonra yapılan yasal düzenlemelerle ayrı tutulmuştur.
Tevhid-i Tedrisat Yasası’nın Türk eğitim sistemine kazandırdığı kavramlardan millî-laik-çağdaş (karma-demokratik eğitim-eğitimde fırsat eşitliği) kavramları zaman zaman çeşitli dönemlerde politik tartışmaların konusu olabilmektedir. Tek tip insan, tek tip üniforma düz mantık kıyaslamasıyla yapılan eleştiriler, küreselleşen dünyada eğitimin millî olamayacağı gibi kanıtsız söylemler, dinsizlikle laik eğitimin eşleştirilmesi, kadın erkek ilişkilerinde ahlâk boyutunda karma eğitimin hedefe alınması eleştirilerin acizliğini de gözler önüne sermektedir. Yapılan eleştirilerin ve karşılaştırılan durumların birbirinden farklı alanlarda bulunması, girdi ve çıktılarının benzerliklerinin bulunmaması, etki ve sonuçlarının bağımsızlığı eleştirilerin tutarsızlığını göstermektedir.
Eğitimde ülkü birliği bugünkü anlamıyla eğitimde misyon devletlerin bekası için ortaktır. Ortak ülküde, hedefte birleşen nesiller yetiştirmek ülkenin varlığı için gereklidir ki bu vatandaşlık eğitiminin de hayatî önemine dikkat çekmektedir. Eğitimin ortak misyondan hareketle çeşitlenmesi ama tek elden kontrolü ve denetimin sağlanması elzemdir. Bu sebeple Tevhid-i Tedrisat Yasası detaylara girmeden altı maddede genel ve temel çerçeveyi çizmiştir. Detaylar daha sonraki yıllarda Tevhid-i Tedrisat Yasası temelinde belirlenmiş, çağın gerekleri çerçevesinde şekillenmiştir. Globalleşen dünyada Türkiye için eğitimde millilik, laiklik ve çağdaşlık bugün de önemini koruyan ilkelerdir ve hedefteki tüm tartışmalara rağmen değeri her geçen gün anlaşılmaktadır. Günümüzde karşılaşılan uluslararası problemlerle planlanmış ulusal eğitim politikalarıyla başa çıkılabileceği yaşanılan güncel olaylarla kanıtlanmaktadır.
Prof. Dr. Betül BATIR
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa
Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi
[1] Bu çalışma, Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar 3 Mart 1924 Tarihli Yasaların Kabulünün 100. Yılı isimli eserde yer alan, tarafımdan yazılan “Tevhid-i Tedrisat Yasası” başlıklı bölümden kısmen özetlenmiş, bazı başlık ve içerikler aynen alınmıştır. Bölüm yazısı için bkz. Betül BATIR, Tevhid-i Tedrisat Yasası, Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar 3 Mart 1924 Tarihli Yasaların Kabulünün 100. Yılı, Editör: Behçet Kemal Yeşilbursa, Ankara: Sentez Yayıncılık, 2024, s.229-274.
[2] Bu görüşle ilgili detaylı bilgi için bkz. Betül BATIR, Tevhid-i Tedrisat Yasası, Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar 3 Mart 1924 Tarihli Yasaların Kabulünün 100. Yılı, Editör: Behçet Kemal Yeşilbursa, Ankara: Sentez Yayıncılık, 2024, s.229-232.
[3] Hamide KILIÇ, Yurt Bilgisi Ders Kitaplarında Çocuk Kimliğinin Temsili (1923-1950), İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Anabilim Dalı Başkanlığı, Dan: Doç. Dr. Betül BATIR, 2021 (Yayınlanmamış Doktora Tezi).
[4] BOA, Y..PRK.MF.._2-82_001_001-5.
[5] Ayrıntılı bilgi için bkz. Betül BATIR, Geleneksel Eğitimden Çağdaş Eğitime Türkiye’de İlköğretim (1908-1924), Birinci Baskı, İstanbul: Elif Kitapevi, 2010, s.106-120; Geleneksel Eğitimden Çağdaş Eğitime Türkiye’de İlköğretim (1908-1924), İkinci Baskı, İstanbul: Milenyum Yayınları, 2014, s.127-150.
[5] Cemil Malûf, “Tevhid-i Tedrisat Meselesi”, Tanin, 3 Teşrîn-i sâni 1909, 430.
[7] Betül BATIR, age. (2014), s. 114.
[8] Ahmet Agayef, “Terbiye-i Millîye”, İçtihat, Sayı:27, 15 Temmuz 1327 (1911), s. 782–786.
[9] Hıfzırrahman Raşit ÖYMEN, Türkiye’nin Eğitim Problemleri Devrimler ve Reformlar Açısından I, (Ankara 1969), 18; Betül BATIR, age. (2014), s.177.
[10] Bkz. Betül Batır, agb. s. 243-247.
[11] T.B.M.M.Z.C., İ.4, 26.4.1336 (1920), s.77-78; Betül BATIR, age. (2014), s.181.
[12] T.B.M.M.Z.C., İ.13, 9.5.1336 (1920), s.243-244; Betül BATIR, age. (2014), s.181-182.
[13] T.B.M.M.G.Z.C., 13.10.1337 (1921), s.298.
[14] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s.20.
[15] Mustafa Rahmi [Balaban], Gazi Paşa Hazretlerinin Maarif Umdesi, Asrî Terbiye ve Maarif, Ankara: Matbuat ve İstihbarat Matbaası, 1339, s.3.
[16] Atatürk’e bu soruyu yönelten kişi, genç felsefe öğretmeni Hasan-Âli [Yücel]dir. Üzerinde askerliğinden kalma, askerî kaputtan bozma bir palto vardır. Salonun balkonundan ayağa kalkarak sorduğu soru karşısında Atatürk “Çocuk, gezim süresince karşılaştığım en güzel olay bu. Benim en önem verdiğim bir konu üzerine soru yönelttin” demiştir. Akt. Canan YÜCEL ERONAT (Hasan- Âli Yücel’in kızı).
[17] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s.93–94.
[18] “Aynı Millete Aynı Maarif”, Hâkimiyet-i Milliye, 26 Şubat 1340 (1924).
[19] İkdam, 27 Şubat 1340 (1924), 9665; 28 Şubat 1340 (1924), 9666; 29 Şubat 1340 (1924), 9667.
[20] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, s.347.
[21] T.B.M.M. Z.C, II. Devre, c.VII, s.25; Hâkimiyet-i Milliye, 3 Mart 1340 (1924).
[22] BCA, f.51..0.0.0, y.2.4..8; f.51..0.0.0, y.3.27..2.
[23] Hâkimiyet-i Milliye, 13 Mart 1340 (1924).
[24] Yahya Afif, “Fani Medreselerin, Baki Eserleri”, Sebilürreşad, 24 Nisan 1340 (1924), c.23, s.413–414.
[25] Ali Haydar, Milli Terbiye, İstanbul 1926, s. 18–19.
[26] “Maarif Vekili Vasıf Bey’le Mülakât”, Hâkimiyet-i Milliye, 18 Mart 1340 (1924).
[27] Karma Eğitim ile ilgili yaşanılan tartışmalar hakkında geniş bilgi için bkz. Betül BATIR, “İnsan Kadın” Dönüşümünde Türkiye’de Karma Eğitim, Tarih ve Eğitime Dair Cumhuriyetin 100. Yılı Konuşmaları, Editör: Ahmet Şimşek, İstanbul: IUC University Press, 2024, s. 60-67.
[28] Mustafa Kemal Atatürk, “Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine”, 25.08.1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, s.179.
[29] Betül BATIR, Tevhid-i Tedrisat Yasası, Türkiye’yi Laikleştiren Yasalar 3 Mart 1924 Tarihli Yasaların Kabulünün 100. Yılı, Editör: Behçet Kemal Yeşilbursa, Ankara: Sentez Yayıncılık, 2024, s.264-269.
[30] Necdet SAKAOĞLU, Osmanlıdan Günümüze Eğitim Tarihi, İstanbul 2003, s.259.
[31 Necdet SAKAOĞLU, age., s.259.