Cumhuriyet’in 101. yılını son zamanlarda sıkça duyduğumuz “çürüme” sözcüğüyle karşıladık. Gericilikle iç içe geçmiş bir sömürünün, şiddetin, yoksullaştırmanın giderek dozunu artırdığı; kamuculuğa, laikliğe, ilericiliğe, yurttaşlığa dair bütün kazanımların çözüldüğü politik iklimi özetliyor bu sözcük.
Bu sözcük aynı zamanda, her gün ölümle burun buruna yaşayan, medeni hakları yok edilmek istenen, çocuk yaşta evlendirilen, tarikatlara, medreselere kapatılan, iyi bir eğitime erişimi gittikçe olanaksızlaşan, kısacası devletin hukuki ve sosyal koruma kalkanlarından tümüyle mahrum bırakılan kız çocuklarının, kadınların yaşamını da özetliyor.
Bizi bugünlere getiren, bu “çürüme”ye hapseden birçok faktör var elbette. Bunları, eğitim ve kadın boyutlarıyla zaman zaman burada yazmaya çalışacağım. Ama bugün 101. yılındaki Cumhuriyet’in, eğitim politikalarıyla kadınlara nasıl bir alan açtığına, kadınlar için nasıl bir sosyal dönüşümü başlattığına değinmek istiyorum. Bunu konuşmak, şimdilerde ne kadar geriye düştüğümüzü görmek, liberal İslamcı siyasetin “karşı sosyal devrim”ini anlamak açısından da önemli görünüyor çünkü…
“Eşit Eğitim Hakkı” Kadınlar İçin Ne Anlam İfade Ediyordu?
Kurucu dönemin eğitim politikalarının kadınlar açısından ne anlam ifade ettiğini görebilmek için öncelikle şu sözlere kulak verelim:
İtiraf etmeliyiz ki, Cumhuriyet’in feyzinden en çok yararlanacak olan biz kadınlarız. Son inkılaptan önce, fikri esaretin hayatımızda yarattığı tahribat, en çok kadınları etkiliyordu. Hakkı tanımayan, fikre hürmet etmeyen irtica (gericilik), zulmünü en kolaylıkla en zayıfa uygulayabiliyordu. Meşrutiyet bile kadınlarımıza yapılan bu zulmü azaltamamıştır… İnkılabımız (Cumhuriyet), her türlü esaret gibi özelikle fikri esareti ortadan kaldırdığı içindir ki, diğer cinsten (erkeklerden) çok, bizim cinsimiz geniş bir nefes almıştır… Cumhuriyet zayıfın da hakkını tanıyan, daha doğrusu zayıf-güçlü, kadın-erkek farkları tanımayan adil bir sistemdir… İlkokuldan üniversiteye kadar kadın da erkeğin yanında aynı eğitim hakkına sahiptir; toplumsal hayatın birçok alanında erkekle ortaktır.”
Kısaltarak ve olabildiğince Türkçeleştirerek alıntıladığım bu sözler, bazı çevrelerce rejimle arasında bir sorun varmış gibi gösterilen Nezihe Muhittin’e ait. Muhittin 1925’teki bir makalesinde bunları söylerken, 1931’de Türkiye kadın hareketinin tarihini anlattığı otobiyografik kitabı “Türk Kadını”nı M. Kemal’e ithaf ederken, II. Meşrutiyet döneminden itibaren kadın mücadelesinin içinde yer alan, aynı zamanda kadınların Cumhuriyet’ten ne beklediğini de yakından bilen bir kimlikle konuşuyordu.
Muhittin’in feminist kimliğiyle Cumhuriyet’i “geniş bir nefes alma” olarak betimlemesi, eşitlik ve özgürlüklerle özdeşleştirmesi ne kadar önemliyse, eşit eğitim hakkı ile yeni rejim arasında kurduğu bağ da o kadar dikkate değerdir. Burada eşit eğitim hakkına yüklenen anlam, kadınların eğitim yoluyla ailede, meslek edinmede, kamusal yaşamda, ekonomik ve politik alanlarda özgürleşmesidir.
Bu görüş, başta kadın hareketi olmak üzere dönemin tüm ilerici çevrelerinin üzerinde ortaklaştığı bir fikrin de yansımasıdır aynı zamanda. Nitekim Cumhuriyet öncesi feminist yayınlarda da kadının hem ailedeki hem toplumdaki ezilmişliği eğitimden yoksun bırakılmasıyla ilişkilendirilmekte; eşit medeni ve sosyal haklara erişmenin yolunun eşit eğitimden geçtiği savunulmaktadır. Bu bağlamda Anadolu’daki tüm kız çocukları için ilköğretimin zorunlu ve ücretsiz olması; lise eğitiminin yaygınlaştırılması, kızlara da yükseköğrenim hakkının tanınması, kız ve erkek öğrencilere aynı müfredatın okutulması gibi talepler öne çıkmaktadır.

Zorunlu, Parasız, Bilimsel Eğitim Kadınlara Nasıl Bir Alan Açtı?
Tanzimat’tan itibaren kız çocuklarının eğitimine ilişkin birçok reform girişimi olsa da, yukarıda sıralanan taleplerin gerçekleşebilmesi, yani eğitimin üst sınıftan kadınlara özgü bir ayrıcalık olmaktan çıkıp tüm kadınlara açılması ve ülke geneline yayılması, ancak erken Cumhuriyet döneminin radikalliğiyle olanaklı hale gelmiştir. Bu dönemde hayata geçirilen laiklik ve anayasal yurttaşlık politikalarının genel eğitimi kadınlar için de bir hak olarak tanımlaması, kadının özneleşmesi ve yurttaşlaşması açısından en önemli adım olacaktır.
Bu bağlamda laik yasalarca düzenlenmiş zorunlu kamusal eğitim, yurttaşlık olgusunun aynı zamanda kadınlar açısından da inşa edilmesi, kadının hem erkek karşısında hem devlet karşısında “kul”dan bireye dönüşmesi, kamusal alanda varlık gösterebilmesi için bir kanal açılması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla kadının yurttaşlaşmasını başlatan ilk adım, Cumhuriyetçi kamu müdahalesi olarak tanımlayabileceğimiz eşit-parasız-zorunlu eğitimdir.
Bu kamucu müdahale sayesinde, kadınlar sınırlarını şer’i hukukun çizdiği dinsel-geleneksel eğitimden özgürleşip, erkeklerle aynı ortamlarda eğitim görebilmiş, birlikte sosyalleşebilmişlerdir. Böylece erkek egemenliğinde olan kamusal alana öncelikle eğitim aracılığıyla kitlesel olarak dâhil olabilmişlerdir. Sadece bu adım bile, cinsiyetler arası eşitliğin ve eşit özneler olabilmenin kapısını aralamakta; kadını toplumda süregelen din ve gelenek kaynaklı yaptırımlardan görece de olsa özerkleştirmektedir.
Eşitliğin ve yurttaşlığın bir boyutu da, feminist yayınların da üzerinde çokça durduğu; ilerleme, kalkınma, bağımsızlık gibi konularda kadınların da toplumsal işbölümünün ve dayanışmanın bir parçası haline gelmesidir. Bu bağlamda yeni rejim, kadını kolektif varlığın ve modernleşme projesinin bir parçası olarak görmüş; buna uygun bir eğitim almasının gerekliliği üzerinde durmuştur.
Kurucu dönemde kadınların eğitimiyle ilgili ısrarla tekrarlanan görüşlerde de bu tutum öne çıkmaktadır. Bu görüşlerde kadınların toplumun yarısını oluşturduğu, eğitimsiz bırakılmaları halinde toplumun işlemez hale gelip varlığının tehlikeye gireceği, kadınların da erkekler gibi hayatın her alanında yükselmesi gerektiği, erkeklere okulda hangi bilim ve teknikler öğretiliyorsa kadınlara da eşit derecede öğretilmesinin zorunlu olduğu vurgulanmaktadır. Böyle bir eğitimin, kadının kurtuluşunu sağlayacağı gibi, ülkenin de kurtuluşunu, kalkınmasını, bağımsızlığını sağlayacağı düşünülmektedir.
Kuşkusuz bu bakış açısını hayata geçiren en somut adım, Tevhid-i Tedrisat Yasasıdır. Yasa her şeyden önce kız çocuklarının da bilimsel eğitime erişimini sağlamıştır. Bilimsel eğitime eşit erişim, meslek seçimlerinde de eşitliğin önünü açmış; örneğin Anadolu’daki herhangi bir kız çocuğu, ailesinin sosyoekonomik koşullarından bağımsız olarak tıp, mühendislik, hukuk gibi alanlarda eğitim görme, hayatını dönüştürebilme fırsatına sahip olabilmiştir. Dolayısıyla eğitim süreçlerinin ve öğretim programlarının dini içerik ve normlardan ayrıştırılıp cinsiyet ayrımı olmaksızın standartlaştırılması, kadının sosyal dönüşümü ve kendini gerçekleştirebilmesi için önemli bir alan açarken, yurttaşlık statüsünü de güçlendirmiştir.

Cumhuriyetçi Eğitim Kadınlar İçin Nasıl Bir Yaşam Öngörüyordu?
Tüm bu anlatılanlardan sonra akıllara şöyle bir soru ya da eleştiri gelebilir: Kuruluş döneminde atılan bu adımlar, ne kadar kadına ulaşabilmiş, ne kadar kadının hayatını dönüştürmüştür?
Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınlarda okuryazarlık oranının 3,67 olduğu, okuryazar kadınların büyük kısmının kentli üst ve orta sınıf ailelerden geldiği, nüfusun neredeyse %80’inin okullaşmanın oldukça düşük olduğu kırsalda yaşadığı koşullarda, elbette ki eğitimin bir anda tüm topluma yaygınlaştırılması olanaklı olmamıştır. Dolayısıyla toplumsal-ekonomik gerçeklikle politik program uyuşmamaktadır. Bu nedenle burada asıl değerlendirilmesi gereken, oldukça kısıtlı bir zaman diliminde uygulanabilen politik programın kadınlar için ne öngördüğüdür.
1946’daki liberal-İslamcı kırılmaya kadar Cumhuriyetçi programın amacı, kadınları dinsel ve feodal gericiliğin baskısından özgürleştirmek, okuyan, çalışan, aile yaşamının yanı sıra, hayatın diğer alanlarında da kendisini var edebilen aydın yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Bu politik perspektif, tüm eksikliklerine ve bugünün kavram setleriyle düşünüldüğünde ataerkil tutumları sürdürmesine rağmen, kendi tarihsel koşullarında oldukça eşitlikçi ve ilericidir. İlericidir çünkü, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’te bile, din adamları kadınların eğitiminin “fıtri vazifeler” ile sınırlandırılması gerektiğine dair fetvalar vermektedir. Eğitimdeki her bir adım, bir yandan da bu fetvalara rağmen ve bu fetvalarla savaşarak atılmıştır.
Bu ilericiliğin çok çok gerisine düştüğümüz bugünlerde ise, yine “fıtri” eğitimi konuşuyoruz, “fıtrat”ı esas aldığını söyleyen Maarif Modelini okullarda okutuyoruz. O halde bugün düşünmemiz gereken, Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarını neden daha ilerici bir toplumsal forma evriltemediğimiz, aksine gerilettiğimiz olmalı. Bu da başka bir yazının konusu olsun.























