Tercüme Heyeti, son toplantısında Tercüme Bürosunun kurulmasının kararını alarak kendi görevini sonlandırmıştır. Tercüme Bürosu, Ulus’ta Posta Caddesi’nde Sanayi Caddesi ile kesiştiği köşede Yüzbaşıoğlu İş Hanı’nda kurulmuştur.6 Tercüme Heyeti’nce kurulan Tercüme Bürosuna seçilen isimler şunlardır:
“Nurullah Ataç (Reis), Saffet Pala (Umumi Kâtip), Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin Ali, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya Karal ve sonradan dâhil olan Nusret Hızır’dır.”7
Amaç: Türk Rönesansı Yaratmak
Büronun amacı; bir başka deyişle Yücel ve arkadaşlarının amacı Türk Rönesansı’nı yaratmaktı. Bunun yolu da ancak “Hümanizma ruhunun benimsenmesine bağlıydı.” Yücel, klasikler serisinin her kitabında yer alan önsözde bunu net bir şekilde ortaya koymuştu:
“Hümanizma ruhunun ilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yaratmasıdır. İşte tercüme faaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli ve medeniyet dâvamız için müessir bellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işleyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ittisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir.
Hangi milletin kütüphanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emeklerini esirgemeyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleri ile beş sene içinde, hiç değilse, devlet eli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüphanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamayacaktır.”
“Tercüme Faaliyetine Sevgi Duymamak, Hiçbir Türk Okuru İçin Mümkün Olmayacaktır”
Türk Rönesansı’nı inşa etmek amacıyla kurulan Büro, gerek tercüme edeceği eserler ve özellikle ağırlıklı olarak tercümesi yapılacak Latin – Yunan klasikleri ve yine Büro’nun çıkaracağı Tercüme dergisi aracılığıyla 1940’lı yıllarda Batı uygarlığını benliğimiz içinde içselleştirme çabasının önemli merkezlerinden biri olacaktır. Büro’nun 1960 yılına kadar çevirdiği eserlerin sayısı, aşağıdaki listedeki gibidir:
YIL CİLT SAYISI
1940 10
1941 13
1942 27
1943 67
1944 97
1945 110
1946 143
1947 57
1948 46
1949 64
1950 42
1951 23
1952 31
1953 17
1954 24
1955 32
1956 21
1957 10
1958 14
1959 18
1960 9
· Tablo Murat Katoğlu’nun Cumhuriyet Türkiyesi’nde Eğitim, Kültür, Sanat adlı makalesinden alınmıştır ( Türkiye Tarihi 4- Cem Yayınevi, s. 468-469)
Her Yılın 29 Ekim’inde
Görüldüğü gibi tercüme işi 1946 yılına kadar her sene artarak devam etmiştir.1946’da tahmin edeceğiniz gibi bu ivmesini kaybedecektir; ama buna rağmen 1960 yılına gelindiğinde 946 eser Türkçemize kazandırılmıştır. Yine altını çizmek isterim; listeyi dikkatlice incelediğimizde 1946 yılına kadar geçen altı yılda, altı yılı takip eden on dört yıldan daha fazla eser tercüme edildiğini görmek mümkündür.
Tercüme Bürosu tarafından yayınlanan klasiklerin halkla buluşması oldukça anlamlı bir günde gerçekleşecektir; her yılın 29 Ekim’inde.
Tercüme Bürosu üyesi olan veya Büroya tercümeleri ile destek vermiş aydınlardan ilk akla gelenlerin isimlerini sıralayalım:
Başkanlığı 1946 yılına kadar, daha önce de bahsettiğimiz gibi Nurullah Ataç ve ardından Sabahattin Eyüboğlu üstlenmiştir. Büronun üyeleri arasında, Orhan Burian, Saffet Korkut, Azra Erhat, Melahat Özgü, Lütfi Ay, Bedrettin Tuncel, Nusret Hızır, Bedrettin Tuncel, Enver Ziya Karal, Saffet Pala, Erol Güney, Sabahattin Ali, Yaşar Nabi Nayır, Vedat Günyol, Şahap Sıtkı İlter, Adnan Ötüken, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday…
Yukarıdaki isimlerini saydığımız aydınlar sadece tercüme yaptıkları eserler ile değil, aynı zamanda Tercüme dergisine yaptıkları tercümeler ile de Büroya destek vermişlerdir.
Tercüme Dergisi: Medeniyet Bir Bütündür
Birinci Türk Neşriyat Kongresi’nde Tercüme dergisinin yayımlanması kararı alınmıştı. 19 Mayıs 1940’da ise Tercüme Bürosunun yayın organı olan Tercüme dergisi yayın hayatına başlamıştır.
Derginin ilk sayısı 19 Mayıs 1940 yılında yayımlanır. Dergi iki ayda bir olmak üzere, yılda altı kez yayımlanır. 1940’dan 1966 yılına kadar 18 ciltten oluşan 64 sayı çıkmıştır. (Bu tarihler arası daha fazla sayı çıkması gerektiği aşikar ama çeşitli sebeplerden dolayı belirli tarihlerde derginin yayımlanması duraklatılmıştır.)Öncelikle derginin amacını, Bakan Hasan Ali Yücel, ilk sayının önsözünde şu şekilde anlatmıştır:
“Medeniyet bir bütündür. Şarkı, garbı, yeni veya eski dünyası şahsiyet farklarıyla bu bütünün birer tezahürü sayılabilir. Biz Türkler, tarihin türlü çağlarında ona yeni unsurlar katmış ve ondan, bizim için yeni olan unsurları hiç taassup göstermeden bol bol almışızdır. Sıklet merkezini Avrupa’da tutmakta olan medeniyet bütününe Tanzimat ve daha evvelki uyanma devresinden beri Türk Cemiyeti de teveccüh etmiş bulunuyor. Türk münevveri, pek az istisna ile başta Latin âleminin en kuvvetli mümessili Fransız sosyetesi olmak üzere, bilhassa Meşrutiyet’te Cermen âlemi ile de sıkı temasa başlayarak Avrupa cemiyetini kültür cephesinden tanımaya çalışmıştır.
Kültür tanışıklığının fikri manzarası, her zaman ve her yerde dil ve yazılı eser alışverişi ile olmuştur; bizde de hal vaki oluyor… Tercüme işlerini bir programa bağlamak başlıca düşüncelerimizdendi… Basit bir aktarımı değil, bu aktarımının gerçekleşmesi için yazarın zihniyetinin benimsenmesi, onun kültür ruhuna nüfuz etmesi lazım… Bizzat tercümenin ne olduğu ve nasıl olması lazım geleceği hakkında bizden başka milletlerin bu hususta neler yaptıklarını da görüp göstererek tercüme işine bir istikamet ve hız vermeye ihmal etmedik.” 8
6 Yılda 136 Çeviri
1940 ve 1946 yılları arasında “70 Fransız yazar, filozof ve bilim adamlarının eserlerinden toplam 136 çeviri yapılmıştır. Eserleri en çok çevrilen filozof ve yazar ise Michel Eyquem Seigneur de Montaigne’dir… Bundan başka Fransız Aydınlanma Devri’nin filozoflarına da yer verilmiştir. Jean – Jacques Rousseau’nun bölümler altı sayıda, François Marie Voltaire’in eserlerinden bölümler ise beş sayıda yayımlanmıştır. Ayrıca Denis Diderot’nun eserlerinde beş çeviri yapılmıştır. Manzum eserlerinden beş çeviri ile Charles Baudelaire’e de yer verilmiştir. Almanca eser veren 27 yazar ve filozofun yazıları dilimize aktarılmıştır ve 71 çeviri basılmıştır. Eserleri en çok çevrilen yazar Johann Wolfgang Von Goethe’dir… İngilizce eser veren otuz yedi yazarın yapıtlarından dilimize metinler aktarılmıştır. Bunlardan en çok William Shakespeare’in eserlerinden yapılan çeviriler basılmıştır… 31 Yunan yazar ve filozofun eserlerinden 45 özet çevrilmiştir… Mayıs 1940- Temmuz 1946 tarihleri arasında toplam 16 Rus yazar ve lirik şairin 28 eserinde çeviriler yapılmıştır. Yazar Aleksander S. Puşkin eserlerinden yapılan dört çeviri ile en çok çevirisi yapılan Rus yazardır… Tercüme’de Latin yazar ve filozofların eserlerinden 21 çeviri bulunmaktadır.”9
1940-1946 (Temmuz) yılları arasında, Tercüme dergisinde “Yunan Özel Sayısı-1” 29-30. sayılar olarak 19 Mart 1945 tarihinde, “ Yunan Özel Sayısı-2” 31-32. sayılar olarak 19 Mayıs 1945 tarihinde, son olarak da “ Şiir Özel Sayısı” 19 Mayıs 1946 tarihinde sayı:34-36 olmak üzere üç özel sayı yayımlanmıştır.
1940’lı yıllarda Türk Devrimi’nin süregelen coşkusunun, Hasan Ali Yücel’in Kültür Bakanlığı ile birleşince, kültür hayatımız olabildiğince canlanmıştı. Öyle ki sadece Milli Eğitim Bakanlığı denilince akla klasikler, Tercüme dergisi, İlköğretim dergisi, Teknik Öğretim dergisi, büyük ressamları ve bizim nakkaşları tanıtan küçük boy kitaplar, Köy Enstitüleri dergisi, okul klasikleri, büyük boy resim albümleri geliyordu. Bu sadece Bakanlık nezdinde yaşanan bir coşku değildi. Dönemin şiirini ele alalım; Yahya Kemal’in önderliğinde Divan Şiiri geleneğine yeni bir yorumla yaklaşan muhafazakâr kesim, Hececilerin öncülüğünde ulusalcı poetik bir damar, Nazım’ın öncüsü olduğu toplumcu gerçekçi çizgi, tabii ki Garip akımı, Necip Fazıl Kısakürek, Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve daha niceleri…
Devrimin olağanca hızı ile devam etmesi, öncelikle CHP içinde kaygı yarattı. Bu yüzden de 1946 yılına gelindiğinde Tercüme Bürosuna ilk fiske vurularak Büronun yayın çizgisini belirleyen aydınları uzaklaştırıldı. Tabii ki bu işlevsizleştirme işleminin hayata geçmesi için öncelikle dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın istifası gerekmişti.
2. Dünya Savaşı sona ermesi ile birlikte, Tercüme dergisinin hümanist yayın politikasına uygun bir şekilde yayımlanmasında başrol sahibi olan Hasan Ali Yücel’in üzerinde uzun süredir süren baskı artacaktır. Bu baskı en çok Köy Enstitüleri üzerinde hissediliyordur. O dönem atılan iftiralardan bazıları şunlardı:
“ Köy Enstitüleri komünist yuvalarıdır, kız çocukları tuvalete çocuklarını düşürüyor…”; ayrıca Yücel ile birlikte kültür politikamızın odağı olan hümanizm için de “Hümanizma- Komünizma, sözü giderek bir tekerleme haline alacaktı.” 10
Öyle ki artık devletin nezdinde bile Türk Rönesansı ile birlikte kültür odağımızda bulunan hümanizm, komünizme eşdeğer kabul görmekteydi. Ayrıca Türk siyasi yaşamı bir dönüm
noktasındadır, 2. Dünya Savaşı sonrası çok partili döneme geçilecek ve demokratik yaşam deneyimi başlayacaktır; fakat Yücel bu konuda muhaliftir. Yücel’e göre demokrasiye geçmek için henüz çok erkendir; henüz halk bu olgunluğa sahip değildir. Tüm bu yaşananlar Yücel’in istifasını getirecektir. 5 Ağustos 1946 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığından istifa edecektir. Seçimlerin ardından kurulan Recep Peker hükümetinde Milli Eğitim Bakanlığına getirilen isim, partinin sağ kanadının önemli isimlerinden Reşat Şemsettin Sirer’dir. İşte 1946’dan sonra, kültür alanında atılan dev adımların hepsinin önüne set çekilecektir. İsterseniz 1946 yılında yaşanan bu süreci her boyutu ile size anlatmadan önce, bir sonraki yazımda kırsaldaki çocuğun eğitiminde gerçekleşen devrimci bir yaklaşım modeli olan Köy Enstitülerini anlatalım…






















