1940’lı Yıllarda Kültür Hayatımızı Zenginleştiren Kurumlar: Tercüme Bürosu -1

Köy Enstitülü öğretmen Fakir Baykurt’un dediği gibi, “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir.”, bu sözleri şiar edinmiş bir cumhuriyet öğretmeni olarak, Dersler adlı bu yeni buluşma noktamızda sizlerle eğitim ve kültür tarihimize ışık tutacağız. Bir başka deyişle bu eğitim saçağı altında benim dersim eğitim tarihi olacak; yalnız bu kez gayemiz ders vermek değil, birlikte eğitim tarihimiz aydınlatmak olacak. Haydi, o zaman başlayalım.

Neden 40’lar?

Eğitim tarihimizde açacağımız ilk pencere, 1940’lı yılların kültür hayatı olacak. Peki, neden özellikle 1940’lı yıllar ile başlıyoruz? 1940’lı yılları önemli kılan iki önemli husus vardır, bunlardan birincisi devrimin ilk kuşağının yetişmiş olmasıdır. 1940’lı yıllar, devrimin genç aydınlarının sahne aldığı bir kültür ortamıdır.

Aynı zamanda 1938-1946 yılları arasında Türk eğitim ve kültür hayatına büyük bir ivme kazandırmış bir Kültür Bakanı görevdedir, Hasan Ali Yücel. Yücel’in bakanlığı sırasında Türk kültür Devriminin kılcal damarları oluşmaya başlamıştır. Türk Devrimi, 1938 yılının Kasım ayında liderini kaybetmişti. Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimin şekillenmesinde oldukça baskın bir karakterin ölmesi, devrimin esenliği açısından oldukça kaygı verici bir durumdu; yalnız Türk Devrimi 1938 yılı sonrasında da olanca hızıyla devam etmiştir, özellikle de kültür alanında. Lakin Devrim,1946 yılında bu hızını kaybedecektir.

İşte 1940’lı yıllar ile başlamanın bir sebebi de 1946 yılı ile birlikte yaşanmaya başlanan kay kaybının hala günümüzde sürmesidir. Öyle ki bugün eğitim alanında yaşadığımız sıkıntıların temelinde, 1946 yılında yaşana kırılma vardır. Bu yüzden de yazımızın sonunda 1946 yılında yaşanan bu kırılmayı derinlemesine anlatacağız; yalnız şimdi 1946 yılına ışık tutmadan önce, bu geçen sekiz sene içerisinde kültür alanında gerçekleşen atılımlardan bahsedelim:

Maarif Vekilliği Değil: Milli Eğitim Bakanlığı

Bu yazımın konusunu, başlıktan da anlayacağınız gibi Tercüme Bürosu olarak belirledim. 1938 yılının Aralık ayında Celal Bayar başbakanlığında kurulan hükümetin Kültür Bakanı, Hasan Ali Yücel olmuştur. Öncelikle şu konuya açıklık getirmek de fayda var. 1935-1941 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’nın adı Kültür Bakanlığı iken, 1941- 1946 yılları arasında “Maarif Vekilliği”, 1946- 1950 yılları arasında ise Milli Eğitim Bakanlığı adını almıştır. Bir başka deyişle dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’dir. Tercüme Bürosu ile ilgili ayrıntılara geçmeden şunu belirtmek isterim ki, Büro 1966 yılında tamamen kapatılmıştır. Yalnız ben bu yazıda, Büro 1946 yılında rotasından çıkarıldığı için, bu tarihe kadar olan bölümü daha çok aydınlatmayı tercih ediyorum.

Tercüme Bürosundan Önce Neşriyat Kongreleri

Yücel’in Bakanlığı sırasında ilk icraatlarından biri Neşriyat Kongresi yapmak olmuştur. 2-5 Mayıs 1939 tarihleri arasında yapılan 1. Türk Neşriyat Kongresi’nin öncesinde de 1-2 Mayıs 1939 tarihinde Harf Devrimi’nin onuncu yıl dönemi dolayısıyla On Yıllık Neşriyat Sergisi düzenlenir; lakin bu gerçekleşen sergi acı bir gerçeği ortaya sermiştir: On yılın içinde neşriyat alanında atılan adımlar yetersiz kalmıştır. Zaten Yücel, Kongre’nin açılış konuşmasında yayın hayatımızdaki yetersizliğini, şu sözlerle aktarmıştır:

“ Tarihimizin son asrına baktığımızda, devletin kültür meselelerinde nazım müessesesi olan Maarif Nezaretlerinin basım ve yayın, eski tabiriyle telif ve tercüme işlerinde aldıkları eksik ve başarısız tedbirler derhal gözümüzün önünde canlanır. İyi niyetlerle başlayan bu hareketler, sırf resmi salahiyetlerin mesuliyet hudutları ve bütçeleri dar çerçeveleri içerisinde kalmak yüzünden, kısa bir zaman sonra sönüp gitmişlerdir. Hasılaları, resmi kütüphanelerle depolarda alıcı ve okuyucu bekleyen birkaç kitaptan ileri geçmemiştir.”

Tüm bu yayın hayatımızdaki yetersizlikler sanki Harf Devrimi’nden önce gayet her şey yolundaymış gibi bir izlenim yaratmasın. Devrimden öncesi de oldukça karanlıktı. Ne yeterince yazılmış eser ne de tercüme edilerek yayın hayatımıza kazandırılmış klasik eserlere sahiptik, özellikle de felsefe ve edebiyat alanında. Tercüme edilen eser konusunda ise bir çoraklık söz konuydu. Daha çok tercüme ettiği eseri satma kaygısını yaşayan mütercim, vasıfsız kitaplara yönelmiş ya da bir başkası bu arada tercümesini yapıyor olması ihtimalinin kaygısını yaşadığı için kısa eserler üzerinde çalışmıştır.

Tanpınar’dan Gençlere:

1930’lu yıllarda dönemin aydınına kulak verdiğinizde, tercüme alanındaki bu çoraklıktan muhakkak bahsetmiştir. Bu konuda biz de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı okuyalım; Tanpınar, aşağıdaki pasajı, Cumhuriyet öncesi gençleri için yazmış:

“…O kadar güvenilen Durkheim’ı ve bütün bir ufuk gibi gördükleri Bergson’u ne dereceye kadar anlıyorlardı? Şüphesiz mücerret fikrin, nazariyelerin, istidlal ve istintaçların, ince tahlillerin kelimelerle kurulan ve yine kelimelerle değiştirilen ve yıkılan o büyüleyici sistem bütün o düşünceleri, tahlilleri Türkçede karşılayacak, size manasıyla gelecek ve çarpacak terimlerden mahrumduk. Diğer tarafta da feylesofla karşılamak imkânını verecek yabancı dil bilgisi azdı ve tercüme edilmiş ana eser nadirdi…”1

Felsefe alanında tercümesi yapılan ana eser nadirdi; peki ya edebiyat alanın da durum neydi? Bakın 1935 yılında Hasan İzzet Dinamo, Yücel dergisinde Dostoyevski’ye olan hayranlığını anlatırken, neden şikayet etmiş:

“ Dostoyevski o romancıların tanrısıdır. Yarattığı alemde en müthiş taraf çırçıplak mahşerde imişiz gibi, bizzat bizi, kendimizi yaşatmasıdır… Ben ondan daha büyük romancı tanımıyorum. Hala Türk diline tercümede naz ediyoruz…”2

Yücel 1. Neşriyat Kongresinde..

Tüm bu bilgiler ışığında şunları söylemek mümkün: Gelecek nesillere kültür yapılarını kuracak eserler hazırlanmalı, ayrıca Batı düşünce ve kültür camiasının bir parçası olmak dileğinde olan Türkiye’nin, medeni dünyanın eski ve yeni fikir ürünlerini kendi diline tercüme etmek için bir plana ihtiyacı vardı, Yücel’in Kongre’de belirttiği gibi:

“ Bu mecburiyet, bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor. Bunu nasıl yapacağız? Neleri tercüme etmeliyiz ve hangi sıra ile nasıl bir yoldan bu işleri başarmalıyız? Bugün, bütün iyi niyetlere rağmen elde muayyen bir program bulunmayışı yüzünden bu yolda heba olan emeklere ve paralara acımıyor muyuz?..

Bu gençlerin her ilim şubesinde bilgilerini genişletecek his ve fikir dünyalarını aydınlatacak, Cumhuriyet rejiminin temiz ve idealist havası içinde onları yaşatacak zengin bir gençlik kütüphanesini bir an evvel memleket çocuklarının istifadesine koymalıyız…

Dahası var; geniş halk kütlesinin eline sadece okuma- yazmanın anahtarını vermekle vazife bitmiş sayılabilir mi? Onları Türk Cumhuriyetinin sıhhatli, millet ve memleket davalarının adamı, iktisadi hayatta verimli bir yurttaş haline getirmek veya bu halde tutmak için, onun günlük hayatındaki kazancını arttırmak için yurdun en uzak köşelerine kadar muntazam yayılan, sistemli bir neşriyat cihazına muhtaç değil miyiz?”3

“Yurdun Uzak Köşelerine Yayılan Bir Neşriyata Muhtaç Değil miyiz?”

Kongre’de yapılan, yukarıda özet olarak sunduğum açılış konuşmasının ardından, üzerinde çalışılacak konular sıralanmış ve katılımcıların oluşturduğu encümenler, sorumlu oldukları konular üzerine çalışmaya başlamışlardır. Ardından encümenler hazırladıkları raporlar, genel oturuma tartışılması için sunulmuştur.

İlk Basın, Yayım ve Satış İşleri Encümeni’nin raporu, ardından da Dilekler Encümeni’nin raporu okunmuştur, sonra da Edebi Mülkiyet Encümeni’nde çıkarılacak olan telif hakkı kanunu üzerinde epey tartışma gerçekleşmiştir. Yalnız Kongre’de oluşturulan yedi encümenden biri Tercüme İşleri Encümeni olmasına rağmen, Edebi Mülkiyet Encümeni’nin raporu tartışılırken konu tercüme eserlere gelmesi, aslında bu Kongre’nin ana ekseninin tercüme sorununa çözüm bulmak olduğunu söylemek, yanlış olmayacaktır; zaten daha sonra Yücel de bu net biçimde belirtmiştir:

“Neşriyat Kongresi’nin topladığımız zaman, diğer ana kültür meseleleri içerisinde, tercüme işini de bir programa bağlamak, başlıca düşüncelerimizdendi. Maarif Vekilliği, Kongrenin verdiği direktifler dâhilinde, tercüme işinin organizasyonunu kurmaya muvaffak oldu…”4

Kongre’de Tercüme İşleri Encümeni, Nurullah Ataç’ın başkanlığında, şu üyeler ile toplanmıştır:

Abdülhak Şinasi Hisar, Ali Kami Akyüz, Bedrettin Tuncel, Burhan Belge, Cemil Bilsel, Fazıl Ahmet Aykaç, Fikret Adil, Galip Bahtiyar Göker, Halil Nihat Boztepe, Halit Fahri Ozansoy, İzzet Melih Devrim, Nasuhi Baydar, Nurettin Artam, Orhan Şaik Gökyay, Rıdvan Nafiz Ergüer, Sabahattin Rahmi Eyüboğlu, Sabahattin Ali, Sabri Esat Siyavuşgil, Selami İzzet Sedes, Suut Kemal Yetkin, Şinasi Boran, Yusuf Şerif Kılıçer, Yaşar Nabi, Zühtü Uray’dır.

“Bir Tercüme Mecmuası Zaruridir”

Encümen başkanlığına dediğim gibi Nurullah Ataç, raportörlüğüne ise Mustafa Nihat Özön seçilmiştir.

3-4 Mayıs 1939 tarihlerinde toplantılar yapan Encümen, Kongre’ye sunulmak üzere hazırlanmış bir rapor oluşturmuştur. Kısaca raporu özetlersek; çevrilmesi tavsiye edilen eserlerin listesi, tercüme işlerinin bir plan çerçevesinde ilerleyebilmesi için Tercüme Bürosu kurulma tavsiyesi, aynı zamanda bu Büronun bundan sonra vücuda getirilecek lügatler için malzeme toplaması, bir tercüme mecmuasının zaruri olduğunu belirten maddelerin açıklamalarını içeren bir rapordur.

Bu raporun ilgi çeken maddesi dilimize öncelikle çevrilmesi lüzumlu görülen klasik eserlerin listesini sunan 1. maddedir. Listede Fransız, İngiliz, İspanyol, Rus, Alman, Yunan ve Latin, İtalyan, Şark, Şimal, Amerikan yazarların önemli eserleri yer almaktadır. Listenin çoğunluğunu Fransız, İngiliz, Alman, Rus, Yunan ve Latin klasiklerini oluşturmaktadır.

“Hümanist Kültüre Dair Eserlere Öncelik Verelim!”

Raporun önemli diğer tespiti ise tercümelerin süratli bir şekilde yayım hayatımıza kazandırabilmek için Maarif Vekilliğince üstlenilmesidir. Raporda özellikle vurgulanan bir diğer nokta da, hümanist kültür ile ilgili olan eserlerin öncelik ve ağırlık verilmesi ve hatta bunların mümkünse aslından tercüme ettirilmesi üzerinde önemle durulmuştur. Raporda özel yayınevlerinin de tercüme işinde devlet tarafından desteklenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu özel yayınevlerinin her sene başı yapacakları tercümelerin listelerini devlete sunarak, aynı yapıtın birden fazla kişi tarafından çevrilmesi sonucuyla oluşacak zaman, para ve emek kaybının da önüne geçileceği raporda belirtilmiştir.

Kongre’nin son günü olan 5 Mayıs 1939 tarihinde Yücel başkanlığında gerçekleşen oturumda tüm raporlar okunmuş ve Tercüme İşleri Encümeni’nin raporu diğer raporlar ile birlikte kabul edilmiştir. Böylece Kongre’nin kararı ile Tercüme Bürosunun kurulması ve Tercüme dergisinin yayınlanması kabul edilmiştir.

Peki, hemen mi kurulmuştur Tercüme Bürosu? Hayır, öncelikle Tercüme Heyeti bir araya gelerek gerçekleştirdiği toplantılar sonucunda kurulmuştur. Tercüme dergisinin 1. sayısının haberler bölümünden, Tercüme Heyeti’nin gerçekleştirdiği toplantıları ve Tercüme Bürosunun kuruluşu hakkında bilgi alıyoruz. 28 Şubat 1940’da bir araya gelen Tercüme Heyeti şu kişilerden oluşmaktadır:

Ve Tercüme Heyeti oluşur:

Halide Edip, Saffet Pala, Doktor Adnan Adıvar, Bedri Tahir Şaman, Avni Başman, Nurettin Artman, Ragıp Hulusi Erdem, Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç, Bedri Tuncel, Enver Ziya Karal, Sabahattin Ali, Cemal Köprülü, Abdülkadir İnan ve Kadri Yörükoğlu 5

İlk toplantıda Tercüme İşleri Encümeni’nin raporu okunduktan sonra rapor üzerine müzakere yapılmıştır. Bu toplantıda bilhassa tercüme usulleri üzerinde münakaşa yapılmış, lügat meselesi tartışılmış, tercümelerin bir kontrole tabi tutulmasının tercüme faaliyetlerini daraltma ihtimali konuşulmuş ve Latin harfleri kullanan milletlerin has isimlerinin imlasını riayet edilmesi, diğerleri için de bir transkripsiyon esası kabul olunması kararlaştırılmıştır. Bu toplantının ardında Adnan Adıvar’ın başkanlığında dört kez daha bir araya gelen Heyet, ilk aşamada tercümesinin yapılması gerektiğini düşündüğü yapıtların listesini hazırlamıştır. Bu eserler üç başlıkta toplanmıştır. İlk iki grup Maarif Vekilliğince tercüme ettirilip bastırılacaktır; üçüncü liste ise tercüme yapmak isteyenlere öneri olarak sunulacaktır. İlk iki sıradaki listede bulunmayan ama Bakanlık tarafından basılması kararlaştırılan iki önemli eser daha vardır: 1- Homores Destanı 2- İlahi Komedya

Bu eserleri sunulan tercüme metinlerin incelenmesi ardından basılması daha uygun bulunmuştur.

Paylaş:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Niçin Eğitimde Drama?
Okullarda Cep Telefonu Yasaklanmalı mı?