Cumartesi yayınlanan Resmi Gazete eğitim gündemi açısından oldukça önemli başlıklar içeriyordu; Aday Öğretmenlik ve Öğretmenlik Mesleği Kariyer Basamakları Yönetmeliği ve 14 üniversiteye yapılan rektör atamaları yayınlandı. MEB bütçesinin TBMM genel kurulunda görüşülerek Cumhur ittifakının oyları ile kabul edilmesi de ayrıca geride bıraktığımız haftanın önemli başlıklarındandı. Haftanın ilginç ve bir o kadar da tartışmalı başlıklarından birisi ise Türkçeyi Doğru Kullananlar kitabının MEB tarafından yayınlanmasıydı; ücretli öğretmenlerin ödenmeyen ücretleri, Hatay’da kız öğrencilerin serviste öne oturmamasına dair yazı, okullarda yeni yıl kutlamalarının yasaklanması, iktidar partisinin eğitim alanını kullanması ve Maarif Vakfı ile Talim ve Terbiye Kurulu arasında imzalanan işbirliği protokolü haftanın öne çıkan diğer başlıkları oldu.
Öğretmenlik Kariyer Değil İhtisas Mesleğidir
Öğretmenlik mesleğinde kariyer basamakları oluşturma hedefi AKP iktidarları döneminde değişen Milli Eğitim bakanlarının değişmeyen gündemleri oldu; 2006 yılından bu yana öğretmenlik mesleği ile ilgili önemli bir tartışma başlığı olan öğretmenlikte kariyer basamakları, görünen o ki bundan sonra da tartışılmaya devam edecek.
Milli Eğitim Akademisi adı verilen kurumla öğretmenler ve öğretmenlik mesleği üzerinde yeni bir vesayet aracı oluşturacak olan Öğretmenlik Meslek Kanununa dönük rıza üretmek amacıyla yasa tasarısına konulan bir madde ile 20 yılını tamamlayan uzman öğretmenlere başöğretmen olma yolu açılmış oldu; bu şekilde yaklaşık 230.000 öğretmenin başöğretmen olacağına dair bilgiler paylaşılıyor. Başöğretmen olacak öğretmenlere ödenecek olan tazminatın artırılması dışında öğretmenlerin görev ve sorumluluklarında bir fark yaratmayacak olan bu kariyer basamağının ve genel olarak kariyer basamaklarının öğretmenlik mesleği açısından alanda bir karşılığının olmadığı açıktır.
Sadece alınacak ücreti artıran bir düzenlemeden yararlanmak için öğretmenlerin farklılaştırılmasına ve öğretmenlik mesleğinin bölünmesine ses çıkarmamanın aslında mesleğin statüsünün zayıflatılmasına ve öğretmenlik mesleğinin toplumsal algısının güçsüzleştirilmesine ses çıkarmamak anlamına geldiği unutulmamalıdır. Öğretmenlik mesleği bir ihtisas mesleğidir ve bu yönüyle de kendi içerisinde bölünmesi veya farklılaştırılması mümkün de değildir, doğru da değildir.
Bu süreçte öğretmenlik mesleğini savunmak yerine, popülist bir yaklaşımla bir an önce söz konusu yönetmeliğin çıkması gerektiğine dair çağrılar yapan veya “okullarda öğretmenlerden eleştiri alırız, istifa edenler olabilir” kaygısıyla sessiz kalan sendikalara üzülerek tanıklık ettik. Oysa böylesi bir dönemde öğretmenlik mesleğini ve öğretmenleri savunmak geleceğimizi savunmak demektir; unutulmasın ki öğretmen kaybederse halk kaybeder.
Aday Öğretmenliğin Son Dönemi
Yayınlanan yönetmelikle ayrıca aday öğretmenlik süreci de düzenlenmiş oldu; 1 Eylül 2025 tarihine kadar MEB’e alınacak öğretmenler bu yönetmelik hükümlerine tabi olacaklar, o tarihten sonra öğretmenliğe atanacaklar Milli Eğitim Akademisi eğitimine alınacaklar. Bunun anlamı ise bu dönem atanacak öğretmenlerin eski sistemle öğretmenliğe başlayacak son öğretmenler olmaları.
Söz konusu durumdan kaynaklı atama bekleyen öğretmenler yüksek bir kontenjanla kısa sürede atama yapılmasını beklemektedirler ancak mülakat mağduru öğretmenlerin yaşadıkları mağduriyetler ve eşitsizlikler dikkate alındığında fazla sayıda kontenjan ile birlikte mülakatın kaldırılmasını da talep etmek gerektiği açıktır. Milli Eğitim Bakanı, atama yapılacak kontenjanın bütçe kabul edildikten sonra açıklanacağını ifade etmişti, şimdi hızlıca kabul edilebilir bir sayının açıklanması için kamuoyunda bir farkındalık yaratmak gerekiyor.
Rektörler Atanmaya Devam Ediyor Üniversiteler Kaybediyor
Üniversitelere dönük müdahaleleri ve gerekçelerini daha önceki haftalarda da yazmıştık; temsil ettikleri değerler ve toplumsal işlevleri dikkate alındığında üniversitelerin idari ve mali açıdan özerk olmaları belirleyici öneme sahiptir, bu nedenle de iktidarlar üniversiteyi kendilerine bağımlı ve bağlı kılmayı hep öncelemişlerdir. Bunu yapabilmenin en önemli aracı ise üniversite üzerinde rektörün tahakkümünü artırmak ve gücü artırılmış rektörleri de doğrudan siyasi iktidarın atamasıdır.
Rektör seçimi ve sonrasında doğrudan atama süreci aslında içerisinden geçmekte olduğumuz siyasi sürecin de özeti gibidir; geldiğimiz son aşamada artık rektörlerin atanmasında üniversite bileşenleri tamamen devre dışı kalmıştır ve kolektif hiçbir süreç işletilmektedir. Konu AYM’ye taşınmış ancak yüksek mahkeme verdiği kararla sadece rektör atamalarının düzenlenmesinin KHK ile değil de kanunla yapılması gerektiğine karar vermiştir.
Bugün Resmi Gazetede 14 üniversiteye yapılan rektör atamaları da yayınlandı. İşin daha vahim olan yanı ise bu durumun artık kanıksanmış ve kabullenilmiş olmasıdır; üniversitelerin ve bilim insanlarının gündemlerinde üniversitelerin özerklik konusu olmadığı sürece de bu durumun bu şeklide devam edeceği görülmektedir.
Kim Karar Verecek?
Önce Bağcılar ilçe MEM, ardından da Ataşehir ilçe MEM okullara gönderdikleri yazılar ile okullarda yeni yıl kutlamalarının yapılmamasını içerisinde “kültürümüze, geleneklerimize ve inancımıza uymayan bu etkinliklerin… yapılmaması hususunda…” ifadeleri bulunan cümlelerle istemektedirler. Bu türden yasaklamalar ve engellemeler daha önce de yaşanmıştı ancak bu kadar açık bir şekilde uygulanan yasaklamalar dini bir referansa dayandırılmamıştı.
İlçe MEM yöneticileri kendi inanışlarını ve değerlerini mutlak ve tüm topluma ait olarak kabul etmekte ve temsil ettiklerini düşündükleri güçten dolayı da tüm toplumun bu değerlere ve inanışlara göre yaşamasını isteme hakkını kendilerinde görmektedirler. Bu okullarda karşılaştığımız laiklik karşıtı uygulamaların bir adım ötesinde, yaşamı dini referanslara göre düzenleme anlamına gelen uygulamalardır ki bunları kabul etmek mümkün değildir.
Ayrıca, söz konusu yasaklamanın hukuki bir dayanağı ve ilgi tutulduğu başkaca bir emir, olur veya yazı da söz konusu değildir; bunun anlamı ise söz konusu yazının yerel bir inisiyatif ve kararla yazıldığıdır. Her ne kadar MEB, uygulamaları ve söylemleri ile, merkezi olarak bu yazıları yazma, bu türden yasakları uygulama eğiliminde olan yöneticileri cesaretlendirse de söz konusu iki yazı da iki ilçe MEM yönetiminin tasarrufudur. Bu yöneticilerin temsil ettikleri kamu gücünü tüm toplumsal kesimlere eşit mesafede durarak ve farklılıklara saygılı davranan bir şekilde kullanmaları gerekir. Mevzuattaki muğlaklık bu türden olaylara gelecekte de zemin oluşturacaktır. Kimin neyi, nasıl kutlayacağına eğitim yöneticileri değil kişiler ve toplumsal kesimler kendileri karar verirler.
Rosa Park’ı Anımsamak…
Rosa Park, 1 Aralık 1955 tarihinde ABD’de siyahların oturmasının yasak olduğu “otobüsün ön koltuğuna” oturmuş ve beyazların kalkması uyarısına uymayarak tutuklanmıştır. Park’ın eylemi ırkçılık karşıtlığı süreç ve eşit haklar mücadelesinde önemli bir yer tutmuştur ve bu itiraz halen de esin kaynağı olmaya devam etmektedir.
Park’ın güçlü eyleminden 69 yıl sonra, yine bir Aralık ayında otobüste öne oturmayla ilgili inanılması güç bir olayla karşılaştık; Antakya ilçe MEM okullara gönderdiği bir yazı ile kız öğrencilerin okul servislerinde öne oturmaması hususunun öğrencilere duyurulmasını istemektedir. Bu yazının da aynı yılbaşı kutlamalarını yasaklayan ilçe MEM’ler gibi genel politik iklimden güç alan yerel eğitim yöneticilerinin inisiyatifi ile geliştiği görülmektedir; bu yazıda da yine yazıyı yazanların yaşam referanslarına göre gündelik yaşamın düzenlenmesi istenmektedir. Tüm örnekleri dikkate aldığımızda, yaşamın her alanında ısrarlı bir “laik eğitim, laik yaşam” mücadelesinin acilen yaşama geçirilmesi gerektiği açıktır; 69 yıl sonra Rosa Park’ın açtığı yoldan giderek ön koltukta oturmaya ısrarla devam etmek gerekmektedir.
Eğitime Bütçe Yine Yok…
15 Aralık Pazar günü MEB bütçesi TBMM genel kurulundan görüşülerek onaylandı, bütçenin tamamı ise 20 Aralık tarihinde kabul edilerek yasalaştı. Bütçe görüşmeleri süresince eğitimle ve eğitime genel bütçeden ayrılan pay ile ilgili yoğun tartışmalar yaşansa da bütçe komisyona havale edildiği şekilde hiç değişmeden yasalaştı.
Mülakat başta olmak üzere eğitimle ilgili çok sayıda eleştirinin yapıldığı görüşmelerde MEB bakanının ve iktidar milletvekillerinin eğitimde sorun yokmuş gibi konuşmalar yapmalarını ve böylesi bir algı oluşturma çabalarını şaşkınlıkla izledik. Eleştirileri dikkate almak ve sorun varsa sorunu çözmek için adım atmak yerine sorunları yok saymak yaklaşımına görüşmeler boyunca tanıklık ettik.
Eğitime ayrılan payın yine yetersiz kaldığı ve ayrılan kaynağın genelinin personel giderlerine ayrıldığı bir bütçe yasa tasarısı daha kanunlaştı. Mali bütçeler bir ülkenin en politik metinleri olarak kabul edilirler; bütçeler, gelirlerin kimlerden toplanarak kimlere aktarılacağının belirlendiği sınıfsal metinler olarak siyasi iktidarların tercihlerini ve öncelliklerini gösterirler. 2025 bütçesi, önceki yılların bütçeleri gibi, çocukların eğitim hakkını ve gereksinimlerini önceleyen bir bütçe değildir. Bu nedenle eğitimi ve çocukların gereksinimini karşılayacak bir bütçe mücadelesi kaçınılmazdır. Bu mücadelenin de konfederasyonların ayrı ayrı yaptığı mitinglerle değil birleşik güçlü bir mücadeleyle ancak mümkün olacağı açıktır.
Türkçeyi Kimler Etkili Kullanıyor?
MEB, geride bıraktığımız haftada “Türkçeyi Etkili Kullananlar” adında bir kitap yayınladı; Türkçeyi etkili kullandığı düşünülen yüz ismin yaşamı ve eserlerine yer verilen kitapta isimleri ve eserleri bulunan isimler kadar bulunmayan isimler de tartışma yarattı. Siyasi iktidarın politik yaklaşımlarına ve yaşamsal tercihlerine uygun olmadığı düşünülen Aziz Nesin, Can Yücel, Fakir Baykurt, Kemal Tahir gibi pek çok isme söz konusu kitapta yer verilmedi; bu örnekte de görüldüğü üzere eğitimin ve sanatın siyasetin gölgesinde gelişemeyeceği açıktır. Kamuyu yönetme gücünün bu şekilde siyaseten kullanımı düşünce dünyasını mutlak çoraklaştırır.
Eğitimi Parti mi Yönetiyor?
İktidar partisinin yerel ve mesleki yöneticilerinin eğitim yönetimine dahil olma süreçlerini bir süredir görmekteyiz. MEB bakanları il ziyaretlerine gittiklerinde, iktidar partisinin o ildeki milletvekilleri ve yöneticilerinin de katıldığı, il eğitim izleme ve değerlendirme toplantısı yaparak aslında süreci başlattılar; gidilen ilde bulunan tüm vekiller ve tüm siyasi parti temsilcileri toplantılara katılmış olsa durum bir şekilde anlaşılır olabilirdi.
Benzer durumu iktidar partisi vekillerinin MEB ile kimi kurumların işbirliği protokolü imza töreninde de gördük; Kütahya’da imzalanan son protokole bir iktidar partisi vekilinin de katılması bu durumun son örneğidir. Trabzon Beşikdüzü Anadolu Lisesinde AKP İl Gençlik Kolları Kongresinin yapılmış olması bu şekilde meydana gelen ne ilk ne de son örnektir. Kamu kurumlarının siyasi partilerin kullanımına açılmış olması kamusal hizmetin doğasına aykırıdır.
Bu alanda yaşanan son örnek ise “yok artık” dedirtecek türdendir; AKP Antalya il başkanı Antalya ilçe MEM müdürlerini parti binasına çağırarak bir toplantı gerçekleştirdi; toplantı kamuoyuna, “ilçelerimizin eğitim durumunu görüştüğümüz verimli bir toplantı oldu” şeklinde duyuruldu. Toplantıya il müdürünün değil de ilçe müdürlerinin katılmış olması da ayrıca konuşulması gereken bir durumdur; il müdürünün olmadığı bir toplantıya ilçe müdürlerinin katılması, eğitimi il müdürü yerine AKP il başkanı ile koordine etmeleri anlamına gelir ki bu durum kabul edilemez. Parti devleti görüntüsü veren bu toplantının tartışılması ve bu toplantıya katılan ilçe müdürleri ile ilgili inceleme başlatılması gerekmektedir.
Eğitim Yok Maarif Var…
Eğitim alanında en fazla tartışılan kurumlardan biri de Maarif Vakfıdır; son dönemlerde içerisinde Maarif sözcüğü olan işler veya adında Maarif sözcüğü bulunan kurumlar MEB tarafından öncelikle desteklenmekte ve tercih edilmektedir. Bu durumun yaygınlaşacağı ve adında Maarif sözcüğü olan kurumların sayısının önümüzdeki dönemde artacağının da öngörülmesi gerekmektedir.
2016 yılında kurulan Maarif Vakfı, MEB adına yurtdışında faaliyet gösterme yetkisine sahiptir; vakfa her yıl eğitim bütçesinden ciddi miktarda kaynak aktarılmaktadır. Geride bıraktığımız hafta Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı ile Maarif Vakfı arasında dil eğitimi alanında yürütülen ulusal ve uluslararası projelerde işbirliği protokolü imzalandı. Bu protokol sonucunda vakfa ne türden olanaklar sağlanacağını önümüzdeki haftalarda izlemeye devam edeceğiz.
Güneşli ve güzel günlere ulaşmak dileğiyle, görüşmek üzere…






















