Öğretebilmek İçin Sadece Bilmek Yeter mi?

Kategori : Eğitim Dünyası

Geçtiğimiz günlerde 16. Ulusal Fen ve Matematik Eğitimi Kongresi’nde önemli bir panele katılma fırsatım oldu. Panelin başlığı “Türkiye’de Alan Eğitimin Geleceği ve Sürdürülebilirliği” ve konuşmacı, matematik eğitiminin duayenlerinden Prof. Dr. Adnan Baki’ydi. Baki, matematikçiler ve matematik eğitimcilerinin çalışma alanları ve uzmanlıkları üzerine enfes bir sunum yaptı. Bu sunum, eğitim dünyasında sık sık tartışılan bir soruyu aklıma getirdi: Gerçekten de öğretebilmek için sadece bilmek (bilgiye sahip olmak) yeterli mi?

Bu mesele, yalnızca eğitim bilimlerinde değil, yüzyıllardır tüm toplumlarda ele alınmıştır. Öğretmenin sadece bildiği kadarını mı öğretebileceği, yoksa daha fazlasına mı ihtiyaç duyduğu sorusu, eski Yunan’dan günümüze kadar eğitim felsefesinin temel konularından biri olmuştur. Platon ve Aristoteles gibi düşünürler, eğitimin temelinde sadece bilgi aktarımının değil, bilgiye ulaşma yöntemlerinin de öğretilmesi gerektiğini savunmuşlar. Ancak modern dünyada bu soru daha da derinleşiyor. Yani, bilen öğretebilir mi?

Bu sorunun belki de en radikal yanıtını, Fransız eğitimci Joseph Jacotot veriyor. Jacotot, 19. yüzyılda öğrencilerine bir dil öğretmek zorunda kaldığında, o dili bilmeden bunu nasıl yapabileceğini keşfetmişti. Öğrencilerine sadece bir kitap verdi ve kendi başlarına öğrenmelerini sağladı. Jacotot, bu deneyimden sonra “öğretmek için bilmeye gerek yok” sonucuna ulaştı. Rancière’in Cahil Hoca kitabında anlattığı bu olay, eğitimin geleneksel bilen-bilmeyen dengesini alt üst etti. Bu görüşe göre, öğretmen sadece bir rehberdir; önemli olan, öğrencinin öğrenme isteği ve çabasıdır (Rancière, 2014).

Peki, bu görüş ne kadar gerçekçi? Öğretmenler gerçekten sadece birer rehber midir, yoksa alan bilgisi ve pedagojik bilgiye sahip olmaları mı gerekmektedir?

Burada devreye Shulman’ın 1980’lerde geliştirdiği Pedagojik Alan Bilgisi (PAB) kavramı  girer. Shulman’a göre, öğretmenlerin yalnızca alan bilgisine sahip olmaları yeterli değildir. Öğrencilerin farklı öğrenme stillerine, kavramsal anlayışlarına ve motivasyonlarına hitap edebilecek pedagojik bilgiye de sahip olmaları gerekir. Yani, öğretmen hem “ne öğrettiğini” bilmeli hem de “nasıl öğreteceğini” (Shulman, 1986). Bu durum, öğretmenin sadece bilen değil, aynı zamanda anlamayı kolaylaştıran bir çerçeve sunması gerektiğini vurgular. Eğitim fakültelerinin temel amacı da budur: Öğretmen adaylarını hem alan bilgisiyle hem de pedagojik bilgiyle donatmak.

Bu noktada, Harvard Üniversitesi’nden Eric Mazur’un deneyimi oldukça çarpıcıdır. Mazur, yıllarca derslerini geleneksel yöntemlerle, yani tahta önünde bilgiyi doğrudan aktararak yürüttü. Ancak zamanla, öğrencilerin konuları anlamadığını fark etti. Onların notları başarılı görünse de dersin özünü kavrayamadıklarını gördü. Fizikçi kimliğiyle, bu sorunun pedagojik bir eksiklik olduğunu fark eden Mazur, kendi deneyimleri üzerinden pedagojinin temel doğrularını yeniden keşfetmeye başladı. Bu süreçte öğrencilerin derslere daha fazla katılımını sağlamak ve aktif bir öğrenme ortamı oluşturmak için akran öğretimi (peer teaching) yönteminin farkına vardı (Mazur, 2010).

İlginç olan ise, Mazur’un keşfettiği bu pedagojik doğruların eğitim bilimlerinde yıllardır biliniyor olmasıydı. Yani Mazur, fizikçi olarak verdiği derslerde öğrenci merkezli yöntemlerin gerekliliğini bizzat yaşayarak keşfetti. Oysa fizik öğretmenliği eğitimi alsaydı, bu yöntemleri zaten baştan öğrenmiş olacaktı. Bu örnek, alan bilgisine sahip olmanın öğretmek için yeterli olmadığını ve pedagojik bilgilerin eğitimin vazgeçilmez bir parçası olduğunu güçlü bir şekilde gösteriyor.

Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun tartışıldığı bu dönemde de bu mesele oldukça güncel. Kanunda, öğretmenlerin mesleki gelişimlerinin sürekli desteklenmesi ve mesleğe kabul edilmeden önce kapsamlı bir eğitim almaları gerektiği vurgulanıyor. Ancak burada dikkat çeken bir nokta da şu: Öğretmen sadece bildiğini mi öğretir, yoksa pedagojik donanım olmadan bu süreç eksik mi kalır? Bu tartışma, meclis gündeminde olan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun altında yatan temel sorulardan biridir (TBMM, 2024).

Bu mesele, eğitimin özünü anlamamıza yardımcı olabilir. Öğretmenlik sadece bilmenin değil, aynı zamanda bilginin öğrenciye en uygun şekilde aktarılmasının bir sanatıdır. Eğitim fakülteleri bu yüzden önemlidir. Sadece matematik, fen ya da edebiyat bilmekle yetinmeyen, bunu nasıl aktaracağını bilen öğretmenler yetiştirmek için varlar.

Peki, bu tartışmanın sonu ne olacak? Eğitimde “bilen öğretebilir mi?” sorusu, belki de her dönemin kendine özgü koşulları içinde farklı yanıtlar bulacak. Ancak, öğretmenlik mesleği her zaman “sadece bilmekten” fazlasını gerektirecektir.

Kaynakça

Mazur, E. (2010). Bilim Eğitimi. (Çev. Z. Ünalan). Bilim ve Teknik Dergisi. TÜBİTAK.

Rancière, J. (2014). Cahil Hoca: Zihinsel Özgürleşme Üzerine Beş Ders (8. Basım). (Çev. S. Kılıç). Metis Yayınları.

Shulman, L. S. (1986). Those Who Understand: Knowledge Growth in Teaching. Educational Researcher, 15(2), 4-14.

TBMM. (2024). Öğretmenlik Meslek Kanunu Teklifi (2/2239) ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu.

   

Paylaş:

1 Yorum. Yeni Yorum

  • Saltuk ERYAŞAR
    28 Eylül 2024 15:17

    Bu çarpıcı satırlar, bize eğitim anlayışımızı sorgulatırken aynı zamanda Türkiye’deki öğretmenlerin rehberlik sıfatını da düşündürüyor.

    Yanıtla

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Okullarda Cep Telefonu Yasaklanmalı mı?
‘Deli Muallim’in İzinde: Eğitim Tarihinde Bir Portre Behram Lütfi 1