LGS kapsamında yapılan merkezi sınavın sonuçlarının açıklandığı 11 Temmuz’dan bu yana sınava dönük şaibe tartışmaları bitmiyor. MEB, LGS kapsamında uygulanan sınava dönük kimi sorulara yanıtlar verse de yaşanan yeni gelişmeler yeni soruların sorulmasına neden oluyor. Soruların çokluğunun asıl nedeni ise sürecin MEB tarafından yeterince açık sürdürülmemesi ve sınavla ilgili analizlerin zamanında ve olması gerektiği şekilde açıklanmamasıdır.
Sınav sonuçlarının açıklanmasından önce sınav güvenliği ile ilgili tartışma zaten başlamıştı. Sınav sonuçlarının açıklanması, 719 öğrencinin tam puan aldığı bilgisinin kamuoyuna sınavla ilgili ayrıntılı veriler olmadan aktarılmış olması şaibe tartışmalarının başlamasına neden oldu. Tartışmaların büyümesi üzerine “Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü” sınav sonuçlarına dönük bazı verileri kamuoyuyla paylaşmış olsa da bu hem geç kalınmış bir adım oldu hem de paylaşılan veriler yeterli değildi. Bütün bunlarla birlikte Bilgi İşlem Daire Başkanının görevden alınması ve sınavla ilgili görsellerin paylaşıldığı okulda sınav günü görevli olan 29 öğretmene soruşturma açılması tartışmayı derinleştirdi. MEB, görevden almanın LGS ile ilgili olmadığını, farklı bir nedenle uygulanan bir idari tasarruf olduğunu açıklasa da bu tartışmanın sonlanmasını sağlayamadı. İddiaların ciddiyetinden kaynaklı CHP’nin eğitimden sorumlu genel başkan yardımcısı Suat Özçağdaş konuyla ilgili yargıya başvurdu.
2023 yılına dek LGS kapsamında uygulanan merkezi sınava dönük ayrıntılı raporlar yayınlanmaktaydı ve sınavla ilgili sorulabilecek tüm sorulara yanıtlar bu raporlarda bulunmaktaydı. 2023 yılında yaşanan Milli Eğitim Bakanı değişikliğinden sonra sınavla ilgili analizlerin bulunduğu raporların yayınlanması durduruldu ve işte tartışmalar da tam bu noktada başladı. Şeffaflığın ve bilgiye erişimin olmadığı alanlar kamuoyu denetiminden uzaklaşmış alanlardır, bu alanlarda yaşananlarla ilgili tartışmalar da bilgiye erişememe ve açık olarak süreci izleyememeden kaynaklanmaktadır. Bu duruma bir de ülke olarak önceki yıllarda sınavlarla ilgili yaşanan travmalar, olumsuz örnekler eklendiğinde sınav sonuçlarının tartışılmamasını beklemek hayalci bir tutum olmaktadır.
MEB’in sınav sonuçlarına dönük tartışmaları yürütme şekli ve üslubu da ayrıca tartışmanın uzamasına ve yıpratıcı hale gelmesine neden olmaktadır. Bilgilerin ayrıntılı olarak paylaşılması ve sorulan sorulara verilerle ve kesin yanıtlar verilmesi tartışmayı bitirebilecekken, bu tercih edilmemekte ve kavgayı seçen bir tarzla tartışma sürdürülmektedir. MEB, verileri paylaşmasa da sorulara yanıt vermese de kamuoyunun yapılan açıklamalara ikna olmasını ve sonuçları sorgulamadan kabul etmesini beklemektedir. Böyle bir tutumun olamayacağını geride bıraktığımız hafta ortaya çıkardı. Halkın çocuklarının geleceklerini ilgilendiren her konuda açıklık ve bilgiye erişim eksiksiz şekilde mümkün olmalıdır. Aksi durum, içinden çıkılmaz tartışmaları da beraberinde getirecektir.
Sınav güvenliğinin sağlanması başta olmak üzere sınavla ilgili tüm aşamaların ayrıntılı ve yansız değerlendirilmesi tartışmanın sonlanması için artık bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu konuyla ilgili görev alabilecek, TBMM başta olmak üzere, devletin çeşitli denetim birimleri ve mekanizmaları mevcuttur, bunların hızla devreye girerek LGS kapsamında uygulanan merkezi sınava dönük incelemeleri yapmaları ve açıklayacakları inceleme sonuçları ile tartışmayı sonlandırmaları gerekmektedir.
Proje Okulu Mağdurları Haklarını Arıyorlar
Proje okullarında yaşanan öğretmen tasfiye süreci, sadece öğretmenlerin bir bölümünün bu okullardan gönderilmesi ve yerlerine yeni öğretmenlerin atanmaları ile sınırlı değildir. İlk olarak, Türkiye’nin en bilinen, ülke tarihine tanıklık eden ve akademik çıktıları yüksek öğrencilerin eğitim aldığı okullarda bugüne dek görülmemiş bir tasfiye ve kadrolaşma süreci yaşandığını tespit etmek gerekmektedir. İkinci önemli konu ise bu okulların doğrudan Milli Eğitim Bakanına bağlanması ve atama yetkisinin hiçbir ölçü ve atama yöntemi tarif edilmeden doğrudan Bakana bırakılmış olmasıdır. Bakana bırakılan yetki Öğretmenlik Meslek Kanunu ile 2024 yılında güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Bu okullara yapılacak atamaların genel işleyişin dışına çıkarılmış olması ise idari yargı denetimine karşı güvence arayışından öte bir durum değildir.
Ayrıca, binlerce öğretmene dönük atama işleminin, yetki devri olmadan, Bakan tarafından doğrudan yapılabilmesi eşyanın doğası gereği mümkün değildir. Bakanın, atama yetkisini kullanırken binlerce öğretmene dönük değerlendirme yapabilmesi yaşamın doğal akışına aykırıdır. Bu aşamada Bakan adına atama yetkisini kullananların kimler olduğu ve atamaların hangi ölçülere göre yapıldığı soruları gündeme gelmektedir ancak bugüne dek bu sorulara MEB yanıt vermemeyi, suskun kalmayı tercih etmiştir.
8 Nisan tarihinden bu yana proje okullarında yaşanan öğretmen kıyımını, bunun sonuçlarını ve oluşturdukları mağduriyeti dile getirmeye çalışıyoruz. Kimlerin, hangi ölçülere ve hangi yetkiyle hazırladıkları belli olmayan listelerle çalıştıkları okullardan gönderilen öğretmenler aylardır seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Ancak, bu konuda ses çıkarması, öğretmenlerin okullarından gönderilmesine karşı durması gereken örgütlü yapıların suskunluğunun, hareketsizliğinin ve etkisizliğinin altını mutlaka çizmek gerekmektedir.
Proje okullarından gönderilen öğretmenlerin seslerinin çoğaltılması ve mücadelelerinin büyütülmesi sadece öğretmenlerin geri dönmesi açısından değil, aynı zamanda öğrencilerin eğitim hakkı açısından da oldukça önemlidir. Dersler Dergisi olarak 17 Temmuz Perşembe akşamı gerçekleştirdiğimiz bir canlı yayınla proje okullarında yaşanan süreci ayrıntılı olarak değerlendirmeye çalıştık. Yaşanan sessizliğe ve yapılan tasfiyenin kimi yapılarca dolaylı olarak kabul edilişine karşın proje okulu mağduru öğretmenler mücadeleyi sürdürmekte kararlılar ve biz de Dersler Dergisi olarak konuyu takip etmeye devam edeceğiz.
YKS Sonuçları Açıklandı
ÖSYM, 19 Temmuz Cumartesi günü YKS sonuçlarını açıkladı. 200 bin aday başvuru yaptığı halde sınava katılmadı, 2 milyon 351 bin 397 adayın sınavı geçerli sayıldı ancak 2 milyon 310 bin 579 adayın sınav puanı hesaplandı, 40 bin 818 aday sınav puanının hesaplanmasına olanak verecek bir başarı sağlayamadı. Bunun nedeni ise bu adayların Türkçe veya matematik testlerinin birinden yarım net dahi yapamamış olması oldu. Sadece bu durum bile öğrencilerin eğitimi açısından gelinen olumsuz aşamayı göstermektedir.
Başvurduğu halde sınava girmeyen 200 bin, yarım net dahi yapamamış 40 bin 818, aldığı düşük puanlardan kaynaklı istediği bölümlere yerleşemeyecek yüzbinlerce aday aslında eğitim sisteminin sonucudur ve ayrıntılı olarak tartışılmak durumundadır. Yerleştirme sonuçları açıklandıktan sonra geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi tercih yapmayan yüzbinlerce öğrenciyi, boş kalan kontenjanları, tercih edilmeyen bölümleri, kısacası dökülen bir yükseköğretim yapısına tanıklık etme olasılığımız oldukça güçlüdür. Eğitim, siyasetin bir aracı olmaktan çıkarılmadığı sürece aynı olumsuz sonuçları görmeye devam edeceğiz.
Eğitim ve Kültür Yayınları Yönetmeliği Yayınlandı
19 Temmuz Cumartesi günü “Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim ve Kültür Yayınları Yönetmeliği” Resmi Gazetede yayınlandı. Yayınlanan yönetmelikle aynı isme sahip 3 Ekim 2014 tarihli yönetmelik yürürlükten kaldırıldı. Eğitim ve Kültür Yayınları yönetmeliği, ders kitapları ve ders içerikleri dışında, MEB tarafından çıkarılan basılı ve dijital tüm yayınları kapsıyor. Yönetmelikle, yayın ve danışma kurulları ile yayın inceleme komisyonlarının oluşumu ve görevleri düzenlenmiştir.
MEB tarafından çıkarılan diğer yönetmelik ve yönergelere benzer hususları bu yönetmelikte de görmekteyiz. Eserlerin değerlendirme ilkelerini düzenleyen 9.maddenin c bendi pek çok yönetmelikte bulunmaktadır: “c-Milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizin yaşatılmasına ve yaygınlaştırılmasına katkıda bulunacak nitelikte olması”. Milli, manevi ve ahlaki değerler ifadesi oldukça muğlak ve değerlendirmeyi yapacak olan kişi veya kişilere göre değişebilecek niteliktedir. Bu maddenin, bu haliyle pek çok eserin kabul edilmesine veya edilmemesine neden olabileceği açıktır. Yönetmelik maddelerinin açık ve nesnel olması, uygulayıcılara inisiyatif alanı bırakmayacak şekilde düzenlenmiş olması gerekmektedir.
Yönetmeliğin “Danışma Kurulu”nu düzenleyen 4. maddesinin 1. fıkrasının bir bölümü ise oldukça tartışmalıdır: “Danışma Kurulu, Bakan onayı ile oluşturulur. Kurul üyeleri, kültür yayınları alanında tecrübesi olan Bakanlık personeli ve/veya Bakanlık dışındaki kişilerden seçilir”. Bakanlık dışındaki kişiler ifadesi ucu açık ve istenen her kişinin görevlendirilmesine olanak sağlayabilecek genişlikte düzenlenmiştir. Bu genişliğin görevlendirmelerde keyfiliğe ve dolayısıyla da olumsuz sonuçlara neden olma olasılığı mevcuttur. Yönetmelikte muğlaklık ve genişlik yöneticilere kolaylık sağladığı için tercih edilse de bu hukuk devleti açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
Güzel günlere ulaşmak dileğiyle, görüşmek üzere…























