2024 KPSS sonuçlarına göre atama bekleyen öğretmenlerin, düşük öğretmen atama sayılarından dolayı yaşadığı hayal kırıklığını haftalardır ifade etmeye çalışıyoruz. Ücretli öğretmenlerin sayısının neredeyse 100 bini bulduğu, Milli Eğitim Bakanının kendisinin öğretmen açığını 68 bin olarak açıkladığı koşullarda sadece 15 bin öğretmenin atanacak olması hem atama bekleyen öğretmenler, hem de öğretmenlerini bekleyen öğrenciler açısından kabul edilebilecek bir durum değildir. Üstelik bu düşük kontenjandan dolayı bazı alanlardan, özellikle de lise branşlarından alınacak öğretmen sayısının düşüklüğünün açıklanabilir bir tarafı yoktur.
Atama bekleyen öğretmenler açıklanan düşük öğretmen alım sayılarına ikna ve razı değiller, bu nedenle de Ankara’da 5 Mayıs tarihinde MEB önünde bir araya gelerek yaşadıkları sorunları ve talepleri kamuoyuna bir kere daha aktardılar. Açıklamada söz alan öğretmenler neden ek kontenjan verilmesi gerektiğini ve atanmak için harcadıkları çabayı, ortaya koydukları emekleri anlattılar.
Hakları için mücadele etmek ve taleplerinde ısrarcı olmak dışında seçenek olmadığının farkında olan öğretmenler, 11 Mayıs tarihinde Ulus’ta bir araya yeniden geldiler. 26 Nisan tarihinde tekrar Ulus’ta bir araya gelen ve tepkilerini KPSS kitaplarını atarak gösteren öğretmenler, iki hafta sonra yeniden aynı meydanda buluşmaya karar verdiler. Ek kontenjan ve alanlara göre öğretmen alım sayılarının yeniden belirlenmesini talep eden öğretmenlerin mücadelesi umarız olumlu sonuçlar üretir.
11 Mayıs’taki Ulus eyleminde eğitimle ilgili alınan kararların, uygulamaların ve düşük öğretmen atama sayılarının sonucunda artık eğitimin yaşama veda ettiğine dair bir temayı öne çıkaran öğretmenler, temaya uygun olarak siyah kıyafetler giydiler, siyah balonlar taşıdılar ve temsili bir tabutu kullanarak eğitimin cenazesini kaldırdılar. Etkinliğe atama bekleyen öğretmenlerin anneleri de katıldılar. Öğretmenler sınav sonuç belgelerini tabutun içerisine bırakırken anneleri de tabutun üzerine karanfiller bıraktılar.
Etkinlikte söz alan öğretmenler atanmak için sınava nasıl hazırlandıklarını, harcadıkları emekleri ve beklentileri anlattılar. Atama sayısının düşüklüğünü eleştiren öğretmenler, ekonomik krizin bedelini öğretmenlerin ve öğrencilerin ödemesi anlamına gelen atama sayılarının düşüklüğüne ve branşlara göre kontenjan dağılımının adaletsizliğine dönük tepkilerini ifade ederek MEB’in önceliğinin öğrencilerin eğitim hakkı olması gerektiğini, bu hakkın tam olarak kullanılabilmesi için de yeterli sayıda öğretmen atamasının yapılması gerektiğinin altını birlikte çizdiler.
Mağdur öğretmenler ülkesinin öğretmenleri, son dönemin en fazla sorun yaşayan ve sorunlarına mücadele ederek çözüm arayan kesim oldular. Mülakat mağduru, atama bekleyen, proje okullarında kıyıma uğramış, ücretli çalışan, özel sektörde düşük ücretlerle çalışmak durumunda kalan öğretmenler bir araya geldiğinde ve seslerini ortaklaştırdığında sonuç almak mümkün olacaktır.
Megaloman …
Megalomani, bireylerin kendilerini büyük görmeleri ve aşırı kibirli olma hali olarak tanımlanıyor. Megaloman kavramının birkaç gündür çok tartışılıyor olmasının nedeni ise Milli Eğitim Bakanının bu kavramı derdini anlatmaya çalışan bir mülakat mağduru öğretmene karşı kameraların önünde kullanması oldu.
Bakanın katıldığı bir programa kendisi de giden bir mağdur öğretmen etkinlikte ayağa kalkarak mülakat mağduru öğretmenlerin derdini anlatmaya çalıştı ancak mağdur öğretmen Milli Eğitim Bakanının tepkisiyle karşılaştı. Bakanın öğretmene karşı tepkisini ifade ederken kullandığı kavramlar megalomanla sınırlı kalmadı; Bakan derdini anlatmaya çalışan öğretmeni anlamak yerine “ahlaksız ve terbiyesiz” gibi başka sıfatları da kullanarak mağdur öğretmeni suçlamayı tercih etti.
Mülakat mağduru öğretmenler aylardır çok zor koşullara ve engellemelere rağmen yaşadıkları eşitsizliği ve adaletsizliği anlatmaya çalışıyorlar. MEB, bu dönem atanacak 15 bin sözleşmeli öğretmene dönük hazırladığı kılavuzla da mülakat mağdurlarının haklılığını kabul etmiş oldu ve mülakat komisyonlarının branşlara göre oluşturulacağını açıkladı. Mağdur 1611 öğretmen itirazlarında ve taleplerinde haklılar, artık bu tartışma bitmeli mülakat mağdurları ek atama ile okulları ve öğrencileri ile buluşmalıdır.
Zorunlu Eğitim Karşıtı Koro Sahnede
Milli Eğitim Bakanının katıldığı TV programlarında veya gazetecilerle yaptığı söyleşilerde nasıl oluyorsa sürekli istediği sorular soruluyor, gerçekten sorulması gereken sorular ise ya unutuluyor ya da istenilen biçime getirilerek soruluyor. Milli Eğitim Bakanının son katıldığı programda da benzer bir durum yaşandı ve nasıl olduysa sunucu Bakanın anlatmak istediği konuları sordu. Bunlardan bir tanesi de zorunlu eğitimle ilgili olanıydı. Kamuoyunun uzunca bir süredir zorunlu eğitimle ilgili yapılacak tartışmalara ve sonrasında atılacak adımlara hazırlanmasının hedeflendiği, bu türden açıklamaların son dönemde daha yoğun yapılıyor olmasından anlaşılmaktadır.
7 Mayıs Çarşamba günü ise Sabah gazetesinde lise eğitiminin Maarif Modeline uygun hale getirileceğine dair bir haber yayınlandı; haber içeriğinde çeşitli formüllerin MEB’in önünde olduğundan söz edilerek bazı seçenekler ayrıntılı olarak aktarıldı. Yapılan haber, diğerleri ile benzer şekilde, lise eğitiminin süresinin kısaltılacağı ve zorunlu eğitimin kapsamının daraltılacağı mesajını kamuoyuna iletmektedir.
Milli Eğitim Bakanı, yaptığı açıklamada zorunlu eğitimin kapsamının ve süresinin tartışıldığını, bu tartışmayı sanayi odaları ve ticaret odalarının, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının sürdürdüğünü ifade etti ve mesleki eğitim açısından farklı seçeneklerden söz etti.
Bu tartışmalara Cumartesi günü iktidara yakınlığı ile bilinen Eğitim Bir Sen de katılarak zorunlu eğitime dönük sendika olarak bir çalışma başlattıklarının haberini paylaştı. Haberi abonelerine Anadolu Ajansının iletmiş olduğunu da ayrıca ifade etmek gerekmektedir.
Öncelikle, zorunlu eğitim tartışmasının bilimsel bir zeminde bilim insanları, eğitimciler, öğrenci velileri ve öğrenciler tarafından sürdürülmesi gerektiğini ifade etmek gerekmektedir. Bilimsel temellerinden koparılmış ve sermaye gruplarına bırakılmış bir tartışma çocuğun üstün yararını değil sermayenin çıkarını önceler ki bu durumu kabul etmek mümkün değildir.
Ayrıca, Milli Eğitim Bakanının sivil toplum kuruluşu dediği kurumların neler olduğunu kamuoyu yakından bilmektedir. Bu kurumların zorunlu eğitime karşı çıkış gerekçelerinin başında çocukların zorunlu eğitimden kaynaklı mesleğe geç başlaması, yani çırak olmaması, ve aile kurmasının gecikmesi bulunmaktadır. Bu durum çocuk işçiliğinin ve evliliğinin yaygınlaşması dışında sonuç üretmez ki bu da çocuk hakları ve yine çocuğun üstün yararı açısından kabul edilebilir bir durum değildir.
Siyasi partilerden sermaye örgütlerine, cemaatlerin ve tarikatların uzantısı olan derneklerden kimi basın kurumlarına, iktidara yakın sendikalardan kendisini STK olarak adlandıran bazı yapılara kadar uzanan zorunlu eğitim karşıtı bir koro, bildik gerekçeleri sıralayarak zorunlu eğitimin süresinin ve kapsamının daraltılması gerektiğini sürekli söylüyor. Zorunlu eğitim tartışmasının sadece eğitim tartışması olmadığını, bir yaşam biçimi ve gelecek tartışması olduğunu daha önce de ifade etmiştik. Bu konuyu yakından takip etmeyi sürdüreceğiz.
MEB, Öğretmen Kıyımını Savunamıyor
Proje okullarında yaşanan öğretmen kıyımı sonrasında kamuoyu haklı olarak MEB’den açıklama ve sorularına yanıt bekliyor. MEB ise kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmak, sorduğumuz sorulara yanıt vermek yerine mevzuatın Bakana verdiği yetkiyi işaret etti.
Proje okullarında yaşanan kıyıma karşı verilen bir itiraz dilekçesine verilen yanıtta MEB, Milli Eğitim Bakanına Öğretmenlik Meslek Kanunu ve ilgili yönetmelikle verilen yetkiyi anımsatarak atamaların bu kanun ve yönetmelik kapsamında yapıldığını açıkladı.
TBMM’de ÖMK görüşmelerinin yapıldığı dönemde en fazla söz edilen ve eleştirilen konulardan bir tanesi de Milli Eğitim Bakanına bu şekilde okullara öğretmen atama yetkisinin verilmesine dönük olanıydı. Bakanın, tek tek öğretmenleri tanıma ve değerlendirme olanağı olmadığına göre atanacak ve atanmayacak öğretmenlerin belirlenmesinde bazı mekanizmaların veya kesimlerin devreye girmesinin kaçınılmaz olduğu açıktır.
Proje okullarında öğretmen kıyımının yaşandığı günden bu yana atanacak ve atanmayacak öğretmenlerin hangi ölçülere göre ve kimler tarafından belirlendiği sorularını sorduk ve sormaya da devam edeceğiz. MEB, sorduğumuz sorulara yanıt vermek yerine Bakanın atama yetkisi olduğunu ifade ederek kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor ancak sorularımızın yanıtı bu değil. Sorularımızı sormaya devam edeceğiz; proje okullarında yaşanan kıyımın nedenleri nedir, isimleri belirleyenler kimlerdir?
Eğitim Yöneticilerine de Mülakat
MEB, sınav (EKYS) sonucuna göre atanacak eğitim yöneticilerinin belirlenme sürecine dair takvimi 25 Nisan tarihinde başlattı; takvime göre 5-8 Mayıs tarihleri arasında illerde oluşturulan komisyonlar aracılığıyla eğitim yöneticisi adaylarının değerlendirme formları incelenmekte ve bu formlara göre alacakları puanlar kesinleştirilmektedir. İl komisyonları yönetici adaylarının değerlendirme puanlarını ilgili yönetmeliğin ekinde bulunan 1 numaralı forma göre yapmaktadır. Yönetici adaylarından sözlü sınavda başarılı olanların atamaya esas puanları ise yazılı sınavın % 50’si, değerlendirme formunun %30’u ve sözlü sınavın %20’si hesaplanarak belirlenmektedir.
Sözlü sınavın atamaya esas toplam içerisinde sadece %20 ağırlığa sahip olması sanki mülakatın yönetici atamada çok belirleyici olmadığı gibi bir izlenim verse de durum böyle değildir. Atama tercihinde bulunabilmek için yönetmelik sözlü sınavda başarılı olma şartı getirmiştir ve başarılı olmak için de sözlü sınavdan en az 60 puan almak zorunludur. Bu durum adaylardan atanması istenmeyenlerin sözlü sınav aşamasında elenmesi sonucunu doğurmaktadır. Mülakat, aynı öğretmen atamalarında olduğu gibi, yönetici atama süreçlerinde de istenmeyeni elemenin aracına dönüşmüş durumdadır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi şeffaf, bilimsel ve liyakat esasına göre yapılmadığı sürece sorunlar devam edecektir.
Her Yerde Şiddet
Yaşamın her alanında şiddete karşı olmak, şiddeti engellemek ve şiddetin nedenlerini ortadan kaldırmak tüm yurttaşların en fazla da kamu yöneticilerinin görevidir. Geride bıraktığımız hafta eğitim ortamlarında yaşanan şiddet olaylarına tanıklık etmek, bazı vakalarda çocukların hem şiddetin mağduru hem de faili olmasının şaşkınlığını ve üzüntüsünü yaşamak durumunda kaldık.
Sivas’ta bir meslek lisesinde bir öğrenciye şiddet uygulayan ve sonrasında bundan dolayı tutuklanan gençleri gördük önce, sonrasında Bursa’da bir ortaokul öğrencisinin başka bir öğrenciye şiddet uygulamasının görüntüleri basında yer aldı ardından da Mardin Midyat’ta bir öğretmen arkadaşımızın silahlı bir saldırı sonucu yaşamını yitirdiğini öğrenmenin acısını yaşadık. Cuma günü ise Giresun’da bir okulun kantininde çalışan ve kardeş olan iki kadın emekçinin eski bir hükümlü tarafından öldürüldüğü haberini aldık. Bir hükümlünün gerekli kontroller ve önlemler alınmadan okulda çalıştırılmasını ise ayrıca tartışmak gerekmektedir.
Sadece eğitim ortamlarında değil yaşamın her alanında şiddetin yaygınlaştığı bir dönem yaşıyoruz. Ekonomik kriz, yükselen işsizlik oranları, yaşam pahalılığı, gençlerin gelecekle ilgili umutlarını yok ediyor. Şiddeti üreten nedenleri ortadan kaldıracak politikaları ve uygulamaları yaşama geçirmeden, sadece güvenlik sorunu olarak algılayarak şiddeti engellemek mümkün değildir.
Eğitim ortamlarında şiddetin engellenmesi ve şiddetten arındırılmış okullar ancak etkili ve sahici politikalarla mümkündür.
Şiddetsiz, güzel günlerde görüşmek dileğiyle…
























1 Yorum. Yeni Yorum
Eğitim sorunu bir türlü çözülemiyor, ideolojik yaklaşımlar eğitimin önünde rn büyük engel. Her nedense bu eğitim sistemi temelde ele alınmalıdır. İnönü döneminde Türk Amerikan eğitim komisyonu adı altında bir anlaşma ile milli eğitim ABD nin denetimi altına girmiş, hiçbir sendika başkanı sağ sol fark etmiyor binu gündem yapmıyor. Milli eğitim milli olmayınca eğitimde verimlilik olur mu, çıraklık okulları temel olmalı,bu milletin bir örf kültür ve inanç yapısı var, özellikle inanç yapısı bir çimento gibidir. Okullarda Allah’ın dini olduğu gibi ogretilmiyor. Çin’de eğitim hangi yaşta başlıyor,el becerileri nasıl gelişiyor onlara bakmak gerekir. Standart tek tip ideoloji etrafında bir modeli olmaz.