İdris Şahin: Eğitim Sistemi ve Hayat Felsefesi Hakkında Kendimle Konuşma

Kategori : Eğitim Dünyası

Eğitim sistemi

Okuyacağınız yazı, bilimsel bir makale değil, gündelik hayat içinde eğitim ve hayat felsefesi hakkında kendimle yaptığım bir konuşma. Aklıma takılan bu kavramlar, gündelik hayatın, eğitim sisteminin dolayısıyla da toplumsal yaşamın önemli kavramları ve sorun alanları. Üniversitedeki odamda yalnız otururken kafamı kurcalayan eğitim sistemimiz hakkında gözümün önünde şöyle bir manzara oluştu: Manzaranın bir tarafında ekonomik ve toplumsal yapıda kamucu anlayışın sürekli aşındırılarak gözden düşürülmesi ve neoliberal uygulamaların adeta kutsanarak hegemonik bir yapıya kavuşmasıyla özel okulların pıtrak gibi her tarafı sarması var. Bunun yanı sıra görünen manzarada eğitim sisteminin sınav odaklı olması, okullar, öğrenciler, hatta veliler arasında bitiş çizgisi olmayan bir yarış görünüyor. Bu manzaradaki ekonomik ve sınıfsal eşitsizlikler zemininde, mümkün olmamakla birlikte, herkes başarılı olmak, ipi önde göğüslemek istiyor. Bu olmazsa, hayatta da başarılı olunamayacağına yönelik toplumda yaygın bir kanı var. Bu yüzden, belki pek çoğumuz için yaşamın gerçeği olarak illaki üniversite, üniversite yetmez “X” ya da “Y” bölümü, aksi durumda işsizlik, stres, daha fazla ekonomik eşitsizliklere maruz kalmak ve daha çok sömürülmek, toplumsal statüde tabaka atlayamamak, üst konumlara gelememek var. Öte yandan, iyi (!) yaşamın ekonomik ve sosyal altyapısını, sahip olunacak bir meslek ya da yapılacak işin sağlayacağı ekonomik ve sosyal rahatlığa ulaşma umudu var. Başka bir deyişle zayıf bir olasılık olsa da sosyal sınıf atlama umudu var. Ne var ki bu koşullar içinde toplumun çok büyük çoğunluğu, kapitalist sistemin ekonomik, sosyal ve kültürel eşitsizlikler üzerine oturduğunun farkında değil, dolayısıyla da fırsat eşitliği aldatmacasının sembolik kaldığı, çok az sayıda insan dışında yığınlara fırsat tanımadığı, tanımayacağı gerçeği var. Buna karşın toplumsal üst tabaka dışındaki geniş toplum kesimleri için iyi bir üniversite, iyi bir meslek ve sınıf atlama umudu gerçekleşmezse, bireyin hayata tutunması ve kendi varoluşunu yaşaması, mutlu olması olanaksızmış gibi bir duygu, toplumun üstünde bir heyula gibi dolaşıyor. Tıpkı, Karl Marx’ın 19. yüzyılda Avrupa’nın üstünde dolaşan “komünizm” heyulası gibi gerçek, onun kadar yakın.

 

Bu arada hem özel okullarla devlet okulları arasında hem de özel okulların kendi aralarında bazen açık bazen örtük bir yarış sürüyor. Bu yarışta özel okullar daha fazla “müşteri” kapma derdindeler. Peki devlet okulları ne yapıyor? Yaptıklarına pek anlam veremesek de sanırım onlarda düzeni nasıl daha iyi tahkim ederiz şeklinde bir yarıştalar… Özel okullar, genel olarak ülkenin önde gelen eğitim bilimcilerini, pedagoglarını -önde geldikleri kime, neye göre o da belli değil-, referans olarak kullanma çabası içindeler. Bazı eğitim bilimcilerden danışman vb. adlarla yararlanıyorlar. Bu eğitim bilimcilerden biri, özel okulların düzenlediği bir toplantıya ya da bir etkinliğe katıldıysa, sanki onların elemanı imiş, orada mesai yapıyormuş gibi, onun adını yıllarca reklam amaçlı kullanmayı mubah görüyorlar. Bu durum özel okulların reklamlarına şöyle yansıyor: Bize gelin, sizi uzmanlarımızla hazırlayalım, sınav kaygısını yok edelim, binlerce soru çözelim, merak etmeyin, endişelenmeyin, kazanın…, adeta liseyi ya da üniversiteyi değil, hayatı garanti ediyorlar. Sonrası, yetişkinlik yaşamı, “gündelik hayat” (Bu kavramı, Henry Lefebvre’den ödünç aldım.) sorunları ile karşı karşıya, problem çözme becerisinden yoksun yığınlar. Hatta gerçek hayat problemlerini tanıma, analiz etme becerisinden yoksunluk. Adına lise, üniversite denilen yerlerde geçirilen yıllar ve “her şey unutulur” misali, en azından “denedik” olmadı, ne yapalım? Kader, kısmet avuntuları… Oysa, Pierre Bordieu’nun dediği gibi, “kültürel sermayeye” sahip olanlarla olmayanların hayata tutunmaları aynı şey mi? Bunu bilmeyenler, – Biz onu duymadık, bizim okullarımızda bu gibi şeylerden hiç söz etmiyorlar, diyenler– doğal olarak hayatta “tutunamayanlar”ın (Bu kavramı, Oğuz Atay’dan ödünç aldım.) neden hep kendileri gibi aynı toplum kesimleri olduğunu da bir türlü kavrayamıyorlar.

Hayat Felsefesi

Sorular ok gibi uçuyor gözümün önünde: Eğitim, günümüzde, sınıf atlama rolünü oynuyor mu, yoksa bir hayal, bir halüsinasyon mu görüyoruz? Neyi var sanıyoruz, gerçek olan neyi görüyoruz? Dahası, toplumsal olgulara ve olaylara hangi pencereden bakıyoruz? Gündelik hayatı kuşatan, bizi bunaltan sorunlara çözüm seçenekleri üretebiliyor muyuz, yoksa geleneksel kalıplar içinde öğrenilmiş çaresizlik mi yaşıyoruz? Problemlere farklı çözüm yolları olup olmadığı hakkında ne düşünüyoruz ne biliyoruz? Bu olmazsa başka seçenekleri sınayalım diyebiliyor muyuz? İçine doğduğumuz çevre ve koşullarda aldığımız ya da bize verilen eğitimle şekillenen gündelik hayat, bize bu şansı tanıyor mu? Bizi çevreleyen hayatı ve toplumsal düzeni kavramak, baskı ve sömürüden kurtulmak, sağlıklı, onurlu ve özgür bir birey olmanın yollarını nasıl arıyoruz? Yoksa neyleyim “böyle gelmiş böyle gider”, “yapacak bir şey yok” mu diyoruz? Karl Marx’ın deyimiyle “herkes kendi kaderini belirliyor ama onu saran koşullar içinde” mi diyoruz. Kendimle konuşmanın kördüğüme dönüştüğü noktada beliren temel soru şu oluyor: Kendi yaşamımızı belirlemeye ne zaman başlayacağımıza ya da hangi sularda yüzeceğimize kendimiz mi karar vereceğiz, yoksa akıntıya kapılıp gidecek miyiz? Öbür tarafta hemen bir gölge düşüyor suyun üstüne: Bunlar çok güzel sorular ama bize hiç farklı yollar olduğu “öğretilmedi”, farklı seçenekler üretilerek problemlerin çözülebileceği gösterilmedi, bazen farklı yollar olabileceğinden söz eden arkadaşlarımız oldu, onlar da “susturuldu”, susmayıp konuşmaya devam edenler “cezalandırıldı”. Bize, hep tek yol, tek doğru olduğu; onun da kendi gösterdikleri olduğu “belletildi”. Bu koşullarda yetişen kişiden farklılıkların farkına varmasını ve ona uygun davranmasını nasıl beklersiniz? “Siz bize ne verdinizde bizden ne istiyorsunuz”, haykırışları yersiz mi?

Yoruldum, “artık yeter”, “sus dedim” kendi kendime, işin aslı şu: Biz başka şekilde bakmanın, görmenin, düşünmenin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Hatta onu bilip bilmediğimizi de bilmiyoruz. Bizim öncelikle “farklı” olanı tanımaya ve onun nitelediklerini öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu düşünsel döngüde aklıma şu soru takılıyor: İnsanın davranışlarına ne yön veriyor? Maslow’ın vurguladığı gibi “ihtiyaçlarımız” mı? Yoksa umudumuzu güçlendiren “beklentilerimiz” ve bizi sınırlandıran “korkularımız” mı? Ya özgürleşmede başrol oynayan “bilincimiz” nerede? Bilinç davranışlarımızı biçimlendirmede nasıl rol oynuyor? Bize yapılanlara karşı takındığımız tavırda nasıl rol oynuyor? Her neyse, aslında beklentilerimiz ve korkularımız, ihtiyaçlarımızdan ve bilincimizden bağımsız değildir. Her ikisi de her ikisiyle de doğru ilişkili, dolayısıyla da gündelik hayatta sergilediğimiz davranışlarımıza “ihtiyaçlarımız”, “beklentilerimiz”, “korkularımız” ve “bilincimiz” birlikte yön veriyor, diye düşünüyorum. Duruma, ortama ve koşullara göre bazen biri, bazen diğeri daha belirgin oluyor.  Böylece insanlara bilinç aşılamanın, onların geleceklerini düşünme, planlama ve belirlemede ne kadar önemli olduğu gerçeği yüzümüze çarpıyor.  Sözün özü, hayatı kendimiz ve toplum için anlamlı kılacak, yaşamda zevk alacak, mutlu olacak şeyler yapmak lazım. Bu durumda da “ne yapmalı?” (Bu kavramı, Vladimir Lenin’den ödünç aldım.) sorusu beyin damarlarımı şişiriyor. Başkalarını sömürmeden, sömürülmeden hayatı anlamlı kılmak için ne yapmalıyız? Kırmadan, dökmeden, başkalarının haklarına zarar vermeden bunu nasıl yapmalıyız? Yapmamız gerekenleri ve yapacaklarımızı birlikte nasıl inşa etmeliyiz? Bu inşa sürecinde onu hayat felsefesine dönüştürmek, öğretim programlarına yerleştirmek ve okullarda hayata geçirmek gerekir. Bunun için, eğitim felsefesinde, öğretim programlarında, okullarda ve eğitim kurumlarında her türlü ırkçı, ayrımcı, katı milliyetçi, cinsiyetçi, neoliberal ve gerici yaklaşımlara karşı duruş sergilemeyi temel ilke edinmek gerekir. Aynı zamanda eşitlikçi, demokrat, insan haklarını benimsemiş, her türlü sömürüye karşı çıkan, kamucu anlayışı öne çıkaran bir anlayışı okula, öğrenciye, eğitim sistemine taşımanın uğraşını vermek gerekir.

Prof. Dr. Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi, idris.sahin@deu.edu.tr

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, eğitim felsefesi, İdris Şahin

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Öncelik Bina Değil, Öğretmen Ataması Olmalıdır 13-19 Ekim 2025
Mülakat Mağduriyetinin Birinci Yılı 20-26 Ekim 2025