Dijital Uçurum Kavramını Yeniden Düşünmenin Zamanı Gelmedi mi?

Kategori : Eğitim Dünyası

Aranızda hatırlayanlar çıkacaktır, Google’ın düzenlediği ünlü Zeitgeist Konferanslarından biri, şirketin o dönemdeki CEO’su Eric Schmidt’in özel olarak bestelettiği bir şarkı ile açılmıştı. Yıl 2013 idi ve konukları gülümseten açılış şarkısı dijital teknolojilerin yaratacağı yeni özgür dünyanın ufuklarından söz ediyordu. Google yöneticileri, bilişim alanındaki gelişmelerin dünyayı daha iyi bir yer yapacağına o kadar çok inanıyor olmalılar ki CEO Schmidt, George Orwell’ın ‘1984’ adlı eserinden yola çıkılarak sorulan bir soruya şöyle yanıt veriyordu:

Dijital teknolojiler çağında sistematik kötülük yapmak daha zordur. Örneğin 1994 yılında Ruanda’daydık. O dönem orada korkunç şeyler yaşandı. Aslında yaşanan bir soykırımdı. Dört ayda 750.000 insan öldürüldü. Böyle büyük bir katliam büyük bir planlama gerektirir. Bu durumda planların da yazılı olması gerekir. Eğer 1994’te herkesin bir akıllı telefonu olsaydı bu katliamı gerçekleştirmek imkânsız olurdu çünkü insanlar neler olup bittiğinden hemen haberdar olurlardı. Planlar sızdırılırdı. Birileri çözerdi; birileri bu korkunç katliamı önleyecek bir tepki ortaya koyardı.”

Dijital Hayallerimiz Erken mi Yıkılıyor?

Çok değil, sadece 10-12 yıl önce cep telefonundan, tabletlere ve internet erişimine kadar dijital teknolojilere dair olan her şeyin yepyeni bir çağın işaret fişeği olarak tanıtıldığı; en son modelini satın almak için kuyruklara girdiğimiz akıllı telefonlar sayesinde iletişim kurmanın ve bilgiye ulaşmanın çok kolaylaşacağının; böylece daha bilinçli ve üretken insanlar olabileceğimizin söylendiği zamanları hatırlar mısınız? Peki dijital teknolojilerin -iddia edildiği gibi- bilgiye erişim eşitsizliğini yok etmesini, yeni kuşakların çok daha araştırmacı, meraklı, öğrenmeye açık hale gelmesini hala bekliyor musunuz?

Yoksa artık bütün bu vaatlerin aslında sadece bir başka pazarlama stratejisi olduğunu; özellikle çocuklarımız için satın aldığımız her ürünle onları biraz daha tepkisiz, isteksiz, öğrenmeye kapalı hale getirdiğimizi fark edenlerden misiniz?

Eğer yanıtınız evet ise size pandemi sırasında, özellikle de okulların kapanmasıyla dünyanın her köşesinde en az Covidin kendisi kadar çok tartışılan ve evlerine kapatılmış insanlara tekrar tekrar anlatılan bir başka kavramı yeniden düşünmeye davet etmek isteriz: Dijital Uçurum.

Gelelim Dijital Uçuruma !

Covid öncesine kadar pek azımızın aşina olduğu bu “teknik” terim, evlerimize kapandığımız günlerde o kadar çok tekrar edildi ki sokak röportajlarında Meclis’in ne zaman kurulduğunu “çıkaramayan” ortalama vatandaşımız bile bu kavramı anlatabilecek düzeye gelmişti. Çünkü ailece eve kapandığımız o garip zamanlarda, dijital uçuruma dair pek çok şey duymuş, pek çok şey işitmiştik. Üstelik bu yokluk, basit bir eşitsizliğin, kolayca telafi edilecek bir eksikliğin çok ötesinde bir terimle ifade ediliyordu: “Uçurum.” Böylece zihinlerde tüm aciliyeti ve ciddiyetiyle en kısa zamanda çözülmesi gereken sorun olarak beliriveriyordu!

En Fazla Ekrana Ulaşabilen Çocuk En Şanslı Olan mı?

Neydi Dijital uçurum? Tekrar edelim, dijital uçurum,  evlerinde internet bağlantısı, ellerinde tablet ya da bilgisayarları olan “şanslı” çocuklarla; bir interneti bile olamayan, bilgisayarı sadece internet kafelerde gören “şanssız” çocuklar arasında çok yakında belirmesi muhtemel büyük fırsat eşitsizliğini anlatıyordu.

Bu tanıma göre, evlerinde internet bağlantısı olan, böylece online derslere katılabilen sonrasında da gününün büyük bölümünü tik-tok shortslarını kaydırarak, dijital oyunlarda savaşlar kazanarak, evin içindeki tüm hayattan kopmuş, eline bir tek kitap almadan, ailesiyle sohbet etmeden, sorumluluk üstlenmeden hatta sokakta bile oynamadan gününü geçirmiş çocuklar bu yeni düzenin  avantajlı çocukları olarak nitelendiriliyordu.  Dijital uzmanlar, bu çocukların akademik ve entellektüel olarak daha iyi durumda olacaklarını; bilgisayardan ve internetten uzakta yaşayan çocukların ise dezavantajlı olacaklarını öngörüyordu. Bu şanssız çocuklar, geleceğin karmaşık dünyasında kendilerine yer bulamayacak, iyi meslekler edinemeyecek, yaşıtlarının sergilediği karmaşık sorgulama ve düşünme becerilerinin gerisinde kalacaklardı.

O günlerde elimizde, bu tartışılmaz yargıyı sorgulatacak tek tük veri vardı. Bunlardan belki de en popüler teknoloji devlerini yöneten bazı CEO’ların kendi çocuklarını bu büyük avantajdan sakındıklarını anlatan bir makaleydi. Microsoft’un, Dell’in ya da silikon vadisinin diğer büyük patronlarının çocuklarının gittikleri okullarda değil bilgisayar, akıllı tahta hatta hesap makinası bile yoktu! Bu büyük işadamlarının çocukları okulda hala çiçek sulamayı, dikiş dikmeyi öğreniyor; karatahtada tebeşirle çarpım tablosu ezberliyorlardı.

Oysa tam da o günlerde bizim çocuklarımız için  “Öğrencilerinizi her çeşit teknolojik cihazla donatın!”, “Yabancı dili, matematiği, tarihi bilgisayar uygulamalarından öğretin!” gibi sloganlarla, eğitim teknolojilerinde oluşturulan büyük sektörün müşterileri olmaya başlıyorlardı.

Bugün, o büyük dijital fırtınanın başlamasının üzerinden yaklaşık 5 yıl geçtikten sonra uçurumdan çekip kurtardığımız ve teknolojik araçlarla donattığımız çocuklarımızın geldiği noktayı düşünmenin; dijital uçurum kavramının yeniden değerlendirmenin zamanı çoktan gelmedi mi?

Uçurumun Neresindekiler Daha Şanslı?

Çünkü günümüz verileri, hatta sadece ebeveynlerin sıradan gündelik gözlemleri bile uçurumun üzerindeki çocuklarımızın uçurumun dibindekilere göre daha şanssız olabilecekleri fikrini güçlendiriyor.  Uçurumu atlatsınlar diye teknolojik araçlarla donattığımız çocuklarımız kas-iskelet sistemi ile ilgili gelişim bozukluklarından, farklı bağımlılık türlerine, akran zorbalığından, sosyal becerileri uygulamaktaki güçlüklerden, konsantrasyon eksikliğine kadar pek çok alanda geride kalıyorlar. Bir çocuk ne kadar erken yaşlarda ve kadar yoğun olarak ekrana maruz bırakılırsa gelişimsel gerilik görülme oranı o kadar çok yükseliyor.

Bu geride kalma, çocuk gelişiminin hemen her alanında olduğu gibi burada da gelir dağılımına göre etkisini arttırıyor. Araştırmalar, düşük ve orta gelir grubundaki ailelerin çocuklarının, yüksek gelir grubundakilere göre dijital teknolojilere çok daha fazla maruz kaldığının altını çiziyor.

Örneğin ABD’de, düşük gelirli ailelerin çocuklarının doğumundan sekiz yaşına kadar günde ortalama 3 saat 29 dakika boyunca bir çeşit ekranla karşı karşıya kaldıklarını gösteriyor. Aynı araştırmaya göre, yüksek gelirli ailelerin çocuklarında günlük ekran süresi 1 saat 50 dakikanın üzerine çıkmıyor. (Araştırma, yıllık geliri 75.000 USD’en fazla olan aileleri yüksek gelirli olarak tanımlıyor.)

Yeni Eşitsizlik: Donanım Değil, Nitelikli İçerik

Aynı çalışma, düşük gelirli çocukların büyürken ekrana maruz kalma süresinde de sürekli bir artış olduğunu ortaya sererken, yüksek gelirli ailelerin çocuklarında ortalama ekran süresinde neredeyse hiç artış göstermeden 2 saat civarında sabitleniyor. Çocukların yaşının büyümesi ile ortaya çıkan bir başka değişim ise, televizyon ekranı süresinin azalarak diğer dijital ekranlara ayrılan sürenin artması. Bu artış doğal olarak içeriği de değiştiriyor. Çocuklar, TV ekranlarından vaz geçtiklerinde çizgi film ya da yaşlarına özel hazırlanmış çocuk  programlarından da vaz  geçiyor ve sosyal medyanın yaş sınırı olmayan içerikleriyle baş başa kalıyorlar.

George Mason Üniversitesi’nden  Kevin Clark’a göre

önemli olan donanım araçlarına erişim değil. Artık ayrım araçlara erişimden değil, içeriğin niteliğinden ve teknolojinin kullanılma biçiminden kaynaklanıyor.”

Çünkü dünyanın büyük bölümünde artık bir dijital uçurumdan kapanmış durumda. Şimdi karşımızdaki dijital uçurum donanıma erişimden değil nitelikli içeriklere ulaşımdan kaynaklanıyor.

Eşitsizlik Nasıl Ortaya Çıkıyor?

Peki yeni dijital eşitsizlik nasıl ortaya çıkıyor ve çocukları nasıl etkiliyor? Çocuklar arasındaki dijital  farkın en temel nedeni ebeveyn tavrı. Daha yüksek gelir grubundaki ve çoğunlukla daha yüksek eğitimli olan ebeveynler, çocuklarının ekranlarda ne izlediğini daha yakından kontrol ediyor;  kurallar koyuyor, gerekirse sınırlıyor ve öneriler getiriyor. Daha düşük gelir gurubundaki anne babalar ise çoğu zaman dijital ekranları bir çeşit çocuk bakıcısı olarak kullandıkları için içeriklere dikkat etmiyor, izleme süresi ya da programın kalitesi hakkında yönlendirme yapmıyorlar.

Oysa çocuğu dijital ekranlarla yalnız başına bırakmak, onu hiç güvenli olmayan bir caddede saatlerce yalnız bırakmaktan bile daha tehlikeli olabilir. Ebeveynler bu tehlikenin farkında mı? Çocuk ve gençlerin teknoloji alışkanlıklarını yönlendirmek için kurulan ve bu alandaki en etkili kurumların başında gelen Common Sense Media’nın gerçekleştirdiği bir çalışma, yetişkinlerin dijital teknolojilerin olası olumsuz etkileri hakkında yeterince bilgili olmadıklarını ortaya koyuyor. Bu araştırmaya göre, ABD’deki her 5 ebeveynden yalnızca biri çocukların ekran kullanımının dikkatle yönetilmesi gerektiği konusunda bilinçli davranıyor. Yüksek eğitimli ve yüksek gelirli ailelerin yaklaşık %25’i çocuklarına sınırlar koyarken, lise ve altı düzeyde eğitim almış ailelerde bu oran %16’lara kadar düşüyor. Ancak görüleceği üzere, her iki gelir grubunda da oranlar oldukça düşük.

Giderek yükselen ekran kullanım sürelerinin olası zararları hakkında az da olsa fikrimiz olsa da gerçek sonucun ne olacağını henüz tam olarak bilemiyoruz. Amerika Pediatri Akademisi,  ekran başında geçirilen zamanı kısıtlamak hatta önleyebilmek için  ekrana başlama yaşlarını kademeli olarak yükseltiyor. En son 2016 yılında 18 aydan küçük bebeklerin görüntülü sohbet dışında ekranlardan uzak tutulması gerektiğinin altını çizmiş;   ayrıca 2-2.5 yaş arası çocukların günde 1 saatten fazla ekran izlememesi  gerektiğini belirtmişti.

Her türden ekran sadece çocuklarımızın zihinsel ve duygusal gelişimlerini aksatmakla kalmıyor. Aynı zamanda çocuğun kendini bütün, önemsenmiş, değerli hissetmesini sağlayan, bir aile olmaya dair onlarca minik ayrıntıyı da onların hayatından kopartıp alıyor. Çünkü günümüzün bebekleri kadar onların anne babaları da ekran bağımlısı. Çok yakında çocuğuna zaman ayırıp onunla sohbet edemeyecek, sevgiyle ilgilenemeyecek ve aslında neyin eksik olduğunu asla bilemeyecek bir ebeveynler kuşağı çocuk sahibi olmaya başlayacak. İşte asıl zararı o zaman yaşayacağız.

Paylaş:
Etiketler : çocuk ve ekran, çocuklarda ekran kullanımı, çocuklarda ekran sınırlaması, çocukları teknolojiden koruyalım, dersler dergisi, dijital eşitsizlik, dijital uçurum, eğitimin geleceği, yapay zeka

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Öğretmen Olarak Misyonunuz Nedir?
Enstitülerden Günümüze Eğitim Sistemi