Enstitülerden Günümüze Eğitim Sistemi

Kategori : Eğitim Dünyası

Köy Enstitüleri denemesinin kazandırdığı değerlerden yararlanarak ulusumuzun karakterine uygun eğitim kurumları yaratılabilir. Bunlara yakışacak ad bulmakta zorluk çekilmez. Önemli olan isim değil özdür. Öz, adını da, sanını da kendisi getirir.

Bir ulus gelecekte kendi çocuklarına, kendi gerçeklerine özgü Köy Enstitüleri benzeri kurumları mutlaka kuracaktır. Bu kurumların adı Köy Enstitüleri olmasa da var oluş nedeni kişilik eğitimi olacaktır. Kişilik eğitiminin temel direği demokratik eğitimdir…”
İsmail HAKKI TONGUÇ

Eylül ayı okul ayı olduğu kadar aynı zamanda şiir ayıdır. Şairlerimiz en güzel şiirlerini eylül ayı için yazmıştır. Turgut Uyar “Eylül toparlandı gitti işte/ ekim falan da gider bu gidişle/ tarihe gömülen koca koca atlar/tarihe gömülür o kadar” dizeleriyle eylül ayını selamlar.
9 Eylül 2024 tarihinde 20 milyona yakın öğrenci ve bir milyon 200 bine yaklaşan öğretmen sayısıyla Türkiye’de okullar çözülemeyen, artan ağır sorunlarla açıldı. Eğitimin başlamasıyla birlikte okulların temizliği ve hijyen, öğrencilere bir öğün yemek talebi, taşımalı eğitim ve köy okulları, mülakat, sözleşmeli-ücretli öğretmenlik statüleriyle yok edilen öğretmenlik meslek onuru basında yaygın şekilde tartışılır hale geldi.

Narin Kızımızı Unutmayacağız

Türkiye, bir aydan beri Diyarbakır Tavşantepe mahallesinde Narin kızımızın vahşice öldürülmesi olayını konuşuyor, tartışıyor ve bu iğrenç cinayeti lanetliyor. 8 yaşındaki Narin’in *kaybı tüm ülkenin vicdanını yaraladı. Televizyonlar, yazılı basın sürekli Narin olayını ve olayın arkasından sosyolojiyi irdeliyor. Diyarbakır’ın Tavşantepe mahallesinde her tür feodal ilişkinin yoğun yaşandığı, muhafazakar bir ortamda işlenen cinayet; Siyasal İslam’ın kadına, kız çocuklarına bakışı, kapalı toplumlardaki hiyerarşiyi, ve ülkedeki çürümeyi göstermesi anlamında sosyolojik bir laboratuvar işlevi görüyor. Susan, aslında konuşamayan köylüleri gördükçe “özgür yurttaş” kavramının önemini bir kez daha anladık. Tavşantepe mahallesindeki cinayetin hala aydınlatılamaması yargı-siyaset kurumu üzerinde şüphelerin yoğunlaşmasına neden oluyor. Cinayet sonrası değerlendirmelerde çoğu yazar olay üzerine1940-1980 yılları arasında köylerde öğretmenlik yapan Köy Enstitülü öğretmenlerin feodalizmle mücadelelerinin önemini işaret ettiler. Eğer Narin katledilmeseydi okulunda, sırasında arkadaşları ve öğretmeniyle birlikte olacaktı. Gülen gözleriyle Narin’in hatırasını yaşatmak için bir an önce cinayet tüm yönleriyle aydınlatılmalıdır.

Eğitime Şaşı Bakanlar

Tüm ülke Narin’in acısını yaşarken eski Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar Kayseri’de bir kasaba politikacısı edasıyla yaptığı konuşmada: “ Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu ve kuldan utanmaktır. Bilgi üniversitede oluyor, mezhepte oluyor” gibi şaşırtıcı açıklamalarda bulundu. Bu ifadelerden anlaşılıyor ki Hulusi Akar eğitimi hiç anlayamamış. Eğitim asla korkuyu amaçlamaz, sevgiyi, barışı, doğayı, insanı, neden, niçin sorularını sormayı amaçlar. Bunca yıldır üst düzey kamusal görevlerde bulunan, TSK’da kurmaylık eğitimi alan eski bakanın bu şaşırtıcı ifadeleri kamuoyunda büyük tepki gördü.1940’lı yıllarda Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç “İnsanoğlunun kazanacağı en büyük zafer korkuyu yenmesiyle elde edeceği zaferdir” derken 2024 yılında eski bir genel kurmay başkanı çağdışı bir anlayışla eğitimin amacına korkuyu ekleyebiliyor. Tonguç ile Hulusi Akar arasında bir çağ farkı olduğu çok belirgin görünüyor.

Orhan Bursalı, 12 Eylül 2024 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısında: “Hulusi Akar ve Cahilliğin dip noktası” başlıklı köşe yazısında “İyi ve güzel insan yetiştirmenin bilgiyle, insan sevgisiyle, insan haklarına ve doğaya saygıyla, hak adalet hukuk ahlakıyla değil, korku üretilmesi ile olabileceğini sanıyor. Bu tam bir mezhepçi, cemaatçi, tarikatçı bakış diyeceğim ama bu bile eksik kalır. Akar adeta Osmanlı dönemindeki Müslüman milletin durumunu salık veriyor. Cehaletin diz boyunu geçtiği” sözleriyle Akar’ın söylemini eleştiriyordu. Acaba Akar, Narin kızımızın öldürülmesi ve muhafazakar köy gerçeğini nasıl açıklayacak. Korku eğitimi, çocukların doğuştan getirdikleri tüm yetileri yok eden bir eğitimdir. Akar’ın anlayamadığı da bu gerçekliktir. Fatih Altaylı da Hulusi Akar’ı “Hulusi Bey bu köyde Allah korkusu oranı ne!” başlıklı yazısında, “Acaba ‘Eğitimin amacı bilgi değildir, Allah korkusu vermektir’ buyuran eski Diyanet İşleri Başkanı, pardon ne Diyanet’i, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar bu köyde olanlar için ne düşünüyor merak ederim” diyerek, Narin’in köyünde son seçimlerde ortaya çıkan sonuçları paylaştı. Altaylı, “Oldukça muhafazakâr görünen ve bir zamanlar Hizbullah ile anılan bu köyde son seçimlerde 154 oyun 100’ünü AKP, 16’sını HÜDAPAR, 3’ünü YRP, 2’sini Saadet almış. Geri kalan 32 oy ise DEM Parti’ye gitmiş” bilgisini aktardı. “Hulusi Akar bu tabloya bakarak köyde eksik olanın ‘Allah korkusu’ olduğunu hâlâ düşünüyor mu” diye sorar.

Kuran kurslarının 4-6 yaşlarında okul öncesi eğitim çağındaki çocuklarımızın düşün dünyalarını hapsetmek amacıyla açıldığını ve çocukları laik-bilimsel eğitimden uzaklaştırmayı hedeflediğini biliyoruz. Son günlerde konuyla ilgili çarpıcı bir açıklama Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan geldi. O da ”4-6 yaş Kur’an Kurslarımızı çok önemsiyoruz…Kur’an kurslarımız adeta bir rehabilitasyon merkezi gibi de çalışıyor…Bizler Kur’an kurslarımızı hayata dokunan, insanımıza huzur veren ve geleceğimizi inşa eden müstesna mekanlar olarak görüyoruz. Çünkü buralar inananlar için rahmet ve şifa kaynağı olan bir kitabın öğretildiği ve okunduğu yerdir.’’ şeklinde tıpkı Akar gibi bilim dışı, akıl dışı açıklamalar yapıyor. Psikoloji ve pedagoji gibi bilim dalları çocukların soyut işlem dönemine, yani 10-11 yaşlarına geçinceye kadar din eğitimi vermenin doğru olmadığını ifade eder. 4-6 yaş arasında verilen din eğitimi korku eğitimidir. Erbaş, korku eğitimi vermeyi rehabilitasyon olarak tanımlıyor. Kuran kurslarında görev alanların akademik eğitimle ilgili hiçbir birikimlerinin olmadığının altını da önemle çizelim. Açıklamalar gösteriyor ki siyasal İslam ülkenin her köşesinde toplumu kuşatmayı hedefliyor.

Yücel ve Tonguç’tan Günümüze İletiler

Akar ve Erbaş’a çoğu kez yazdığımız gibi Köy Enstitülerinin kurucuları Hasan-Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç ile yanıt verelim. Hasan-Ali Yücel 1897 İstanbul doğumludur. 1901yılında Laleli’de Sıbyan Okulunda öğrenci olur. Sıbyan Okulu tümüyle dinsel eğitimin verildiği bir yerdir. Yıllar sonra Yücel bu okulda verilen eğitimi “Bir taraftan öğretme usulünün ilkelliği, diğer taraftan ne yaptığımızı ve ne okuduğumuzu hiçbir suretle bilmeyişimiz, küçük yaşta zekamızı ezmek, bilincimizi karartmak için yeterli sebeplerdi.” diyerek açıklar. Korkuyla zekası ezilen, bilinci karartılan öğrencilerden oluşan bir toplum çağdaş bir toplum olamaz. Köy Enstitülerinin kuramcısı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç enstitülerdeki eğitimi “Köy Enstitüleri pedagoji alemine yeni değerler katan, çocuğu modern pedagojinin ilkelerine uyarak eğiten, haklarına kavuşturarak ona çocukluk ve gençlik çağının özelliklerine göre yaşamayı sağlayan; onu etkin duruma sokan ve bu bakımdan pedagojinin gelişmesine hizmet eden kurumlardır. Türk çocuğunun yaratıcı kudreti meydana çıkarılmış, gelenekçi okulun çocukları ezen, yıpratan sakat usulleri yerine yeni metotlar geliştirilmiştir” ifadeleriyle bize aktarır. Günümüzde de eğitimin temel amacı çocuğun yaratıcı kudretini ortaya çıkarılması olmalıdır. Akar ve Erbaş’ın Köy Enstitülerinden Yücel ve Tonguç’tan öğreneceği çok şey var.

Eğitimin Tanımı ve Amacı Nedir?

Hepimizin onur duyduğu, felsefeci Ionna Kuçuradi “İnsana her şeyden önce insanlaşma eğitimi verilmelidir” diyerek ülkeyi yönetenlere çok önemli bir uyarıda bulunuyor.1940’lı yıllarda Hasan-Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç imecesiyle hayata geçirilen Köy Enstitüleri insanlaşma, özgürleşme ve toplumsallaşma eğitimi veren hümanist eğitim kurumlarıydı. Cılavuz Köy Enstitüsü mezunu Ümit Kaftancıoğlu “Cılavuz Köy Enstitüsü gerçekten bir cennetti, sıcak bir yuvaydı, yaşamdı. İnsan olduğumuzu orada anladık” diyerek enstitü eğitiminin çağdaşlığının altını çizmişti. Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Çağdaş eğitim, “laik, demokratik, bilimsel” eğitimdir. Siyasal iktidar, 22 yıldır izlediği eğitim politikalarıyla Cumhuriyetin 100. Yıldönümünde eğitimi dinselleştirerek, piyasalaştırarak ülkenin geleceğini ve umutlarını karartıyor. Bakanlık, tarikat ve cemaatlerle ortak projeler yaparak okul ve cami gibi işlevleri farklı iki kurumu aynileştiriyor. Okul tüm öğrenciler için bir sosyalleşme-toplumsallaşma alanı ve aynı zamanda akıl ve bilimin rehberliğinde “neden, niçin, nasıl” sorgulamasının yapıldığı bir kurumdur. Cumhuriyet Eğitim Devrimi bunu öngörmüştü. Siyasal iktidar bu öngörüyü adeta yok etmeyi hedeflemiş durumda. Cumhuriyetimizin kurucusu “benim manevi mirasım akıl ve bilim diyor. Bilim, eğitimin aracı ve amacı olması gerekirken iktidar akıl ve bilimi eğitim kurumlarından, ülkeyi yönetme anlayışlarından çıkarmaya çalışıyor. Türkiye’nin dinamik demokratik güçleri ülkenin bir Ortadoğu Ülkesi olmasına asla izin vermeyecektir.

İmam Hatip Okulları

Siyasal iktidar, 20 yıldan beri okullaşma politikasını akıl dışı bir anlayışla İmam Hatip Okullarının ve öğrenci sayısının artması üzerinden yaptı. Geçen haftalarda Adapazarı’nda açıklamalar yapan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin: “Toplumsal talep neyse onu karşılayacak şekilde imam hatip okulu açtık. Talep olduğu sürece de açmaya da devam edeceğiz” değerlendirmesini yaptı. Yine AKP’nin eski milli eğitim bakanlarından Hüseyin Çelik eylül ayının son günlerinde bir televizyon söyleyişinde partisinin imam hatip politikasının yanlışlığına açıkça itiraz eden değerlendirmeler yaptı. İmam hatiplerde gerçek nedir? Bakanlığın verilerine göre, 2020-2021 döneminde 568 bin 179, 2021-2022 döneminde 521 bin 264 olan imam hatip liselerindeki öğrenci sayısı, 2022-2023 döneminde 480 bin 484’e kadar düştü. Gerçek bakanın açıklamasındaki gibi değil. İmam hatiplerle ilgili toplumsal talep ifadesi bir yalandan ibaret. Dayatmalarla sayıları artırılan, orta okul sonrası imam hatipleri tercih etmek zorunda kalan çaresiz öğrenciler. MEB’in 2022 yılında hazırladığı Liselere Geçiş Sistemi raporu da imam hatiplerin tercih edilmediğini ortaya koyuyor. Rapora göre, Liseye Geçiş Sınavı’na(LGS) giren 10 imam hatip ortaokullu öğrenciden dördü imam hatip liselerini tercih etmiyor. Raporda, imam hatip ortaokulundan mezun olan ve LGS kapsamında liseye yerleşen 35 bin 312 öğrenciden yalnızca yüzde 57,4’ünün lisede Anadolu imam hatip lisesini tercih ettiği belirtiliyor (M.Bildircin, 28 Eylül 2024, Birgün)

AZİZ SANCAR’IN ÖNERİLERİ

Nobel Ödülünü aldığında Cumhuriyet Eğitim Devrimine ve “Benim öğretmenlerim Köy Enstitülüydü” diyerek Köy Enstitülerine vurgu yapan Aziz Sancar 26-27 Eylül 2024 tarihlerindeİş Bankası’nın düzenlediği “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” konferansında bir konuşma yaptı (O.Bursalı, 29 Eylül, Cumhuriyet). Sancar konuşmasında Türkiye için önemli önerilerde bulundu: “Temel bilimlere öncelik verilmeli. Teknoloji üretimi temel bilimlerden doğuyor. Kız ve erkek çocuklara eşit eğitim fırsatı verilmeli. Deney yapmak ve gözlem yapmak teoriden önce gelir. Eğitimde deney yapmaya önem verilmeli. Politika ve din bilime karışmamalı. Bilim insanları da politikaya ve dine karışmamalı. Akademik terfiler ve fonlar tamamen liyakata dayalı yapılmalı. Akademik özgürlük: Bilim adamı ne araştıracağını kendisi seçmeli, ona şunu yap dayatması olmamalı ve zaman tanınmalı”… Bu önerilere siyasal iktidarın ne kadar uzak olduğunu ve Sancar’ın önerileriyle mevcut uygulamalar arasında ilişki kurmanın mümkün olmadığını net bir şekilde görebiliyoruz.

İSTANBUL PLANLAMA AJANSI (İPA) RAPORU VE ARTAN, ÖZEL OKULLAR
Son yıllarda kamusal eğitimin niteliğini kaybetmesi, siyasal iktidarın eğitimi dinselleştirme politikaları nedeniyle özellikle lise-okul öncesi basamaklarında özel okulların sayısında yoğun artışlar yaşandı. Aileler ağır ekonomik zorluklara rağmen daha nitelikli eğitim adına çocuklarını özel okullara gönderiyorlar. Özel okul öğretmenlerinin özlük hakları ve sendikalaşmak adına yaptıkları mücadele son aylarda ülkeye damgasını vurdu. Bu nedenle özel okullarda nitelikli eğitim verildiğine dair somut veriler yok. İPA, eğitimin piyasalaşmasını ve artan özel okul sayılarıyla ilgili raporu 30 Eylül 2024 tarihinde basında yer aldı. İPA Başkanı Buğra Gökçe eğitimde özel sektörün artan payının fırsat eşitliğini olumsuz etkilediğinin altını önemle çizdi. İPA tarafından yayımlanan raporda; eğitimin özelleştirilmesinin toplumsal adaleti zedelediği ve eğitim hakkının eşitlikçi bir şekilde uygulanmasını zorlaştırdığı belirtildi. , son 10 yıl içinde İstanbul’da özel okulların oranında ciddi bir artış yaşandığını belirtti. Verilere göre, özel ilkokul oranı %17,93’ten %35,44’e çıkarak iki kattan fazla arttı. Aynı şekilde, İstanbul’daki liselerin %68,10’unu özel liseler oluşturuyor. Ülke genelinde ise özel okulların oranın yüzde 20’yi aştığını biliyoruz.

İSTANBUL PLANLAMA AJANSI (İPA) RAPORU VE ARTAN, ÖZEL OKULLAR
eğitimle buluşturmaktır… Okullarımızdaki hayattan kopuk ezberci öğrenmeyi terk edip,hayatın gerçek problemleri üzerinden öğrenmeyi gerçekleştirmektir. Ülkenin yoksulları ve kızöğrenciler için pozitif ayrımcı eğitim politikaları üretmektir. Ülkemizin özgün öğretmenyetiştirme modeli olan enstitüleri irdeleyerek öğretmen yetiştirme modelinde yeni arayışlarüretmek, öğretmenlik meslek onurunu yüceltmektir. Eğitim hakkından yararlanamayankırsaldaki ve büyük kent varoşlarındaki çocuklarımız için enstitü modelini temel alan yeni okulmodelini üretmektir. Öğrenci emekleriyle yapılan Köy Enstitüleri mekanlarının kültürel mirasduyarlılığıyla korunup, restore edilmesi ve eğitim kurumuna dönüştürülmesidir.
SONUÇ
Türkiye son yıllarda tümüyle toplumsal eşitsizliklerin-adaletsizliklerin yaşandığı, değerlerin alabora olduğu, toplumsal çürümenin tavan yaptığı bir ülke oldu. Gelir dağılımında yaşanan dengesizlikler eğitim alanını çarpan etkisi yaparak etkilemekte, büyük eşitsizlikler üretmektedir. Eğitim hakkı hayata geçmemekte, laik-bilimsel eğitim büyük sekteye uğramaktadır. Yargıda, ekonomide, eğitimde, kamu kadrolarında eşitsizlik üreten bu politikalar ülkenin geleceğini tıkamaktadır. Bu durum sürdürülebilir, rasyonel bir süreç değildir. Hayat ve yaşananlar ülkemizin aydınlık geleceği adına akıl ve bilimden yana, kamusal nitelikli eğitimden, Cumhuriyetten, demokrasiden, emekten, hukuk devletinden yana tüm demokratik güçlerin dayanışmasını zorunlu kılmaktadır. Öğrencilerimize ve öğretmenlerimize yeni öğretim yılında başarılar diliyorum.

Paylaş:
Etiketler : eğitim politikaları, Eğitimde Fırsat Eşitsizliği, İmam Hatip Okulları, Kemal Kocabaş, Köy Enstitüleri, Özel Okullar

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Dijital Uçurum Kavramını Yeniden Düşünmenin Zamanı Gelmedi mi?
Gürkan Abalı: Eğitim Öğretimde Kullanılan Yapay Zeka Destekli Platform ve Uygulamalar