24 Şubat-2 Mart 2025
Mülakat ile ilgili yürütmeyi durdurma kararının ardından MEB’in bu konuda kimi adımlar atması veya en azından sürecin nasıl işleyeceğine dair açıklama yapması beklentisi geride bıraktığımız iki hafta içerisinde gerçekleşmedi. Bu sessizlik mağdur öğretmenlerin yeniden yollara düşmesine neden oldu. Mağdur öğretmenler 28 Şubat tarihinde MEB önünde bir araya gelerek bir kez daha MEB’e seslerini duyurmaya çalıştılar; mağdur öğretmenlerin basın açıklamasına sendikalar ve siyasi partiler de katılarak destek verdiler.
Mülakat mağduru öğretmenlerin maruz kaldıkları eşitsizlik ve adaletsizliğe karşı kararlı mücadelesi aslında 2024 KPSS sonuçlarına göre atanacak veya daha sonrasında akademi eğitimi ile istihdam edilecek öğretmenlerin de benzer mağduriyetler yaşamaması açısından oldukça önemli; bu nedenle mağdur öğretmenlerin mücadelesi sadece 1300 öğretmenin değil tüm öğretmenlerin ortak mücadelesi haline gelebilirse sonuç alıcı olacaktır.
Geride bıraktığımız hafta mülakat mağduru öğretmenlerin atanabilmesi için bir kanun teklifi de verildi. Ancak iktidar bloğunun onay vermediği bir konuda kanun teklifinin yasalaşması mümkün görünmüyor. Sorunun çözümü ancak MEB’in bu konuda ısrarı bırakması ve ek atama için gerekli girişimleri yapması ile mümkün; çözüm olmadan geçen her gün mağduriyetin daha da artmasına neden oluyor, bu sorunun artık çözülmesi gerekiyor.
2024 KPSS Atama Bekliyor
Geçtiğimiz haftalarda MEB yaşamının belirsizlik ve bilinmezlik düzlemlerinde devam ettiğini, bu durumun da yönetimin inisiyatifini artırdığını ifade etmiştik. 2024 KPSS sonuçlarına göre atama bekleyen öğretmenler aylardır MEB’den atama sayısı ve takvimine dönük bir açıklama bekliyor ancak beklenen açıklama bir türlü yapılmıyor veya yapılamıyor.
Açıklama yapılamamasının nedeni, atanacak öğretmen sayısının ve atama takviminin belirlenmemesinden kaynaklı ise bu durum ciddi bir yönetim boşluğu olduğunu gösterir. 2025 Mali Bütçe Kanunu hazırlanırken bu yıl içerisinde yapılacak öğretmen atama sayısına ve bunun kamuya maliyetine dönük bir çalışmanın mutlaka yapılmış olması gerekiyordu. Bu çalışma yapıldıysa, çalışmada esas alınan sayının kamuoyuyla mutlaka paylaşılması gerekiyor.
İkinci olasılık ise 2025 Mali Bütçe Kanunu hazırlanırken 2025 yılı içerisinde yapılacak atama sayısının bütçe büyüklüğüne dahil edilmemiş olmasıdır. Bu durum da kamu yönetiminin planlılığı ve sürdürülebilirliği açısından olabilecek ve kabul edilebilecek bir durum değildir.
Milli Eğitim Bakanı 28 Şubat tarihinde katıldığı bir televizyon programında 2024 KPSS sonuçlarına göre yapılacak atama sayısının belli olmadığını, bu konu ile ilgili görüşmelerin devam ettiğini ifade etti. Yukarıda da ifade edildiği üzere bu durum belirsizliği, belirsizlikte atama bekleyen öğretmenler arasında kaygıyı artırmaktadır. Sürecin şeffaf sürdürülmesi en doğru olanıdır.
Halkın Öğretmeni
Milli Eğitim Bakanı tarafından kabinede öğretmenlik mesleğine dönük yapılacaklarla ilgili bir sunum yapıldığı ve bu sunumda; öğretmenlerin aynı okulda çalışma süresinin azami 12 yıl olması ve tüm öğretmenlerin beş yılda bir eğitime alınması hususlarının kabine üyelerine aktarıldığı bilgisi bazı yayın organları tarafından haberleştirildi.
Eğitimde yaşanan sorunların nedenlerini uygulanan eğitim politikalarında, eğitim yönetiminde, eğitime ayrılan kaynakta, eğitimin içeriğinde ve yapılandırılmasında aramak yerine “öğretmenlerin” sorunlarının nedeni olduğu iddiasından hareket eden MEB, bu gerekçeye dayanarak uzunca bir süredir öğretmenlik mesleğinde bir dönüşüm yapma arayışındadır.
Esas olarak 2011 yılında yapılan Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı ile başlayan bu dönüştürme süreci 2017 yılında Ulusal Öğretmen Strateji Belgesinin yayınlanması ile ileri bir aşamaya taşındı. MEB tarafından son dönemde yaşama geçirilen veya yapılması planlananların büyük bir bölümünü Ulusal Öğretmen Çalıştayı sonrasında yapılan açıklamalarda veya Ulusal Öğretmen Strateji Belgesinde bulmak mümkündür.
9 Nisan 2012 tarihinde, o dönemin Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürü, öğretmenlerin eğitime alınacağı ve bu eğitimlerde öğretmenlere 250 saatlik ders verileceği ve sonrasında da öğretmenlerin bu derslerden sınav yapılacağı bilgisini basınla paylaşmıştı. Bu bakış açısı o günden bugüne dek varlığını sürdürdü ve bugün de MEB öğretmenlerin eğitime alınması konusunu yeniden gündeme getirdi.
Öğretmenlerin hizmet içi eğitim alması ve çalışırken mesleki gelişimlerini sürdürmelerine kuşkusuz karşı çıkmak mümkün değildir ve öğretmenler genel olarak bunu desteklerler. Ancak burada sözü edilen konu, eğitimlerin bir tür mesleki yeterlilik ölçme aracına dönüşme olasılığı ve riskine karşı çıkılmasıdır; böylesi bir uygulamanın örtülü bir “performans değerlendirmesi” olacağı açıktır. Öğretmen strateji belgesinde bulunan ancak uygulanamayan “mesleki yeterlilik sınavının” akademi eğitimi adı altında başka bir biçimde uygulanma olasılığına karşı öğretmenleri ve öğretmenliği savunmak acil bir görevdir.
Kabine toplantısında konuşulduğu ifade edilen bir başka konunun da öğretmenlerin aynı okulda azami çalışma süresinin 12 yılla sınırlandırılması olduğu ifade ediliyor. Öğretmenlerin bir okulda çalışma süresi arttıkça işe dönük tutumlarının olumsuz hale geleceği ve iş veriminin düşeceğine dönük bilimsel dayanağı olmayan ama yönetim tarafından sıklıkla kullanılan bir düşünce, bu uygulama girişimlerinin gerekçesi olarak kullanılmaktadır.
Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde 2015 yılında, “öğretmenlerin aynı okulda azami 12 yıl çalışabileceğine” dair bir değişiklik yapıldı. MEB, kimi dönemlerde yönetmeliğin bu maddesini uygulama girişiminde bulunsa da yer değiştirecek öğretmen sayısının çokluğu, yer değişikliklerinin sonuçları ve öğretmenlerin olası tepkilerinden dolayı bu madde bugüne dek uygulanamadı, ancak bu dönem bu maddenin uygulanmasına dönük hazırlıklar yapıldığı gözlemlenmektedir.
Öğretmenlerin çalışacağı okulların, okullarda çalışma sürelerinin, çalışma koşullarının ve ücretlerinin işveren tarafından tek taraflı olarak belirlenmesi öğretmenlerin mücadele ederek, bedel ödeyerek kazandıkları emekçi kimliğini zayıflatır, aşındırır. Öğretmenlerin okullardaki çalışma süresi ancak öğretmenlerle müzakere edilerek ve uzlaşı ile belirlenebilir. Bu nedenle de, öğretmenlerin aynı okulda en fazla 12 yıl çalışabileceğine dair maddenin uygulanmasına sessiz kalmak veya onay vermek mümkün değildir.
Yapılan ve yapılması planlanan yasa, yönetmelik ve diğer mevzuat değişiklikleri ile siyasi iktidarlar için “makbul” olan bir “öğretmen profili” oluşturulmaya çalışılmaktadır; ancak her dönemde ve koşulda öğretmenler egemen sınıfların değil halkın öğretmeni olmayı tercih etmiştir ve bundan sonra da tercihleri bu olacaktır çünkü “öğretmen dünyayı değiştirir”.
KPSS ya da AGS, Ne Fark Eder?
ÖSYM, 13 Temmuz tarihinde ilk kez uygulanacak olan MEB Akademiye Geçiş Sınavı (AGS) örnek sorularını yayınladı; yayınlanan sorunların içerik ve şekil açısından KPSS sınavlarına olan benzerliği dikkat çekti ve doğal olarak bu iki sınavın arasındaki farkın ne olduğuna dair sorular sorulmaya başlandı.
Bir milyona yakın öğretmenin atama beklediği koşullarda AGS’ye hazırlık süreci yeni bir ticaret olanağı oluşturmaktadır. AGS hazırlık kurslarından AGS test kitaplarına kadar pek çok araç bu dönemde devreye girecektir, çalışmayan veya düşük ücretle çalışmak durumunda kalan öğretmenler kendilerini “atanabilme umudunu satın almak” zorunda hissedecektir.
Öğretmenlik Meslek Kanunu tasarısının görüşüldüğü dönemde Milli Eğitim Akademisi ve akademide alınacak hazırlık eğitimi sonrasında öğretmenlerin ancak atanabilecek olması, en fazla tartışılan konular oldu. Gelinen aşamada Milli Eğitim Akademisi ile artık eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme işlevinin kalmadığı ve bu şekliyle de MEB’in kendi eğitim fakültesini veya fakültelerini oluşturmakta olduğunu görmekteyiz.
Milli Eğitim Bakanının önümüzdeki günlerde eğitim fakültelerinin dekanları ile bir araya geleceğine dair bir haber basında yer aldı. Eğitim fakültelerine dönük yoğun tartışmaların olduğu bir dönemde görüş ifade etmeyen dekanların bu defa üniversitelere ve eğitim fakültelerine sahip çıkmaları gerekir. Ayrıca kendilerini sadece bilim insanı yetiştirme alanına sıkıştırmaya çalışan bakış açısına karşı güçlü ve birlikte bir duruş ortaya koyarlar.
Yaşanması muhtemel başka bir sorun da 30 Milli Eğitim Akademisi arasında uyumlu ve benzer bir çalışmanın yapılabilmesinin oldukça güç olmasıdır. Mülakat komisyonlarının farklı puanlamaları nasıl ki öğretmenleri mağdur ettiyse farklı illerde kurulacak olan akademilerin de benzer şekilde yeni mağduriyetler oluşturma olasılığı vardır. Oluşacak tartışmaların engellenmesinin yolu, akademi uygulamasından vazgeçerek sınav sonucuna göre yeterli sayıda öğretmeni atamaktır.
Öğretmenin Ücretlisi Sözleşmelisi Olmaz
Ücretli öğretmen çalıştırma son dönemde MEB tarafından oldukça yaygın olarak kullanılan bir öğretmen istihdam biçimi haline geldi; sözleşmeli öğretmen istihdamının karmaşık ve uzun sürecinin aksine idareye hızlı ve istenilen kişileri istihdam etme olanağı veren ücretli öğretmenlik sistemi, düşük ücretle ve güvencesiz çalışmanın da önünü açmaktadır. Bir sözleşmeli öğretmenin kamuya maliyeti ile üç ücretli öğretmenin istihdam edilebiliyor olması bu uygulamanın yaygınlaşmasının ve tercih edilmesinin en önemli nedenidir.
Türk Eğitim Sen tarafından ücretli öğretmenlere dönük yapılan bir araştırmanın sonuçları ücretli öğretmenlikle yeniden yüzleşmemize neden oldu. Araştırmaya göre Türkiye genelinde 2024-2025 eğitim-öğretim yılında 78 ilde çalışan ücretli öğretmen sayısı 86 bin 136; 2023-2024 eğitim-öğretim yılında ise ücretli öğretmen sayısı 79 ilde 72 bin 723’tü. Ücretli öğretmen sayısının bir yıl içerisinde 13 bin 413 artmış olması bu istihdam biçiminin giderek yaygınlaştığını açıkça göstermektedir. 1 Eylül 2025 tarihinden sonra istihdam edilecek öğretmenlerin en az 14 ay akademi eğitimi alacak olması ücretli öğretmen sayısının çok daha yukarılara çıkmasına neden olacaktır.
Ücretli öğretmenlikle ilgili dikkat çekici ve rahatsız edici diğer bir durum da söz konusu öğretmenlerin mezuniyet alanlarıdır. Ücretli çalışan öğretmenlerin sadece 38 bin 602’si eğitim fakültelerinden mezundur; eğitim fakültelerinden mezun olanların tüm ücretli öğretmenlere oranı ise sadece %38.6’dır. Eğitim fakülteleri dışındaki lisans programlarından mezun olanların sayısı 39 bin 463, ön lisans mezunlarının sayısı ise 8 bin 71’dir. Ücretli öğretmenlerle ilgili sayısal veriler MEB’in, öğretmen açığını kapatırken gerekli niteliklere sahip öğretmenlerle açığı kapatmak yerine sadece derslerin boş geçmemesini öncelediğini göstermektedir.
Aynı araştırma sonuçlarına göre 75 ilde öğretmen norm açığı 100 bin 541 olarak tespit edilmiştir; söz konusu rakam yeterli sayıda öğretmen istihdamını acil ve önemli bir görev olarak MEB’in önüne koymaktadır. MEB, öğretmen açığını, ekonomik gerekçelerle tercih edilen ücretli öğretmenlerle değil kadrolu ve güvenceli çalışacak eğitim fakültelerinden mezun öğretmenlerle kapatmalıdır. Öğretmenin ücretlisi, sözleşmelisi olmaz, öğretmen kadrolu ve güvenceli çalışır.
İşgal Kafe
Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilerin okul kafeteryasının kapatılarak yerine bir kahve zincirinin açılmasına karşın sürdürdükleri demokratik eylemlerle kamuoyunun yeniden gündeminde. Öğrenciler, üniversite içerisinde kamusal alanın kalmaması gerekçesi ile “İşgal Kafe” adında bir uygulama başlattı. Kahve zincirine verilen bölüme kendi yiyecek ve içeceklerini getiren öğrenciler bu alanı bir anlamda “kamusallaştırmış” oldular.
Rektörlük, öğrencilerin demokratik ve Anayasal haklarını kullanmasını baskı ve cezalarla engellemeye çalışıyor. Öğrencilerin eylemlerini engellemek için önce bu etkinliklere katılan en az 20 öğrenciye uzaklaştırma cezası veren rektörlük, giriş kartlarını iptal ederek öğrencileri okuldan 3 gün uzaklaştırdı.
Rektörlük, bu konuda kabul edilemez yeni bir uygulamaya daha imza attı: “işgal kafe” konulu bir metne imza atan 28 kulüp ve 6 öğrenci topluluğunun faaliyetleri 28 Mart tarihine kadar durduruldu. Özgürlük olmadan üniversite olamaz ve üniversite öğrencilerinin kendi yaşam alanlarına sahip çıkması, bu alanların piyasanın insafına bırakılmasına itiraz etmeleri Anayasa ile güvence altına alınmış haklarıdır. Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü, üniversitede yaşanan gösterileri ve eylemleri bastırmaya çalışmak veya yok saymak yerine, bunların nedenlerini ve ortaya konulan talepleri anlamaya çalışmak durumundadır.
Laikliği Kazanmak
Eğitim alanında yaşanan laiklik karşıtı faaliyetleri hemen hemen her hafta yazmak durumunda kalıyoruz. Bu sıklığın nedeni, söz konusu faaliyetlere kamu yönetimi tarafından yol verilmesi, alan açılmasından dolayıdır. Mevzuatta yapılan değişiklikler, imzalanan protokoller ve eğitim yöneticilerinin tutumlarından dolayı neredeyse her gün laiklik karşıtı bir etkinliğin yapıldığını görmekteyiz.
İstanbul’da bazı ilçe milli eğitim müdürlüklerinin okul yöneticilerinin bulunduğu haberleşme gruplarında paylaştığı mesajların basında yer alması söz edilen duruma son örnek oldu. Resmi yazı yerine haberleşme grubuna gönderilen mesajlarda okullardan Ramazan ayı boyunca yapılması istenilen etkinlikler listelendi. Mesajların içeriği kadar okullarla gayrı resmi olarak paylaşılmaları da ayrıca tartışma konusu oldu. Yapılması istenilen etkinlikler laiklik ilkesi ile bağdaşmayan, kamusal alanı dini referanslarla şekillendirecek etkinlikler ve bu nedenle de kabul edilmesi mümkün değildir.
Laiklik karşıtı faaliyetlerin gün geçtikçe arttığı bir dönemde laikliği kazanmak öncelikli görev olarak önümüzde durmaktadır.
Güneşli, güzel günlere ulaşmak dileğiyle, görüşmek üzere…






















