Zorunlu eğitimle ilgili tartışmaların son dönemde yoğunlaştığını görüyoruz ve zorunlu eğitim karşıtı koronun her geçen gün tartışmayı derinleştirdiğini ve yaygınlaştırdığını izliyoruz. Sermayenin ucuz işgücü gereksiniminin karşılanması ve erken evliliklerin önünün açılması ekseninde devam eden tartışma, kamuoyunu ikna etmek ve değişikliklere hazır hale getirmek için çeşitli araçlarla sürdürülmektedir.
Zorunlu eğitimle ilgili tartışma bu hafta çarşamba günü AKP grup toplantısı öncesinde Milli Eğitim Bakanına soruldu. Bakan, kendilerinin böyle bir tartışma içinde olmadıklarını ancak alanda bu konunun tartışıldığını söyledi. Sanayinin ara eleman ihtiyacı olduğunu ve bunun karşılanması için tartışmanın sürdürüldüğünü ifade etti ve MEB’in tartışmaları izlediğini, sene sonunda bu konuyla ilgili karar verebileceklerini belirtti.
Bu açıklama öncelikle zorunlu eğitim tartışmasının başlama nedenlerinden birinin sermayenin ucuz işgücü gereksinimi olduğu tespitimizi doğrulamaktadır. İkinci olarak ise MEB’in eğitimle ilgili devam eden bir tartışmayı izlemekle yetinmesi ve sürecin sonunda bu tartışmaları esas alarak değişiklik yapacak olmasıdır. Diğer bir ifade ile yapılması hedeflenen değişiklikler önce bazı
kesimlerce dillendirilmekte sonra da MEB’in bunlarla ilgili kararları alması planlanmaktadır.
Zorunlu eğitim tartışması, tüm kamuoyunun yakından takip etmesi ve çocuğun üstün yararını esas almayan değişikliklere onay vermemesi gereken bir tartışmadır. Böylesi yaşamsal bir konuda tartışmayı sermaye kesimlerinin, sivil toplum görünümlü dini yapıların, iktidara yakın sendikaların ve gerici siyasal oluşumların sürdürüyor olmasının, oluşacak sonuçlardan bu kesimlerin yararlanma beklentisinden kaynaklı olduğu açıktır. Oysa zorunlu eğitimle ilgili tartışmanın, bilim insanları, eğitimciler, öğrenci velileri ve öğrenciler başta olmak üzere konunun özneleri tarafından sürdürülmesi gerekmektedir.
Tartışma, zorunlu eğitimin kaç yıl olacağı, zorunlu eğitimin kaç yaşında bitmesi gerektiği veya lisenin 2+2 veya 3+1 gibi formüllerden hangisinin olacağı değildir. Tartışma çocukların eğitim aracılığıyla yaşamlarında anlamlı değişiklikler yapabilme umudunu yitirip yitirmemesidir. Tartışma, eğitimin bir ayrıcalık değil tüm çocuklar için hak olması ve hakların da ancak eşit ve tam olarak kullanıldığında anlamlı olmasıdır. Çocuklarımızın eğitim hakkına ve geleceklerine sahip çıkacağız.
Mağdur Öğretmenler Ülkesi
Son dönemin en fazla mağdur olan kesimlerinin genellikle öğretmenler olduğunu tespit etmek durumundayız: Mülakat mağduru, atama bekleyen ama kontenjanlardan dolayı atanma umutlarını yitiren, proje okullarında kıyıma uğrayan, ders ücreti karşılığında çalışmak zorunda kalan, özel sektörde güvencesiz çalışan ve yoksulluk sınırının altında maaş alan öğretmenler.
MEB’in politikaları ve uygulamaları öğretmenleri genel olarak mağdur etmekte, öğretmenler de buna karşı tepkilerini ortaya koymakta ve haklarını aramaktadırlar. MEB’in ana binasının önü haklarını arayan mağdur öğretmenler açısından artık seslerini duyurma alanına dönüşmüş durumdadır. Mülakat mağdurları, proje okullarında kıyıma uğrayan ve atama bekleyen öğretmenler sık sık MEB önünde bir araya gelerek dertlerini anlatmaya çalışmaktadır.
Farklı öğretmen gruplarının ayrı ayrı yaptıkları etkinliklerin ve çabaların her birinin değerli ve önemli olduğunu kabul etmekle birlikte bu çabaların ayrı ayrı sonuç üretmesinin çok zor olduğunu tespit etmek gerekmektedir. Öğretmenler, kendi sorunlarına yine kendileri sahip çıkmadıkları sürece çözüme ulaşmanın mümkün olmadığının bilincindedir. Öğretmenlerin önündeki en önemli aşama, artık yan yana gelme ve birlikte mücadele etmektir.
Mağdur öğretmenler ülkesinin öğretmenlerinin, öğretmenlere ve öğretmenlik mesleğine bir bütün olarak sahip çıktıklarında öğrencilerin eğitim hakkına da sahip çıkmış olacaklarının farkında olarak, bir araya geldikleri gün çözümün de başladığı gün olacaktır.
Mülakat Mağdurlarının Birini Değil Tamamını Atayın
Karar gazetesinden Merve Şişman’ın, mülakat mağduru bir öğretmenin idare mahkemesinden aldığı yürütmeyi durdurma kararından sonra MEB tarafından mülakatsız şekilde atamasının yapıldığına dair haberi mülakat mağdurları ile ilgili tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Bununla birlikte Ankara 25. İdare Mahkemesi tarafından verilen iki karar mülakatın meşruiyetinin yeniden sorgulanmasına neden olmuştur.
İdare mahkemesi, verdiği kararda 4 yıl boyunca eğitim bilimleri dersleri alan, pedagojik formasyona sahip bir öğretmene mülakatta eğitim bilimleri bölümünden “0” puan verilmesini hayatın olağan akışını aykırı bulmuş, ayrıca bu puanı destekleyen bir belgenin veya durumun dosyada sunulmamış olmasını da söz konusu kararın iptal gerekçesi olarak ifade etmiştir. Sözün özü, yargı mülakatın kendisinin meşruiyetini hukuken ortadan kaldırmıştır.
Mülakat mağdurlarının mücadelesi sürdükçe, mağdur öğretmenlerin tüm çabasına rağmen MEB mağdurları ve yaşanan açık mağduriyeti yok saymaya çalıştıkça sorun çok daha görünür hale geldi. MEB açısından bu tartışmayı bitirmek ve yaşanan mağduriyeti gidermek için, acil bir ek atama ile sorunu çözmek tek ve geçerli seçenek olarak görünüyor. Yargı kararlarını da dikkate alarak, tek tek öğretmenleri değil 1611 mülakat mağdurunun artık tamamının atanması gerekmektedir.
MEB’in Ödülleri
2024 tarihinde ödül alan MEB personeli Mayıs 2025 Tebliğler Dergisinde yayınlandı; çoğunluğu öğretmen ve idareci olmak üzere 23 bin MEB personeli ödül almaya hak kazandı. Ödül almaya hak kazanan çalışanlar, MEB’in 11 Mart 2025 tarihinde çıkarmış olduğu yönergeye göre belirlendi. Yönerge, ödül alacak çalışanların disiplin amirlerinin çalışanlarla ilgili yaptığı değerlendirme sonucuna göre belirlenmesini düzenliyor.
Eğitim yöneticilerinin çoğunlukla siyasi iktidara yakın sendikanın üyesi olmaları ve değerlendirmede kullanılan ölçütlerin subjektif olup; ölçülebilir veya belgeye dayalı olmaması, oluşan sonuçları da tartışmalı hale getirmektedir. Bu anlamıyla MEB’in verdiği ödüller her dönem olduğu gibi bu dönemde de tartışma yaratmıştır. MEB’in ödül yönergesi bu haliyle eşitsizliklere zemin oluşturmaktadır ve acilen yürürlükten kaldırılmalıdır.
Gerçeklikle Kurulan Bağ
Milyonlarca öğrencinin, öğretmenin ve dolaylı olarak da öğrenci velisinin yaşamını doğrudan ilgilendiren kararların ülke gerçeklerinden kopuk olmaması, uygulanabilir ve sürekliliğinin olması, altyapının ve uygulamaya dönük tüm ön hazırlıkların uygulama başlamadan tamamlanması, uygulamadan istenilen sonuçların elde edilmesi ve söz konusu faaliyetin kamusal yarar sağlaması açısından oldukça önemlidir.
Mayıs ayı Tebliğler Dergisinde, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınca 8 Mayıs 2025 tarihinde görüşülen ve onaylanan “Çoklu Yabancı Dil Eğitim Modeli Ortaokul Haftalık Ders Çizelgesi” yayınlandı. Yayınlanan çizelgeye göre öğrenciler ortaokul eğitimi sırasında birinci yabancı dil eğitiminin yanında ikinci bir yabancı dil eğitimi de alacaklar; haftada iki saat olan bu eğitim seçmeli değil ortak dersler arasında yer almaktadır.
Öğrencilerin birden çok yabancı dil eğitimi alması kuşkusuz olumlu bir adımdır ancak gerekli hazırlıklar yapılmadan bir uygulamanın başlamasının olumlu sonuç üretmesi de mümkün değildir. Ortaokullarda yeterince ikinci yabancı dil öğretmeni olmadığı için burada oluşacak açık büyük olasılıkla norm fazlası olan lise öğretmenleri tarafından doldurulmak durumunda kalınacaktır. Öğretmen açığını sayısal bir sorun olarak gören MEB, öğretmenlerin mesleki deneyimleri ve alışkanlıklarını yok saymaktadır. Hizmet içi eğitim ve destekleyici unsurlar olmadan öğretmenlerin kademe değiştirmesi çeşitli sorunları da beraberinde getirecektir.
Söz konusu kararda dikkat çeken ve mutlaka tartışılması gereken bir başka konu da “seçmeli ders saatleri” olarak adlandırılan uygulamadır. Bu karara göre haftanın belirli günü/günleri 5. sınıfta dört, 6. ve 7. sınıflarda beş, 8. sınıfta altı saat olmak üzere “seçmeli ders saatleri” belirlenecek ve seçilen derse göre aynı seviyede olan farklı sınıflardan öğrenciler aynı sınıfta ders alacaklar. Örneğin müzik dersinden aynı durumda olan öğrenciler sınıf seviyesine bakılmaksızın aynı sınıfta ders alacaklar.
Farklı yaş gruplarında bulunan öğrencilerin aynı sınıfta eğitim almasının yaratabileceği çeşitli sorunları mutlaka dikkate almak gerekmektedir. Son dönemde özellikle öğrenciler arasında yaşanan şiddet olayları, akran zorbalığında yaşanan artış ve ortaokullarda yaşanan şiddet vakaları dikkate alındığında bu kararın yeniden düşünülmesi gerektiği açıktır.
Bu uygulamanın yaratabileceği bir başka sorun da öğrencilerin bilişsel ve fiziki gelişimi ile ilgilidir. Yaş döneminden kaynaklı 5. ve 8. sınıflar arasında büyük farklılıklar oluşacağı ve bunun da küçük sınıflar üzerinde olumsuz sonuçlar üreteceği mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Ülke gerçekleri ve yaşamın verili durumundan bağımsız olarak karar alınmaması en fazla eğitim alanı için zorunluluktur.
Üniversiteler Gençlerindir
Boğaziçi Üniversitesi sürekli olarak kamuoyunun gündeminde bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesinin, diğer pek çok üniversite gibi, siyasi iktidar tarafından hegemonyasını kabul ettirmeye ve iktidara rıza üretmeye çalıştığı alanlardan biri olarak görüldüğü açıktır. Bu nedenle de üniversite çalışanları, akademik personel ve öğrenciler üzerinde çeşitli baskı ve rıza üretme mekanizmaları kullanılmaktadır.
Son yaşanan olay Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübünün (BİSAK) gerçekleştirdiği etkinliğe Nureddin Yıldız’ın katılması üzerine yaşandı. Nureddin Yıldız, kamuoyunda kız çocuklarının küçük yaşta yetişkin erkeklerle evlenebileceği gibi kabul edilemez açıklamalarıyla tanınmaktadır. Bilim yapılan, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere tüm kesimlerin haklarının korunması, özgürlüklerin ve aklın hakim olması gereken bir kuruma bu düşünce yapısına sahip bir kişinin çağrılmasına öğrencilerin ve bilim insanlarının sessiz kalması beklenemezdi ve öyle de oldu.
Nureddin Yıldız isimli şahsın üniversitelerine gelmesine karşı çıkan, bu duruma itiraz ederek Anayasal haklarını kullanan ve durumu protesto eden 97 öğrenci gözaltına alındı, 15 öğrenci tutuklama talebiyle hakimliğe sevk edildi ve bu öğrencilerden 6’sı tutuklandı, yapılan itiraz sonrası bir öğrenci serbest bırakıldı. Öğrencilerin protesto gösterisi yaptığı anlarda üniversite bahçesi dışında toplanan bir grubun “şeriat gelecek” diyerek üniversite öğrencilerini taciz etmesi ise ayrıca değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Yaşanan bu taciz, Nureddin Yıldız’ı öğrencilerin protesto edeceği düşünülerek bir hazırlık yapıldığını da göstermektedir ve bu anlamıyla da oldukça kaygı vericidir.
Üniversitelerin olması gereken zemininden uzaklaştırılmasına karşı çıkan öğrenciler “insan, doğa ve toplum yararına bilim” üretilmesi konusunda mücadeleye devam etmektedir. Üniversitelere gerçek sahipleri olan öğrenciler ve bilim insanları sahip çıkmaya devam etmektedir.
Rektörü Kim Seçmeli?
Anayasa Mahkemesinin, 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin bazı maddelerini iptal etmesinin ardından iptal edilen konularla ilgili yasal düzenlemeler yapılması için verdiği zamanın dolmasına kısa bir süre kala söz konusu KHK ile düzenlenen hususlara dönük kanun teklifi iktidar partisi milletvekillerince TBMM’ye verildi. Verilen yasa teklifi, kamu üniversitelerine rektör atamalarının doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından yapılmasını, vakıf üniversitelerine yapılacak atamaların ise üniversitelerin mütevelli heyetlerinin belirleyeceği isimler üzerinden yine Cumhurbaşkanı tarafından atanmasını düzenliyor.
Söz konusu yasa tasarısı ayrıca YÖK’ün yapısı ve sözleşmeli çalışacak yabancı uyruklu öğretim elemanı sayısı, sözleşme süresinin uzatılması vs. gibi konuları içermektedir. Rektör atamaları başta olmak üzere üniversitelerin yönetimlerinin demokratikleşmesi için olanak sunabilecek bir değişiklik süreci yine yetkilerin merkezileşmesi ve tek elde toplanması ile sonuçlanmış oldu.
Üniversite bileşenlerinin tamamının katılımı ile rektörler belirlenmedikçe üniversite yaşamının demokratikleşmesi ve özgürleşmesi mümkün değildir; demokrasinin ve özgürlüklerin olmadığı bir yerde de “insan, doğa ve toplum yararına bilim” üretmek olanaklı değildir. Rektörlerin atanma yöntemi üniversitelerin yapısı ve işleyişini belirlemektedir ve bu yöntem değişmeden üniversitelerin gelişmesi de olası değildir.
Ücretli Öğretmenin Sesini Kamu Denetçiliği Kurumu Duydu
Bartın’da ders ücreti karşılığında çalışan bir ücretli öğretmenin sigorta primlerinin eksik yatırıldığına dair başvurusu sonucunda Kamu Denetçiliği Kurumu öğretmeni haklı bularak Bartın İl Milli Eğitim Müdürlüğüne ve SGK il müdürlüğüne eksik primlerin yatırılmasına dair aldığı tavsiye kararını gönderdi.
Ücretli öğretmenler, kadrolu öğretmenlerle aynı işi yapmasına, aynı görev ve sorumluluklara sahip olmasına rağmen aynı ekonomik ve özlük haklara sahip değiller. MEB, son yıllarda öğretmen açığını kadrolu öğretmenler yerine düşük ücretle ve güvencesiz çalışan ücretli öğretmenlerle kapatmayı tercih etmektedir. Ücretli öğretmenlik uygulamasının artık sonlanması ve tüm öğretmenlerin kadrolu istihdam edilmesi sağlanmalıdır.
Mağdur öğretmenlerin olmadığı günlerde görüşmek dileğiyle…























