Öğretmen açığını azaltmak amacıyla, norm kadro ve ihtiyaç fazlası öğretmenleri istekleri dışında re’sen atama yöntemiyle görevlendiren Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), binlerce öğretmeni ciddi şekilde mağdur etti. İkamet ettikleri ilçelerden yüzlerce kilometre uzaklıktaki okullara atanan öğretmenler, geçtiğimiz hafta boyunca yaşayacakları sıkıntı ve sorunları MEB yöneticilerine anlatmaya çalıştı.
Seminerlerin açılış gününde öğretmenlere çevrim içi platform üzerinden seslenen Milli Eğitim Bakanı, norm kadro fazlası öğretmenlerin re’sen atamalarının süreceğini açıkladı. Bu açıklamanın ardından, illerde öğretmenlerin “sürgün” olarak değerlendirdiği re’sen atamalar da başlamış oldu.
Hafta içerisinde re’sen yapılan il geneli atamaların listeler hâlinde açıklanmasıyla, durumun ne denli vahim olduğu da ortaya çıktı. Kadrosunun bulunduğu ilçeden 180–200 kilometre uzaktaki okullara atanan öğretmenlerin karşılaşacağı sorunlar, eğitim gündeminin önemli başlıklarından biri hâline geldi.
MEB, sorunun büyümesi üzerine taşra teşkilatına bir yazı göndererek, okulların 10 Eylül Çarşamba gününe kadar norm kadro güncellemesi yapmasını; güncelleme sonucunda norm kadro içinde görünmesine rağmen re’sen ataması yapılan öğretmenler varsa, bu öğretmenlerin atamalarının iptali için bildirimde bulunulmasını istedi. Bu adım, soruna köklü bir çözüm getirmeyecektir; yalnızca sınırlı sayıda öğretmenin re’sen atamasının bu yolla iptal edilmesi mümkün olabilecektir.
Geçen haftaki gündem değerlendirme yazısında da belirttiğimiz gibi, re’sen atama, dolaylı bir “sürgün” anlamına gelmektedir ve kabul edilemez bir uygulamadır. Ulaşım koşullarının fiziken mümkün olmaması nedeniyle öğretmenlerin atandıkları ilçelerde ikamet etmek zorunda kalmaları, hem yaşam koşulları hem de aile bütünlüğü açısından ciddi sorunlara yol açacaktır.
Öğretmenlerin çalışacakları yere karar verme sürecinin tamamen dışında bırakılması ve iradelerinin yok sayılmasından dolayı “re’sen atama” yöntemi meşru kabul edilemez. MEB, öğretmenleri mağdur ederek öğretmen açığını kapatmaya çalışmak yerine, yeterli sayıda öğretmen ataması yapmak durumundadır.
Öğretmen Açığı Yoksa Ücretli Öğretmenlik Neden Var?
Milli Eğitim Bakanı, 5 Eylül tarihinde konuk olduğu Anadolu Ajansı’nın Editör Masası programında, AKP iktidarları döneminde yapılan yüksek sayıdaki öğretmen atamalarının öğretmen açığını “minimize” ettiğini belirterek, bu nedenle artık çok sayıda öğretmen alımına ihtiyaç olmadığını ve yalnızca ihtiyaç kadar öğretmen alınacağını ifade etti.
Şaşkınlıkla izlediğimiz bu açıklamanın, taşra teşkilatında yaşanan gerçeklikle örtüşmediğinin altını çizmek gerekmektedir. Türk Eğitim-Sen tarafından yapılan bir çalışmaya göre, 2024–2025 eğitim-öğretim yılında 78 ilde 86.136 ücretli öğretmen görev yapmaktadır. Oysa 2023–2024 eğitim-öğretim yılında, 79 ilde 72.723 ücretli öğretmen görev yapmıştı. Bir yıl içinde ücretli öğretmen sayısında 13.413 kişilik bir artış yaşanmış olması, öğretmen açığının azalmadığını; aksine artmaya devam ettiğini açıkça göstermektedir.
2024 KPSS sonuçlarına göre yalnızca 15.000 öğretmen atanacak olması ve mülakatları tamamlanan öğretmenlerin 24 Kasım’da göreve başlayacak olması, bu eğitim-öğretim yılına da ciddi bir öğretmen açığıyla başlanacağını göstermektedir.
Ayrıca, AGS ile alınacak 10.000 öğretmenin göreve başlamasının en erken 2027 yılı başında mümkün olabileceği düşünüldüğünde, hem öğretmen açığının hem de buna bağlı olarak ücretli öğretmen sayısının önümüzdeki yıllarda ciddi şekilde artacağı öngörülmektedir.
Okullarda öğretmen açığı bu denli belirginken ve atama bekleyen yüz binlerce öğretmen her gün seslerini duyurmaya çalışıyorken, öğretmen atamalarının sınırlı sayılarla yapılması kabul edilebilir bir durum değildir.
Ekonomik ve politik tercihlerle öğretmen atama sayılarının sınırlandırılmasından vazgeçilmeli; gereksinim kadar, yani en az ücretli öğretmen sayısı kadar öğretmen ataması gecikmeksizin yapılmalıdır.
Zorunlu Eğitimde Sona Doğru
Milli Eğitim Bakanı, her yıl olduğu gibi bu yıl da Eylül ayının ilk haftasında Anadolu Ajansına konuk oldu. Okullar açılmadan önce bazı konularla ilgili açıklamalar yaptı ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da yaptığı açıklamalar yeni tartışmaları beraberinde getirdi.
Milli Eğitim Bakanı, zorunlu eğitimin tartışılmasını istediklerini, konunun bu yıl gündeme geldiğini ve zorunlu eğitimin süresinin kısaltılmasına yönelik bir kamuoyu oluştuğunu; yürütmenin de bu konuda bir karar alacağını ifade etti.
Özetle: Zorunlu eğitimin süresini iktidar kısaltacak; bu adımı eleştirenlere ise, “kamuoyundan böyle bir talep vardı” gerekçesi sunulacak.
Bakanın açıklamalarında altı çizilmesi gereken en önemli nokta, zorunlu eğitimin tartışmaya açılmasını bizzat MEB’in istemiş olmasıdır. Bu talebin arka planında bilimsel veriler ya da pedagojik gerekçeler değil; politik referanslar ve sınıfsal ihtiyaçlar yer almaktadır.
Anlaşılıyor ki, “zorunlu eğitim kısaltılmalı” diyerek açıklama yapan vakıf, dernek, sendika ve siyasi partiler, bu çıkışı MEB’in yönlendirmesiyle yapmışlardır.
Zorunlu eğitim süresinin uzun olduğunu iddia edenler, genellikle çocukların bu nedenle iş hayatına geç atıldığını ve geç yaşta aile kurduğunu öne sürmektedir. Ancak bu gerekçeler, bilimsel açıdan temelsizdir ve çocuğun üstün yararı açısından ciddiye alınamayacak niteliktedir.
Zorunlu eğitimin süresinin kısaltılması, çocukların küçük yaşta sermaye için ucuz iş gücüne dönüşmesine ve özellikle kız çocuklarının toplumsal yaşamdan koparılmasına neden olacaktır.
Bu tartışma, içinde bulunduğumuz tarihsel ve toplumsal bağlamdan bağımsız ele alınamaz. Bu nedenle, zorunlu eğitimin süresine dair yürütülen bu tartışma yalnızca bir eğitim politikası meselesi değil, aynı zamanda toplumun geleceğine ilişkin bir meseledir.
İl Dışı Tayin Hakkı Var ama Açık Yok
MEB, öğretmenlere bir müjde olarak duyurduğu “2. İl Dışı İsteğe Bağlı Yer Değiştirme Duyurusu”nu yayınladı. Öğretmenler, 3–5 Eylül tarihleri arasında açık olan illerden tercihlerde bulundular. Ancak tercih ekranı açıldığında, atanabilecek illerin ve okulların oldukça sınırlı olduğu anlaşıldı.
İstanbul dışında, batı illerinin neredeyse tamamının tayin başvurusuna kapalı olması; İstanbul’un ise öğretmenler açısından ekonomik koşullar nedeniyle zorlayıcı bir il olarak görülmesi, isteğe bağlı tayin bekleyen öğretmenler açısından ciddi bir hayal kırıklığına neden oldu.
Bazı illerde öğretmen açığının neredeyse hiç olmamasının en önemli nedenlerinden biri, ekonomik koşullar nedeniyle öğretmenlerin emekli olamamasıdır. Özellikle Batı ve Ege bölgesindeki öğretmenlerin, bulundukları illere yerleşmiş olmaları ve 65 yaşından önce emeklilik hakkına erişememeleri, bu illerde öğretmen açığının oluşmamasına neden olmaktadır.
Bu duruma bir de öğretmen alım sayısındaki yetersizlik eklendiğinde, mazeret tayinleri hariç, öğretmenlerin iller arası yer değişikliği neredeyse durma noktasına gelmiştir. Bu durum, tayin bekleyen öğretmenlerin mağduriyetini artırmaktadır.
Sorunun çözümü, eğitimin ihtiyaçlarını karşılayacak sayıda öğretmen istihdam edilmesi ve öğretmenlerin ekonomik olarak güçlendirilmesinden geçmektedir.
Temizlik Yapan Öğretmenler
Okulların açılmasına günler kala, öğretmenlerin okulları temizlerken çekilmiş videoları sosyal medyada paylaşılmaya başlandı. Bazı videolarda öğretmenlerin toplu hâlde okul temizliği yaptığı, bazı videolarda ise okul yöneticilerinin tamirat işleriyle ilgilendiği görülüyor. Bu görüntüler, kimi kullanıcılar tarafından takdir edilirken, kimileri tarafından ise eleştiriliyor.
Elbette öğretmenler, okulları ve öğrencileri için fedakârlık yaparlar; ders anlatmanın ötesinde çeşitli görevleri de üstlenebilirler. Ancak bu tür görevler istisnai ve gönüllülük esasına dayalı olmalıdır. Oysa burada söz konusu olan, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeterli kaynak ayırmaması nedeniyle okullarda temizlik ve güvenlik hizmetlerinin artık sağlıklı şekilde yerine getirilememesidir.
Kamu hizmetlerini devletin değil, piyasanın yükümlülüğü gibi gören politikaların sonucu olarak; bugün birçok okul, temizlik ve güvenlik gibi temel hizmetlerin finansmanını kendi imkânlarıyla sağlamak zorunda kalmaktadır. Ekonomik kaynağa erişimi olmayan okullarda ise çözüm, öğretmenlerin ya da zaman zaman velilerin okulları temizlemesi şeklinde aranmaktadır.
Bu tür “çözümler”in kalıcı ve sürdürülebilir olması mümkün değildir. Oysa kamu hizmetleri, doğası gereği düzenli ve sürekli olmak zorundadır.
MEB, temizlik ve güvenlik gibi temel okul ihtiyaçlarını öğretmenlere veya velilere bırakmak yerine, bu hizmetler için yeterli kaynak ayırmakla yükümlüdür. Vatandaşların ödediği vergilerin temel gerekçesi, devletin bu hizmetleri kesintisiz biçimde sunmasıdır.
Makbul Rektör
Boğaziçi Üniversitesi, geride bıraktığımız yıl içerisinde en fazla gündem olan üniversite oldu. Boğaziçi Üniversitesi’nin gündem olmasının en önemli nedeni, Rektör Naci İnci’nin kararları ve uygulamalarıydı. Özgür düşüncenin merkezi olması gereken üniversiteyi baskı politikalarıyla yönetmeye çalışan Rektör İnci, üniversitede görev yapan bilim insanlarına ve üniversitenin öğrencilerine dönük kabul edilemez uygulamalarıyla sürekli tartışmaların odağındaki isim oldu.
Rektör İnci, tartışmalı uygulamalarının ve kararlarının “ödülünü”, üniversiteye yeniden rektör olarak atanarak aldı. 6 Eylül tarihli Resmî Gazete’de, İnci’nin Boğaziçi Üniversitesi’ne yeniden rektör olarak atandığına dair atama kararnamesi yayımlandı. Liyakat yerine sadakatin her türden atamada belirleyici olduğu bir dönemde İnci’nin de yeniden rektör olarak atanması şaşırtıcı olmadı, ancak bu durumun kabul edilebilir olduğu anlamına da gelmiyor.
Üniversite rektörleri, mutlaka üniversitenin tüm bileşenlerinin katılımıyla, demokratik yöntemlerle belirlenmelidir.
Öğretmenlerimiz ve öğrecilerimizin başarılı ve iyi bir eğitim öğretim yılı geçirmesi dileğiyle, görüşmek üzere…