Eğitim alanında geride bıraktığımız haftada çok sayıda sayısal veriye maruz kaldık; TÜİK eğitim harcamalarına dönük verileri yayınladı ve TIMMS sonuçları açıklandı. Bunlarla birlikte gündemi en fazla meşgul eden veya daha doğru bir ifadeyle etmesi gereken konu Bornova’da 99 okula din görevlisi atanması oldu. Mülakat mağduru öğretmenler bu hafta da MEB önünde seslerini duyurmaya çalıştılar; öğretmen ataması ile ilgili tartışma bu hafta da hız kesmeden devam etti. Maarif Modelinin uygulanması için öğretmenlere dönük olarak bu hafta MEB denetçilerinin okullarda modelin uygulamasına dönük denetimler yapacağı haberi gündeme gelen başlık oldu.
Çedes İle Tüm Okullar Artık İmam Hatip
ÇEDES projesi başladığı günden bu yana en fazla tartışılan projelerden biri oldu ve muhtemelen olmaya da devam edecek. Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir işbirliği protokolü ile yaşama geçirilen bu proje, “yeni normalin” ne olduğunu göstermesi açısından da oldukça önemli. İki bakanlık ile, statü olarak onlarla eşit olmayan ama yeni rejimin yeni normalinde devlet hiyerarşisinde söz konusu iki bakanlığın fiili olarak üzerinde olan, bir “başkanlığın” işbirliği protokolü imzalaması kamu yönetimi tarihinde örneği çok olan bir durum değildir. Protokolün kapak sayfasında da bu durum zaten göze çarpmaktadır; Diyanet İşleri Başkanlığının görseli ortada, iki bakanlığın görselleri ise yanlarda verilerek adeta merkezin neresi olduğu ve hangi kurumun esas alınması gerektiği işaret edilmiştir.
Son yaşanan örnekte Bornova’da 99 okula din görevlisi atanması proje kapsamında yapılmıştır; bu görevlendirmelerin bir plan dahilinde ve önceden planlanan kimi faaliyetlerin yürütülmesi için yapıldığı anlaşılmaktadır. Okulların tamamında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri olmasına rağmen camilerden din görevlisi atanması öğretmenin yerini din görevlisinin alması olarak da değerlendirilebilir; bu anlamıyla da yapılan görevlendirmelerin tarihsel bir ikilik tartışmasının kamu yönetimi yetkisi ile nihayetlendirilmesi sonucunu da doğurabileceğinin altının çizilmesi gerekmektedir.
ÇEDES projesi başladığı günden bu yana çeşitli dönemlerde ülkenin ana gündemlerinden biri haline geldi; çocuk hakları ve çocuk psikolojisi açısından kabul edilemeyecek onlarca örnek bu proje kapsamında okullarda maalesef yaşandı, okullarda bulunmaması gereken pek çok kişi, bu proje kapsamında sınıflarda öğrencilerle bir araya gelme fırsatına sahip oldu. Bu projenin sakıncaları ve öğrencilerde neden olabileceği olumsuz sonuçlara dönük olarak kamuoyu pek çok kesim tarafından uyarıldı ve uyarılmaya da devam ediyor.
Kamuoyu tarafından yapılan tüm uyarılara ve itirazlara rağmen ÇEDES projesi olduğu gibi uygulanmaya devam ediyor; projenin tüm karşı çıkışlara rağmen sürdürülmesinin siyasi iktidar tarafından aynı zamanda bir hegemonya tesisi olarak kavrandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle projenin durdurulması veya yavaşlatılmasının iktidar açısından bir hegemonya yitimi olarak değerlendiriliyor olması da olasıdır; bu nedenle projeye karşı sonuç alıcı olmayan muhalefetin siyasi iktidar üzerinde etkisinin olması çok güçlü bir olasılık değildir.
ÇEDES ve eğitim alanını kuşatan tüm protokollere karşı etkili, birleşik, sonuç alıcı ve sorunun öznelerini ikna edici bir mücadele sürecine ihtiyacımız olduğu açıktır. ÇEDES ve diğer protokoller iptal edilene kadar kesintisiz bir sürecin tarif edilmesi ve tarif edilen sürecin de mutlaka sorunun özneleri olan ve çözümden de sorumlu olan öğretmenler ve öğrenci velileri ile birlikte sürdürülmesi gerekmektedir.
Sıra Öğrencilerin Kıyafetine Geldi…
MEB, 6 Kasım 2024 tarihinde Okul Öğrencilerinin Kılık Kıyafetlerine dair yönetmelikte yaptığı değişiklikle serbest kıyafet uygulamasını sonlandırdı; okul kıyafetini belirleme yetkisini ise okul aile birliği ve öğretmenler kurulunun görüşlerini de alarak okul müdürlüğüne bıraktı. Ayrıca özel okullar yönetmeliğin önceki halinde bu yönetmelik hükümlerine tabi değilken yapılan değişiklikle bu okullarda da serbest kıyafet uygulaması kaldırıldı.
Yapılan değişiklikle öğrencilerin kıyafet seçme özgürlüğü ortadan kaldırılmış oldu; müdürlerin dünya görüşü ve estetik algısına bırakılan kıyafet seçiminin örtülü bir baskıya dönüşmesi oldukça güçlü bir olasılık. Bu sürecin bir sonraki adımının ise öğretmenlerin kıyafetlerine dönük olmasının şaşırtıcı olmayacağının da altının ayrıca çizilmesi gerekiyor.
Kıyafet yönetmeliğinde yapılan değişikliğin bütünden koparılarak değerlendirilmesi sonucunda bazı kesimlerin bu tartışmayı önemsiz bir ayrıntı gibi değerlendirmesini, kimilerinin de MEB’in üniforma dağıtması gerektiğini söylemesini şaşkınlıkla izledik. Bu tutumun eğitim aracılığıyla yeni bir rejim inşa etmeye çalışan siyasi iktidarın yeni adımlarını kolaylaştıracağını unutmamak gerekir. Özgürlüklerimiz ve haklarımızın birinin elimizden alınmasının diğerinin alınmasına giden yolu açtığını unutmadan haklarımıza ve özgürlüklerimize sahip çıkmak gerekiyor; kıyafet seçme özgürlüğü diğer özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası.
Rakamlar Yoksulluğu Gizleyemiyor…
Gerçek enflasyon yerine istenen enflasyon oranlarını açıklama konusundaki becerisine her ayın 3’ünde şapka çıkardığımız TÜİK, her yılın Aralık ayında bir önceki yılın eğitim harcamalarını da yine aynı beceriyle açıklıyor. 5 Aralık 2024 tarihinde 2023 yılının eğitim harcamalarına dönük TÜİK verilerine ulaşma şansımız oldu.
TÜİK verilerine göre eğitim harcamalarının gayri safi yurtiçi hasılaya oranı 2023 yılında %4.3’tür; bu oran 2021’de %4.8, 2022’de % 4.3’tür. Devlet eğitim harcamalarının GSYH’e oranı 2023’de %3.6, 2022’de % 3.1 ve 2021’de ise % 3.5’dir. Ortada ciddi bir artış olmadığı ve benzer oranlarla eğitim harcamalarının sürdüğü görülmektedir.
Verilerin dikkat çekici diğer bir yanı da hane halkının eğitim harcamalarının toplam harcamalar içerisindeki payıdır; hane halkının eğitim harcamalarının payı % 7.9’dur. Bu oran 2021’de % 22, 2022’de ise %10,1’dir. Hane halkının eğitim harcamalarında yaşanan dramatik düşüşün yaşanan ekonomik krizin aileler üzerindeki etkisini göstermesi açısından oldukça anlamlı olduğu görülmektedir. Buradan çıkarılacak bir diğer sonuç ise ekonomik krizde ilk feda edilenlerden birinin çocukların eğitimi olduğudur. Eğitim kamusal bir hizmettir ve bu hizmetten yararlanmak ailelerin ekonomik güçlerine bağlı olmamalı, devlet burada üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.
TÜİK verileri, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, eğitime yapılan harcamanın hacimsel büyüklüğüne odaklanmış olarak kamuoyuna sunuldu. Söylemesi bile güç rakamların verilerin içerisinde olması ilk bakışta mali bütçeden oldukça büyük bir payın eğitime ayrıldığı gibi bir düşünce oluştursa da, rakamları bütçeye ve Gayrı Safi Milli Hasılaya oranladığımızda ve çıkan sonuçları da geçmiş yıllarla karşılaştırdığımızda yalın gerçeğe ulaşma olanağımız oluyor. Ulaştığımız sonuç, eğitime ayrılan payın artmadığı aksine yıldan yıla geriye doğru gittiğidir ve bu da siyasi iktidarın tercihlerini yansıtması açısından anlamlıdır; tercih eğitimden yana değil sermayeden yanadır.
Mülakat Mağdurları Mücadeleye Devam Ediyor
Mülakat mağduru öğretmenlerin yaşadıkları mağduriyet bu hafta da maalesef çözülmedi, aksine Anayasa ile güvence altına alınmış haklarını kullanmaya çalışan mağdur öğretmenler polis müdahalesine maruz kaldılar, göz altına alındılar. Öğretmenlerin seslerini duymak ve yaşadıkları mağduriyetleri gidermek yerine polis müdahalesine maruz bırakmak ve ses çıkarmalarını engellemeye çalışmak yeni dönemin hakim eğilimi. MEB’de bir tane bile “bizim binamızın önünde öğretmenlerimize bu şekilde davranamazsınız” diyecek yöneticinin olmamasını da tarihe ayrıca not düşmek gerekiyor.
5 Kasım akşamı gözaltına alınan öğretmenler aynı gün serbest bırakıldılar ve bir gün sonra yeniden MEB önünde oturma eylemi yaparak seslerini duyurmaya çalışmaya devam ettiler. Mağdur öğretmenler oturma eylemlerini sonlandırmadan MEB bürokratları ile görüşerek taleplerini ilettiler ve sonrasında yaptıkları açıklama ile mücadeleye devam edeceklerini kamuoyu ile paylaştılar.
Mülakat komisyonlarının bölgesel olarak verdikleri puanlarla kontenjan dışına düşen öğretmenlerin yaşadıkları sorununun artık çözülmesi gerekiyor; bunun için gerekli olan kontenjan dışına düşen öğretmen sayısı kadar ek kontenjan tahsis etmek. Bunun için süreci takip etmeye devam edeceğiz.
Her Şey Maarif Modeli İçin…
Maarif modelinin planlandığı gibi uygulanması ve genel olarak kabul görüyor algısını oluşturmak için MEB aralıksız olarak faaliyet planlıyor, okullara yazı gönderiyor veya yeni materyal geliştiriyor. Bu çabanın arkasındaki niyetin ne olduğunu önceki haftalarda ifade etmiştik: bu çabaların amacı yoğun eleştiri alan bir modeli, tüm eleştirileri ve uyarıları yok sayarak uygulamaya çalışmak ve kabul edilmesini sağlamak. Bunun için öğretmen eğitimleri, öğretmen buluşmaları ve çeşitli etkinlikler yapıldı, yapılmaya devam ediyor.
Bu hafta da Maarif Modeli kapsamında okullarda denetim yapılacağı bilgisi okullara ulaştı. Dikkat edilirse yapılan işlerin çoğunun odağında öğretmenler var; MEB, öğretmenlerin Maarif Modeline ikna olmadığının farkında ve bundan dolayı onları ikna etmek, ikna edemiyorsa bile rıza göstermelerini sağlamaya çalışmak şu an için önceliği. Başından bu yana ifade edildiği üzere böylesi bir eğitim modeli ancak toplumsal uzlaşı ile uygulanabilir, uzlaşı aramadan uygulamaya konulan bir modelin bu şekilde yukarıdan müdahalelerle içselleştirilmesi oldukça güç. MEB, modele dönük eleştiri, uyarı ve kaygıları dikkate almalı.
Eğitimle ilgili yeni sorunlara tanıklık etmediğimiz bir hafta olması dileğiyle, görüşmek üzere…






















