Yazının başlığındaki cümleyi bir arkadaşımla sohbet ederken söylemiş ve onun itirazı sonrası dilin sınırları, bilgelik ve matematik üzerine tartışmıştık. Bu sohbeti kurgulayarak kaleme aldım, felsefe ve matematiğe meraklı okurun ilgisini çekeceğini umuyorum.
– Matematik ile bilgelik arasında ilişki kurmaya çalışmak bana zorlama bir çaba gibi geliyor; çünkü hem matematiği hem de bilgeliği tanımlamaya kalksak çok zorlanırız. Mesela bilgelik nedir?
– Haklısın, ele avuca sığan kavramlar değil bunlar ama ben böylesi durumlarda Alman filozof Wittgenstein’ın yaklaşımını benimsiyorum. Wittgenstein’a göre “Zaman nedir?, Güzellik nedir?, Bilgelik nedir?” gibi felsefenin kadim soruları
aslında bir sözcük oyunundan ibaret. Bu kavramların açıklaması dilin sınırlarının dışına çıkar, sözcükler yetersiz kalır. Asıl sorulması gereken soru: Bu kavramlara biz ne anlam yüklüyoruz? Bu yüzden bilgeliğin ne olduğunu benim ona verdiğim
anlama göre ele almak istiyorum. Elbette genel bağlamından koparmadan.
– İyi ama tam olarak açıklayamadığız ve herkesin kendisine göre anlam yüklediği bir şeyin gerçekliğini nasıl tartışabiliriz?
– Bu itirazın mantıklı; fakat hayatın içinde bazı şeyler sadece hissedilir tam olarak dile getirilmesi imkânsızdır. Örneğin bir şiiri okuduğumuzda, bir müziği dinlediğimizde, bir problemi çözdüğümüzdeki duyguyu en yerinde, en mükemmel kelimeleri kullanarak anlatmaya çalışsak dahi o anlatım yaşananın tam karşılığı olamayacaktır. Bu durumu Orhan Veli’nin şu dizeleri çok iyi açıklıyor: Dokunabilir misiniz,/ Göz yaşlarıma, ellerinizle?/ Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,/ Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
– Demek edebiyatta yetersiz kalıyor. Öyle mi?
– Edebiyat mükemmel bir anlatım aracı ama olguları açıklayamaz. Örneğin bir matematik problemiyle uğraşan birisinin yaşadığı süreci edebiyatın veya psikanalizin diliyle çok iyi anlatabilirsin ama bu anlatım o kişinin yaşadıklarının özünü vermez. Böylesi duygu ve olgulara her insan kendine göre anlam yükler.
– Bilgeliğe gelirsek…
– Ben bilgeliğin de zamana, coğrafyaya ve insana göre değişkenlik gösteren bir kavram olduğunu, genel geçer bir tanımının olamayacağını düşünüyorum.
– Peki, senin bilgeliğe yüklediğin anlam üzerinden matematikle bilgelik arasındaki ilişkiyi nasıl açıklıyorsun?
– Elbette bilgelik, vicdan, ahlak, erdem gibi felsefi alanlar üzerinden ele alınmalı ve alınıyor da ama bilgelikle ilgili aklıma ilk gelen özellik “Neden?” sorusunu sorabilme ve yanıtlayabilme becerisine sahip olmak.
– Matematiğin en önemli sorularından birisidir “Neden?” sorusu.
– Evet, örneğin has bir matematik eğitiminden geçen birisi “Asal sayılar sonsuz sayıdadır” önermesiyle karşılaşır karşılaşmaz “Neden?” diye sorar ve önermeyi kanıtlama çabasıyla veya kanıtlayarak gerçeği keşfeder.
– Bilgelik bunun neresinde?
– “Neden?” sorusu matematikte olduğu kadar hayatta da çok önemli bir yere sahip. Bu soru tıpkı matematikte olduğu gibi kendi küçük dünyalarımızın ötesindeki dünyaları keşfetmemize olanak sağlar, bizi zenginleştirir. “İnsanlar neden böyle
davranıyor?” sorusunu sormam uzun yıllarımı aldı. Bir öğrencimin derslerde uyuduğunu anımsıyorum. Uzun bir süre hemen her ders uyumaması gerektiği uyarısında bulunur, yüzünü yıkaması için sınıftan çıkarırdım. Nihayet bir gün aklıma ” Neden uyuyor acaba?” sorusu geldi. Aldığım cevap çok dramatikti. Ailesine yardım etmek için geceleri bir fırında çalışıyordu.
– Haklısın ama yine de matematiği bilen birinin bilge olacağı sonucunu çıkarmak doğru değil; çünkü birçok matematikçi ve bilim insanının hayatla uyumlu olamadıkları bilinen bir gerçek.
– Çok doğru. Ama ben matematiğin bilgeliği geliştirebileceğini iddia ediyorum, matematiği bilen herkesin bilge olacağını değil. Örneğin doğruyla yanlışı ayırt edebilme becerisine sahip olabilmek. Bence bu vasıf bilgeliğin en belirleyici özelliği olmakla birlikte matematik yapmanın olmazsa olmazıdır. Matematiğin alçakgönüllü ve acı verici yanı kendinizi kandırmanın çok zor olmasıdır; çünkü kendinizi aldatmaya meylettiğinizde matematiksel kesinlik duvarına çarparsınız. Matematik yaparak verili bilgiden kuşku duymayı, sorgulamayı, doğruyla yanlışı ayırt edebilmeyi öğrenen birisi hayatın karmaşıklığı içinde de doğruyla yanlışı ayırt edebilme becerisini kazanabilir.
– Bana Macar matematikçi John von Neumann’ın bir sözünü hatırlattın: İnsanlar matematiğin basit olduğuna inanmıyorlarsa, bunun nedeni hayatın ne kadar karmaşık olduğunun farkında olmamalarıdır.
– Hayatın karmaşasını çözebilmemiz için en güçlü anahtarlardan biri olan matematiğin neredeyse tüm dünyada başat ders olarak okutuluyor olmasının temel nedenlerinden biri de toplumların bilgeliğin özelliklerini taşıyan bireylerden oluşmasını sağlamak. Ama maalesef ülkemiz de dâhil birçok ülke matematik öğretiminde başarılı değil. Dünyanın içinde bulunduğu sorunların çözülemiyor olmasında matematik öğretimindeki başarısızlığın, insanlardaki matematiksel düşünme yoksunluğunun da payının olduğunu düşünüyorum.
– Mesleği bakımdan matematiğin çok uzağında görünen ünlü oyun yazarımız Haldun Taner’in bir sözünü hatırlattın bana: “Türkiye’nin bazı alanlarda ortaçağ çıkmazlarına saplanıp kalışının, ipe sapa gelmez yanıltmacalar içinde yokuş aşağı
gidişinin, özü ve esası unutup sen ben dalaşına girişinin kökeninde düşünce yoksulluğu yatıyor bence. Matematik düşünce disiplini hor görüldüğü için az ve öz yerine bol ve boş konuşuluyor”.
Matematik yapmak bize anlamanın nasıl bir şey olduğunu ve ardından da sorgulamayı öğretiyor değil mi?
– Sadece anlamak mı? Matematik yaparken kendine sınır koyabilmeyi, kazanmak gibi kaybetmenin de doğal olduğunu, kaybetmeyi mahvolmadan kabullenmeyi, kendini tanımayı, ya hep ya hiçten vazgeçmeyi, yalnız kalabilmeyi de öğrenebiliriz, yeter ki matematiği bellemeden özüne uygun öğrenelim.
– Bütün bu saydıkların bilgelikte yer alan kavramlar sanırım.
– Evet! Bu yüzden diyorum ki: Matematik bilgeliği geliştirir!























