Veli-Der Geleceğimiz İçin Çağırıyor: 3 Kasım-9 Kasım Eğitim Gündemi

Kategori : Güncel

Eğitim alanında yaşanan sorunlar artık ne tesadüflerle ne de yönetim hatalarıyla açıklanabilir. Bu sorunlar, doğrudan siyasi iktidarın eğitim politikalarının bir sonucudur. Dahası, bu politikaların milyonlarca öğrenciyi mağdur edeceği bilinmesine rağmen uygulandığı da açıktır. Hal böyleyken, eğitim alanında faaliyet yürüten her kurumun omuzlarında tarihsel bir sorumluluk vardır. Çünkü bugün çocukların eğitim hakkı için mücadele etmek, aslında geleceğimizin kendisi için mücadele etmektir.

Zorunlu eğitimin kısaltılması yönündeki girişimler, okullarda ücretsiz yemek uygulamasının hâlâ hayata geçirilmemiş olması, okul terki oranlarında yaşanan artış, okulların “nitelikli” ve “niteliksiz” diye ayrıştırılması, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) aracılığıyla çocukların sermaye için ucuz işgücüne dönüştürülmesi, dini yapılarla yapılan protokoller, ÇEDES projesiyle laik eğitimin temellerinin aşındırılması eğitim alanında ilk akla gelen sorunlar ancak liste bunlarla sınırlı değil.

Bu tablo, eğitimde eşitliği ortadan kaldırırken yoksul çocukların geleceğini daha da karartıyor. Artık açıkça görülüyor ki bu sorunlar bireysel çabalarla değil, güçlü bir toplumsal dayanışmayla çözülebilir. Bunun için de siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim politikalarında köklü bir tercih değişikliğine gitmesi şart. Bu değişimi yaratacak olan ise kamuoyunun örgütlü ve kararlı talebidir.

İşte bu noktada Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der) önemli bir adım atmayı planlıyor. Veli-Der, 22 Kasım’da Ankara’da tüm eğitim kamuoyunu ortak bir tartışmaya davet ediyor. Bilim insanları, eğitimciler, sendikalar ve kitle örgütleri bir araya gelerek eğitimdeki sorunları masaya yatıracak, çözüm önerileri geliştirecek ve bu politikaların nasıl değiştirilebileceğini tartışacaklar. Etkinlik, Milli Eğitim Bakanlığı önünde yapılacak ortak bir açıklamayla sona erecek.

Veli-Der’in bu çağrısı, sadece bir toplantı daveti değil; aynı zamanda bir sorumluluk çağrısıdır. Çünkü artık eğitimdeki çöküşü konuşmak değil, değiştirmek zorundayız. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın hakları için, kamusal, laik, eşit ve nitelikli bir eğitim mücadelesi vermek ertelenemez hale gelmiştir.

Umarız ve dileriz ki 22 Kasım günü, bu mücadelenin yeni bir başlangıcı olur. Çünkü bazı günler sadece takvimde bir tarih değildir; geleceği değiştiren dönüm noktalarıdır.

Kamu Kaynakları Çocuklarımız İçindir

Kamu kaynaklarının nasıl ve kimler için kullanıldığı, son dönemde en çok tartışılan başlıklardan biri haline geldi. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kamu kurumlarının 2024 yılı harcamalarına ilişkin hazırladığı kesin hesap raporu, bu tartışmayı daha da büyütecek nitelikte. Rapora göre birçok kamu kurumu, bütçelerini “Tasarruf Tedbirleri Genelgesi”ne aykırı biçimde kullanmış.

Üstelik bu tablo içinde Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) özel bir yeri var. Çünkü MEB, hediye alımları için 22 milyon 488 bin 469 TL harcamış. MEB’in hediye alımına en fazla kaynak ayıran kamu kurumu olması, üstelik bunu eğitim sisteminin derin sorunları ortadayken yapması, ister istemez şu soruyu akla getiriyor: Bu hediyeler kim için?

Bir yanda öğrenciler yetersiz beslenme nedeniyle derste bayılıyor, okula aç gelen çocuk sayısı artıyor. Veli-Der öncülüğünde oluşturulan “Okul Yemeği Koalisyonu”, aylardır “ücretsiz okul yemeği” talebini dile getiriyor. Ancak bu talep hâlâ karşılık bulmuş değil. MEB, çocukların temel gereksinimlerini karşılamak yerine, kamu kaynaklarını hediye alımlarına ayırmayı tercih ediyor.

Oysa kamu kaynakları; reklam veya propaganda için değil, toplumun ortak yararı için vardır. Çocukların yeterli beslenmesi, sağlıklı gelişmesi, eğitimden eşit biçimde yararlanması kamusal bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, lüks harcamalarla değil, öncelikleri doğru belirlemekle yerine getirilir.

Milli Eğitim Bakanlığı, bir kamu kurumudur. O nedenle tercihlerinde de kamu yararını esas almak zorundadır. Eğitimdeki derin eşitsizliklerin, yoksulluğun ve yetersiz beslenmenin bu kadar görünür olduğu bir dönemde, her bir kuruşun çocuklara harcanması gerekir.

LGS: Sınıfsal Eşitsizliğin Aynası

Milli Eğitim Bakanlığı, Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamında yapılacak merkezi sınavın tarihini açıkladı. Buna göre sınav, 4 Haziran 2025 tarihinde gerçekleştirilecek. Açıklama, sınav sistemine ilişkin tartışmaların yeniden alevlenmesine neden oldu.

Geçtiğimiz aylarda, LGS yerleştirme puanlarının hesaplanmasında öğrencilerin katıldıkları sosyal etkinlikler ve yarışmaların da dikkate alınacağı yönünde haberler kamuoyuna yansımıştı. Bu iddia, Milli Eğitim Bakanlığı yönetimine yakın bazı gazeteciler tarafından paylaşılmış, eğitim çevrelerinde de tartışmalara yol açmıştı. Ancak MEB, konuya dönük açıklama yapmak yerine sessiz kalmayı tercih etti.

Sınavlara dönük eşitlik tartışmasının kendisi bize önemli bir şeyi hatırlatıyor: Türkiye’de öğrenciler eşit koşullara ve olanaklara sahip olmamalarına rağmen aynı sınavlara girmek durumunda kalıyor.

Bir yanda donanımlı okullarda, özel derslerle, test merkezli bir eğitimle yetişen çocuklar; diğer yanda kalabalık sınıflarda, eksik öğretmen kadrolarıyla ve yoksulluğun gölgesinde sınava hazırlanmaya çalışan öğrenciler var. Bu tablo karşısında “eşitlikten” söz etmek, gerçeği perdelemekten başka bir anlam taşımıyor.

Sınavların yarattığı eşitsizliği ortadan kaldıracak bir sistem mümkündür. Ancak bunun yolu, sınav formatını makyajlamak değil, eğitimdeki yapısal eşitsizlikleri ortadan kaldırmakla mümkündür. Okullar arasındaki nitelik, olanak ve koşul farkları giderilmeden, ücretsiz ve nitelikli bir eğitim her çocuk için güvence altına alınmadan hiçbir sınav “adil” olamaz.

Eğitim sistemimiz, öğrencilerin yaşam koşullarını değil sadece test sonuçlarını ölçmeye devam ettiği sürece, LGS de bu ülkedeki sınıfsal uçurumun bir aynası olmaktan öteye geçemeyecektir. Gerçek eşitlik, sınav tarihini değil, çocukların yaşam koşullarını değiştirmekle mümkündür.

Üniversiteden Büyük Kaçış

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), öğrenci ve akademisyenlere ilişkin güncel istatistikleri yayımladı. Rakamlar, eğitim sisteminin içinde bulunduğu çöküşü açık biçimde gösteriyor. 2023-2024 döneminde üniversitelere kayıtlı toplam öğrenci sayısı 7 milyon 81 bin 289 iken, 2024-2025 döneminde bu sayı 6 milyon 715 bin 761’e geriledi. Yani bir yılda 366 bin 128 öğrenci üniversite sisteminin dışına çıktı. Bu, yaklaşık yüzde 5’lik bir azalma anlamına geliyor.

Kâğıt üzerinde bu sadece bir istatistik gibi görünebilir; ama gerçekte bu sayı, hayallerini erteleyen, eğitimini yarıda bırakan, geleceğe dair umutlarını askıya alan yüz binlerce gencin hikâyesidir.

Üstelik tabloyu biraz daha yakından incelediğimizde, açık ve uzaktan öğretimdeki artış dikkat çekiyor. 2023-2024 döneminde 2 milyon 927 bin 308 olan açık ve uzaktan öğretim öğrenci sayısı, 2024-2025’te 3 milyon 001 bin 312’ye yükseldi. Yani 173 bin kişilik bir artış var. Bu durum, öğrencilerin örgün eğitimden koparak daha düşük maliyetli, daha az etkileşimli ve çoğu zaman nitelik açısından zayıf alternatiflere yöneldiğini gösteriyor.

Yüksek barınma giderleri, fahiş kira fiyatları, ulaşım ve beslenme maliyetleri, üniversiteli gençleri eğitim hakkından mahrum bırakıyor. Bugün birçok öğrenci, bir yandan okumaya çalışırken diğer yandan geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kalıyor. Bazılarıysa bu yükün altından kalkamayarak üniversiteyi tamamen bırakıyor.

Bu tablo, sosyal devletin en temel sorumluluğunun ihmal edildiğini gösteriyor. Çünkü öğrenim görmek isteyen her gencin eğitim hakkını güvence altına almak devletin görevidir. Üniversiteye devam edemeyen her öğrenci, aslında bir ülkenin geleceğinin eksilmesidir.

Üniversitelerin doluluk oranlarını siyasi propaganda malzemesi yapmak yerine, neden boşaldıklarını tartışmak gerekiyor. Eğitim sisteminin sürdürülebilirliği, sadece kontenjanlarla değil, o kontenjanlara ulaşabilen gençlerin yaşam koşullarıyla ölçülür.

Ek Atama Zorunluluktur

2024 KPSS sonuçlarına göre atama bekleyen öğretmenler bir kez daha Ankara Ulus’ta bir araya gelerek ek atama taleplerini ifade ettiler. 2024 KPSS sonuçlarına göre MEB sadece 15 bin öğretmen ataması yapacak. Ancak ücretli öğretmenlerin sayısı 100 bini bulmuş durumda. Öğretmen açığının ücretli öğretmenlerle kapatılmaya çalışılması sadece atama bekleyen öğretmenleri mağdur etmemekte aynı zamanda da öğrencilerin eğitim hakkı açısından telafisi mümkün olmayan sorunlara neden olmaktadır.

Son dönemde MEB yönetiminin öğretmen istihdam politikaları eğitim sistemi açısından önemli sorunlar üretmektedir. Atama sayılarında düşüklük ve yapılacak atamaların zamana yayılması, göreve başlama zamanının sürekli ötelenmesi öğretmen açığının, atama bekleyen ve ücretli çalıştırılan öğretmenlerin sayısının artmasına neden olmaktadır. Atama bekleyen öğretmenlerin ve öğretmenlerini bekleyen öğrencilerin sesleri duyulmalı ve en az ücretli öğretmen sayısı kadar atama yapılmalıdır.

Bir Garip Yönetmelik Değişikliği

Milli Eğitim Bakanlığı, “Milli Eğitim Bakanlığı Personelinin Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Yer Değiştirme Suretiyle Atanması Hakkında Yönetmelik”te yeni bir değişikliğe gitti. 6 Kasım Perşembe günü yayımlanan değişiklikle, görevde yükselme sınavlarını gerçekleştirecek merkezi sınav komisyonunun yapısı yeniden düzenlendi.

Yeni düzenlemeye göre komisyon, Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakan Yardımcısının başkanlığında oluşturulacak. Ayrıca komisyonda Personel Genel Müdürlüğü ile Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden birer üye bulunacak. İlk bakışta teknik bir düzenleme gibi görünen bu değişiklikte önemli bir eksiklik dikkat çekiyor: Komisyonda Ölçme, Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nden herhangi bir temsilci yer almıyor.

Yani sınav sürecinin doğrudan uzmanlık alanı olan birim, komisyonda temsil edilmiyor. MEB tarafından yapılan açıklamada, “Komisyon zaten ilgili genel müdürlükle birlikte çalışacaktır” denilse de, bu yaklaşım yönetmelik düzeyinde bir güvence oluşturmuyor. Yönetmelikler, uygulamayı kişisel inisiyatiflere değil, açık kurallara bırakmak için vardır.

Eğitimde liyakatten, objektiflikten, şeffaflıktan söz ediyorsak; sınav komisyonlarının yapısı bu ilkeleri güvence altına alacak şekilde düzenlenmelidir. Özellikle son yıllarda mülakat süreçlerine yönelik artan güvensizlik dikkate alındığında, sınavların teknik boyutundan sorumlu genel müdürlüğün komisyonda yer almaması ciddi bir zafiyet olarak görülmelidir.

MEB, eğitim alanında güven tesis etmek istiyorsa, yönetmeliklerde yorum payı bırakmayan açık hükümlerle hareket etmek zorundadır. Çünkü eğitimde adalet, sadece sınavlarda değil, bu sınavların nasıl yapıldığına dair düzenlemelerde de başlar. Eksik düzenlemeler, eksik güvence demektir.

Güzel ve güneşli günlerde görüşmek dileğiyle…

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, Ek atama, LGS, Özgür Bozdoğan, Sınıfsal Eşitsizlik, Üniversiteden Kaçış, Veli-Der, yönetmelik değişikliği

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Mülakat Mağduriyetinin Birinci Yılı 20-26 Ekim 2025
Öğretmenlere Performans Denetimi Kabul Edilemez: 10-16 Kasım Eğitim Gündemi