2024 KPSS sonuçlarına göre atama bekleyen on binlerce öğretmenin mücadelesi devam ederken, geçtiğimiz günlerde basında yer alan bir haber, kamu kaynaklarının nasıl kullanılması gerektiğine dair önemli bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Haberlerde, Sivas’ta açılacak olan Milli Eğitim Akademisi binası için 189 milyon TL harcama yapıldığı bilgisi yer aldı.
Oysa aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı, mali olanakların sınırlı olduğunu gerekçe göstererek yalnızca 15 bin öğretmen ataması yapacağını açıklamıştı. Ayrıca, en erken 2027 yılında göreve başlayacak olan sadece 10 bin öğretmenin akademi eğitimine alınacağı ifade edildi. Bu tablo, kaçınılmaz olarak şu soruyu akla getiriyor: Öncelik kimindir; çocukların eğitim hakkının mı, yoksa yeni bina projelerinin mi?
Yanıt açıktır: Sosyal bir devlette öncelik çocukların eğitim hakkıdır, binalar değil. Bu nedenle kamu kaynakları, yani toplumun vergileriyle oluşturulan bütçeler, mutlaka çocuğun üstün yararını esas alan bir yaklaşımla kullanılmalıdır.
Geride bıraktığımız haftalarda akademinin 1 Eylül itibarıyla açılması gerektiğini ancak henüz akademinin faaliyete başlamadığını ifade etmiştik. Görünen o ki, çok sayıda ilde akademiye ait binaların inşaatı veya tadilatı devam etmektedir. Bu durum kaynakların kullanımıyla ilgili önceliği de açığa çıkarmaktadır.
Çocukların nitelikli, kamusal ve laik eğitim alabilmesinin ön koşulu, okullardaki öğretmen açığının kadrolu öğretmenlerle kapatılmasıdır. Bugün sayısı 100 bini aşan ücretli öğretmen varken, sadece 15 bin atama yapılması ve milyonlarca liranın bina yatırımlarına harcanması eğitimde önceliklerin tersine çevrildiğini göstermektedir.
Bir kez daha hatırlatıyoruz: Öğrencilerin eğitime, öğretmenlerin ise kadroya ihtiyacı var. Eğitim bütçesi binalara değil, öğretmenlere ayrılmalıdır.
Mülakat Mağdurlarının Mücadelesi Birinci Yılına Girerken: Artık Bu Haksızlık Son Bulmalı!
Mülakat mağduru öğretmenlerin mücadelesi iki hafta sonra birinci yılını tamamlayacak.
Tam 350 gündür öğretmenler, maruz kaldıkları eşitsizliği ve haksızlığı kamuoyuna anlatıyor ve bu sorunun ek atama ile çözülmesi gerektiğini dile getiriyorlar.
Ne yazık ki Milli Eğitim Bakanlığı, bu haklı sesi duymak yerine, mülakatların adil yapıldığı yönünde kamuoyunu ikna etmeye çalışmaktadır. Oysa geride bıraktığımız hafta içerisinde bir öğretmen arkadaşımızın yayımladığı video, mülakatların nasıl subjektif şekilde yürütüldüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Söz konusu öğretmen, hem mülakat sürecinde hem de yargı aşamasında yaşadıklarını paylaşmış, komisyon üyelerinden ikisinin eğitim bilimleri alanından kendisine sıfır puan verdiğini açıklamıştır.
Üniversitenin eğitim fakültesinden mezun olan, KPSS’den yeterli puanı alarak kontenjan içine giren bir öğretmene, eğitim bilimlerinden sıfır puan verilmesi yaşamın olağan akışına aykırı bir durumdur ve kabul edilemez.
Bu örnek bile tek başına, mülakatların objektif bir ölçme aracı olmadığını, aksine eleme ve dışlama aracına dönüştüğünü göstermektedir. Mülakat mağdurlarının mücadelesi birinci yılına yaklaşırken, MEB artık bu sesi duymalı, bu haksızlığı ek atama yoluyla gidermelidir.
Adalet geciktikçe mağduriyet büyüyor. Mülakat mağdurlarının hakkı teslim edilmeli, öğretmenler öğrencileriyle buluşmalıdır.
Proje Okulu Hukuksuzluğu Esastan İptal
Ankara 23. İdare Mahkemesi, proje okulundan hukuksuz bir şekilde gönderilen bir öğretmen adına açılan davada önemli bir karara imza attı. Mahkeme, söz konusu işlemi esastan iptal ederek, yapılan uygulamanın hukuka aykırı olduğuna hükmetti.
Eğitim Sen tarafından açılan davada, Çankaya ilçesindeki bir fen lisesinde görev yapan öğretmenin, proje okulu atamaları kapsamında görev süresi uzatılmayarak görev yerinin değiştirilmesi işlemi incelendi. Mahkeme kararında, idareye tanınan atama yetkisinin objektif ölçütlere bağlı olarak kullanılmadığı, bu durumun da hukuka aykırılık teşkil ettiği açıkça belirtildi.
Bu karar, proje okullarında uzun süredir yaşanan keyfi uygulamaların ve hukuksuzlukların yargı tarafından da tespit edildiğini bir kez daha göstermiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı, bir kamu kurumu olarak öğretmenlerin mağdur olmasını önlemekle yükümlüyken, aldığı kararlarla bizzat mağduriyetlerin kaynağı haline gelmiştir. Yargının verdiği bu karar dikkate alınmalı, proje okulu atamalarında yapılan tüm hukuksuz işlemler iptal edilmeli ve öğretmenlerimizin mağduriyetleri derhal giderilmelidir. Eğitimde adalet, liyakat ve hukukun üstünlüğü sağlanmadan nitelikli eğitimden söz edilemez.
Atama Takviminin Uzatılması Ne Öğretmenlere Ne de Eğitime Kazandırır
Milli Eğitim Bakanlığı, 2025 Yılı Sözleşmeli Öğretmenlik Tercih ve Atama Kılavuzunu nihayet yayımladı.
Kılavuza göre, 2024 KPSS sonuçları ve sonrasında yapılan mülakatlar sonucunda atamaya hak kazanan öğretmenler 17–21 Kasım tarihleri arasında tercihlerini yapacak, atama sonuçları ise 24 Kasım tarihinde açıklanacak. Ataması yapılan öğretmenler, güvenlik soruşturmalarının tamamlanmasının ardından 19 Ocak 2026 tarihinden itibaren göreve başlayacaklar.
Öncelikle, atama sürecinin bu denli uzatılması doğru bir tutum değildir. 2024 KPSS sonuçlarına göre atanacak öğretmenlerin göreve başlama sürecinin aylarca ertelenmesinin en temel gerekçesinin ekonomik nedenler olması ise ayrıca düşündürücüdür. Atama süreçlerinin bilinçli olarak uzatılması, öğretmen istihdamını daraltmanın dolaylı bir yolu olarak kullanılmamalıdır.
Öğretmen atamalarının 24 Kasım’da yapılacak olması da ayrı bir tartışma konusudur.
Bu yıl Öğretmenler Günü, öğretmenlerin yaşadığı mağduriyetlerin gölgesinde geçecektir.
Proje okullarından hukuksuzca gönderilen, re’sen atamalarla uzak okullara tayin edilen, mülakatlarda haksızlığa uğrayan ve atama umudu ellerinden alınan binlerce öğretmen, kutlama değil, çözüm beklemektedir.
Öğretmenler ve öğretmenlik mesleği adına olumlu bir tablo çizme amacıyla atamaların 24 Kasım’a denk getirilmesi, gerçekleri görünmez kılmayacaktır. Atama takviminin bu kadar geciktirilmesi, yalnızca öğretmenleri değil, öğretmensiz okullarda eğitim bekleyen yüz binlerce öğrenciyi de olumsuz etkilemektedir.
Unutulmamalıdır: Öğretmen atamaları siyasetin gereksinimleri için değil, öğrencilerin eğitim hakkı için yapılmalıdır. Eğitim hakkı ertelenemez, öğretmen atamaları da geciktirilemez.
Eğitim Hakkın Beslenme Hakkıyla Başlar
Eğitim hakkı, çocuğun yalnızca sınıf içinde ders görmesiyle sınırlı değildir. Çocuğun eğitim hakkından tam ve eşit şekilde yararlanabilmesi; eğitime ulaşabilmesi ve bu hizmetten sağlıklı koşullarda faydalanabilmesiyle mümkündür. Bunun ön koşulu ise çocuğun yeterli ve dengeli beslenebilmesidir.
16 Ekim tarihi, Dünya Gıda Günü olarak kutlanıyor. Ancak milyonlarca insanın temiz suya ve yeterli besine ulaşamadığı bir dünyada, bu günün anlamı giderek daha da derinleşiyor. Bu yıl Dünya Gıda Günü, özellikle okul yemeği hakkı tartışmalarının öne çıktığı bir döneme denk geldi.
Öğrenci Veli Derneği (Veli-Der) öncülüğünde oluşturulan “Okul Yemeği Koalisyonu”, öğrencilerin ücretsiz, sağlıklı okul yemeğine ve temiz suya erişim hakkı için mücadelesini sürdürüyor. Veli-Der, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ne kadar bu konuda çeşitli etkinlikler ve farkındalık çalışmaları yürütecek.
Bizlere düşen görev, Veli-Der’in öncülüğünde sürdürülen bu anlamlı mücadeleye destek vererek her çocuğun okulda aç kalmadan, sağlıklı biçimde eğitimine devam edebileceği bir geleceğin kurulmasına katkı sunmaktır.
Zorunlu Eğitimin Kısaltılması Rafa Kaldırıldı
Geride bıraktığımız hafta, zorunlu eğitimin kısaltılmasına yönelik sürecin şimdilik durdurulduğuna dair haberler kamuoyu ile paylaşıldı. Milli Eğitim Bakanlığı ve siyasi iktidara yakın çevreler, neredeyse bir yıldır zorunlu eğitim süresinin kısaltılmasına dönük yoğun bir faaliyet yürütmekteydi. Sürecin son aşamasına gelinmiş; yapılacak değişikliğin gelecek eğitim-öğretim yılında uygulanacağı bizzat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarafından katıldığı bir televizyon programında dile getirilmişti.
Haftanın son günlerine gelindiğinde ise MEB yönetimine yakın bazı gazeteciler, liselerde eğitim süresini yeniden düzenlemeye dönük bu girişimin “beklemeye alındığına” dair haberler yayımlamaya başladı. Bu haberlerde, kararın alınmasında Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu’nun MEB ile aynı yönde düşünmemesinin etkili olduğu ifade edildi. Ayrıca, planlanan değişiklik sonucunda çok sayıda öğretmenin norm kadro fazlası konumuna düşecek olması da bu kararın ertelenmesinde önemli bir etken olarak gösterildi.
Öte yandan, TEDMEM tarafından yayımlanan “Zorunlu Eğitim” raporunun MEB’in tezlerinin bir bölümünü çürütüyor olması ve TED Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesi olması, alınan karar üzerinde etkili olmuş olabilir. Ancak bütün bu etkenlerin ötesinde, asıl neden, yapılması planlanan değişikliğin toplumsal desteğinin son derece zayıf olmasıdır. Kısa süre içinde kamuoyunda gelişen güçlü tepkiler, bu girişimin şimdilik askıya alınmasında belirleyici rol oynamıştır.
MEB, zorunlu eğitimin süresini kısaltmak yerine, verilen eğitimin niteliğini artırmaya odaklanmalıdır. Çocukların üstün yararını gözetmeyen her türlü girişime karşı, toplumsal dayanışma ve mücadele kararlılığını sürdürmek gerekmektedir.
Çocukların yeterli beslendiği günlere ulaşmak dileğiyle, görüşmek üzere…