Öğretmenlere Performans Denetimi Kabul Edilemez: 10-16 Kasım Eğitim Gündemi

2017 yılında yayımlanan “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi”nin en çok tartışılan bölümlerinden biri, öğretmenlerin dört yılda bir mesleki yeterlilik sınavına alınması ve performans denetimine tabi tutulması yönündeki hedeflerdi. Millî Eğitim Bakanlığı yönetiminin, öğretmenlerin zaman içerisinde mesleki yeterliliklerini yitirecekleri yönündeki temelsiz düşüncesi, bu hedeflerin strateji belgesine girmesine neden olmuştu.

Oysa bu hedefleri belirleyenler eğer gerçekten eğitim alanından geliyor ve öğretmenlik deneyimine sahip olsaydı, öğretmenlik yeterliliklerinin zamanla azalmadığını, aksine deneyimle birlikte geliştiğini bilirlerdi. Ancak öğretmenlerle ilgili karar vericilerin liyakat yerine siyasal, sendikal ya da kişisel yakınlıklara göre belirlenmesi, alanın gerçekliğine ve gereksinimlerine uygun olmayan kararların alınmasına neden olmaktadır.

Bu durumun en somut örneği, Kasım ara tatilinde öğretmenlerin tamamlamak zorunda bırakıldığı mesleki çalışmalar oldu. Öğretmenler, teknolojik altyapısı yeterince hazırlanmamış, süresi oldukça uzun ve sonunda başarı kriterine dayalı sınavlarla sonuçlanan çevrim içi videoları izlemek zorunda kaldılar.

Öğretmenlerin bu tür uzaktan eğitimlere zorunlu tutulması ve sonunda sınava alınmaları, dolaylı biçimde performans denetimi anlamına gelmektedir ve kabul edilmesi mümkün değildir. Bu kararın geri alınmaması, yakın gelecekte Millî Eğitim Akademisi kapsamında yürütülmesi planlanan mesleki gelişim eğitimlerinde de benzer uygulamaların yaşanabileceğine işaret etmektedir.

Öğretmenlik Meslek Kanunu ve Millî Eğitim Akademisine ilişkin yönetmelik birlikte değerlendirildiğinde, öğretmenlerin beşer yıllık periyotlarla mesleki gelişim eğitimine alınacağı anlaşılmaktadır. Akademinin ilk somut faaliyeti olan Kasım dönemi mesleki çalışmaları, bundan sonraki dönemde öğretmenlerin nasıl uygulamalara maruz kalabileceklerinin de habercisidir.

Sonuç olarak, öğretmenlerin performans denetimine tabi tutulması, aslında istenen bir öğretmen profili oluşturma çabasının bir parçasıdır. Bu nedenle, eğitim sendikalarının konuyu gündemine alması, öğretmenlerin mesleki özerkliğini ve itibarını savunması büyük önem taşımaktadır. Öğretmenlerin kaybetmemesi gerekir, yoksa halk kaybeder.

Bıktıran Atama Süreci ve Ek Atama Zorunluluğu

2024 KPSS sonuçlarına göre atanacak 15 bin öğretmenle ilgili atama süreci sonunda tercih aşamasına geldi. Mülakatlarda 60 ve üzeri puan alan öğretmenler 17-21 Kasım tarihlerinde tercihlerini yapacaklar ve 24 Kasım tarihinde de atamalar gerçekleştirilecek. Atanan öğretmenler 19 Ocak 2026 tarihinden itibaren göreve başlayacaklar.

14 Temmuz 2024 tarihinde yapılan KPSS sınavı ile başlayan süreç herhangi bir sorun yaşamayacak öğretmenler için 19 Ocak 2026’da sona erecek. 19 aya yayılan bu atama sürecinin uzunluğunun anlaşılır ve kabul edilebilir bir tarafı bulunmuyor.

MEB, özellikle son yıllarda öğretmen istihdamında benzer bir süreci takip ediyor. Öğretmen alındığında dair kamuoyunda bir algı oluşturulmaya çalışılıyor ancak öğretmenler bir türlü göreve başlayamıyor. MEB, öğretmen açığını ücretli öğretmenlerle kapatmaya çalışmakta da bir sorun görmüyor. Bu nedenle de ücretli öğretmen sayısı 100 bine yaklaşırken atama bekleyen öğretmenlerin sayısı da 500 bini çoktan aşmış durumda.

MEB, öğrencilerin eğitim hakkını önceleyen ve eğitim eşitsizliklerini gidermeyi hedefleyen politikaları uygulamak zorundadır. Ücretli öğretmen sayısı kadar atama yapılması ve bunun da zamana yayılmadan hızla yapılması öğrencilerin eğitim hakkı açısından ertelenemez bir zorunluluktur. 24 Kasım’da öğretmen atama sayısına dönük iyi bir haber beklemek sadece öğrencilerin değil atama bekleyen öğretmenlerin de haklarıdır.

Okul Yemeği ve İçilebilir Su Haktır

Yaşanan ekonomik kriz ve buna bağlı olarak derinleşen yoksulluğun çocukların beslenmesini olumsuz etkilediğini defalarca dile getirerek okul yemeği ve içilebilir su gereksiniminin devlet tarafından karşılanması gerektiğini belirtmiştik. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı, aradan geçen süre içerisinde bu gerekliliği yerine getirmek bir yana, konuyu gündemine dahi almamıştır.

CHP başta olmak üzere muhalefet partilerinin yönettiği belediyeler, kendi olanaklarını kullanarak çeşitli şekillerde öğrencilerin beslenme ve su ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Kumanya dağıtımı, okullara su sebili sağlanması, kantin destekleri veya nakit yardımları bu desteklerin en yaygın yöntemleri olarak öne çıkmaktadır.

Geçtiğimiz hafta içerisinde, iktidar partisinin yönettiği Ankara Pursaklar Belediye Meclisi toplantısında öğrencilerin su gereksiniminin karşılanmasına dönük bir tartışma yaşanmıştır. CHP’li meclis üyelerinin belediyenin okullara su sebili dağıtması yönündeki önerisi reddedilmiştir. Alınan kararda, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bu konuda bir yazı gelmesi durumunda değerlendirmenin yapılabileceği belirtilmiştir.

MEB, öğrencilerin su ve beslenme gereksinimlerini karşılamadığı gibi, iktidara bağlı belediyeler de bu konuda üzerlerine düşeni yapma hususunda isteksiz davranmaktadır. Çocukların beslenme ve temiz suya erişim hakkı için verilen mücadele uzun sürse de sonunda mutlaka kazanan çocuklarımız olacaktır.

Boğaziçi Üniversitesi Sendikalara Kapalı

Geride bıraktığımız haftanın en dikkat çekici gelişmelerinden biri Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşandı. Üniversite yönetiminin antidemokratik uygulamaları, Boğaziçi Üniversitesi’nin sık sık gündeme gelmesine neden olmaktadır. Son gelişme ise sendika temsilcilerinin üniversiteye alınmaması üzerine yaşandı.

Üniversite öğrencileri, Eğitim Fakültesi’nde okuyan öğrencilere yönelik olarak “Eğitim Fakültesi Öğrencileri Sendikayla Tanışıyor” başlıklı bir etkinlik düzenledi ve bu etkinliğe Eğitim Sen, Eğitim-İş ve Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası temsilcilerini konuşmacı olarak davet etti. Ancak üniversite yönetimi sendika temsilcilerinin kampüse girişine izin vermedi. Bu gelişme üzerine öğrenciler ve konuşmacılar, etkinliği üniversite dışında gerçekleştirmek zorunda kaldı.

Oysa üniversiteler, sendikaların örgütlenme alanıdır ve sendika temsilcilerinin üniversiteye alınmaması, örgütlenme özgürlüğünün engellenmesi anlamına gelir. Bu tür bir uygulama, 4688 sayılı kanunda belirtilen hakların kullanımını engellediği için aynı zamanda suç niteliği taşımaktadır.

En önemli sorun ise bu tür yasaklamaların ve engellemelerin üniversiteyi var eden değerlere aykırı olması ve üniversite fikrini aşındırmasıdır. Üniversitelerin insan, doğa ve toplum yararına bilim üretebilmesi ancak evrensel özgürlüklerin varlığıyla mümkündür. Boğaziçi Üniversitesi yönetimi, bugüne dek ortaya koyduğu uygulamalarla üniversiteyi adeta bir yasaklar alanına dönüştürmüştür. Oysa özgürlük, eleştiri, tartışma ve ortak akıl olmadan üniversite olmaz.

Lgs Davası 18 Kasım Tarihinde Görülecek

LGS kapsamında yapılan merkezi sınavın sonuçlarının açıklanmasının ardından sınav güvenliğine ilişkin kamuoyunda yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmalar sonrasında Öğrenci Veli Derneği (VELİ-DER) adına bazı veliler yargıya başvurmuştu. Bu kapsamda açılan davanın ilk duruşması 18 Kasım Salı günü gerçekleştirilecek. Ankara 7. İdare Mahkemesi’nde yapılacak duruşmanın ardından VELİ-DER, mahkeme binası önünde bir basın açıklaması düzenleyecek.

VELİ-DER tarafından etkinliğe ilişkin yapılan çağrıda tüm veliler, eğitimciler ve kamuoyu basın açıklamasına ve duruşmaya davet edildi. Sınav güvenliğine ilişkin kaygıların giderilmediği, soruların yanıtsız bırakıldığı ifade edilen çağrıda, çocuklarımızın geleceğine sahip çıkılması gerektiği vurgulandı. VELİ-DER tarafından yapılan bu çağrının karşılıksız kalmaması gerekir.

Gerçekten Kim Var?

MEB Ortaöğretim Genel Müdürlüğü bir süredir güzel sanatlar lisesi öğrencilerine yönelik “Kim Var” adı altında bir proje yürütmektedir. Bu proje kapsamında AKP milletvekili Yücel Arzen Hacıoğulları’nın katılımıyla öğrencilerden bazı eserleri sahnelemeleri ve şiirler seslendirmeleri istenmektedir. Etkinliğe ilişkin bir uygulama kılavuzu hazırlanmış ve illere göre ayrıntılı bir planlama yapılmıştır.

Güzel sanatlar liselerindeki öğrencilerin ve öğretmenlerin bu tür etkinliklere talimatlarla katılmaya zorlanmasının doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmek gerekir. Sanat ancak özgürlüklerin bulunduğu ortamlarda gelişir; bir düşüncenin veya politik yaklaşımın yaygınlaştırılması aracı olarak kullanılamaz. Aksi durumda ortaya konulan eserin sanat niteliği zedelenir.

Etkinliğin, hâlen bir siyasi partinin milletvekili olan bir sanatçıyla gerçekleştirilmesi ise MEB açısından kabul edilebilir bir durum değildir. Okullar kamu kurumlarıdır ve bu nedenle tüm siyasi partilere eşit mesafede olmaları gerekir. Bu çerçevede söz konusu etkinliğe MEB tarafından onay verilmiş olması oldukça düşündürücüdür. Umarız bu yanlışta ısrar edilmez.

Güzel günlerde görüşmek dileğiyle…

Paylaş:
Etiketler : boğazici üniversitesi, dersler dergisi, Eğitim Gündemi, Ek atama, LGS, öğretmen istihdamı, Öğretmenlere performans, okul yemeği, Özgür Bozdoğan, sendikalar, temiz su

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Tolga Ulusoy: Bakım Manifestosu’nu Okumak
April Jackson: Öğretmenler ve Ebeveynler Aynı Tarafta Olduğunda Çocuklar Gerçekten Gelişir