2023 KPSS sonuçlarına göre atanan öğretmenlerin mülakat sonuçları 25 Ekim 2024 tarihinde açıklanmıştı. Açıklanan sonuçlarla birlikte, KPSS sınav sonucuna göre kontenjan içerisinde yer alan 1611 öğretmen kontenjan dışına çıkmıştı.
Sonuçların açıklanmasının üzerinden tam bir yıl geçti. Mağdur edilen öğretmenler, aradan geçen bu süre içinde maruz kaldıkları haksızlığın giderilmesi için tüm zorluklara rağmen mücadele ettiler ve etmeye de devam ediyorlar.
Mülakat mağduru öğretmenlerin yürüttüğü mücadele, şimdiden dünya hak mücadeleleri tarihine geçmiş durumda. Mülakatların yarattığı mağduriyetin toplumun tüm kesimlerince kabul edildiği bir dönemde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın hâlâ sorunu çözmek için adım atmamış olması kabul edilebilir bir durum değildir.
Umarız MEB, daha fazla vakit kaybetmeden bu mağduriyetin giderilmesi için ek atamaya yönelik bir düzenleme yapar.
Eğitimde Paradigma Değişmedi ama Değişmeli
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Yeni Şafak gazetesinde dokuz makaleden oluşan bir yazı dizisine başladı. Bu dizide, 3 Kasım 2002’den bu yana AKP iktidarları döneminde eğitim alanında yaşandığı öne sürülen “paradigmatik değişim”in, dönemsel, kavramsal ve tematik boyutlarıyla ele alınacağı ifade edilmektedir. Yazı dizisinin, geride kalan 23 yılı eleştirel ve özeleştirel bir değerlendirme olarak mı yoksa iktidarın eğitim politikalarını meşrulaştırma amacıyla mı kaleme alındığını ilerleyen bölümler gösterecektir.
İlk makalede, AKP döneminde eğitimde bir paradigma değişimi yaşandığı ve eğitimin “teknik bir kamu faaliyeti” olmaktan çıkıp “demokratik yurttaşlığın gündelik hayattaki başlıca pratiğine” dönüştüğü iddia edilmektedir. Yazıda ayrıca, eğitim alanında toplumsal talep ve gereksinimlerle birlikte küresel pedagojik gelişmeler doğrultusunda değişiklikler yapıldığı ve bu sürecin “hak temelli ve toplumsal eşitlik hedefleriyle” şekillenen yeni bir stratejik eşiği temsil ettiği ileri sürülmektedir.
Oysa öncelikle, eğitimde bir dönüşüm yaşandığı fikrinde toplumun geniş kesimlerinin hemfikir olduğunu belirtmek gerekir. Ancak bu dönüşümün yönü demokratikleşme değil, açık biçimde piyasalaşma ve dinselleşme ekseninde olmuştur.
Eğitimin teknik bir kamu hizmeti olmaktan çıktığı ve demokratik yurttaşlığın gündelik pratiğine dönüştüğü iddiası, yaşanan somut uygulamalarla çelişmektedir. Bugün eğitim sistemi, öğrencilerin, velilerin ve öğretmenlerin karar alma süreçlerinden dışlandığı, tüm kararların merkezden alındığı bir yapıdadır. Öğretmenlerin re’sen atandığı, proje okullarındaki öğretmenlerin hukuksuz biçimde görev yerlerinin değiştirildiği, öğrencilerin serbest kıyafet uygulamasının kaldırıldığı, okul ve ders seçme özgürlüğünün neredeyse ortadan kalktığı bir dönemde demokratik yurttaşlığın pratiğinden söz etmek mümkün değildir.
Toplumsal talep ve küresel pedagojik gelişmeler doğrultusunda değişim yaşandığı iddiası da benzer biçimde yaşanan gerçeklikle çelişmektedir. Toplumun beklentisi, çocukların eğitim aracılığıyla yaşamlarını değiştirebilmesi; okullar arasındaki nitelik, koşul ve olanak eşitsizliklerinin giderilmesidir. Öğrenciler ve öğretmenler müfredatın bilimsel temelde hazırlanmasını talep etmektedir. Ancak Millî Eğitim Bakanlığı’nın uygulamaları, bu beklentilere göre değil, siyasi hedeflere göre şekillenmektedir.
Eğitimin “hak temelli ve toplumsal eşitlik hedefleriyle” biçimlendirildiği iddiası ise en tartışmalı olandır. Bugün yoksul çocuklar için çıraklık dışında neredeyse başka bir seçenek kalmamıştır. Özel okulların sayısı ve oranı hızla artmakta, eğitim harcamaları hane bütçelerinde enflasyonu en çok artıran kalemlerden biri hâline gelmektedir. Milyonlarca çocuk okula aç gitmekte, ekonomik yoksunluk okul terkini büyütmektedir. Böyle bir tabloda “hak”tan ve “eşitlik”ten söz etmek mümkün değildir.
Sonuç olarak, eğitim alanındaki sorunların tespiti ve çözümü ancak eleştirel bir değerlendirmeyle mümkündür. Milyonlarca öğrencinin nitelikli eğitime erişimi ve eğitim hizmetini üreten öğretmenlerin sorunlarının çözümü, bilimsel yöntemlerle yapılacak analizlere ve katılımcı bir eğitim politikasına dayanmalıdır.
Sonuç Değil Neden Ortadan Kaldırılmalı
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, okul kayıtlarında yaşanan sorunlara ilişkin olarak gelecek yıl farklı bir uygulamaya geçileceğini ve öğrencilerin yalnızca adreslerine en yakın okula kayıt yaptırabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılacağını açıkladı.
Ancak eğitimde yaşanan sorunların yalnızca idari düzenlemelerle çözülemeyeceği açıktır. Velilerin çocukları için “nitelikli okul” arayışına girmesinin nedenleri ortadan kaldırılmadan, getirilen her kısıtlama çözüm değil, sorunun derinleşmesi anlamına gelir.
Okullar arasındaki nitelik, koşul ve olanak farklılıkları giderilmeden velileri ve öğrencileri adreslerine en yakın okula yönlendirmek, aslında yoksul kesimlerin kendi semtlerine hapsedilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır. Türkiye’de kentlerin mahallelerinin sosyoekonomik yapılarının belirgin biçimde ayrıştığı düşünüldüğünde, bu uygulama eğitimdeki sınıfsal eşitsizlikleri daha da derinleştirme riski taşımaktadır.
Bu nedenle, eğitim politikalarının odağı yasaklayıcı ve yönlendirici önlemler değil, okullar arasındaki nitelik ve olanak eşitsizliklerini azaltacak yapısal adımlar olmalıdır. Eğitimde adalet, ancak her öğrencinin nitelikli bir okula erişim hakkının güvence altına alınmasıyla sağlanabilir. Bu konuda yeniden düşünmek gerektiği açıktır.
Eğitimde Yeterli Bütçe Yine Yok
Mali bütçeler, bir ülkenin en önemli ve belirleyici politik metinleri olarak kabul edilir. Gelirlerin kimlerden toplanacağı ve nasıl kullanılacağı, yönetenlerin siyasi tercihleriyle şekillenir ve bu tercihler çoğunlukla sınıfsal ve politik referanslara dayanır.
“2026 Yılı Mali Bütçe Kanunu Tasarısı” geride bıraktığımız hafta içerisinde TBMM’ye sunuldu. Bütçe tasarısı, genel hatlarıyla geçmiş yıllarda oluşturulan bütçelerden farklı değil. Eğitime ayrılan pay, toplam bütçenin %15’lik bir bölümünü oluşturuyor. Ancak bu oransal büyüklük, gerçekte eğitime yeterli bütçe ayrıldığı algısını yaratmamalıdır.
Eğitime ayrılan toplam bütçenin %83’lük bölümü personel giderleri için kullanılacak. Bunun nedeni, MEB’e bağlı olarak çalışan, başta öğretmenler olmak üzere, personel sayısının fazlalığıdır. Yatırımlara, yani gerçek anlamda öğrencilerin alacağı eğitim hizmetinin iyileştirilmesine ayrılan kaynak ise eğitim bütçesinin sadece %8,25’idir. Bu oran, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında %17,8’di. Eğitim yatırımlarına ayrılan payda yaşanan bu dramatik düşüş, siyasi iktidarın politik ve ekonomik tercihlerinin bir sonucudur.
2026 bütçesinde dikkat çeken bir başka unsur da Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan bütçe miktarıdır. Diyanet’e ayrılan kaynak 174 milyar TL’den fazladır. Bu miktar, sekiz bakanlığın bütçesinden daha fazladır. Bu durum, bütçenin yurttaşın gerçek gereksinimlerine göre değil, siyasal tercihlere göre hazırlandığını açıkça göstermektedir.
Nitelikli kamusal eğitim hizmetinden yararlanmak her çocuğun en temel hakkıdır. Beslenme ve ulaşım, eğitim hakkını tamamlayan haklardır. Öğrencilerin önemli bir bölümünün yeterli beslenemediği koşullarda, sosyal devletin görevi öğrencilere ücretsiz yemek olanağı sunmaktır. Ücretsiz okul yemeği başta olmak üzere, öğrencilerin nitelikli eğitim hizmetine erişebilmesi için bütçeye ek kaynak sağlamak zorunludur.
Gazze Tüm İnsanlığın Vicdanıdır
Gazze’de yaşanan soykırım ve işgalci İsrail’in Filistin halkına uyguladığı şiddet, aylardır tüm dünyada tepkiyle karşılanıyor. Neredeyse bütün ülkelerde İsrail’in faşizan politikaları kınanıyor. Ateşkesin ardından yıkıma uğrayan Gazze’nin yeniden inşası ve Gazze halkının yaralarının sarılması ise tüm dünya ülkelerinin ve halklarının ortak sorumluluğu olmak durumundadır.
Geride bıraktığımız hafta içerisinde, tüm okullarda Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün bir yazısının ardından “ÇEDES Gazze İçin Seferber” adıyla kermesler düzenlendi. Düzenlenen kermeslerde elde edilen gelirlerin belirtilen hesaplara yatırılacağı ve buradan da Gazze’de yaşayan ihtiyaç sahiplerine aktarılacağı ifade edildi.
Gazze’de yaşanan insanlık dramına karşı öğrenciler arasında farkındalık yaratmak ve bu konuda duyarlılık geliştirmek kuşkusuz gereklidir. Ancak böyle bir etkinliğin, ÇEDES olarak adlandırılan ve oldukça tartışmalı bir protokolün kapsamında, üstelik onun adı altında yapılması doğru olmamıştır. Anlaşılan o ki Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, bu faaliyet aracılığıyla ÇEDES’i daha görünür ve etkin hale getirmeyi amaçlamıştır.
Gazze ile ilgili hiçbir etkinlik, bazı siyasi hesapların ya da hedeflerin aracı haline getirilmemelidir. Gazze’de yaşanan soykırıma nasıl tüm insanlık karşı durduysa, Gazze halkıyla dayanışma da tüm insanlığın ortak sorumluluğu olmalıdır.
Dersler Dergisi 1 Yaşında
29 Ekim 2024 tarihinde yayın hayatına başlayan Dersler Dergisi 29 Ekim 2025 tarihinde birinci yaşını tamamlayacak. Eğitim alanındaki gelişmeleri takip eden ve eleştirel bir yaklaşımla eğitimle ilgili tüm konuları takip eden dergimiz Dersler, umarız önümüzdeki yıllarda da bu işlevini sürdürür. Nice yıllara Dersler Dergisi.
Tüm çocukların eğitim hakkından tam yararlandığı günler dileğiyle, görüşmek üzere…






















