Eğitimde Duvarlar ve Köprüler

Kategori : Güncel

Yazan: Burcu Başkonak

Milli Eğitim Bakanlığı’nın son dönemde attığı adımlarla açılan müzik ve spor odaklı tematik ortaokullar, eğitimde uzun süredir ihmal edilen bir alanı, yetenek keşfini gündeme getirdi. Bu, kağıt üzerinde umut verici bir gelişme gibi görünebilir. Ancak bu parlak vitrinin arkasında, eğitim sistemimizin en köklü ve rahatsız edici soruları yatıyor. 11 yaşında başlayan bu erken uzmanlaşma, savunduğumuz “18 yaşına kadar ortak ve kapsamlı eğitim” idealiyle nasıl bağdaşacak? Bu okullar, tüm eğitim sistemini yeşertecek birer vaha mı olacak, yoksa geri kalan milyonlarca çocuğu kendi kaderine terk eden birer serap mı?

Elbette bu tartışma, Türkiye’nin kanayan yarası olan standart meslek liseleri gerçeğinden bağımsız değil. O okulların “ara eleman” yetiştirme misyonu ve akademik olarak “başarısız” kabul edilen gençleri nasıl bir geleceğe mahkum ettiği ortadadır. Bu yazıda yapacağımız eleştirilerin pek çoğu, katbekat fazlasıyla o sistem için de geçerlidir. Ancak bu yazının kapsamı, o devasa sorunu analiz etmekten ziyade, çok daha sinsi bir tehlikeye işaret etmektir. Nasıl ki dün “çocuk okumayacaksa sanayiye gitsin” diyerek meslek liseleri canıgönülden savunulduysa, bugün de aynı zihniyetin “yetenekli çocuk müzisyen olsun” diyerek bu tematik okulları alkışlayacağını ve bunu “iyi niyetli” bir reform olarak göreceğini biliyoruz. İşte amacımız, bu parlak ambalajın ardında yatan tehlikeli tuzakların aslında ne kadar benzediğini göstermektir.

Çünkü bu okulların değeri, parlak birer “yetenek fabrikası” olup olmamalarıyla değil, cevap verecekleri o kritik soruyla ortaya çıkacaktır: Bu kurumlar, topluma sadece iyi eğitimli “iş gücü” mü kazandıracak, yoksa “bu çocuk zaten virtüöz olacak, temel fizik kanunlarını ne yapsın?” diyen tehlikeli sığlığı reddederek, hem bir enstrümanı ustalıkla çalıp hem de evrenin işleyişini anlayabilen, hem sahnede devleşip hem de tarih bilinciyle yaşayan “bütüncül insanlar” mı yetiştirecek? Bu soruların cevabı tüm eğitim sistemimizin ve geleceğimizin kaderini belirleyecektir.

İşte bu “bütüncül insan” idealinin temelinde de, toplumda sadece “okuyacak çocuklara” layık görülen ve bu yüzden “herkese gerekmediği” iddia edilen o temel kültür dersleri yatar. Peki, neden bu dersler, sadece seçkin bir zümrenin değil, bir toplumun her bir ferdinin gelişimi için bu kadar vazgeçilmezdir? “İleride marangoz olacak çocuğa felsefe öğretmek, tır şoförüne Divan Edebiyatı anlatmak ne işe yarar?” Bu soru, eğitimi bir insanın zihnini ve ruhunu inşa eden bir süreç olarak değil, bir alet çantasına sadece işe yarayacak birkaç alet koymak olarak gören sığ bir bakış açısının ürünüdür. Ve tehlikelidir, çünkü bir toplumu ayakta tutan harcı, yani ortak kültürü, sorgulama yetisini ve vicdanı ıskalar.

Matematik soyut düşünmeyi, problem çözmeyi ve mantıksal bir çerçeve kurmayı öğretir. Fizik, evrenin temel işleyiş yasalarını anlatır; bir şoförün fren mesafesini içgüdüsel olarak anlamasından, bir aşçının düdüklü tencerenin ardındaki basınç ilkesini kavramasına kadar hayatın her anındadır. Biyoloji, kendi bedenimizi ve içinde yaşadığımız canlı dünyayı tanımamızı sağlar; ne yediğini bilen, sağlığını koruyan, doğaya saygı duyan bir birey olmanın temelidir. Aynı şekilde tarih dersi, bir öğrenciye içine doğduğu toplumun ve dünyanın hafızasını verir. Bir insan, ülkesinin kaderini etkileyen kararları anlamlandırırken veya kendi duruşunu belirlerken bu tarihsel derinlikten beslenir. Felsefe, “doğru” ve “yanlış” üzerine düşünmeyi, kendi aklıyla yargıda bulunabilmeyi öğretir. Edebiyat ise pek çok başka faydası bir yana, bir gence bir başkasının yerine kendini koyabilme, yani empati yeteneği kazandırır. İyi yetişmiş bir sporcunun, müzisyenin ya da ressamın da bunlara ihtiyacı olmadığını kim söyleyebilir?

Bu dersleri “sadece üniversiteye gidecek olanlara” layık görmek, toplumun büyük bir kesimini entelektüel ve ahlaki gelişimden mahrum bırakmaktır. Bu, gizli bir elitizmdir, son derece sınıfsaldır. “Düşünme ve dünyayı yorumlama işini biz yaparız, siz sadece size verdiğimiz işi yapın” demenin üstü kapalı halidir. Akademik eğitimi belirli bir zümreye layık görüp diğerlerini bu haktan mahrum bırakmak, bir gencin elinden sadece formülleri ve tarihleri değil, toplumun ortak aklına ve vicdanına katkıda bulunma imkanını çalmaktır.

Peki, ideal olan nedir? Bir genci hem akademik olarak donanımlı hem de pratik becerilere sahip, yani hem düşünen hem de üreten bir birey olarak yetiştirmek bir ütopya mıdır? Kesinlikle hayır. Tarih, bu hedefe ulaşmış somut bir örnek sunuyor: Sovyetler Birliği’nin “politeknik eğitim” modeli. Bu model, günümüzdeki “akademik eğitim mi, mesleki eğitim mi?” şeklindeki kısır tartışmanın ne kadar anlamsız olduğunu gözler önüne serer.

Politeknik modelin felsefesi basitti ama devrimciydi: Her çocuk, gelecekte ister bir bilim insanı, ister bir sanatçı, isterse bir fabrikada usta olsun, 18 yaşına kadar aynı ve kapsamlı akademik müfredattan geçmek zorundaydı. Hiçbir çocuk, 14-15 yaşında “senin kafan basmıyor” denilerek temel bilimlerden, edebiyattan veya tarihten mahrum bırakılmazdı. Eğitim, bir eleme aracı değil, bir inşa aracıydı.

Bu sistem, çocukları sadece teorik bilgiyle dolu fildişi kulelere hapsetmedi. Modelin “politeknik” kısmı, her öğrencinin bu akademik derslerin yanı sıra, okul atölyelerinde pratik eğitim almasını da zorunlu kılıyordu. Öğrenciler, ahşap ve metali işlemeyi, temel elektrik devrelerini kurmayı, tarımın esaslarını ve endüstriyel üretimin mantığını bizzat deneyimleyerek öğrenirdi. Amaç, belirli bir meslek için “ara eleman” yetiştirmek değil, her bireye “üretimin temel dilini” öğretmekti. Böylece, geleceğin doktoru bir aletin nasıl çalıştığını anlarken, geleceğin çiftçisi de biyoloji bilgisini tarlasında kullanabilirdi.

Bu sistem, zihin emeği ile kol emeği arasındaki o yapay ve kibirli duvarı yıkıyordu. Bir çocuğun hem Shakespeare okuyup hem de elleriyle bir radyo yapabilmesi, bir anormallik değil, idealin ta kendisiydi. Bu model, bize eğitimin asıl amacının sanayiye parça üretmek değil, topluma çok yönlü, kendine yetebilen, düşündüğünü hayata geçirebilen ve yaptığı işin teorisini de bilen insanlar kazandırmak olduğunu hatırlatıyor.

Asıl konumuza dönelim, bu sistem yetenekleri nasıl keşfediyordu? Çözümü, birkaç seçkin “proje okulu” açmakta değil, fırsat eşitliğini temel alan çok katmanlı bir yapıda bulmuştu. Her şehirde kurulan ve tüm çocukların okuldan sonra ücretsiz olarak katılabildiği “Pioner Sarayları” ( Genç Öncüler ve Okul Çocukları Sarayları), bu sistemin kilit taşıydı. Buralar, her çocuğun satrançtan baleye, maket uçak yapımından halk danslarına kadar sayısız alanda kendi potansiyelini keşfettiği devasa yetenek havuzlarıydı. Bu havuzda öğretmenler ve uzman antrenörler tarafından fark edilen çocuklar, yine okul sonrası devam ettikleri daha ciddi sanat ve spor okullarına yönlendirilir, ancak bu süreçte temel akademik eğitimlerinden asla koparılmazlardı.
Bu bütüncül ve eşitlikçi idealin karşısında, Türkiye’nin yeni tematik okul hamlesi nerede duruyor? Bu okullar, yetenekli çocukları keşfetme ve onlara özel imkanlar sunma vaadiyle gündeme geliyor. Sanatın ve sporun okul koridorlarında daha fazla yer bulması, alkışlanması gereken bir gelişmedir. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var ve bu yüz, bizi en başta sorduğumuz o rahatsız edici sorulara geri götürüyor.

İlk ve en büyük risk, “erken yaşta ayrıştırma” gerçeğidir. Politeknik model, 18 yaşına kadar tüm çocukları aynı akademik potada eritirken, bizim modelimiz bu ayrışmayı 11 gibi kritik bir yaşta başlatıyor. Bu durum, çocuklar arasında aşılmaz “eğitim duvarları” örme tehlikesi barındırır. Bu okullara girebilen şanslı bir azınlık, özel imkanlarla donatılırken, geride kalan milyonlarca çocuk için sistemin vadettiği nedir? Bu, “kurtarılmış vahalar” yaratarak eğitimin geri kalanını çölleştirmek değil midir?
İkinci ve daha derin sorun ise bu modelin, politeknik ruhun tam tersine, “zihin ve kol emeği” arasındaki o kibirli duvarı yıkmak yerine daha da kalınlaştırma potansiyelidir. Tematik okullar, eğer sadece “yetenekli” çocukların alındığı ve geri kalanların yine “düz” okullara veya akademik olarak daha da zayıflatılmış meslek liselerine mahkum edildiği bir yapıya dönüşürse, toplumdaki o tehlikeli “okuyacaklar” ve “çalışacaklar” ayrımını pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Kaldı ki, bu projenin temelindeki “yetenek keşfi” iddiasının kendisi de sorunludur. Gerçek bir yetenek keşfi için 11 yaş çok geç bir başlangıçtır. Bu keşfi, en kritik çağ olan ilkokulda yapacak olanlar ise alanında uzman branş öğretmenleridir. İlkokullardaki sanat ve spor derslerini bir “öncelik” olarak görmeyip bu alanlara branş öğretmeni kadrosu dahi ayırmayan bir bakanlığın, birkaç proje okulu üzerinden yürüttüğü ‘yetenek keşfi’ söyleminin samimiyeti de bu yüzden ayrı bir tartışma konusudur. Bu yüzden, birkaç parlak proje okulu açmak, buz dağının sadece görünen kısmına yapılan bir makyajdır. Asıl mesele, bu okullara giremeyen, belki de yeteneği henüz keşfedilmemiş, ülkenin dört bir yanındaki milyonlarca çocuğa ne sunduğumuzdur. Gerçek bir eğitim devrimi, seçkin adacıklar yaratmakla değil, o adacıklardaki “bütüncül eğitim” anlayışını tüm eğitim okyanusuna yaymakla mümkündür.

Sonuç olarak, bu tematik okullar, eğitimdeki temel bir zihniyet sorununu anlamak için iyi bir örnek teşkil ediyor. Eğer bu kurumlar, sadece kendi parlak duvarları içinde kalan, geri kalan milyonları görmezden gelen birer vitrine dönüşürlerse, eğitimdeki fırsat eşitsizliğini daha da derinleştiren birer anıt haline gelirler. Ancak bir başka yol daha var. Gerçek bir eğitim reformu, çocukları 11 ya da 14 yaşında “yetenekliler” ve “diğerleri”, “okuyacaklar” ve “çalışacaklar” diye ayırmaktan geçmez. Gerçek reform, her bir çocuğa, ülkenin en ücra köşesindeki meslek lisesinde bile, 18 yaşına gelene dek en donanımlı akademik eğitimi bir hak olarak sunarken, aynı zamanda onlara atölyelerde, sahalarda ve sahnelerde kendi potansiyellerini keşfetme imkanı vermekten geçer. Çünkü bir ülkenin en değerli hazinesi, ne fabrikaları ne de tarlalarıdır; o ülkenin aklıyla, vicdanıyla ve emeğiyle ortak geleceğini kuran insanlarıdır.

Paylaş:

6 Yorum. Yeni Yorum

  • Mevlüt Mete Tankişi
    18 Ağustos 2025 21:18

    Harika bir yazı olmuş elinize sağlık.
    Günümüzde hala böyle aydın insanların olması bir umut teşkil ediyor.
    İyi ki varsınız.

    Yanıtla
    • Çok teşekkür ederim. Böyle okuyucular olmasa amaç asla hasıl olmayacak;)

      Yanıtla
    • Eğitimcilerin bile bence tam olarak anlayamadığı sistemi ve eleştirileri o kadar güzel açıklamış ve üstüne bir de sadece eleştirmekle kalmamış çözüm önerisi de getirerek yazınızı farklı bir boyuta taşımışsınız.
      Bu güzel yazı için teşekkür ediyorum tebrikler

      Yanıtla
    • Hatice Sözen
      19 Ağustos 2025 15:29

      Eğitimcilerin bile bence tam olarak anlayamadığı sistemi ve eleştirileri o kadar güzel açıklamış ve üstüne bir de sadece eleştirmekle kalmamış çözüm önerisi de getirerek yazınızı farklı bir boyuta taşımışsınız.
      Bu güzel yazı için teşekkür ediyorum tebrikler

      Yanıtla
  • Birsen Kırbaş Delen
    19 Ağustos 2025 17:36

    İçeriği bu kadar yoğun olup böylesine akıcı bir biçemle ele alınmış çok az akademik yazı okudum. Bir konu ancak bu kadar derinlemesine, bu kadar anlaşılır ve bu kadar etkileyici yazılabilirdi.
    Meslek liselerinde de çalışmış emekli bir bir eğitimci olarak sistemde oluşabilecek olumsuzlukları bu denli doğru öngörmeniz de ayrıca övgüye değer.
    Yazılarınızın devamlılığını diliyor, sizi yürekten kutluyorum Sevgili Burcu Cengiz Başkonak

    Yanıtla
  • Birsen Kırbaş Delen
    19 Ağustos 2025 17:49

    Konu öylesine akıcı, duru, yoğun ve anlaşılır bir biçimle kaleme alınmış; artılar ve eksiler o kadar doğru saptanmış ki yazıyı bir çırpıda okudum.

    Meslek liselerinde de yıllarca çalışmış emekli bir öğretmen olarak oluşabilecek olan olumsuzlukları bu denli doğru öngörmenizin de ayrıca övgüyü hak ettiğini belirtmek isterim.
    Siz, ‘Eğitim’ konulu yazılar yazmaya devam edin, biz de zevkle okuyalım Sevgili Burcu Başkonak.

    Yanıtla

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Ötekileştirilen Öğretmenler 04-10 Ağustos 2025
Proje Okulu Mağdurları İçin Sürgün Riski 11-16 Ağustos 2025