Eğitimdeki Hukuksuzluklar – 1

Kategori : Eğitim Dünyası

“Hukuk”, “eğitim hukuku” gibi konunun kuramsal ve teknik yanlarını uzmanlarına bırakıp olup bitene bakıldığında anayasa, yasa ve yönetmeliklerde yer aldığı biçimiyle sıradan her yurttaşın anlayacağı metinlerde söylenenlerle uygulamada yaşananlar arasındaki çelişkiler öteden beri vardı. Ama “mevzuat”la “tatbikat” arasındaki makas açıldıkça açıldı. Daha nereye dek açılacağı da belli değil!

Ulusal (anayasa, yasalar, yönetmelikler, kararnameler…) ve uluslararası (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi…) sözleşmeler çerçevesinde eğitimdeki uygulamaların ne ölçüde hukuksal çizgide yürüdüğüne ilişkin kapsamlı çalışmalar, karnemizin hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Yapılacak olası yeni çalışmalar, işlerin daha da sarpa sardığını ortaya koyacaktır.

Kısa bir arka plan yoklamasıyla iktidar bakanlığının (MEB) giderek “rutin”e dönüştürdüğü ama ulusal-uluslararası hukuk metinlerinde esamisi okunmayan uygulamalarına ilişkin birçok örneğe rastlanabilir. Yıllar önce AİHM’den dönen zorunlu din dersleri kararları bunlardandır. Ama hiçbir şey olmamış gibi sürüyor her şey. Anayasa’nın 10. maddesinde Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” dese de ilkokul, ortaokul ve liselerde zorunlu ve seçmeli din dersleriyle ilgili izlencelerin ve hazırlanan ders kitaplarıyla yardımcı kaynakların bütünüyle belli bir inanç sistemi ve mezhep çizgisinde olduğunda kimsenin kuşkusu yoktur. Yoktur ama işleyişte de bir değişiklik söz konusu değildir, kervan tıkır tıkır yürüyor.

Anayasa’nın aynı maddesinde Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” da deniyor. Ama densin, yıllardır tarikat-cemaat uzantısı yasadışı oluşumların vakıf-dernek-sendika gibi örgütsel araçlarla yasal kılıfa bürünüp bakanlığın bunlarla türlü protokoller imzalayarak okullarda yürütülen siyasal ve ekonomik rant ağırlıklı, ama yasadışı olduğu halde kitabına uydurulmuş mevcut uygulamalar meşrulaştırılıyor, ardından yenileri devreye sokuluyor.

Bütün hukuksal sözleşmelere ve mevcut Adalet Bakanı’nın günaşırı ısrarlı yinelemelerine göre Türkiye elbette “bir hukuk devletidir”! Öyleyse Anayasa’nın 42. Maddesi “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” dediğine göre; MEB’in 2024-2025 Örgün Eğitim İstatistikleri’nde (iktidarın belli ideolojik amaçları doğrultusunda örgün eğitimden koparıp açıköğretime ittiği ve sayıları 1 milyon 250 bini bulan ortaokul-lise öğrencileri bir yana) ilkokuldaki okullaşma oranı yüzde 95 olarak yer alıyor. 6287 No’lu yasa gereği zorunlu eğitim 12 yıl olduğuna göre ilkokul çağındaki çocukların okul dışı kalan yüzde 5’i (yaklaşık 300 bin) nerededir, bunlar neden “eğitim ve öğrenim hakkından yoksun”dur?

Aynı (2024-2025 Örgün Eğitim İstatistikleri) kaynağa göre ortaokuldaki okullaşma oranı da yüzde 89’dur. Anılan yasa gereği zorunlu eğitim 12 yıl olduğuna göre ortaokul çağındaki çocukların kalan yüzde 11’i (yaklaşık 500 bin çocuk) nerededir?

Anayasa’nın 42. maddesinin bir başka fıkrasına göre Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” Bu durumda eğitimle ilgili yasa ve yönetmeliklerde adı geçmeyen, statüsü tanımlanmayan ama türlü tarikat ve cemaatlerce işletildiği bilinen, 4-6 yaş arası çocukları kapsayan “sıbyan mektepleri”ni saymayalım, MEB’e bağlı Halk Eğitim Merkezlerince ve Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan sıbyan mektepleri öğrencisi 3 milyonu aşkın çocuğun eğitim ve öğretiminin gerçekten “Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında” yapıldığına inanalım mı? Dahası, buraların gerçek anlamda “Devletin gözetim ve denetimi altında” bulunmaları söz konusu olabilir mi?

Şimdiye dek yaşanan örneklere ve eğitim yönetiminin sorunlara yaklaşımına bakıldığında ülke genelinde “bu esaslara aykırı” sıbyan mekteplerinin nesnel ölçülere göre denetlendiğini düşünmek güçtür. Denetlendiklerini var saysak bile içlerinden “Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda” olmayanların bulunması, bulunanlarla ilgili yasal işlemler yapıldığına ilişkin herhangi bir örneğe rastlanmış değildir.

Tıpkı sıbyan mektepleri gibi 3 Mart 1924’te çıkarılan Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile kapatılan ve günümüzdeki eğitim mevzuatının hiçbir yerinde adı geçmeyen, amaçları tanımlanmayan medreseler konusunda da durum farklı değildir. Türlü açılardan medrese yapılanmasına uygun biçimde aşama aşama dönüştürülmeye çalışılan, sayıları 200’ü aşan üniversite bir yana, onlara uygun konuma getirilip artık gizleme gereği duyulmadan işletilen medreseler, eğitimdeki hukuk dışı uygulamaların en dikkate değer olanıdır. Apartman dairelerinde, yeşil sermeye güdümündeki ticarî işletmelera ait yapılarda hiçbir denetime bağlı olmaksızın sözde eğitim veren bu yasa dışı yapılanmalar milletvekili, rektör, vali, kaymakam, milli eğitim yöneticileri, müftü gibi devlet görevlilerinin de katıldığı ulusal-uluslararası sempozyumlar, çalıştaylar vb. düzenleyebilmekte, söz konusu etkinliklerde sunulan bildiriler kitap olarak yayımlanabilmektedir. 2012’de Muş Alpaslan Üniversitesi’yle TÜBİTAK’ın düzenleme kurulunda bulunduğu uluslararası çalıştay, 2022’de Mardin Artuklu Üniversitesi’yle Medrese Âlimleri Vakfı öncülüğünde Diyarbakır Dicle Üniversitesi’nde düzenlenen “Akademi-Medrese Buluşmaları”, geçen yıl (7 Aralık 2024) Konya’da düzenlenen ve yine konuşmacıları akademisyenlerle devlet bürokrasisinden olan “Medrese Çalıştayı” gibi.

Eğitimde herhangi bir yasa ve yönetmelikte adı geçmeyen, tanımı yapılmayan bir başka eğitim öğretim kurumları da özel okul kapsamındaki “kolej”lerdir. Birçoğu zincir okullar biçiminde örgütlenip büyük kentlerden taşra il ve ilçelerine doğru yayılan söz konusu “kolej”ler, gösterişli tabelalarıyla onlarca yıldır müşteri avlama merkezlerine dönüşmüş durumdadır. Resmî kaynaklarda kullanılmayıp okul yapıları, yayın organları ve reklâm-tanıtım araçlarında kullanılan “kolej” kavramı, özellikle 2012’de çıkarılan gerici 4+4+4 yasasıyla birlikte son üç-dört yıl öncesine göre hacmi hızla genişleyen, ancak son yıllarda duraklayıp gerileme sürecine giren paralı eğitim sürecinin en yaygın aracı durumundadır. Birçoğu ilk, orta ve lise basamaklarını bünyesinde bulunduran Amerikan sistemli “kolej”ler, günümüzdeki sonuncusu gibi özelleştirmeci iktidarların koruyucu kanatları altında toplumdaki sınıfsal çelişkileri de büyüten eğitim kurumları olarak varlıklarını sürdürmektedir.

Genel çerçevede ülke yönetiminde özellikle son aylarda daha çok egemen olan hukuk dışı uygulamaların eğitim ayağında göze batan başka birçok örnek var. Onları da gelecek yazıya bırakalım.

Paylaş:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Heyecanlı Sorular
Duvarları Aşan Kadınların Eğitime Uzanan Yolculuğu