9 Mayıs 1920 günü TBMM Hükümeti’nin ilk programında kız ve erkek farkı gözetilmeksizin Türk çocuklarına verilecek eğitimin hedefleri üzerinde durulur. 15 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’nde bu program ele alınır. Toplantı kadın ve erkek karışık düzenlenir. Bu durum tepkiyle karşılanır. Atatürk 31 Ocak 1923 günü İzmir’de karma eğitim konusundaki düşüncellerini halka açıklar:
“Milletimizin, memleketimizin dar-ül-irfanları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı surette oradan çıkmalıdır.” (Atatürk, Söylev ve Demeçler, C.2, s. 86’dan aktaran Cunbur, Atatürk Döneminde Kadın Eğitimi)
Aradan geçen 100 yıldan biraz fazla sürede zorunlu ve karma eğitim iktidar ve onun organik uzantıları tarafından sorgulanır hale geldi. Şuurlu Öğretmenler Derneği, 2017’de Başkent Öğretmenevi’nde “Disiplinlerarası Zorunlu ve Karma Eğitim Sempozyumu” düzenledi. Sempozyumda, Türkiye’de eğitim modelinin Batı taklitçisi olduğu ve insan fıtratını bozduğu, dünyevileşme, Z nesli, üçüncü cinsiyet, deist eğilimler, gençlerin uğrunda yetiştiği bir davasının olmadığı gibi sorunlardan şikayetçi olunmuş, ahlak, maneviyat ve milli şuurla gençlik yetiştirmek vurgulanmış, karma ve zorunlu eğitime karşı çıkılmıştır. Çünkü insanın fıtratının bozulmasını, gençlerin manevi ve milli şuurla yetişmemesini karma ve zorunlu eğitime bağlamışlardır. Onlara göre kız ve erkek öğrencilerin farklı öğrenme düzeylerinin olması nedeniyle her iki cinsiyete farklı eğitim verilmelidir; zorunlu eğitim de devletin bir dayatmasıdır. Bu sempozyumda karma ve zorunlu eğitime karşı üretilen argümanlara baktığımızda tutarsız ve yanlış olduğunu, içi kendi çıkarlarına hizmet eden bir içerikle doldurulan fıtrat, ahlak, manevi değerler gibi ifadeleri görüyoruz. Aynı ifadelerin İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması istenirken, kadın hakları eleştirilirken de kullanıldığına şahit olduk. Bu kesimin yaptığı şey eleştiri değil; suçlama, karalama, düşmanlık yapma, gerçek sorunların üstünü örtmedir. Bir itiraz, kamusal yarar gütmek zorundadır. Buradaki itirazın kimin çıkarına hizmet ettiğini ve bundan umulan politik sonuçları sorguladığımızda belli bir çıkar grubunun ideolojik emellerine hizmet ettiğini görürüz.
Halbuki kız ve erkek öğrencilerin yoksulluk gibi gerçek sorunları var. Örneğin 2024’te yapılmış “Krizler Çağında Çocuk Olmak, Türkiye’de Pandemi Sonrasında Çocukların İyi Olma Halini Yeniden Düşünmek” adlı araştırma sonuçlarına göre, yüksek sosyo-ekonomik seviyeye sahip çocuklar düşük sosyo-ekonomik seviyeye sahip çocuklara kıyasla daha mutlu olduklarını dile getirmişlerdir. Ayrıca okula giden çocuklar -çalışanlar dahil olmak üzere- okula gitmeyen çocuklardan daha mutlular. Görüşülen öğrencilerin memnuniyetlerini belirleyen faktörlerin başında maddi durum, ikinci sırada arkadaşlar, üçüncü sırada ise öğrencilik hayatı geliyor. Araştırmada odaklanılan yaş gurubu (11-18 yaş) için okullar en yaygın ve en uzun soluklu, çocuklara erişimin mümkün olduğu yapılar olarak önem kazanmaktadır. Araştırmaya göre, tüm belirsizliklerine ve kırılganlıklarına karşı okulları ve eğitim politikalarını güçlendirmek gerekmektedir. Bulgular, sosyo-ekonomik durumun çocuğun iyi olma halini sağlayan bütün alanları etkilediğini, düşük sosyo-ekonomik statüdeki çocukların krizler ortamında daha da kırılgan bir hale geldiğini göstermiştir.
Eğitimde ve İstihdamda İstatistiklere Dayalı İlerleme
2024 yılında 6 ve üzeri yaş nüfus içinde okuma yazma bilmeyen toplam 1.763.498 kişi var. Bu sayı içinde erkeklerin okuma yazma bilmeme oranı %0,8, kadınların %3,7’dir. Kadınların okuma yazma bilmeme oranı erkeklerden yüksek. Kadınların okuma yazma eksikliği basite indirgenecek bir eksiklik değildir. Bu aynı zamanda sağlıkta, kamusal alanda, kurumsal işlerde kendini gösteren bir erişilebilirlik eksikliğidir. Bir kadının sırf okuma yazma bilmiyor diye itirazını dilekçe yazarak bir kuruma iletme eksikliğidir. Otobüs veya minibüse kendi başına binip işlerini halledebilme eksikliğidir. Kısacası bağımsız bir yaşam eksikliğidir. Okuma yazma bilen fakat bir okul bitirmeyen 7.461.239 kişinin %8,2’si erkek, %10,8’i ise kadındır. Bu rakamlar kadınların eğitimden uzak tutulduğunu gösteriyor.
TÜİK’in 2024 Ulusal Eğitim İstatistiklerine göre, 25 yaş ve üzeri nüfusta ortalama eğitim süresi 9,5 yıl; kadınların ortalama eğitim süresi 8,8 yıl iken erkeklerin 10,2 yıldır. Yine kadınların erkeklerden daha az okulda kaldıklarını görüyoruz.
MEB “Geçmişten Günümüze Sayılarla Eğitim 1923-2023” raporunu hazırladı. 100 yıllık periyotu kapsayan bu raporu, AKP’nin ‘bizden önce çamaşır makinesi, buzdolabı, fabrika, hatta toplu iğne dahi yoktu’ diyerek kendinden önceki birikimi yok sayan halisünatif bir etki yaratmaya yönelik propagandasının bir sonucu olarak okumak gerekir. Rakamlar, AKP döneminde ilerleme yaşandığına dair bir algıyı artırmaya yarayan halüsinojen madde gibi iş görmektedir. Bu rakamlara göre;
– İlkokul net okullaşma oranı %93,85 (%93,82 Erkek-%93,88 Kadın)
– Ortaokul net okullaşma oranı %91,21 (%91,22 Erkek-%91,21 Kadın)
– Ortaöğretim net okullaşma oranı %91,70 (%91,82 Erkek-%91,57 Kadın)
– Yükseköğretim net okullaşma oranı %46,02 (%41,06 Erkek-%51,19 Kadın)
Bu rakamların yanısıra açık öğretim ortaokul öğrenci sayısı 337.174 ve açık öğretim lise öğrenci sayısı 2.009.489’dur. İlkokuldan liseye gelinceye kadar azalan öğrencinin bir kısmının açık öğretimde, bir kısmının da “ne eğitimde ne de istihdamda” (NEET) olduğunu görüyoruz. Neden bu öğrenciler örgün eğitimde değiller?
Aşağıdaki tabloda TÜİK’in İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2025 rakamları 15-24 yaş arası genç nüfustaki istihdam ve işsizlik oranlarını bize veriyor. 15-24 yaş arası genç nüfustaki kadınlar işgücüne daha az dahil oluyor ve daha az istihdam ediliyorlar.

Kaynak: İşgücü İstatistikleri, Ağustos 2025, Temel İşgücü Göstergelerinden (15-24 yaş) derlenmiştir. (data.tuik.gov.tr)

Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistiklerinden (Ne eğitimde ne istihdamda olan genç nüfusun bitirdiği eğitim düzeyi, 2025 yılı II. çeyreği) derlenmiştir. (data.tuik.gov.tr)
Yukarıdaki tabloda da yine aynı nüfusun her eğitim düzeyindeki NEET oranını görüyoruz. 2025-2028 Yılı Ulusal İstihdam Stratejisi’nde, yükseköğretim mezunlarında her üç kişiden birinin NEET kapsamında olduğu, bu durumun eğitim istihdam ilişkisinin etkin biçimde kurulamamasıyla ilişkili olduğu belirtiliyor. Rapora göre, “Yükseköğretim mezunları kendi eğitim ve niteliklerine uygun iş bulamadıklarında ya daha uzun süre işsiz kalmayı göze almakta ya da işgücü piyasasının dışına çıkma eğilimi göstermektedir.” (s. 44). Raporda genç kadınlar arasındaki NEET oranlarının, genç erkeklere göre daha yüksek olduğu, kadınların ev içi ve bakım sorumluluklarının ve buna bağlı olarak işgücü piyasasındaki kırılgan konumlarının buna sebep oluşturduğu ifade ediliyor.
Türkiye’de NEET kapsamındaki gençlerle ilgili yapılan çeşitli çalışmaların incelendiği “Ne Eğitimde Ne İstihdamda Olan (NEET) Gençler İzmir Araştırma Raporu”nda NEET statüsünde yer alan gençlerin heterojen bir yapıya sahip olduğu, coğrafi bölge, yaş, cinsiyet, eğitim durumu ve iş deneyimi gibi konuların NEET olmanın belirleyici faktörleri olduğu belirtiliyor (s. 48-49).
BETAM’ın, TÜİK’in 2023 Hane Halkı İşgücü Anketi mikro verilerini kullanılarak Türkiye’de NEET gençlerin bölgesel, eğitimsel ve demografik özelliklerini analiz ettiği raporuna göre bulgular, NEET oranlarının yalnızca işsizlik düzeyleriyle değil, aynı zamanda eğitimden kopuş, toplumsal cinsiyet rolleri ve istihdam geçişindeki yapısal engellerle yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Rapora göre, Türkiye’de NEET gençler arasında iş arayanların sayısı beklenenden düşüktür. Bu gençlerin çalışmak istediği hâlde iş aramama nedenleri incelendiğinde, en sık belirtilen nedenler “daha önce iş arayıp bulamamak” (%30,2), “kendi vasıflarına uygun iş olmadığını düşünmek” (%22,3) ve “yaşadığı bölgede iş bulunamayacağı inancı” (%16,3) olarak öne çıkmaktadır. Bu sonuç, gençler arasında iş bulma umutsuzluğunun yaygın olduğunu göstermektedir. Bölgeler arasında iş arama eğilimleri açısından belirgin farklar bulunmaktadır. İş arayan oranı en düşük iki bölge, Güneydoğu Anadolu Bölgesi (%14,3) ve Ortadoğu Anadolu Bölgesi’dir (%19,2). Bu bölgeler aynı zamanda en yüksek NEET oranlarına sahip bölgeler konumundadır. Raporda, NEET grubundaki gençlerin önemli bir bölümünün, çalışmayı tercih etmediği, bu tercihin nedenlerinin cinsiyetler arasında belirgin biçimde farklılaştığı belirtilmektedir. Kadın NEET’lerin çok büyük bir kısmı (%78,9), çalışmama nedenini “ev işleriyle meşgul olma” veya “çocuk bakımı” olarak göstermiştir. Bu durum kadınları ev içi bakım rolleriyle tanımlayan toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün kadınların iş gücüne katılımının önünde engel oluşturduğunun somut göstergesidir.
Türkiye’nin işsizlik ve özelde kadın işsizliği oranında Avrupa ülkeleri arasındaki yerine baktığımızda, AB İstatistik Ofisi Eurostat’a göre, Türkiye’nin, üniversiteden yeni mezunların toplam istihdamında 33 ülke içinde yüzde 63,5 ile en düşük orana sahip olduğunu görüyoruz. Ayrıca Türkiye, 2025’in ikinci çeyreğinde sahip olduğu yüzde 25,8 ile Avrupa’nın en yüksek atıl iş gücü kapasitesini barındırmaktadır. Türkiye, üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranının genel işsizlikten daha yüksek olduğu Avrupa’daki tek ülke konumundadır. Türkiye, cinsiyet farkında da olumsuz ayrışmaktadır: erkek yeni mezunların istihdamı % 74,2, kadınların ise %55,2; fark % 19 puandır. Son üç yılda mezun olan Türk kadınlarının yüzde 44,8’i istihdamda değildir. (https://tr. euronews.com /business/2025/10/14/avrupada-yeni-universite-mezunlarinin-istihdami-turkiye-33-ulke-arasinda-son-sirada)
Yükseköğretim’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
YÖK’ün 2024-2025 yılı “Öğrenci Sayıları Özet Tablosu”na göre, Türkiye’de ön lisans 2.853.313, lisans 3.536.439, yüksek lisans 346.668 ve doktora 98.695 olmak üzere toplam 6.835.115 öğrenci bulunmaktadır. 129 devlet üniversitesi, 75’i vakıf üniversitesi ve 4’ü vakıf yüksek meslek okulu olmak üzere 208 üniversite bulunmaktadır. Toplam öğrenci sayısının 3.201.895’i Erkek, 3.633.220’si Kadın’dır. Burada kadın erkek öğrenci sayılarında bir farklılaşma görülmemektedir, fakat aşağıdaki tabloda görüleceği üzere, akademik kariyer basamaklarını tırmanırken kadınlar aleyhine farklılaşma başlamaktadır.
| Erkek | Kadın | Toplam | |
| Profesör | 25.707 | 13.799 | 39.506 |
| Doçent | 14.612 | 11.149 | 25.761 |
| Doktor Öğretim Üyesi | 23.756 | 21.729 | 45.485 |
| Öğretim Görevlisi | 16.893 | 18.395 | 35.288 |
| Araştırma Görevlisi | 17.594 | 21.535 | 39.129 |
| 98.562 | 86.607 | 185.169 |
Kaynak: Tablo 2. Öğretim Elemanları Sayıları Özet Tablosu, 2024-2025 (istatistik.yok.gov.tr.)
Yukarı doğru tırmanırken kadın sayılarında belirgin azalışın başlıca nedeni, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün kadınlara getirdiği çifte yük ve toplumsal normlardır. Akademi halen karar mercilerinden, kararların alınış şekline ve teamüllere kadar eril bir yapıya sahiptir. Rektör, dekan, müdür gibi yönetim kadrolarında kadın sayısı azdır. YÖK’ün 2024-2025 yılı “Öğretim Elemanlarının Akademik Görevlerine Göre Sayıları” tablosuna şöyle bir göz gezdirdiğimizde özellikle Doğu ve Güneydoğu illerindeki üniversitelerde erkek ve kadın profesör sayıları arasındaki farkın çok açıldığını görürüz. Örneğin: Şırnak Üniversitesi’nde 77 Erkek-1 Kadın, Samsun Üniversitesi’nde 45 Erkek-8 Kadın, Hakkari Üniversitesi’nde 14 Erkek-Kadın yok, Muş Alpaslan Üniversitesi’nde 28 Erkek-7 Kadın, Batman Üniversitesi’nde 39 Erkek-6 Kadın, Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nde 56 Erkek-9 Kadın profesör vardır. Kadın profesör sayılarının erkeklerden fazla olduğu üniversiteler de vardır, örneğin İzmir Demokrasi, İstanbul Bilgi, Galatasaray ve Hacettepe Üniversitesi gibi.
Anadolu Ajansı’nın 11 Şubat 2025 tarihli “YÖK’ten Üniversitelerdeki Kadın Akademisyen Oranlarına İlişkin Açıklama” başlığıyla yaptığı habere göre YÖK, üniversite okuyan öğrenciler ve üniversitede çalışan öğretim elemanlarında kadın sayısının şu ana kadarki en yüksek seviyeye ulaştığını belirtmiş ve bundan kendi lehine bir övünç çıkarmıştır. Yazıya göre, Türkiye’deki üniversitelerde profesörlerin yüzde 35’ini, doçentlerin yüzde 43’ünü, doktor öğretim üyelerinin yüzde 48’ini de kadınlar oluşturuyor.
Değerlendirme
Toplumsal eşitsizlikleri ve diğer sorunları anlamak ve çözüm üretmek için istatistiksel olarak veri toplamak, verileri kategorize etmek ve tablolar haline getirmek önemlidir, fakat rakamlar her şeyi söylemez, bazı durumlarda da rakamlara her şey söyletilmez de. Rakamlar ulaşılmak istenen hedefler doğrultusunda manipüle ederek olağanüstü sonuçlar elde edildiğini göstermek için kullanılabilirler. MEB’in “Geçmişten Günümüze Sayılarla Eğitim 1923-2023” raporunu da yukarıda bahsedilen YÖK’ün açıklamasını da böyle düşünmek gerek. Rakamlardan bir “ilerleme hikayesi” çıkarılabilir fakat dikkatli bir okuma yaptığımızda bırakılan boşluklardan bunun sahte bir ilerleme olduğunu görürüz. Rakamlardan oluşan verileri birbirleriyle karşılaştırmak, neden sorusunu sormak, rakamlara dönüştürülmemiş olanı aramak, özellikle de o kategoride kadın ve erkek sayılarındaki farka odaklanmak bizi ilerleme hikayesi altında ilerlemeyenleri, eşitsizlikleri, görünmez kılınanları tespit etmeye götürür. Örneğin yukarıya doğru ilerlerken neden kadın akademisyenlerin sayısının azaldığını sorarak YÖK’ün övünç duyduğu, kadın sayılarındaki “şu ana kadarki en yüksek artış” hikayesinde bir gedik açmış oluruz.























