Duvarları Aşan Kadınların Eğitime Uzanan Yolculuğu

Kategori : Eğitim Dünyası

Geçen ayki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır; o yazıya Bernhard Schlink’in Okuyucu adlı romanıyla başlamıştım. Bu roman, on beş yaşındaki Michael Berg ile otuz altı yaşındaki Hanna arasındaki tutkulu bir aşk üzerine kuruluydu. Ancak bu kitap, bir aşk romanı değildi; okur, kitap boyunca İkinci Dünya Savaşı sonrası kuşağın Nazi Dönemi’yle hesaplaşmasına tanıklık etti. Aslına bakarsanız, romanın gerçek kahramanları savaşın ve savaş sonrasının beraberinde getirdiği sancılardı.

Bu kez, başrolünde yine İkinci Dünya Savaşı’nın yer aldığı bir filmden bahsetmek istiyorum. 2020 tarihli Rusya-Belarus ortak yapımı Persian Lessons adlı film, Türkçeye Umudun Dili olarak çevrildi. Gerçek olaylardan esinlenen bu filmin yönetmenliğini Vadim Perelman üstlendi; başrolleri ise Lars Eidinger ve Nahuel Perez Biscayart paylaştı.

Film, Naziler tarafından yakalanan bir grup esirin kurşuna dizilmek üzere kamyona bindirilmesiyle başladı. Ana karakter Gilles, kamyondaki bir başka mahkûmla sandviçini Farsça bir kitapla takas etti. Bu kitap, onu son anda ölümden kurtardı. Kurşuna dizilmek üzereyken elindeki kitabı göstererek Yahudi değil, İranlı olduğunu söyledi. Tesadüfen kamptaki Nazi subaylarından biri bir İranlı arıyordu ve onu getiren askere ödül verilecekti. Bunu hatırlayan bir asker, Gilles’i kalabalığın arasından çıkararak kampa götürdü. Gilles böylece şimdilik hayatta kaldı; ancak onu çetin bir mücadele bekliyordu. Çünkü aslında Farsça bilmiyordu ve Nazi komutanına bu dili öğretmek zorundaydı. Gilles, kendi yarattığı uydurma dili komutana öğretirken söylediği her kelimeyi unutmamak zorundaydı.

Bu filmi muhakkak izlemenizi öneririm. Yaşamak için yeni bir dil yaratmak… Herhalde bu, insanın karşılaşabileceği en zor görevlerden biridir. Bu filmi izlediğimde, aklıma hemen 11. yüzyıl Japon kadınları geldi. Eğitim ve edebiyattan dışlanan Japon kadınları, kendilerine ait bir yazı sistemi geliştirmişler, şimdi onların hikâyesinden bahsedeceğim.

Duvarların Ardında Doğan Edebiyat

Japon kadınları, diğer ülkelerdeki kadınlar gibi  — hatta belki de daha zorlu—  bir hayat sürdü. Tarlalarda bin bir zahmetle çalıştı, erkeklerin acımasız muamelelerine maruz kaldı. Ancak Milattan Sonra 10. ve 11. yüzyıllarda, sarayda bulunma ayrıcalığına sahip olan küçük bir kesim, tüm bunlardan çok farklı bir hayat yaşadı. Bu kadınlar, neredeyse tamamen inzivada bir hayat sürerek müzik ve kaligrafi gibi alanlarla meşgul oldular.  “Erkeklerin dili ve bilgisi onlara yasaktı ve yüz yüze sohbet etme ayrıcalığı nadiren sunulurdu. Bu nedenle iletişimlerinin büyük bir kısmı mektuplar aracılığıyla yürütülüyordu.”(1)  Böylece genel bilgi edinmek ve bunları gizli gizli paylaşmak için özel yollar geliştirdiler. Japon saray kadınlarının, erkeklerin kullandığı Çince yazı karakterlerini kullanmaları yasaktı. Bu nedenle saray kadınları, o zamanlar yalnızca Çince karakterleri seslendirmek amacıyla sayfa kenarlarına ya da sütunlar arasına yazılan açıklamalar olarak kullanılan kana hece işaretlerini benimsediler. Bu işaretler zamanla kadınlara özgü bir yazı sistemi hâline geldi. Bu nedenle kana hece işaretleri, onna-de (kadın eli) olarak anılmaya başlandı. Saray kadınları bir süre sonra kendi edebi eserlerini yazmaya başladı. Böylece Japonya’da, tamamen kadınlara özgü bir edebiyat ortaya çıktı.  Bu örnek, 11. yüzyıl Japonya’sında cinsiyetçi sınırlamalara rağmen kadınların edebi alanda kendilerine özgü bir yol inşa edebildiklerini gösteriyordu.

Görüldüğü gibi, tarih boyunca Japon kadınları eğitimin ve edebiyatın dışında tutulmaya çalışılmış olsa da vazgeçmediler. Eril düzenin ördüğü duvarlar karşısında yılmadılar; aksine, bu engellerin içinden kendilerine özgü yollar açtılar.

Çin’de Nüshu Dili

Japonya’dan sonra, yine yakın bir coğrafyada, Çin’de benzer bir çabasıyla ortaya çıkan bir dilden bahsetmek istiyorum. Dilin adı Nüshu. Çin’in güneydoğusundaki Hunan eyaletinde doğdu. Nüshu dili, okuma yazma bilmeyen Çinli kadınların gördükleri alfabeleri taklit etme çabasıyla ortaya çıktı. Bu bölgede kadınlar, kendi aralarında bu dili kullandılar. Nüshu, binlerce yıl boyunca anadan kıza aktarıldı ve eğitim olanaklarından mahrum bırakılan kadınların var ettiği bir dil haline geldi.

Zamanla Nüshu, kendine özgü bir kadın kültürünün ortaya çıkmasını sağladı. Bugün hâlâ varlığını sürdüren bu dil, 2006 yılında Çin Devlet Konseyi tarafından Ulusal Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne alındı. Peki ya, bizim coğrafyamızda, Türk kadını hangi durumdaydı?

TÜRK KADINI

Türk kadını da İslamiyet’in kabulünden sonra Arap, Fars ve Bizans saray geleneklerinin etkisiyle ikinci plana düştü. Kadının sosyal hayatı, ev toplantıları ve nadiren yapılan kır gezintileriyle sınırlıydı. Ev yaşamında “haremlik” ve “selamlık” uygulaması vardı; kadın ve erkek ayrıydı. Kızların eğitimi dinî bilgilerle, ev ve el işleriyle sınırlıydı. Kırsalda kadın, kenttekine göre sosyal hayatta daha aktifti; ancak eğitim konusunda kentli kadınla aynı kaderi paylaşıyordu. Kadınlar esaret altında yaşar gibiydi; hukuk açısından hakları gerilemişti.  Bazı Osmanlı fermanlarında kadınların ince kumaştan ferace giymelerinden tutun da dükkânlara girmeleri bile yasaklanmıştı.

Türk kadınının tekrar hatırlanması için 1839’u beklemek gerekiyordu. 18. yüzyılda başlayan, 1839’da Tanzimat Fermanı’yla resmileşen Batılılaşma sürecinde birçok alanda kadın tekrar düşünülmeye başlandı. Özellikle de eğitim alanında gelişmeler yaşandı. 1843’te Tıbbiye Mektebi’nde kadınlara ebelik eğitimi verilmeye başlandı. Ardından, 1858’de önce İstanbul’da olmak üzere kız rüştiyeleri açıldı. 1876 yılında ilan edilen Kanun-ı Esasi’yle ilköğretim kız ve erkekler için zorunlu hâle getirildi.

Yukarıda anlattığım tüm kazanımlar, henüz bir kız çocuğunun varlığını ortaya koyabilmesi açısından çok yetersizdi. Tanzimat’la atılan küçük adımlar sadece kentte yaşayan azınlık bir kesimi etkiledi. Örneğin, ilk kadın romancımız Fatma Aliye, 1862’de dünyaya gelmişti ve babası, dönemin önemli hukukçu, tarihçi ve aydınlarından biri olan Ahmet Cevdet Paşa olmasına rağmen belli bir yaşa kadar eğitim alma şansına sahip değildi. Ağabeyi Ali Sedat‘ın evde özel hocalardan aldığı dersleri dinleyerek kendisini geliştirdi. 17 yaşında evlenen Fatma Aliye, evliliğinin ilk on yılında kocası izin vermediği için, ancak gizli bir şekilde kitap okuyabiliyordu. On yılın ardından kocasının tutumunun değişmesiyle rahatlıkla kitap okuyabildi ve çeviri yapmaya başladı.

Darülmuallimat: Osmanlı’nın ilk kız öğretmen okulunun öğrencileri

II. Meşrutiyet’te Türk Kadını

Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte, birçok alanda olduğu gibi, Türk kadının eğitimi konusunda da değişim ve gelişim yaşandı; ancak kat edilmesi gereken uzun bir yol vardı. Henüz Türk kadınının eğitiminin önünde büyük duvarlar vardı. Bu duvarda ilk çatlağı yine Türk kadını oluşturmuştu, tıpkı yüzlerce yıl önce Japon ve Çin kadınlarının yaptığı gibi.

Meşrutiyet’le birlikte kadınların yükseköğretime ilgileri arttı. Bu doğrultuda gelen talepler ve Darülfünunun verdiği konferanslara kadınların gösterdiği ilgi sayesinde, dönemin Maarif Bakanlığı 24 Ekim 1914’te kadınlar için ilk üniversite olan İnâs Darülfünunu açmak zorunda kaldı. İlk olarak 22 kadın kaydını yaptırdı. 1915’te Darülmuallimat-ı Âliyenin parçası olarak edebiyat, matematik ve fen bölümlerinden oluşan fakülteler kuruldu. Ayrıca 1914’te Darülfünun binasında güzel sanat eğitimi vermek üzere İnâs Sanayi-i Nefise Mektebi adında bir dershane açıldı. İnâs Darülfünunu 1916’da Çağaloğlu’nda müstakil bir binaya taşındı ve ilk mezunlarını 1917’de verdi. Ancak açılan bu okulda da kadının önünde aşılması gereken duvarlar bulunuyordu. Örneğin, kız öğrencilerin canlı nü erkek modellerden çalışmalar yapması istenmiyordu. Bu tepkilerin önüne set çekmek için Arkeoloji Müzesi’nden torsolar getirildi. Öğrenciler bu modelleri kullanarak resimlerini yaptılar; ancak tepkiler son bulmadı. Bu kez de heykellere peştamal giydirilmesi istendi. Ancak kız öğrenciler, erkeklere göre daha yetersiz bir eğitim aldıklarından, karma eğitim için mücadele etmeye başladılar. Bunun üzerine Şükûfe Nihal başkanlığındaki bir öğrenci heyeti, Maarif Nazırı’nı ziyaret ederek erkeklerle birlikte eğitim görme taleplerini dile getirdi. İstekleri 1918-1919 öğretim yılında kabul edildi. Mevcut son sınıf öğrencilerine eğer isterlerse erkeklerin aldığı derslerden sınava girme ve Darülfünun diploması alma imkânı sunuldu. Öğrenciler, genellikle kendi sınavlarına girip İnâs Darülfünun diploması almayı tercih etti. Sadece Coğrafya Şubesinden Şükûfe Nihal HanımDarülfünundaki erkek öğrencilerin tabi olduğu sınavlara girdi ve başarılı olarak “Darülfünundan mezun ilk kadın” unvanını aldı. Kız öğrenciler, gerçekleşen tüm tartışmalara rağmen erkeklerle aynı dershanelerde derse girmeye devam ettiler. Bunun sonucunda 16 Eylül 1921’de Darülfünun Divanı, İnâs Darülfünunu resmen kapattı. 1923’le birlikte Türk kadınının hayatında yeni bir ufuk açıldı; Cumhuriyet ilan edildi.

Cumhuriyet’te Türk Kadını

Türk Devrimi’nin kurmayları, eğitim alanında —özellikle de kız çocuklarının eğitimi konusunda— kat edilecek daha çok yol olduğunun farkındaydı. Türk Devrimi’nin önderi Atatürk, Türk kadınının sosyal hayattaki yeri ve eğitimine büyük önem verdi. Atatürk, bir toplumun cinslerinden yalnızca birinin yükselmesiyle o toplumun başarılı olamayacağını biliyordu ve toplumumuzun başarısızlığının sebebini “kadınlarımıza karşı gösterilen ihmal ve kusurun sonucu” olarak açıklıyordu. Cumhuriyet henüz ilk yılında eğitim alanında ilk büyük atılımını gerçekleştirdi. 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla çağdaş eğitimin temelleri atıldı. 1927’de ise eğitimde karma eğitime geçildi. Böylece kadınla erkek eğitim alanında eşitlendi, artık erkeğin faydalandığı her eğitim kurumunda kadının da yeri vardı. Türk kadını Cumhuriyet’le birlikte hayatın her alanında, erkekle eşitlenme şansını yakaladı. Ancak tüm dünya kadınlarının 21. yüzyılda bile bu şansa sahip olmadığını, Afganistan’ın ilk kadın sanatçısı Sonita Alizadeh’in yaşamı bize çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor:

Karanlıktan Rap’e: Sonita’nın Hikâyesi

O, Afganistan’da küçük bir kız çocuğuydu. Onun ve birçok Afgan kızının hayatında bir rol model yoktu. Çünkü kız çocukları için tek hedef, büyüyüp evlenmek ve çocuk sahibi olmaktı. Küçük bir kız için başka bir yaşamın mümkün olmadığına inanılıyordu. 10 yaşına geldiğinde evleneceğini öğrenince çok mutlu oldu. Çünkü o da biri tarafından “beğenilmişti.” Artık değerli hissediyordu. Yaşamın ona sunduğu tek hayal gerçekleşmişti. Ta ki İran’a göç edene kadar… İran’da küçük kız çocuklarının okula gittiğini gördüğünde, bambaşka bir dünyayla karşılaştı. O ana kadar karanlıkta kalmış zihni aydınlandı. Artık o da okumak, yazmak istiyordu.

Eğitim, ona bambaşka bir yaşamın kapılarını açtı. Adını yalnızca defterlerine değil, Afgan tarihine de yazdırdı. Çünkü Sonita Alizadeh, Afganistan’ın ilk kadın rap sanatçısı olmuştu.

Onun hayatı, eğitimin ve okumanın bir insanın kaderini nasıl değiştirebileceğini en çarpıcı biçimde gösterdi. Günümüzde ülkemizde uygulanan yanlış eğitim politikaları sonucunda, 2016 yılında ortaokullarda kız çocuklarının okullaşma oranı %96 iken, bugün %88’e gerilemiştir. Umarım son dönem eğitim politikalarımız gelecekte yeni mağduriyetler yaşatmaz.

21. yüzyılda Türk kadını eğitim görmek için büyük engeller aşmak zorunda değilse, bunu Türk Devrimi’ne ve kendisine örülen duvarları aşmak için mücadele eden Türk kadınlarına borçludur.

(1). Steven Roger Fischer, Okumanın Tarihi,  Çeviren: A. Handan Konar, Türkiye İş Bankası Yayınları,  1. Basım, 2025, İstanbul,  s: 94

Paylaş:
Etiketler : Çin’de Nüshu Dili, dersler dergisi, Olcay Taşlı, Persian Lessons, Umudun Dili filmi

2 Yorum. Yeni Yorum

  • Güneş Erkoyun
    16 Kasım 2025 07:22

    Olcay bey yazınız özellikle kadınlar için çok değerli❤️Bu süreci unutmadan,hakları kaybetmeden ilerlemeliyiz.Atatürk “Kadın ve erkek eşittir” diyerek bunu başarmıştır🙏❤️

    Yanıtla
    • Avatar photo
      Olcay Taşlı
      16 Kasım 2025 20:21

      Çok teşekkür ederim Güneş Hanım. Atatürk ve kadınlar hakkında düşüncelerinize katılıyorum. Bence Cumhuriyet her şeyden daha fazla “Kadın” demektir.

      Yanıtla

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Eğitimdeki Hukuksuzluklar – 1
Eğitim Sorunlarına Yine Çözüm Yok: 27 Ekim- 2 Kasım Eğitim Gündemi