2020 yılında COVID-19 pandemisinin ortasında İngiltere’de bir manifesto yayımlandı. Manifestoyu yayımlayanlar ise kendilerine Care Collective (Bakım Kolektifi) diyen Andreas Chatzidakis, Jamie Hakim, Jo Littler, Catherine Rottenberg, Lynne Segal’dan oluşan bir gruptu. Kitap bir yıl sonra Gülnur Acar Savran’ın çevirisiyle Türkçe yayımlandı. Teorik yaklaşımı, kavramları ve yazarları sebebiyle uzun zamandır okumak istediğim ve kenarda beklettiğim bir kitaptı ama nihayet yakın zamanda okuma fırsatı buldum.
“Care” uzun zamandır özellikle muhalif hareket içerisinde tartışılagelen bir kavram. Türkçeye nasıl çevrileceği ise hâlâ bir muamma. “Care” kavramının İngilizcedeki anlam derinliğini ve çok boyutluluğunu Türkçe tek bir kelimeyle karşılamak çok zor. O yüzden bakım, özen, ihtimam, duyarlılık, umursama hatta şefkat gibi cümlenin anlam bağlamlarına göre farklı şekillerde çevrilebiliyor. Gülnur Acar Savran da kitabın girişinde yazdığı dipnotta çevirideki bu derinliği vurguluyor ve kendi çeviri tercihleri hakkında açıklamada bulunuyor.
Benim “Care” kelimesi ile karşılaşmam ise Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Bölümünde yüksek lisans yaptığım dönemde aldığım “Toplumsal Cinsiyet ve Hukuk” dersinde oldu. Derste Prof. Dr. Gülriz Uygur konuyu salt hukuk kapsamından çıkararak etik ile bağlantılandırmaktaydı. O yüzden feminist etik ve onunla bağlantılı özen etiği (“Care Ethics” yani o zamanlar derste özen çevirisini tercih etmiştik) dersin temel çerçevesini oluşturmuştu. Oradan yola çıkarak özen etiği ve onunla bağlantılı konular hep ilgi alanımda oldu ama spesifik bir okuma yapma şansına da erişemedim. Bu sıralar ise hayatın bir cilvesiyle kendimi etik konusunda okurken buldum. Bu okumaları yaparken de doğal olarak eski ilgiler bilince çıkmaya başladı ve özen kavramına eğilmek gerekli hâle geldi. Bu arada yurtdışındaki alanyazın oldukça artmıştı ama maalesef Türkçe çevirilerin hızı oldukça kısıtlı. O yüzden “Bakım Manifestosu” kitabını çevrildiği ilk andan itibaren okuma isteği duymuştum.
Kitaba yönelmemin bir başka nedeni ise kendine “Bakım Kolektifi” diyen yazar grubunun içinde bulunan Lynne Segal’dı. Segal feminist teoriye önemli katkılar sunmuş bir sosyalist feminist. Türkçeye çevrilmiş olan Gelecek Kadın mı? ve Yavaş Çekim: Değişen Çağda Erkekler ve Erkeklikler kitabıyla beni de etkilemiş bir yazardır. Başka kitapları da Türkçeye çevrildi Segal’in; son yıllarda daha fazla özen etiği ve mutluluk kavramları üzerine eğilen metinleri oldukça önemli müdahaleler olarak görülmelidir.
Manifesto
Segal’in de içinde yer aldığı “Bakım Kolektifi”nin bu metnini o yüzden çok fazla önemsedim. Bu kısa manifesto giriş bölümü de dâhil olmak üzere yedi bölümden oluşuyor. Giriş bölümünün alt başlığı ise ‘umursamazlık hüküm sürüyor’. Burada COVID-19 pandemisiyle ayyuka çıkan bakım krizinin kısa bir özetiyle başlıyor. Bakım krizi kısaca gittikçe piyasalaşan sağlık ve bakım hizmetlerinin acil bir durumla karşı karşıya kalınca nasıl acımasızlaştığının bir göstergesi. Pandeminin etkisiyle birlikte yoksullar, yaşlılar, göçmenler ve diğer korunaksız grupların sağlık ve bakım hizmetlerinden ne kadar dışlandıkları ortaya çıktı. Manifestoda bakımı merkeze alan yeni bir politikanın ortaya çıkarılması gerektiğine dair vurgu ön plana çıkıyor. Ama bakım yalnızca sağlıkla ilgili ya da fiziksel bakım bağlamında ele alınmıyor. Bakımın çok boyutluluğu vurgulanıyor: “Bakım aynı zamanda, yaşamın esenliği ve serpilmesi için gerekli olan her şeyin beslenmesine yönelik bir toplumsal kapasite ve etkinliktir. En önemlisi, bakımı sahnenin ortasına yerleştirmek karşılıklı bağımlılıklarımızı tanımak ve kucaklamaktır” (s. 12, vurgular yazarlara aittir). Bu alıntıda, manifestonun alt başlığında da yer alan karşılıklı bağımlılık kavramı ortaya çıkıyor ve özen/bakım ilişkisinin ilişkisel, etkileşimsel ve süreçsel yapısını vurguladığı netleşiyor. Yazarlara göre umursamazlık küreselden bireysele yaşamın her boyutunda temel eşitsizlik yönelim olarak karşımıza çıkıyor. Dünyayı ekolojik bir krize sürükleyen küresel kapitalizm ve neoliberal politikalardan gündelik hayatta bizi tükenmişlik duygularıyla karşıya karşıya bırakan ilişkisizliklere kadar yaşamın her boyutu umursamazlıkla bağlı. Yazarlar bu kuşatmaya karşı akrabalık bağlarından topluluklara, devletlerden dünyaya kadar uzanan evrenselleşmiş bir bakım politikası pratiği öngörüyorlar.
Bakım odaklı bir etik-politika öngörülürken ilk olarak Joan Tronto’dan alınan üçlü bir kavramsallaştırma ortaya konuluyor: birine bakmak, birini gözetmek, birlikte gözetmek. Birine bakmak yukarıda bahsedilen türden ihtiyacı olan birisine fiziksel ve duygusal bakım hizmeti sunmak manasına gelir. Burada çocuk bakımı, yaşlı bakımı, hasta bakımı gibi yaşamın önemli boyutlarını içeren bakım pratikleri söz konusu olur. Birini gözetme ise duygusal olarak bağımız olan birisiyle geliştirilen ilişkilerin özene dayalı pratiklerini içerir. Bu kavramla aile, dostluk, arkadaşlık, yoldaşlık gibi bağların özene dayalı ilişkisellikleri vurgulanmaktadır. Birlikte gözetmek, belli sorunları çözme amacıyla benzer kaygıları paylaşan kişilerin bir araya gelerek, özen temelli etik ve politik tavırlar ile pratikler geliştirmelerini ifade eder. Bu ayrımlar bakımın farklı boyutlarını anlamamızda bizlere yardımcı olarak, tutumları doğuracaktır. Yazarlar bakım, özen ve bağımlılık gibi kavramların yaratabileceği bazı kafa karışıklıklarına karşı da okuyucuları uyarmaktadırlar. Zira bunlar kimi zaman baskı kurmak için kullanılan ideolojik içerimli olarak tanımlanmaktadırlar. Özellikle bağımlılık kavramı, temelde ilişkisellik olarak görülmeli ve yaşamın temel unsurlarından biri olarak kabul edilmelidir. Ama bazı kesimler için bu kavram tartışmalı hâle gelir. Örneğin engelliler için bağımlılık hep bir acıma duygusuna maruz kalmaya yol açabilir ve bakım temelli olmayan politikalar, bu duyarlılıkları göz ardı edebilir. Bu yüzden engelli hareketi birilerine bağımlı olmaktan çok özerk davranabilmeyi ön plana çıkartmaktadır. Buradan yola çıkarak özen temelli bir yaklaşımın yaşamın ve özgürlüklerin serpilmesine olanak sağlayan bir unsur olarak tanımlanması gerekir.
Yazarlar sonraki bölümlerde bakım/özen odaklı etik-politikaların farklı boyutlarına vurgu yapmaktadır. İlk etapta kan bağının ötesinde ilişkilerle bağlantı kurulabilecek yeni akrabalık ilişkileri vurgulanmaktadır. Sonrasında bakım/özen temelli topluluklar üretmek için paylaşma, dayanışma, destekleme, farklı mekanlar üretebilme pratiklerine vurgular yapılmaktadır. Bakım odaklı politikaların temeli ise doğal olarak devletler ve kamu politikalarıdır sonraki bölümde buna vurgu yapılmakta ve devlet mekanizmasının toplumsal eşitliği ve dayanışmayı arttıracak bir araç olabileceği üzerinde durulmaktadır. Sonraki bölümde bakımı sadece alınıp satılan bir metaya indirgeyen neoliberal ekonomik politikalar üzerine durulmakta ve bakım hizmetlerine eşitlikçi erişim yollarının aranması gerekliliği ortaya konulmaktadır. Son bölümde ise büyük bir ekolojik krizle karşı karşıya olan dünyamıza karşı özen temelli bir yaklaşımın olanaklılığı tartışılıyor.
Yazarlara göre özen temelli etik-politik tutum feminizm, sosyalizm, ekolojizm, ırkçılık karşıtı hareket, postkolonyalizm gibi eleştirel yaklaşımların bir uzantısı ve onlarla olan eylemdeki müttefikidir. Bu yüzden de yazarlara göre unsurların tümünü birlikte ve bütünleşik düşünmek oldukça uygun olacaktır.
Eğitimde Bakım ve Özen
Bakım ve özen temelli yaklaşımların çok boyutluluğu doğal olarak eğitim alanını da kapsayacaktır. Bakım/özen temelli etik-politiğin müttefiklerinden birisi de eleştirel, dönüştürücü, güçlendirici eğitim teorileridir. Eleştirel eğitim teorilerinin diyaloğa dayalı öğretim yaklaşımı bakım teorilerindeki karşılıklı bağımlılık kavramıyla uyumludur. Üstelik öğretim ilişkileri yukarıda bahsedilen bakıma dair üç boyutu da içeren ilişkilerdir. Bir eğitimci öğrencilerin fiziksel, duygusal, bilişsel, eleştirel ihtiyaçlarını karşılayabilmelidir. Üstelik bu, eleştirel eğitimciler için daha da önemlidir. Öğrencilerin umursanması, onlara özen gösterilmesi ve diyaloğun en önemli parçası olarak görülmeleri bakım/özen temelli bir eleştirel eğitimin de esas amacı olacaktır.
Bakım etik-politik yaklaşımları ile eleştirel eğitim teorileri arasındaki bağları güçlendirmek, gelecek için umut veren politikalar geliştirmek açısından en önemli gerekliliklerden biridir. Bunun mücadelesi hem eğitim praksisinde hem de onun ötesinde elzemdir.























