Eğitim Felsefesi ve Cumhuriyet Eğitimi

Eğitimin Neliği

Nerde bulunduğumuzu görmek için arada bir geriye dönüp bakmamız gerekiyor, bakarken de açımızı ne kadar genişletirsek olduğumuz mekânı ve zamanı çok daha nesnel bir biçimde saptayabiliriz.

Bu yazıda eğitim bağlamında bunu yapmaya, bugün karşı devrim eğitiminin inşasında hangi aşamaya gelindiğini görebilmek için, Cumhuriyet eğitiminin eğitim felsefesi ve tarihi içinde nerede konumlandığını anlamaya çalışacağız. Karmaşıklaşıp kolayca anlaşılmaz olduklarında, olguları ve durumları apaçık kılmanın biricik yolu felsefeyi işe koşmak; konumuz eğitim olunca da eğitim felsefesini kuşkusuz.

Dil, din, sanat, bilim gibi eğitim de felsefenin alanlarından biri. Eğitim felsefesi, diğer alanlara benzer bir biçimde, eğitim olgusunu kavramsal olarak inceleyen, temel sorular soran ve eğitimle ilgili derinlemesine düşünceler geliştiren bir disiplin. Tıpkı dilin ne olduğu, bilginin nasıl edinildiği veya estetik deneyimin doğası gibi, eğitim felsefesi de eğitimin ne olduğu, amacı, yöntemleri, içeriği, paydaşları, bireysel ve toplumsal rolü gibi konuları ele alıyor.

İnsanın eğitim ihtiyacı, varoluşsal bir gerekliliktir. Dünyaya doğa tarafından donatılış olarak doğmayan insan yavrusu, hayatta kalmak, yaşama uyum sağlamak ve potansiyelini gerçekleştirmek için öğrenmeye koşulu. Eğitim, insanın sadece fiziksel değil, aynı zamanda bilişsel, duygusal, sosyal ve ahlaki gelişimini sağlayan temel bir süreç.

Eğitim, bireyin bilgi birikimini genişletiyor, eleştirel düşünme becerilerini geliştiriyor, problem çözme yeteneğini güçlendiriyor ve kendini ifade etme kapasitesini artırıyor. Bireyin yeteneklerini keşfetmesine, ilgi alanlarını belirlemesine ve potansiyelini en üst düzeyde kullanmasına olanak yaratıyor. Kendine güvenli, özgür düşünen ve sorumluluk sahibi bireylerin yetişmesini sağlıyor.

Öte yandan topluma ve hayata uyum sağlamasının, toplumsal değerleri içselleştirmesinin ve toplumsal yaşama aktif olarak katılmasının imkânını sunuyor insana. Kültürel mirasın aktarılması, ortak değerlerin oluşturulması ve toplumsal normların benimsenmesi eğitimin temel işlevlerinden. Eğitimli bireyler, daha üretken, daha duyarlı ve daha sorumlu vatandaşlar olarak topluma katılıyor ve katkıda bulunuyorlar.

Eğitimin, eğitimdeki bireyi hem özgürleştirici ve hem de yönlendirici işlevi arasındaki gerilim, eğitim felsefesinin merkezî konularından. Çünkü eğitim, bir yandan bireye düşünsel bağımsızlık, eleştirel bakış açısı ve sorgulama yeteneği kazandırarak onu dogmalardan, önyargılardan ve dayatmalardan kurtarıp bireyin kendi değerlerini oluşturmasına, özgün kararlar almasına ve kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenmesine olanak tanıyarak kişiyi bireyselleşme ve özerkleşmeye doğru itiyor; diğer yandan, bireyi toplumsal normlara, kültürel değerlere ve mesleki yeterliliklere uygun olarak yetiştirme amacı taşıyor. Dolayısıyla toplumun gelişimi ve sürdürülebilirliği için, bireyi belirli bir bilgi ve beceri setine sahip olmaya, belirli kurallara ve değerlere uymaya, özetle kişiyi toplumsallaşmaya yönlendiriyor.

Bireyselleşme ile toplumsallaşma arasındaki gerilimi çözüme kavuşturmak, kişiyi var kılan bu iki yönü uzlaştırmak, eğitimin temel hedeflerinden biri. Önemli olan, eğitimin bireyi hem özgürce düşünen bir varlık olarak yetiştirmesi hem de onu topluma entegre olmuş, sorumlu bir birey haline getirmesi. Bu, bireye kritik düşünme becerileri kazandırırken aynı zamanda toplumsal sorumluluk bilinci aşılamakla olanaklı. Eğitim, bireyin potansiyelini azami ölçüde ortaya çıkarmasına imkân tanırken, bu potansiyeli toplumsal faydaya dönüştürecek bir çerçeve sunmalı. Yani, bireyin özgürleşmesi, toplumsal yaşamın ve uyumun tamamen göz ardı edilmesi anlamına gelmemeli; tersine, özgürleşmiş bir birey, toplumsal değerlere daha bilinçli bir şekilde katkıda bulunabilmeli.

Tarih Boyunca Eğitim

Platon ve Aristoteles’in ideal devlet odaklı yaklaşımlarından başlayarak, Locke ve Rousseau’nun bireyci eğitim anlayışlarına, Dewey’nin ilerlemeciliğine ve Freire’nin eleştirel pedagojisine uzanan felsefe tarihi boyunca, filozoflar ve eğitim kuramcıları, felsefenin uygulamalı bir dalı olarak eğitimin doğasını, amacını, içeriğini ve yöntemlerini sorguladılar. Sundukları tarihsel çizgide eğitim felsefesinin evrensel rasyonellik arayışından demokratik ve eleştirel dönüşüme evrildiğini gösterdiler.

Eğitim felsefesi, eğitimin felsefi temellerini inceleyen bir disiplin; eğitimin amacı nedir, hangi yöntemlerle gerçekleştirilmelidir, birey ve toplum ilişkisi nasıldır gibi sorular bu alanın soruları. Batı felsefe geleneğinde MÖ 4. yüzyılda Atina’da ortaya çıkan eğitim felsefesi, filozofların metafizik, epistemolojik ve etik görüşleriyle iç içe oldu. Tarih boyunca eğitim, rasyonelliğin peşinde bir imkân olarak görüldü; Platon’dan Dewey’ye kadar uzanan süreçte, aralarında güçlü bağlar kurarak bireysel gelişimden toplumsal reforma yöneldi.

Antik Çin’de “Yüz Filozof/Yüz Okul” dönemi (MÖ 770-221), eğitimin ahlaki ve toplumsal temellerini attı. Konfüçyüs (MÖ 551-479), eğitimi “li” (ayin/ritüel) ve “ren” (insancıllık) üzerinden erdemli insan (junzi) yetiştirme süreci olarak görüyor; kuramı, eğitimin doğuştan gelen potansiyeli (ren xing) ahlaki pratikle geliştirmesi ve öğretmen-öğrenci ilişkisi esasına dayanıyor; klasik metinler olan “Konfüçyüs’ün Konuşmaları”, “Mensiyüs’ün Kitabı”, “Büyük Bilgi” ve “Orta Yol Doktrini” ile biçimleniyordu. Eğitim, imparatorluk döneminde, yetenek ve kişinin bireysel üstünlüğüne, yani liyakate dayanan yönetim demek olan meritokrasinin devlet bürokrasisine aday seçmek için, sivil sınav sisteminin temelini oluşturmuştu.

Antik Yunan’da eğitim felsefesi, bireysel erdemle toplumsal düzeni birleştiren bir yaklaşımla biçimlendi. Sokrates (MÖ 469-399), eğitimi diyalektik yöntemle (soru-cevap) bilginin doğurtulması olarak ele aldı. Bu sorgulayıcı eğitim anlayışı, eleştirel düşünmeye olanak yaratıyordu. Ona göre bilgi erdemdi ve içseldi; öğretmen onu doğurtma yöntemiyle açığa çıkarırdı.

Platon (MÖ 427-347), Devlet ve Yasalar eserlerinde eğitimi ideal devletin temeli olarak gördü. Bu nedenle eğitimi, ruhun akılcı kısmını güçlendirmek ve yönetici sınıfı (koruyucular) yetiştirmek amacıyla tasarladı. Ona göre, yurttaşlara çocukluktan itibaren müzik ve jimnastikle alışkanlıklar kazandırılmalı; yetenekli bireyler matematik, astronomi ve diyalektikle yetiştirilmelidir. Eğitim, sosyal sınıflara göre ayrılmalı ve devletin tekelinde olmalıydı. Platon’a göre eğitimin amacı, adalet ve uyumdu ve müfredatı “müzik/jimnastik, matematik, diyalektik”ten oluşan üç aşamaya dayanıyordu.

Aristoteles (MÖ 384-322), Politika ve Nikomakhos’a Etik’te eğitimi dengeli bir süreç olarak ele aldı. Ona göre insan doğası, alışkanlık ve akıl üçlüsüne dayanıyordu ve tekrar, iyi alışkanlıklar oluştururdu. Müfredat, okuma-yazma, matematik, müzik, beden eğitimi ve bilimleri kapsamalıydı. Eğitimin amacı, erdemli ve iyi vatandaşlar yetiştirmek olmalıydı. Düşünür, bireysel mutluluğun toplumsal uyumla bütünleştiğine, genel eğitimle yargı gücünün gelişeceğine, deneyimle de evrensellerin birleşeceğine inanıyor; gerçekçi, dengeli gelişimi hedefleyen, bilimsel yöntemi savunuyordu.

Orta Çağ, Hristiyan teolojisiyle felsefeyi uzlaştırdı. Bu nedenle Aziz Augustinus (MS 354-430), eğitimi ruhsal aydınlanma olarak görüyor ve inanç ile aklın birbirini tamamladığını ileri sürüyordu. İtiraflar ve Tanrının Şehri’nde adlı eserlerine göre insanın günahkâr doğasından kurtuluşu için eğitim şarttı. Yöntemse, içsel keşif ve ilahi lütuftu. Bu görüşleriyle Augustinus, klasik eğitimi Hristiyanlaştırdı.

Thomas Aquinas (1225-1274), felsefeyi bir adım öne getirerek Aristoteles’i Hristiyanlıkla sentezledi; eğitimi akıl ve iman uyumuyla tanımladı. Ona göre bilgi keşif ve talimle kazanılırdı; öğretmen, öğrencinin içsel potansiyelini açığa çıkarmalı; eğitimin amacı, erdemli hayat ve Tanrı’ya yaklaşmak olmalıydı. İslam felsefesinde Fârâbî ve İbn Sînâ gibi düşünürler de benzer sentezler geliştirmişti; talim (nazari) ve terbiye (ahlaki) ayrımı yaparak eğitim yoluyla mutluluğa ulaşmayı hedeflemişlerdi.

Aydınlanma, eğitimde bireysel özerkliği öne koydu. John Locke (1632-1704), Eğitim Üzerine Düşünceler’de zihni “boş levha” (tabula rasa) biçiminde betimledi ve bu boş levhanın eğitimle, deneyimle doldurulduğunu ileri sürdü. Ona göre eğitimin amacı, kişide rasyonel özerklik ve karakter oluşumu sağlamaktı. Çocukta erken izlenimlerin kalıcı olduğuna, bu nedenle olumsuz çağrışımlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yaptı. Locke’nin eğitim yöntemi, çeşitlilik ve özgür düşünce temeline dayanıyordu.

Romantik pedagojinin babası Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), Emile’de doğal eğitimden yanadır. Ona göre toplum çocuğu yozlaştırırdı, bu nedenle çocuk, kendi doğasına uygun eğitilmeliydi. Duyuların ve aklın gelişim aşamalarına göre çevre manipüle edilmeliydi. Öğrenme, ancak merak ve sorun çözmekle gerçekleşebilirdi. Eğitimin amacı, özgür ve erdemli bireyle yetiştirmek olmalıydı.

Immanuel Kant (1724-1804), eğitimi aklın disiplini olarak ele aldı; ona özgürlük ve ahlak ilkelerini ekledi. Kamusal eğitimi destekleyen Kant’a göre eğitimin yöntemi, yaparak öğrenme; kuramı, negatif (itaat), pozitif (kültür), pragmatik (toplumsal) evreler içeriyordu.

On dokuzuncu yüzyılda John Stuart Mill (1806-1873), Özgürlük Üzerine’de devletin zorunlu temel eğitim vermesi gerektiğini savunuyordu; ancak bireyselliğin korunmasına özel bir vurguda bulunuyordu. Eğitimin amacı, eleştirel düşünce ve çeşitlilik olmalı; tekçilikten (monopoli) uzak durmalıydı.

Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), eğitimi ‘geist’in (tin) diyalektik gerçekleşmesi olarak gördü. Kuramı, tarihsel ilerleme yoluyla özgürleşme düşüncesine dayanıyordu. Karl Marks (1818-1883) ise eğitimi sınıf mücadelesinde bilinç oluşturmanın bir aracı olarak ele aldı. Kuramı, çok yönlü (polihistori) eğitimle proleter bilinç oluşturmak ve kapitalist eğitimi dönüştürme anafikrine dayanıyordu.

Pragmatizmin öncüsü John Dewey (1859-1952), Demokrasi ve Eğitim (1916) adlı çalışmasında eğitimi deneyimsel ve demokratik süreç olarak tanımlamıştı. Dewey’e göre öğrenme, sorun çözme ve sosyal etkileşimle gerçekleşebilirdi. Müfredat, hem geniş bir çerçevede (liberal) hem de belli bir alana odaklı (vokasyonel) olmalı; eğitimin amacı, kişisel gelişim ve toplumsal dönüşüm biçiminde konmalıydı. Eğitimde yöntem olarak otoriter biçimde bilgi aktarmaktan uzak durulmalıydı.

Maria Montessori (1870-1952), hazırlanmış ortamda özgür keşfi savundu çocuğun doğasını ön plana çıkardı. Yöntemi, duyusal materyaller ve özgür öğrenmeydi. Eleştirel pedagojinin kurucusu Paulo Freire (1921-1997) ise Ezilenlerin Pedagojisi’nde (1968) “bankacı eğitim”i eleştiriyor; öğretmen-öğrenci diyaloğuyla bilinçlenmeyi hedefliyordu. Ona göre eğitim, baskıya karşı özgürlüğü ve toplumsal adaleti amaçlamalıydı.

Baskın Eğitim Felsefeleri

Felsefe tarihi boyunca farklı düşünürler tarafından farklı biçimlerde ele alınan eğitim felsefesi, belli başlı şu dört başlıkta öbekleniyor:

İdealizm, en eski felsefelerden biri. Eğitimin amacını, evrensel ve değişmez gerçekleri, erdemi ve ahlakı öğrenmek olarak görüyor. Bilginin kaynağı akıl ve ruh biçiminde kodlayan Platon: İdealist felsefenin öncüsü sayılıyor. “Devlet” adlı eserinde ideal bir devletin ancak filozof krallar tarafından yönetilebileceğini ileri sürüyor. Eğitimin amacının, bireylerin kendi yeteneklerine göre doğru yerde konumlanmasını sağlamak olduğunu belirten filozof, “mağara alegorisi” ile eğitimin insanı cehaletten kurtararak gerçek bilgiye ulaştırma işlevini vurguluyor. Ona göre eğitim, ruhu en iyiye doğru çevirme sürecidir.

Realizm, idealizmin aksine, gerçekliğin zihinden bağımsız olarak var olduğunu savunuyor. Eğitimin amacını, evrenin ve doğanın gerçeklerini bilimsel yöntemlerle keşfetmek olarak görüyor. Bilginin deneyim ve gözlem yoluyla edinilebileceğini savlayan Aristoteles, Platon’un öğrencisi olmasına rağmen, hocasının idealizmine karşı çıkarak realizmin temellerini atıyor. Eğitimin, bireyin akıl ve mantık yoluyla erdemli bir yaşam sürmesini sağlaması gerektiğini düşünüyor. İnsan doğasına uygun olarak bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişimi bir bütün olarak ele alan realizmin bir başka temsilcisi John Locke da deneyciliği öne çıkarıp bilginin deneyimler yoluyla edinildiğini savunuyor. Eğitimin, bireye doğru alışkanlıklar kazandırarak karakterini şekillendirmesi gerektiğini belirtiyor.

Pragmatizm, bilginin ve gerçekliğin sürekli değiştiğini, önemli olanın, problemleri çözmek ve yaşama uyum sağlamak olduğunu savunuyor. Buna göre eğitimin amacı, bireyi sürekli değişen dünyaya hazırlamak ve aktif bir vatandaş haline getirmek oluyor. En önemli temsilcisi John Dewey, eğitimi yaşama hazırlık olarak değil, yaşamın kendisi olarak görüyor. Öğrenmenin yaparak ve yaşayarak gerçekleştiğini, okulun bir laboratuvar olması gerektiğini ileri sürüyor. Demokrasiyi eğitimin temel ilkesi olarak benimseyip eleştirel düşünme, problem çözme ve iş birliğinin önemini vurguluyor.

Varoluşçuluk, bireyin özgürlüğünü, sorumluluğunu ve seçimlerini merkeze alıyor. Eğitimin amacını, bireyin kendi anlamını bulmasına ve özgün bir varoluş geliştirmesine yardımcı olmak biçimde tanımlıyor. Varoluşçu düşünürler Jean-Paul Sartre ve Albert Camus, bireyin kendi özünü kendisinin yarattığını ve bu süreçte eğitimin, bireyin özgür seçimler yapma yeteneğini ve sorumluluk bilincini geliştirmesi gerektiğini öne çıkarıyorlar.

Sonuç olarak felsefe tarihinde eğitim, Platon’un devletçi idealinden Freire’nin eleştirel özgürleşmesine evriliyor. Çağdaş akımlar arasında öğrenci merkezli ilerlemecilik ve toplumsal dönüşümü hedefleyen yeniden yapılandırmacılık öne çıksa ve ortak tema rasyonellik olsa da birey-toplum gerilimi ve yöntem konusundaki tartışmalar devam ediyor. Günümüzde eğitim felsefesi, idealizmi reddeden, adalet ve demokrasi odaklanan kuramlara yöneliyor. Bu kuramların, çağdaş eğitim politikalarını şekillendirmeye devam edeceği görülüyor…

Cumhuriyet Eğitimi

Temelde bir eğitim devrimi olan Cumhuriyet’le birlikte, Osmanlı bakiyesi olan feodal düzenin ve kültürün tasfiyesi için inşa edilen bağımsızlıkçı, halkçı ve aydınlanmacı eğitim sistemi, yukarıda tartıştığımız eğitim felsefesi içinde nereye oturuyor? Önden söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen eğitim devrimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun feodal ve teokratik yapısından kopuşu simgeliyor ve bağımsızlıkçı, halkçı ve aydınlanmacı ilkelerle şekillenen bu sistem, eğitimi ulusal egemenlik, laiklik ve toplumsal kalkınmanın aracı olarak konumlandırıyor.

Millî mücadele ve bağımsızlık savaşının ardından 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, eğitimde köklü bir dönüşümle Osmanlı bakiyesini aşmayı hedefledi. Atatürk’ün “En hakiki mürşit ilimdir” ilkesi, eğitimi feodal düzenden kurtararak bağımsızlıkçı (milli), halkçı (eşitlikçi) ve aydınlanmacı (laik ve bilimsel) bir yapıya kavuşturmuştu. Bu devrim, felsefe tarihinde antik erdem eğitiminden (Platon-Aristoteles) Aydınlanma bireyciliğine (Locke-Rousseau) ve 20. yüzyıl ilerlemeciliğine (Dewey) uzanan çizgide kendini gösterdi. Özellikle Dewey’nin 1924 Türkiye ziyareti ve raporu, eğitim devrimlerinin felsefi omurgasını oluşturdu.

Cumhuriyet eğitimi, Osmanlı’daki medrese-mektep ikili sistemini reddederek laik, milli ve bilimsel bir yapı kurdu. Amaç, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirmekti. Bu, Aydınlanma felsefesinin akıl ve özgürlük vurgusuyla (Kant) örtüşüyordu; ancak pratikte Dewey’nin pragmatizmi baskındı. Dewey’in ilerlemeciliği, eğitimi demokrasinin aracı olarak görüyor; deneyimsel öğrenme, sorun çözme ve toplumsal etkileşimle bireyi dönüştürmeyi hedefliyordu.

Cumhuriyet, eğitim sistemini, Rousseau’nun toplumun yozlaştırıcı etkisine karşı doğal eğitimini (Emile) halkçılıkla birleştirdi; köylü çocuğun doğasına uygun en doğru eğitim, iş içinde iş ile öğrenmeydi. Öte yandan eğitim, ulusal yeniden inşanın aracı olarak toplumsal dönüşümü hedefleyerek en fazla Dewey’e yaklaşıyordu. Bu nedenle John Dewey, 1924’te Atatürk tarafından ülkeye davet edilmiş; Türk eğitimini incelemiş ve raporunda şu önerileri sunmuştu: Merkeziyetçi yapı yerine yerel ihtiyaçlara duyarlı okullara bırakmalı, öğretmen eğitimine önem verilmeli, köylerde pratik eğitimin geliştirilmesi için deneyimsel yöntemler uygulanmalıydı. Bu rapor, eğitim devriminin temelini oluşturdu; Mustafa Necati ve İsmail Hakkı Tonguç gibi eğitim yöneticileri, Dewey’in fikirlerini ülke gerçekleriyle birleştirip geleneksel ve yerel güç odaklarının direncine karşın devrimci bir tutumla uygulamaya koydular.

Dewey’nin Demokrasi ve Eğitim’de altını çizdiği gibi Cumhuriyet eğitimi, otoriter bilgi aktarımı yöntemini reddetti; öğrenme, yaşamla bütünleşik olacaktı. Bu, Platon’un devlet merkezli idealinden uzak, Freire’nin de eleştirel pedagojisinden önceki pragmatizmdi. Halkçılık, Dewey’nin demokratik katılımını yansıtıyor ve eğitim, dönemin sosyolojisinde pek de belirginleşmemiş olan toplumsal sınıf farklarını aşarak ulusal birliğe odaklanıyordu.

Aydınlanma kökenli laiklik ve akılcılık, Locke’un “tabula rasa”sı ile paralellik gösteriyor; Osmanlı’dan kalan hurafeleri silmek için pozitivist bir eğitim yaklaşımı benimseniyordu. Rousseau’nun aşamalı doğal eğitimi, Cumhuriyet’in çocuk merkezli yaklaşımlarını etkiliyor; ancak Dewey’nin toplumsal odaklılığı öne çıkıyordu.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) ile tüm okullar Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak eğitim birliği sağlanmış; Kantçı Aydınlanmanın din-akıl ayrımı ve merkezi yapılanma gereği medreseler kapatılmış, laiklik kurumsallaştırılmış; böylelikle ulusal birliğin eğitim yoluyla inşası hedeflenmişti.

Köy Enstitüleri (1940) de Dewey’nin köy okulu önerilerinden esinlenmişti. Buna göre öğrenciler tarım, sanat ve bilimle birlikte pratik eğitim alacaklar, böylece yetiştikleri köylerin kalkınmasına katkıda bulunacaklardı. Köy Enstitüleri uygulaması, Rousseau’nun doğa içinde öğrenme yaklaşımıyla birleşiyor, kırsalın eğitilmesine verilen öncelikle halkçılık somutlaşıyor; 21 enstitüde 20.000 öğretmen yetiştirilerek aydınlanmacı misyon gerçek oluyordu.

Millet Mektepleri uygulamalarıyla desteklenen Harf Devrimi (1928) ve Latin alfabesinin kabulüyle okuryazarlığın %10’dan %30’a çıktığı eğitim devriminin bağımsızlıkçılığı ise eğitim sisteminin yabancı etki ve denetiminden kurtulması, ülke gerçeklerine özgü yapılandırılmasından kaynaklanıyordu

Demokrasi, deneyim ve toplumsal reformu birleştiren, Aydınlanma ve pragmatik uygulamalarla zenginleşen, feodalizminden modern ulusa geçişi sağlayan Cumhuriyet eğitiminden günümüze ne kaldığı sorusu; basit bir eğitim sorunuyla değil, son 23 yıldır karşı devrim eğitiminin adım adım nasıl inşa edildiğiyle ilgilidir.

Ve o inşada bugün hangi aşamaya gelindiğinin resmi, inşayı durdurabilelim diye, Dersler Dergisi’nde yayımlanan makale, araştırma ve denemelerle durmadan çizilmektedir.

Paylaş:
Etiketler : Aristoteles, cumhuriyet, Cumhuriyetin Eğitim Felsefesi, eğitim felsefesi, Georg Wilhelm Friedrich Hegel, John Stuart Mill, Platon, Pragmatizm, Realizm, Varoluşçuluk

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

 Erdal İnönü’den Kalanlar…
Fatema Albakoury: Düşünmeyi Bize Kim Öğretecek? – Yapay Zekanın Gölgesinde Büyüyen Çocuklar