Haklar, özgürlükler ve insanca yaşanabilecek gelecek için yürümek yüzyıllardır insanlığın geliştirdiği en etkili mücadele biçimlerinden biridir. Yürümek öğretici ve katılıma açık bir süreçtir, yol boyunca geçilen her yerleşim yerinde yürüyüşe yeni katılanlar olur ve yürüyenler yürüme nedenlerini ve isteklerini anlatma olanağı bulurlar. Öğretmenler, yürüyen diğer kesimler gibi kendi hakları, ülkelerinin geleceği ve öğrencilerin eğitim hakkı gibi pek çok amaç için tarih boyunca yürüdüler ve yürümeye de devam ediyorlar.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının ve mülakat mağduru öğretmenlerin taban aylık uygulamasının yeniden uygulanması, sınırlı süreli sözleşmelerin iptal edilmesi ve mülakat mağduriyetinin giderilmesi başta olmak üzere çeşitli taleplerle 25 Haziran tarihinde İstanbul’dan başlattıkları yürüyüş, Ankara’ya 1 Temmuz’da ulaştı. Yürüyüşü gerçekleştiren öğretmenlerin kendilerini bekleyen sendika üyeleri ve dayanışma için sendika binası önünde bekleyenlerle buluşması engellendi ve yürüyüşe katılan 23 öğretmen gözaltına alındı.
Gözaltına alınan öğretmenlerin serbest bırakılmasından sonra sendika üyeleri geceyi sendika temsilcilik binasının önünde dışarıda geçirdi ve ardından planladıkları şekilde etkinliklerine devam ettiler. 2 Temmuz’da sendika üyeleri özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin yaşadıkları mağduriyetin sorumlusu olarak gördükleri derneklerin ve bazı özel öğretim kurumlarının önünde açıklamalar yaparak yaşadıkları sorunları ve taleplerini açıklamaya devam ettiler. Mülakat mağduru öğretmenler de MEB önünde yaşadıkları adaletsizliği ve atama taleplerini kamuoyu ile paylaştılar. Mülakat mağduru öğretmenlerin yaptığı açıklamaya siyasi parti temsilcileri de destek verdi.
3 Temmuz günü ise önce mülakat mağduru öğretmenler MEB önünde bir araya gelerek taleplerini yeniden açıkladılar. Aynı gün, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası temsilcileri ise TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu başkanı ve üyeleri ile görüşmeler gerçekleştirdiler. Komisyon başkanı, özel sektörde yaşanan sorunlara dönük işveren temsilcileri ile görüşmeler yaparak çözüme dair adımlar atılacağı sözünü verdi.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Perşembe akşamı yayınladıkları bir açıklama ile süreci ayrıntılı olarak kamuoyuna aktardı ve önümüzdeki döneme dair yaklaşımlarını açıkladı. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası üyeleri hafta sonuna dek hak mağduriyetine neden olan kurumların önünde açıklama yapmayı sürdürürken mülakat mağduru öğretmenler de taleplerini seslendirmeye devam ettiler.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikasının ve mülakat mağduru öğretmenlerin hak mücadelesi önümüzdeki haftalarda da devam edecek. Öğretmenlerden, yoksulluk sınırının altında ücret aldıkları koşullarda eğitim hizmeti üretmeleri beklenemez. Öğretmenlerin talepleri açıktır; TBMM’de Milli Eğitim Komisyonu toplanmalı ve artık katlanılması mümkün olmayan koşullarda çalışmak zorunda kalan özel sektör öğretmenlerinin sorunları çözülmeli, ek atama ile mülakat mağduru öğretmenlerin tamamı göreve başlatılmalıdır.
Proje Okullarında Sınırsız Yetki Olmaz
Proje okullarında yaşanan hukuksuz ve adaletsiz atamalar aylardır tartışılıyor; 10 Nisan tarihinde Bakan oluru ile il MEM kadrolarına alınan bazı öğretmenlerin sonradan kimi müdahalelerle yeniden atamalarının yapılması bu okullarda yaşanan keyfiliği yeniden gündeme getirdi. Ataması yapılmayarak il emrine alınan 9252 öğretmenden bazıları için, okul müdürleri ve MEB’e etki edebilecek kişilerin müdahaleleri ile yeniden kararnameler düzenlendi. “Yeniden ataması yapılan öğretmenleri kimler, hangi gerekçelerle belirledi ve hangi mekanizmalarla bu kişilerin atamaları yapıldı?” soruları günlerdir soruluyor ancak bir yanıt alınamıyor.
Görev süresi uzatılan ve uzatılmayan öğretmen ayrımından sonra şimdi de görev süresi uzatılmayan öğretmenler arasında yeniden atananlar ve atanmayanlar ayrımının bizzat yöneticiler eliyle oluşturulmuş olması, proje okullarında yaşanan sorunlu ve tartışmalı durumu daha da kalıcılaştırmakta ve derinleştirmektedir. Proje okullarında yapılan işlemlerin hiçbirinin açıklanabilir ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
Proje okullarında tartışmalı işlemler devam ederken diğer taraftan da proje okullarında görev süreleri uzatılmayan çok sayıda öğretmen idari yargıya başvurarak söz konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulması ve iptal edilmesi istemi ile ilgili dava açtı. Açılan davalarda ilk yürütmeyi durdurma kararları da gelmeye başladı. Verilen kararlarda yargı; “Bakanın bu okullara atama yetkisi olduğunu ancak bu yetkinin kamu hizmetinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge kurulmak suretiyle objektif şekilde kullanılması gerekmektedir” diyerek yapılan keyfi uygulamaların hukuksuzluğunu ortaya koymaktadır.
Binlerce öğretmen arasından görev süresi uzatılmayan öğretmenlerin kimler tarafından ve hangi ölçülerle belirlendiğinin açıklanması tartışmanın sağlıklı şekilde sürmesi açısından zorunluluktur. Yasalarla kendilerine verilen görevleri yerine getiren 9252 öğretmeni diğer öğretmenlerden hiçbir ölçü ve kural olmadan ayrıştırmanın açıklanabilir bir tarafı yoktur. Bu işlemin, bakanın kendisine yasalarla verilen yetkinin, okul yöneticileri başta olmak üzere taşra yönetimi tarafından kullanılması, proje okullarında onarılması güç yaralar açmıştır.
Görev süresi uzatılmayan ve okullarından ayrılmak zorunda bırakılan öğretmenlere bir açıklama bile yapılmamış olması, MEB yönetiminin “öğretmene verdiği değer ve öğretmenlerin statüsünü zayıflatan uygulamaları”nın ciddi olumsuz örnekleri olarak eğitim tarihinde yerini almıştır. MEB, yaşanan keyfilik ve adaletsizliğin bu kadar açık olduğu bir konuda öğretmenlerin mağdur olmaması, öğrencilerin eğitim hakkından tam yararlanabilmesi için yapılan işlemleri geri almalı ve proje okulu uygulamasına son vermelidir.
Kimin Eli?
Zorunlu eğitim tartışmaları sırasında isimlerini sıklıkla duyduğumuz, siyasi iktidara oldukça yakın kimi kurumlar yine yaptıkları bir çalışma ile gündeme geldi. Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve Bursa İnsan Vakfı, ölçme değerlendirme süreçleri ile ilgili bir çalıştay gerçekleştirdi ve ardından da 29 Haziran tarihinde çalıştayın sonuç raporu kamuoyuna açıklandı. Basına yapılan açıklamadan söz konusu çalıştaya bazı illerin Milli Eğitim Müdürlüklerinin katıldığını da öğrendik.
İlk olarak, açıklanan metinden, yapılan çalıştayın ve hazırlanan raporun zorunlu eğitimin yapısında ve süresinde bir değişiklik yapılacağı ön kabulü ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Eğitim kamusal bir hizmettir ve bu hizmetten tüm toplumsal kesimler yararlanmaktadır; böylesi bir hizmetin nasıl yapılandırılacağının ve içeriğinin, siyasi iktidar tarafından, kapalı kapılar arkasında, kendisine yakın vakıflarla, derneklerle belirlemesi kabul edilemez. Zorunlu eğitim ancak bilimsel zeminlerde konunun özneleri ile tartışılmalı ve ne yapılacağına toplumsal uzlaşı ile karar verilmelidir.
Çalıştayın sonuç raporundaki kimi ifadeler ise gerçekten oldukça ilginçtir. Rapor, gizli bir elin LGS uygulamasını sürdürdüğü ve her ile üniversite açılmasını sağladığı anlamına gelen cümleler içermektedir. LGS’den kaynaklı akademik çıktıları yüksek olan öğrencilerin bilenen bazı okullara yerleşmesi ve bu öğrencilerin de yurt dışına üniversite için eğitime gitmeleri eleştirilmektedir. Rapor, mesleki eğitim oranının %60’a çıkarılmasını ve 5+3+3 şeklinde bir eğitim dizgesini de önermektedir.
23 yıldır ülkeyi yöneten siyasi iktidarı aklamaya çalışarak eğitimde yaşanan sorunların sorumluluğunu gizli ellere bağlayanlara anımsatmak gerekir; o elin sahibi doğrudan siyasi iktidar ve onun eğitimi yönetmekle görevlendirdiği kadrolardır. LGS’yi kurgulayan ve yaşama geçirenler şu anda da MEB’i yönetmektedir ve dolayısıyla da söz konusu raporda sorumlu olarak işaret edilen o “elin” sahibi bellidir. Eğitimde yaşanan sorunların da, öğrencilerin gelecekleri için yurt dışında eğitim alma arayışında olmasının nedeni de uygulanan politikaların ürettiği sonuçlardır. Öğrencilerin üstün yararını esas alan ve tüm öğrencilerin kamusal eğitim hakkını önceleyen politikalar uygulanmadan da çözüm çok uzak görünmektedir.
Yine Boğaziçi…
Boğaziçi Üniversitesi ve üniversitede yaşananlar gündem olmaya devam ediyor; 1 Temmuz tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Boğaziçi Üniversitesinde Fen-Edebiyat Fakültesi ile Yönetim Bilimleri Fakültesi kapatıldı ve kapatılan fakültelerin yerine Fen Fakültesi ile İnsan ve Toplum Fakültesi adı altında iki yeni fakülte kuruldu. Fakültelerin yetkili organlarının ve bu fakültelerde çalışan bilim insanları başta olmak üzere fakülte bileşenlerinin bilgisi dışında yaşanan bu gelişmenin Boğaziçi Üniversitesinde son dönemde yaşananlardan bağımsız olmadığı açıktır.
Boğaziçi Üniversitesinde geçen yıl İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinin kapatılmak istenmesi ve ayrıca Fen-Edebiyat Fakültesinin bölünmesi girişimine karşı yoğun protestolar yaşanmış ve söz konusu kararlar uygulanamamıştı. Anlaşılan o ki, 1 Temmuz tarihli kapatma kararları kadrolaşma hedeflidir ve üniversite yönetimine muhalefet eden kimi bilim insanlarının tasfiyesini hedeflemektedir. Ancak, akademinin asla biat etmeyeceği unutulmamalıdır. Fakültelerinin bir kararname ile kapatılması konusunda son sözü ise yine Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri söyledi; “Üniversitenin gerçek sahipleri olarak buna izin vermeyeceğiz”.
Karma Eğitim Öğretmenler Arasında da Bitirilmiş
Karma eğitim ve zorunlu eğitimin süresi son dönemde en yoğun tartışılan iki başlıktır; bu iki başlıkta devam eden tartışmalar sadece pedagojik zeminde, bilimsel yöntemlerle değil aynı zamanda da siyasal referanslar ve yaşam tercihleri bağlamında da sürdürülmektedir. Özellikle karma eğitimin fiilen ortadan kaldırılmasına dönük çeşitli girişimlere de bugüne dek pek çok kez tanıklık ettik; bu defa açıklayacağımız durum ise öğrenciler değil öğretmenler arasında karma eğitimin yok sayılması ile ilgili olacaktır.
Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, MEB içerisinde adeta özerk bir yapı gibi hareket ettiği ve uygulamaları ile diğer genel müdürlüklerden ayrıştığı ve bu müdürlüğe sürekli ayrıcalık tanındığı eleştirileri ile uzun süredir gündeme gelmektedir. Öğrenciler için düzenlenen kimi etkinlikleri kız ve erkek öğrenciler için ayrı ayrı gerçekleştiren DÖGM şimdi de yaz dönemi için planlanan öğretmen etkinliklerini kadın ve erkek öğretmenler için ayrı ayrı düzenlemektedir.
MEB, yürüttüğü tüm faaliyetleri Anayasa ve yasalara uygun şekilde yürütmek durumundadır. Karma eğitimin esas olduğunu, erkek ve kadın öğretmenlerin aynı okullarda birlikte çalıştığı unutulmamalıdır. Dini referanslarla kamu okullarında eğitim hizmetinin üretilmesinin mümkün olmadığı gibi, öğrencileri ve öğretmenleri kadın erkek olarak ayrıştırmak da mümkün ve doğru değildir. Laik eğitimi ve laik yaşamı savunmak en önemli önceliğimiz olmaya devam edecektir.
Güzel ve aydınlık günlerde görüşmek üzere…