Yükseköğretim’in Nesi “Yüksek”?

Kategori : Eğitim Dünyası

Yükseköğretim’in Nesi “Yüksek”? başlığı, halen öyle olup olmadığından emin olmadığım için cevabını araştırmaya koyulduğum bir soru değildir. Aksine, deneyimlerim, gözlemlerim ve yaptığım araştırmalar neticesinde “yüksek” olmadığını iddia edeceğim.

2018

2018 yılında Birikim Dergisi’nde (351. sayı) yayımlanan “Taşra Üniversitesi Nedir? Ne İşe Yarar?” adlı yazımda taşra üniversitesini tanımlamaya çalışmış, hocalar, öğrenciler ve yöneticilerin bizzat olumsuz katkılarıyla eğitimin sürdürülebilirliğine ve niteliğine dair ciddi sorunlar barındırdığını tartışmıştım. O yazımda Eğitim Sosyolojisi dersine katılan 20 öğrencimle yaptığımız araştırmanın verilerinden bahsetmiştim. Dönemin yarısına kadar Althusser’in, Freire’nin, Ranciere’in, Durkheim’ın, Bourdieu’nün, Giroux’nun eğitime dair yazdıklarını okuyup tartıştık. Diğer yarısında öğrendiklerini sahaya aktarmaları ve sahadan topladıkları ile öğrendiklerini değerlendirmeleri ve geliştirmeleri için öğrencileri gruplara ayırdım ve her grubu birkaç fakültede veya meslek yüksekokulunda mülakat yapmakla görevlendirdim. Öğrencilerle birlikte soruları hazırladık ve onlar sahaya çıktılar. Her hafta bir grup sahadan elde ettikleri verileri, araştırma yaparkenki gözlem ve deneyimleriyle harmanlayıp bize sundu. Öyle veriler elde ettik ki, kimisini zaten biliyorduk, kimisini yeni öğrendik, ama hepsinden önemlisi öğrenciler bunları tartışarak kendilerine, diğer öğrencilere, üniversite eğitimine ve eğitim politikalarına dair geniş, zengin ve eleştirel bir bakış geliştirdiler. Elde ettiğimiz verilere göre, genel olarak öğrenciler, sınıfların kalabalık olmasından, dolayısıyla hocalarıyla ve birbirleriyle etkileşim içinde olamamalarından; ders materyallerinin (örneğin tarih bölümünde tahtaya asacak bir harita, beden eğitimi bölümlerinde raket veya top) veya laboratuvarlarının (fen ve mühendislik bilimlerinin yeterli laboratuvarları yok veya hiç yok) olmamasından; tuvaletlerin düzenli temizlenmemesinden, sabun veya havlu kâğıt olmamasından; sınıfların temizlenmemesinden; derse giren hocaların bilgi düzeylerinin yetersiz olmasından; hocaların ders anlatmayıp slayttan okumalarından; az sayıda hoca olmasından dolayı bir hocanın neredeyse her derse girmesinden; hocaların derse gelmemelerinden; bölümdeki hocaların kendi aralarındaki çekişmeleri öğrencilere yansıtarak onları da bu çekişmenin tarafları haline getirmelerinden; hocaların öğrencileri azarlayıp aşağılamasından ve ezberci eğitim sisteminden şikâyet ediyorlardı. Fakat bazı öğrencilerin, aldıkları eğitimin kalitesinin düşük olmasından aslında pek de şikâyet etmediklerini, hatta bu durumun işlerine geldiğini de öğrendik. Çünkü nasıl olsa iş bulamayacaklarını, sadece bulunduğu çevrede “okumadı, boş geziyor” denmesini engellemek için okuduklarını söylemişlerdi.

2024

2024 yılına gelene kadar arada, bir pandemi yaşadık. Pandemi döneminde uzaktan eğitimi deneyimledik. Şimdi biraz toparlanmışken ve yüz yüze eğitim rayına oturmuşken araştırmayı yinelemek istedim. Yine soruları birlikte hazırladık ve öğrenciler gruplar halinde sahaya çıktılar. Üniversitede çeşitli fakülteler, MYO’lar ve Devlet Konservatuarı’ndan toplam 150 öğrenciye açık uçlu ve çoktan seçmeli sorulardan oluşan bir anket uyguladılar. 2018’den bugüne nelerin aynı kaldığını veya nelerin değiştiğini görmek benim için önemliydi. Öğrencilere aldıkları eğitimden memnun olup olmadıklarını, okulun kaynaklarını (kütüphane, yemekhane, projektör, dersliklerin durumu vb) yeterli bulup bulmadıklarını, aldıkları eğitimin öneminin ne olduğunu, eğitimlerinde bir öğrenci olarak kendi üzerlerine düşen sorumlulukları ne kadar yerine getirdiklerini, yurt sorunlarını, geleceğe dair kaygı ve planlarının olup olmadığını sorduk. Analiz için öğrenciler herhangi bir istatistik yöntem kullanmadılar. Ulaştıkları sonuçları sunum yaparlarken sürekli tartıştık. Araştırma yaptıkları öğrencilerin cevapları genel olarak üniversite eğitiminin mevcut durumuna ve kendilerine yönelik keşfedici bilgiler sundu.

Genel olarak öğrenciler eğitimlerine ve üniversitenin imkanlarına dair yetersizliklerden şikayetçiler. Şikayetleri şu başlıklar altında topladım: Hocaların dersi slayttan okuyarak yapmaları, uygulamalı bir bölümde okuyan öğrenciler için uygulama yapacak cihaz eksikliği, hocaların ezbere dayalı bilgi talebi, sınav zoruyla öğrenme, bölüme yönelik ders sayısının azlığı, uygulama eksikliği (örneğin anestezi bölümünden bir öğrenci entübasyon eğitimini okulda almadıklarını bu nedenle hastaneye staja gittiklerinde yetersizlik yaşadıklarını söylüyorlar), kadavranın olmaması (1. sınıf Tıp öğrencilerinin şikayeti), MYO’da ders saatlerinin kısalığı (hocaların 2 saatlik dersi yarım saat veya 40 dk. anlatıp gitmeleri, bu nedenle diğer ders saatine kadar uzun bir süre beklemek zorunda kalmaları), her an dersin iptal edilebilecek olması (öğrenciler derse 5-10 dakika kala hocanın dersi iptal edeceğini öğrenebiliyorlar), hocaların ilgisiz olması, sınıfların azlığı nedeniyle her bir ders için ayrı fakültelerdeki sınıfları kullanma nedeniyle karışıklık yaşanması (örneğin bir MYO kampüsün dışında, biraz uzağında, kötü ve eski bir bina, öğrenciler bir fakültenin amfisini ders için kullanıyorlar), kütüphanede yeterli kitabın olmaması, yetersiz veya bozuk malzeme nedeniyle laboratuvarda uygulama yapılamaması, tuvaletlerin pisliği, kantin yetersizliği, bir MYO’da sınıfların, yerin altında, küçük, pencerelerinin yukarıda ve küçük olması nedeniyle havasız oluşu, sınıfta projeksiyon aletlerinin çalışmaması, asansörlerin bozuk olması, okulda internete erişimin mümkün olmaması…

Öğrenciler eğitimlerinde kendi üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirdiklerini söylüyorlar. Sorumluluk olarak algıladıkları şeyleri sadece derslere girmeleri ve ödevlerini yapmaları olarak ifade ediyorlar. Bazı öğrenciler ödevleri saçma bulduklarını, bu nedenle yapmadıklarını, bazı öğrenciler ödev yapma zorunluluğunun onları strese soktuğunu belirtmişler. Bazı öğrenciler hocaların beklentilerinin yüksek olmasından ve kendilerini zorlamasından yakınmışlar. Derse sadece yoklama zorunluluğu olduğu için gelen öğrenci var. Öğrenciler genellikle sorumluluklarını yerine getirmemelerine işsizlik/atanamama sıkıntısını mazeret gösteriyorlar. Örneğin bir öğrenci, “İşsiz kalma olasılığının verdiği psikolojik sıkıntılardan ve ortamın pek de verimli olmamasından sorumluluklarımı yaptığımı düşünmüyorum.” diyor. Bu gibi öğrenciler atanma garantisi verilmiş olsaydı daha mı çok çalışacak ve bir öğrenci olarak sorumluluklarını yerine getireceklerdi? Emin değilim. Başka bir örnekte de bildiğim bir şeyi gördüm: bazı bölümlerde hocaların bütün öğrencilere hak etmedikleri halde yüksek not vermeleri. Bunun belli ki sağladığı faydalar var: hocalar yüksek not vermek suretiyle eğitimle ilgili kendi üzerlerine düşen sorumlulukları yeterine getirmediklerinin anlaşılmasını güçleştiriyorlar. Bunun öğrencilerde yarattığı etkiyi, “Fazla yapmıyorum, çok düzenli çalışmıyorum ama notlarımı düzenli tutup devamsızlık yapmadığım zaman bana yetiyor, yüksek puanlar alabiliyorum.” cümlesinde görebiliyoruz. Bazı bölümlerde de öğrenciler sınavlardan istedikleri notu alamamaktan dolayı heveslerinin kırıldığını belirtiyorlar.

Yurt sorunlarına gelince, orada bütün öğrenci şikayetleri birleşiyor: İnternetin olmaması, temizliğin yetersizliği, yemeklerin tatsızlığı, temiz yapılmayışı ve azlığı, asansörlerin sürekli bozuk olması, çamaşırlarını yıkamada sorun yaşama, çalışma odalarının petek azlığı nedeniyle soğukluğu, personellerin kaba davranışları, yemek ya da temizliği eleştirdiklerinde öğrencilere kaba davranmaları, idarenin sorunlara ilgisiz kalması… Bu sorunları tartışabilmenin verdiği rahatlıkla öğrencilerimin eklediği bir sorun daha vardı: Ekonomik vb. sıkıntılara istinaden hissettikleri psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle yurtta başvuracakları bir uzmanın olmamasından yakındılar. “Manevi Danışman” adı altında bulunan birimin bu konuda yardımcı olmak yerine öğrencilere “namaz kıl, oruç tut, Allah’a sığın” gibi dine telkinde bulunduğunu söylediler.

Öğrenciler, meslek sahibi olma, kaliteli bir hayat sunması, kendini geliştirmeyi sağlaması, hayallerini gerçekleştirmeyi sağlaması, farklı bakış açıları sunması, insanlara yardım etmeyi sağlaması (sağlıkla ilgili bölümlerde okuyanlar için), bir kadın olarak kendi ayakları üzerinde durmayı sağlaması gibi nedenlerle eğitimi önemli bulduklarını belirtiyorlar. Bazıları eğitimi sadece diploma almak için sürdürdüklerini belirtiyor. Bazıları da “İnsana her konuda bir şeyler kattığını düşünüyorum” diye ifade ediyor. Peki ne katıyor? Üzerine düşünülmemiş, yuvarlama cevaplar. Bir öğrencinin de “Üniversite ve eğitimi kendimin en iyi versiyonunu elde etmek için bir araç olarak görüyorum.” cümlesiyle ne kastettiğini bilemedik.

Bu tür cevapların yanısıra çoğunluğu atanamayacağını düşündüğünü, bu nedenle boşa okuduğunu ifade ediyor. Çoğunun ikinci planı yok. Öğrencilerin gelecek kaygısı var fakat kaygılarını gidermek için çabaları ve arayışları yok. Öğrenciler her şeyden şikayetçiler ama çözüme kavuşturmak için peşinden gitmiyorlar, bunun için düşünmüyorlar. 2018’de araştırmanın sonuçlarında da gelecek kaygısı baskın olduğunu görmüştüm fakat bu seneki cevaplardan öğrencilerin “atanamama”yı bir slogan haline getirdiklerini, eğitime olan ilgisiz ve tutkusuz hallerinin, sorumluluktan kaçmalarının mazereti olarak kullandıklarını gördüm. Fakat araştırmayı yapan öğrenciler anketi uygularken, öğrencilerin çoğunun okuduklarını anlamadıklarını, eğitimle ilgili yaşadıkları sorunları daha önce hiç düşünmemiş olduklarını, “benim yerime sen yaz” diye anketi bizim öğrencilere ya da kendi arkadaşlarına uzatanlar olduğunu söylediler. Benim kendi bölümümdeki gözlemlerine göre, -YKS baraj puanının kaldırılması ile iyice derinleşen bir sorun olarak- zahmetsiz elde ettikleri üniversiteyi yine zahmetsiz bitirmek istiyorlar. Üniversitede sadece fiziksel olarak bulunmalarının yeterli olduğu 2 veya 4 seneyi, alacakları diplomanın diyeti olarak görüyorlar.

Sonuç Yerine

YÖK’ün 2022 yılında aldığı karara göre, Yükseköğretim Kurumları Sınavı’ndan (YKS) ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan TYT ve AYT baraj puanları uygulaması kaldırıldı. Tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarını tercih edebilmek için gerekli olan en düşük başarı sırası koşulu uygulanmaya devam edeceği, sınav süresinin de 135 dakikadan 165 dakikaya çıkacağı söylendi. Zaten puanlar yeterince düşmüştü. Baraj puanı kaldırılmadan önce neredeyse bütün üniversitelerde öğrenciler daha düşük başarı sırasından yerleşmeye başlamıştı. Çok az üniversitede tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarına giren öğrencilerin başarı sırası aynı kaldı. Baraj puanının kaldırılması ile yükseköğretimde zaten çoktan başlamış olan niteliksizleşme kalıcı hale geldi. Yukarıda verdiğim araştırma sonuçlarında da görüldüğü gibi, niteliksizleşmeyi daha da kalıcı haline getiren etkenlerden diğerleri üniversitenin fiziki yetersizlikleri ile hoca kadrosunun, tıpkı öğrencilerdeki gibi eğitim için üzerlerine düşen sorumluluklarını yerine getirmemeleridir.

Kaynakça
Meşe, İlknur (2018). “Taşra Üniversitesi Nedir? Ne İşe Yarar?”, Birikim Dergisi, Sayı 351, 110-117.
Meşe, İlknur (2019). “Bir Mekân Olarak ‘Taşra Üniversitesi’ ve Sosyolojinin Taşrası: Eleştirel Bir Deneyim Analizi”. Moment Dergi 6(1): 657-674.
Meşe, İlknur (2021). “Merkezleşen ve merkezini kaybeden taşrada “taşraesk” üniversiteler”. Saha Dergisi (Üniversite: İktidar, Dayanışma ve Yurttaşlık Sayısı) 8: 52-57.

Paylaş:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Ütopya

İyi bir matematik dersi öğrencilerin…
Sevi Gizem Zeybek: Türkiye’de Yoksulluktan Çocukların Payına Düşenler
Sanat Eğitimi Bir Lüks Değil Çocuk Hakkıdır