Türkiye’de Yükseköğretim Sisteminde Popülist Uygulamalar

Kategori : Güncel

Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi’ndeki 2023 yılı verilerine göre Türkiye’de 129’u devlet üniversitesi, 75’ü vakıf üniversitesi ve 4’ü vakıf meslek yüksek okulu olmak üzere toplam 208 üniversite bulunmaktadır. 2023-2024 yılında ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora düzeylerinde, 3.395.767 erkek, 3.685.522 kadın olmak üzere toplam 7.081.289 öğrenci bulunmaktadır.[1]

YÖK’ün 2020 yılı yerleştirme sonuçları raporunda[2] 2006 yılı ile 2017-2018-2019 ve 2020 olmak üzere dört yıllık veriler karşılaştırıldığında gerek kontenjan sayılarında gerekse yerleşen öğrenci sayılarında sürekli bir artış görüldüğü, örneğin 2006 ile 2020 yılları kıyaslanarak yüksek öğretime başvuran öğrenci sayısının %45 oranında, kontenjan sayısının da %108 oranında arttığı belirtilmektedir. Doluluk oranlarının da 2020’ye gelindiğinde %95’e yaklaştığı vurgulanmaktadır. YÖK gelişme olarak gördüğü sayısal verileri, bilimsel zemine dayalı geliştirdiği yeni sisteme, rasyonel ve gerçekçi kontenjan planlamalarına, kalite eksenli büyümeyi öncelikli kılmasına, yüksek öğrenimin erişilebilirliğinin artmasına bağlayarak bütün raporu bir YÖK güzellemesi haline getirmiştir. Gerçekten de 2019’dan itibaren boş kontentan sayısında azalma görülmektedir fakat Mart 2020’de Türkiye’de başlayan Covid-19 salgını nedeniyle uzaktan eğitime geçildiği üç ders dönemi (2020’nin II. dönemi, 2021’in iki dönemi) sonrasında 2021 Haziran’ında yapılan YKS sınavında boş kontenjan sayısı daha önce görülmedik düzeyde artış göstermiştir. Buna istinaden merkezi ve ek yerleştirme sonrası bir ek yerleştirme kararı daha alınmış ve bu üçüncü yerleştirmeye başvuruyu artırmak için YKS barajı düşürülmüştür. Buna rağmen birçok bölüme ya öğrenci gelmemiş ya da çok az gelmiştir.

Sayısal verilerdeki düşüşün endişesiyle YÖK 2022’de yeni bir karar aldı. Bu karara göre[3], 2022 yılında Yükseköğretim Kurumları Sınavından (YKS) ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan TYT ve AYT baraj puanları uygulaması kaldırıldı. Tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarını tercih edebilmek için gerekli olan en düşük başarı sırası koşulu uygulanmaya devam edecek. Sınav süresi de 135 dakikadan 165 dakikaya artırıldı. Baraj puanı kaldırılmadan önce neredeyse bütün üniversitelerde öğrenciler daha düşük başarı sırasından yerleşmeye başlamıştı. Çok az üniversitede tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarına giren öğrencilerin başarı sırası aynı kaldı. 2021 ÖSYM verilerine göre öğrencilerin % 68’i 150 ve üzeri puan alırken %32’si baraj altında kaldı. Bu kadar açık bir başarısızlığın bir şekilde bertaraf edilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla baraj puanlarının kaldırılmasıyla soruna palyatif bir çözüm bulundu hatta bu durum bir başarı hikayesine dönüştürüldü, fakat baraj puanlarının kaldırılmasına rağmen 2022 yılında yerleşen öğrenci sayısı bir önceki yıla göre sadece 200 bin arttı.

YÖK Başkanı Erol Özvar’ın 2022 YKS sonuçlarına ilişkin yaptığı açıklamada, baraj puanlarının kaldırılması kararı ile adayların üzerindeki baraj kaygısı ve baskısı olmadan YKS’ye odaklanma imkânı oluştuğunu, bunun neticesinde üniversite sınavına girmek için başvuran aday sayısının 3 milyon 243 bin 425 olduğunu ve bir önceki yıla göre %24 arttığını, kontenjanların ise %99’unun dolmuş olduğunu, bu verilerin rasyonel bir planlama yapılması durumunda, arz ve talep arasında sağlıklı bir dengenin kurulmasının mümkün olduğunu gösterdiğini  belirtmiş, şöyle devam etmiştir: “Dünyanın ve ülkemizin içinden geçtiği zorlu pandemi süreci sonrasında, yerleşen adayların sayısının artmasının olumlu sonuçları olacağına canı gönülden inanıyorum. Yükseköğretime katılmanın eğitim almak ya da meslek sahibi olmanın ötesinde kazanımları bulunmaktadır. Bugün tüm dünyaca ve akademik çevrelerce yükseköğretimde yer almanın sosyal, kültürel, ekonomik pek çok katkısının bulunduğu kabul edilen bir gerçektir. Bu minvalde seçkinci bir yükseköğretim anlayışından toplumun her kesimi için kapsayıcı, erişilebilir ve çoğulcu bir yükseköğretim anlayışına geçmenin önemine bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.”[4]  Veriler bize baraj kaldırılmasına rağmen puanın hesaplanması için doğru tek soru dahi yapamayanların sayısının fazla olduğunu söylüyor. Kısacası veriler, nicelik ile övünmek için dahi yeterli değildir. O zaman öğrencilerin üniversiteye girmelerinin önündeki tek engelin YKS barajı olduğu saptaması yanlıştır. Çünkü asıl engel yoksulluk ve devlet okullarında verilen eğitimin niteliksizliğidir.

Sonuç olarak YÖK’ün popülist politikaları ile üniversitelerin ve öğrenci sayılarının artması kaliteli bir yükseköğretimi, demokratikleşmeyi, yükseköğretimin yoksul kesim için erişilebilir olmasını sağlamadı. Üstelik baraj puanlarının kaldırılması sınıfsal eşitsizlikleri ve ilkokuldan liseye eğitimin niteliksizleştiğini daha da aşikâr hale getirdi. Baraj meselesinin bertaraf edilmesi, YÖK başkanının belirttiği gibi “seçkinci bir yükseköğretim anlayışından toplumun her kesimi için kapsayıcı, erişilebilir ve çoğulcu bir yükseköğretim anlayışına geçme”yi sağlamaz.

Yerel Esnafın Velinimeti Olarak Üniversiteler

AKP 2002’de iktidar olduğundan günümüze kadar kendinden önce kurulan devlet ve vakıf üniversitelerinin %100’ünden fazlasını bu 21 yılda kurmuştur. Üniversite sayısının artması tek başına bir sorun değil, aksine bu artışın niteliği gözetmeden, yerelde ekonomik saiklerle ve iktidarın popülist politikalarının bir sonucu olmasıdır. Üniversite ile kurulduğu yerin ekonomisine sağladığı katkıya dair yazılmış çok sayıda makale özellikle küçük şehirlerde kurulmuş üniversitelerin ekonomik saiklerle açıldığını hem akademisyenler hem de yerel esnaf tarafından durumun böyle anlaşıldığını göstermektedir. Bu makaleler üniversitenin yıllara göre öğrenci sayısındaki, öğretim elemanı sayısındaki ve yeni fakülte, meslek yüksekokul ve bölümlerin sayısındaki artışa dair istatistikler ile bu artışın üniversitenin bulunduğu yerin ekonomisine ne kadar sıcak para akışını sağladığına dair, üzerinde epey uğraşılmış izlenimi veren istatistiksel hesaplamalar ve tablolarla doldurulmuştur. Bu makalelerde, öğrenci, öğretim elemanı ve idari personelin aylık harcadığı sıcak para yerel ekonomiye katkı olarak sayılmış, kısacası üniversite sadece iktisadi bir konu olarak ele alınmıştır.

Üniversite yönetimleri tarafından üniversitenin ne kadar büyüdüğü, öğrencinin, yeni binaların ve bölümlerin sayısının artışı ile anlatılır ve bundan kendilerine bir övünç çıkarırlar. Bu anlayışa göre üniversite nicelik olarak ne kadar “gelişirse” öğrencisi, hocası, personeli o kadar tüketecek ve o yerin ekonomisi de o kadar gelişecektir. Yani üniversitelerin insan sermayesi, barınmadan beslenmeye, kırtasiyeye ve temizliğe kadar her kalemde yerel esnafın geçim kapısıdır. Bu nedenle sadece taşra denebilecek şehirlere değil, taşranın da taşrası olan ilçelere varıncaya kadar üniversite/fakülte/meslek yüksekokulu açılması talep edilir.

Yerel ekonominin kullanımına sunulmak üzere açılan üniversiteler müşteri garantilidir. Düşük puanlar ve yüksek kontenjanlar, azami sayıda öğrencinin üniversiteye gelmesini sağlamıştır. Nitelikli bir üniversite öncesi devlet okulu eğitimi, mesleki eğitim ve istihdam sunulmayan gençler taşradaki üniversitelerin müdavimleri olmaktan başka seçeneğe sahip değiller. Bu gençler öteden beri üniversite hayaliyle yanıp tutuşmuyorlar. Ailelerinin bu gençlerin eğitimiyle ilgili bir idealleri yok. Sosyal bilimler, maaş garantisi olan askerlik veya polislik mesleklerine başvurmak için gerekli olan lisans diploması hatırına katlanılan bir eğitim haline geldi, dolayısıyla öğrenciler bu bilimlerin talep ettiği mesaiyi ve emeği vermeye hazır değiller. Bu niteliksizlik sarmalı zaten bunu mümkün kılmıyor. Üniversite eğitimi onlara sınıfsal hareketlilik sağlamıyor, onlardan sadece işsiz ve umutsuz bir kitle yaratıyor. Üniversite bitirmiş milyonlarca genç, geri dönüşümü olmayan bir atık haline getirildiler. Üniversitede okuyan öğrenciler bunların farkındalar ve bu nedenlerle kronik olarak ilgisiz veya tedirginler.

Öğrencilerin hali böyleyken iyi eğitimli hocaların azlığı, bölümlerdeki yetersiz hoca sayısı, fiziksel mekanların darlığı, laboratuvar ve kütüphane yetersizliği, ucuz yemeğin olmayışı ve devlet yurtlarının azlığı taşra üniversitelerinde katlanarak devam eden sorun olma özelliklerini korumaktadırlar. Bu durumda taşra üniversiteleri, eğitim alıyor-muş gibi görünen öğrencilere (eğitimli özne illüzyonuna) varlık kazandıran bir “yükseköğrenim simülasyonu” işlevini görmektedir.

YÖK başkanının belirttiği gibi “seçkinci bir yükseköğretim anlayışından toplumun her kesimi için kapsayıcı, erişilebilir ve çoğulcu bir yükseköğretim anlayışı”na geçip geçemediğimizi sorgulamaya devam etmek adına AKP ile organik bağları olan bir düşünce kuruluşunun 2009 yılında hazırladığı, Türkiye’de Yükseköğretime eleştiriler getiren rapordan şu alıntıyı yapmak istiyorum:

Türkiye’de yükseköğretim, dünyadaki değişimleri algılayıp kendi içinde gerekli yapısal dönüşümleri yeterince gerçekleştirememiştir. Üniversiteler, yakın zamanlara kadar sınırlı bir öğrenci grubuna hitap eden elit yetiştirmeye dönük kurumlar olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.1990’lı yıllardan itibaren üniversite sayısındaki artışa bağlı olarak halkın daha büyük bir kesimi yükseköğretime erişebilmiştir. Buna rağmen, hâlâ birçok öğrenci, üniversite kapılarında beklemekte ve üniversiteye girme ümidiyle sınavlara hazırlanmaktadır. Üniversiteye girişteki güçlükler ve üniversite kapısında bekleyen öğrencilere dönük strateji eksikliği, özel ders ve özel dershaneleri doğurmuş ve güçlendirmiştir. Eğitimde fırsat ve imkân eşitliği, retoriğin ötesine gidememiş ve üniversitenin toplumsal bir kurum olma özelliği zayıflamıştır. Devlet üniversiteleri, kaynaklarını büyük ölçüde devletten sağlamaktadır. Türkiye’de gelişmiş ülkelerde gözlenen alternatif gelir kaynakları (mezun öğrencilerden ve başka kaynaklardan bağışlar, hizmet ve mal üretimi, patent hakları, kira gelirleri vb.) sağlanamamıştır. Türk üniversiteleri, bulundukları bölgenin toplumsal, ekonomik ve teknolojik yönlerden kalkınmalarında temel etmen olmaları beklenirken, daha çok bulundukları bölgeye kamu kaynakları, çalışanları ve öğrencileri aracılığı ile ekonomik canlılık getirmesi beklenen kurumlar olarak algılanmışlardır.”[5]

Bu rapor AKP iktidarının öncesinde ve ilk yıllarındaki yükseköğretimin eleştirisini yapmaktadır.  Yükseköğretimin az sayıda öğrenci alan seçkinci yapısı, eğitimde fırsat ve imkân eşitsizlikleri, üniversiteden bulunduğu yere ekonomik canlılık getirmesinin beklenmesi eleştirilmektedir. İroniktir ki bütün yazı boyunca AKP iktidarı dönemindeki yükseköğretimin sorunlarına ilişkin yaptığım eleştiriler -seçkincilik dışında- ile benzerlik göstermektedir. Bu durumda, yaptıkları eleştirilere karşılık daha iyi bir sistem getiremediklerini hatta yükseköğretimde içinden çıkılmaz yeni sorunlar yarattıklarını anlıyoruz.

Seçkinci eğitim diye eleştirdikleri eğitimin yerine ne koydular? Üniversiteye girmek için YKS baraj puanı kaldırıldığında eğitim seçkincilikten kurtulmuş mu oldu? Baraj sorunu ortadan kalktığında dahi sıfır çeken öğrenci sayısı bize üniversite öncesi eğitim sürecindeki kalitesizleşmeyi göstermektedir. 208 üniversite ve yaklaşık 7 milyon üniversite öğrencisiyle kültürel ve entelektüel bir devrim mümkün olmaz mıydı? Pandemi döneminde üniversitelerin çevrimiçi eğitime geçmeleri ile taşra yerleşimlerindeki esnafın işinin de krize girmesi, üniversitelere ve öğrencilere yüklenen iktisadi nesne olma vasıflarının sürdürülebilir olmadığını gösterdi bize. Bu nedenle üniversiteyi yerel esnafın velinimeti, ekmek kapısı gören bakıştan uzaklaşmamız gerek. Üniversiteler eğitimli bir kamunun ortaya çıkmasını ne kadar sağlayabiliyor? sorusu üzerine düşünmeliyiz. Demokrasinin sağ kalması demokrasi için eğitilmiş bir halka/kamuya bağlıdır. Üniversiteler demokrasinin işleyebilmesi için eğitimli yurttaşlardan oluşan kültürel bir alanı oluşturmak zorundalar. Böyle bir kültürel alanı ve fail yurttaşı üniversitelerin oluşturamamış olması demokrasiyi malul hale getirmektedir. Demokratik kültürü besleyip demokratik yönetimi mümkün kılan türde bir eğitimi muhafaza etmek için eleştirel bir bilimsel eğitime ihtiyacımız var. Eleştirel bir bilimsel eğitim öğrencilerin kapasitelerini geliştirmek, farklı ortak yaşam tarzları ve alanları oluşturmakla sorumludur; öğrenciye dünyayı ve başına gelenleri fark etmesi, değiştirmesi, yeniden yapılandırması için teorik çerçeveler ve kavramlar sunmalı; öğrencilerin bireyselliğine derinlik ve zenginlik katmalı; demokratik bir yurttaşlık için gereken becerileri kazandırmalı; öğrencilerin kendilerini demokratik bir siyasal varlığın üyeleri olarak tasavvur etmelerine yardımcı olmalıdır.

[1] Bkz. https://istatistik.yok.gov.tr/

[2] “Yükseköğretim Kurulu 2020 Yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı Yerleştirme Sonuçları Raporu”, https://www.yok.gov.tr/HaberBelgeleri/BasinAciklamasi/2020/yks-yerlestirme-sonuclari-raporu-2020.pdf.

[3] https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2022/yok-ten-yks-ye-iliskin-kararlar.aspx

[4] https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Haberler/2022/yks-yerlestirme-sonuclari-aciklandi.aspx

[5]Talip Küçükcan, Bekir S. Gür, Türkiye’de Yükseköğretim-Karşılaştırmalı Bir Analiz, SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) Yayınları, 2009. Raporun hazırlanmasına katkı verenler: Alparslan Açıkgenç, Fahrettin Altun, Alper Akınoğlu, Bekir Berat Özipek, Cemalettin Haşimi, Durmuş Günay, Engin Yıldırım, Hatem Ete, İbrahim Kalın, Mehmet Şişman, Mustafa Şentop, Oğuz Borat, Ömer Faruk Batırel, Selahattin Turan, Taha Özhan, Üstün Ergüder, Yılmaz Ensaroğlu, Yunus Çengel, Zafer Çelik, Zühtü Arslan.

Paylaş:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Mesleki Eğitimin Meşruiyeti…
Ölümünün 25. Yılında Yazar, Sendikacı, Öğretmen Fakir Baykurt