Bundan önceki yazımızda, Ortak Metin’de Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin 1739’a göre hazırlandığı belirtilmekle birlikte, “Çağdaş Uygarlık” hedefinden söz edilmediğini, onun yerine “kendi medeniyetimiz”den söz edildiğini, yerine Ortam Metin’de ve çeşitli derslerin programlarında geçen “medeniyetimiz”, “mirasçısı olduğumuz medeniyet”, “kendi medeniyetimiz” ifadelerinde kast edilen medeniyetin Türk-İslam Medeniyeti olduğunu, medeniyet aidiyeti konusundaki bu değişikliğin yeniliklerden biri olduğunu belirtmiştik.
Bu yazımızda, İslam Medeniyeti ile Batı Medeniyetinin kökenlerinin ortak olduğunu, Çağdaş Uygarlığın Yunan rasyonel düşüncesinin bir evresi olduğunu göstereceğiz. Ortaçağ Türk-İslam Medeniyetine dönüşün bir geriliğe neden olacağını savunacağız.
Önce medeniyet kavramı ile bir açıklama yapalım. Tarihsel anlamda medeniyet, şehir hayatının, yazının, işbölümünün, toplumsal sınıfların, devletin olduğu toplumsal yaşam biçimlerini için kullanılır. Fakat “medeniyet” sözcüğü, daha dar anlamda, bu tarihsel anlamdaki medeniyetin objektif, akılcı bilgisel ve teknolojik başarılarını, maddi üretim biçimlerini göstermek için de kullanılır. “Kültür” sözcüğü de öznel dünyanın dışavurumu olarak görülen etik, estetik, edebi ve dini ürünlerine işaret etmek için de “kültür” sözcüğü kullanılır. Medeniyet kavramını bu ikinci anlamda, bilim, teknik bilgi ve teknoloji anlamında alacağız.
Türk-İslam Medeniyeti de Türklerin kendi başlarına yarattıkları bir medeniyet değil, 9. yüzyılda Müslüman olan Türklerin benimsedikleri oluşum halindeki İslam Medeniyetinin bilimine, teknolojisine, felsefesine, edebiyatına, çeşitli güzel sanatlarına katkıları anlamına geliyor. Fakat biz Türk-İslam Medeniyetini İslam medeniyetinin bir parçası olarak gördüğümüz için sadece İslam Medeniyeti diyeceğiz.
İslam Medeniyetinin İki Bileşeni
İslam Medeniyeti ile Batı Medeniyeti (ve ondan çıkan Çağdaş Medeniyet ), Eksen Çağın (M.Ö. 6.-3. Yüzyıllar arası) dört düşünsel dinsel geleneğinden ikisi (diğerleri Hint ve Çin dinleri veya düşüncesidir) üstüne kurulmuştur. Geleneklerden biri, Yahudi tektanrıcılığı, diğeri Yunan rasyonel düşüncesi, bilimi ve felsefesidir. Yunan geleneği, her ikisinin de din-dışı bilgi kadrosunu oluşturur.
Bu iki bileşen arasında, Aklı temele alan Yunan rasyonel düşüncesi ile vahyi / nakli temele alan Hıristiyanlık ve İslamiyet arasında, her zaman bir gerilim olmuştur. Hıristiyanlıkta “Atina ile Kudüs’ün, [Platon’un] Akademisi ile Kilise’nin ne alakası var” diyen Tertulianus’un tutumu hayli yaygındır (Marrou 1956, s. 320). İslamiyet’in ehl-i sünnet geleneği içinde, Goldziher’in gösterdiği gibi, Arapçaya aktarılan Yunan bilimine ve felsefesine karşı çıkanlar, hatta bu bilimleri içeren kitapları yaktıranlar, onlarla uğraşanları güvenilmez bulanlar ve tekfir edenler olmuştur (Goldziher 1985). Bununla birlikte Antik kültürü benimseyen ve destekleyen gruplar da olmuştur.
Müslümanların Yunan Geleneğini Almaları
Yunan rasyonel düşüncesi, İskender’in seferleriyle Mısır’dan Hindistan’a kadar Doğuya, Romalılar aracılığıyla da Yunanistan’dan İspanya’ya kadar Batıya yayılmıştır. Hıristiyanlık zaten başından itibaren Helenistik kültürün etkisi altındaki bölgelerde doğmuştur. İslamiyet ise bu kültürle Yunan geleneğinin az çok canlı olduğu Mısır, Suriye, Irak ve İran’ı fethettikten sonra tanışmıştır. Abbasi halifesi Mansur’dan (784-775) itibaren 250 yıl boyunca Hint, İran ve en çok da −tarih ve edebiyat hariç− Yunan bilgi birikiminin hemen hemen tümü (astronomi, astroloji, matematik, geometri, fizik, tıp, tarım, botanik, zooloji, müzik, felsefe ve mantık alanında birincil eserler) değer verilerek ve benimsenerek sistematik biçimde Arapçaya aktarılmış, muazzam bir bilim, felsefe, edebiyat literatürü oluşturulmuştur. (Çeviri yapılan konular, yazarlar ve eserler için bkz., Gutas 2004, s. 185-188; Macit 2011; Sezgin 2004). Aydın Sayılı (1990, s. 6), bunu İslam dünyasının birinci batılılaşma hareketi olarak görür. (İkincisi de aşağıda bahsedeceğimiz, 1700’lerden günümüze kadar gelen batılılaşma hareketidir.)
Müslümanlar Arapçaya aktarılan bu literatürü önce özümsemişler daha sonra Gutas’a belirttiği gibi er-Razi, İbnü’l-Heysem, ve İbn Sina gibi bilim insanları Galenos, Ptolemaios gibi otoriteleri eleştirel bir biçimde okuyup test ederek hatalarını düzeltmişler ve geliştirmişler ve “10. ve 11. yüzyıllarda çeviri Yunan eserlerinin seviyelerinin üstüne çıkan Arapça özgün bilim ve felsefe yazıları … baskın ve yaygın” hale gelmiştir (Gutas 2003, s. 149). Felsefede de Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflar antik Yunan filozoflarına yeni yorumlar getirmişlerdir.
İslam Medeniyeti Batı Medeniyetinin Bir Parçasıdır
Görüldüğü gibi, Ortaçağ İslam Medeniyeti, Müslümanların sıfırdan yarattığı bir medeniyet olmayıp, Hıristiyan Batı Uygarlığının ana bileşeni olan Antik Yunan’ın bilgi birikimi üzerine kurulmuştur. (Yunanlılar da Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarının birikimi üzerine kurmuşlardır). Nitekim, Zeki Velidi Togan’a göre, Biruni de, uygarlıkları Doğu ve Batı uygarlıkları olmak üzere ikiye ayırmış, “İslam medeniyetini, aslen Yunan medeniyetinden gelen garp medeniyetinin devamı olarak telakki etmiş”tir (1979 s. 638). “Batı”yı, “başlıca fikirleri ve tutumları Yunan ve İbrani kaynaklarından türemiş uygarlıklar” olarak tanımlayan John Passmore da İslam dünyasını da Batı Medeniyetinin kapsamı içinde görür. Fakat ona göre, batının en batı kısımları, bu iki kaynağın etkisini, ikincisi Rönesans ve reformasyonda olmak üzere iki kez hissetmiştir (Passmore 1974, s. 11 dipnot). Müslümanların çeviriler yoluyla hissedişini birinci hissediş olarak kabul edebiliriz. İkincini şimdi ele alacağız.
Hıristiyanlık ise zaten Antik Yunan ve Roma kültürünün hakim olduğu bir ortamda doğmuştur (birinci kez hissedilen etki). Fakat daha sonra bu kültür gölgede kalmış, hatta Yunanca unutulmuştur. Passmore’un ikinci defa dediği etkiyi biz iki evreye ayrılır: 12. Yüzyıl Rönesansı ve asıl rönesans kabul edilen 14-17. Yüzyıl Rönesansı evresine. Bu kültürün canlanmasının bu birinci evresinde Ortaçağ Hıristiyan Dünyası İslam dünyasına yetişmek için hem antik Yunan’ın bilim ve felsefe eserleri hem Yunancadan hem de Arapça çevirilerinden Latinceye çevirmiştir. Onların yanında Arapçadan Müslüman bilim insanlarının ve filozofların telif eserleri de Latinceye çevrilmiştir. Bu çevirilerle İslam dünyası ile Latin Hıristiyanlığı arasında din-dışı bilgi kadrosu aşağı yukarı eşitlenmiştir. Sayılı’ya (1990, s. 5) göre “Onikinci Asır Rönesansı adıyla anılan bu faaliyet modern Batı uygarlığının doğması olayının temel taşını oluşturmuştur.”
Doğu İslam dünyası ile Batı Hıristiyan dünyası arasındaki makas, 14-17. Yüzyılları kapsayan Rönesanstan, ki rönesans denince anlaşılan budur, itibaren açılmaya başlar ve 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Hıristiyanlık dozu yüksek batı uygarlığı, seküler bir uygarlığa ya da “Muasır Medeniyet”e dönüşür. Bu dönüşümde bazı önemli gelişmeler arasında şunları sayabiliriz. Antik Yunan ve Roma kültürünün –Arapçaya aktarılmamış olan− edebiyatı, tarihi, felsefesi, güzel sanatları yeniden keşfedilir ve örnek alınır. Bunlar dinsel kültürün egemenliğini sarsar. Antik kültürün canlanması yanında yeni dünyalar, yeni insanlar, yeni canlılar, yeni kültürler keşfedilir. Bunlar eski dünya imgesini altüst eder. Dünyayı Akdeniz ve çevresinden ibaret sayan Antik çağdan gelen bilgilere ve onların otorite olarak kabul edilen yazarlarına güven sarsılır (Grafton 2004). Astronomide Ptolemaios’un yermerkezli evren anlayışı yerine Kopernik’in güneşmerkezli evren anlayışı ortaya atılır ve Kepler ve Galileo gibi taraftarlar bulur. Fizikte Aristoteles’in otoritesi sorgulanır ve Galileo’dan itibaren Newton’la tamamlanacak olan modern matematiksel fizik ortaya çıkar. Anatomide Vesalius, Galenos’un otoritesini yıkar. Kısaca, ampirik bilimler alanında Ortaçağ’ın eski Yunandan gelen bilimsel paradigmaları yıkılır, modern bilim ortaya çıkar. Dinde reformasyon hareketi Katolik Kilisesi’nin otoritesini yıkar. Felsefede Bacon ve Descartes antik filozofların otoritesine meydan okur. 18. Yüzyılda Modernlerin (Yenilerin) Antiklerden (eski Yunanlılardan ve Romalılardan) daha çok şey bildiği, dolayısıyla insanlığın ileri doğru gittiği fikri galip gelir. 18. yüzyılda sanayi devrimiyle fabrikalarda makineleşmiş seri üretime geçilir, buhar gücü kullanılır. Aydınlanma döneminde, siyasal alanda da bireycilik, doğal hukuk, insan hakları, hukuk devleti anlayışı, halk egemenliği (cumhuriyet, demokrasi), bilimsel rasyonalizm, laiklik, düşünce ve vicdan özgürlüğü, hoşgörü, teorileri ortaya çıkar.
Bu yeni uygarlığın en önemli özelliği, Kilise’nin dogmalarına ve otoritesine karşı aklın (sistematik deney ve gözlemin ve matematiksel ve mantıksal akıl yürütmenin) otoritesini öne süren seküler bir uygarlık olmasıdır. Bu yüzden birçok bilim insanı ve düşünür sansürlenmiş, mahkum edilmiş, hatta yakılmıştır. Bu nedenle, çağdaş uygarlıkta batı uygarlığının rasyonel bileşeni ön planda, din bileşeni geri plandadır. O, İslamiyet’e ne kadar uzaksa veya yakınsa, Hıristiyanlağa da o kadar uzak veya yakındır.
Osmanlılar Niçin Batıya Yöneldi?
Bernard Lewis, “Klasik çağların Müslümanlığı için Frenk Avrupa, kendisinden güneşli İslâm dünyasının öğreneceği hiç bir şeyi olmayan ve pek az korkacağı bir dış barbarlık ve imansızlık karanlığı idi” der (1993, s. 35). Bu, Osmanlılar için de doğrudur. Bu tutumlarından dolayı biraz önce bahsettiğimiz Batı’daki dönüşümleri pek fark etmezler, Batı karşısında küçümseme 17. Yüzyılın sonlarına kadar devam eder.
Hamdullah Suphi Tanrıöver 17 Kasım 1922’de Ankara Öğretmenler Derneği’nde yaptığı konuşmada, “Bize Garp fikirleri topların, tüfeklerin namlusundan geçerek girmiştir. Biz garp rüchanını bizi mağlup eden muharebelerin cebri altında öğrendik” der (Tanrıöver 1987, s. 132). Gerçekten öyle olur. Osmanlı İmparatorluğu, İkinci Viyana Kuşatması’ndan itibaren batılı devletlerin orduları karşısında yenilmeye, toprak kaybetmeye başlar ve Karlofça (1699) ve Pasarofça (1718) anlaşmalarını imzalar. Osmanlılar Batı’nın üstünlüğünü ve bunun devletin bekası için ciddi bir tehdit olduğunu görürler. Batıya ilgisinin nedeni bu yenilgilerdir.
Batılı devletleri güçlü yapan şeyi öğrenmek için elçiler gönderilir. “Vesait-i umran ve maarifine dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek kabil-i tatbik olanların takriri” talimatıyla 1721’de Fransa’ya gönderilen (Karal 1988, s. 56) Yirmisekiz Mehmet Çelebi’den sonra Sayılı’nın ikinci batılılaşma hareketi olarak gördüğü batılılaşma başlar (1990, s. 6). Matbaa gelir (1727). Asıl amaç askeri bakımdan güçlenmek olduğundan askerlerin taliminde ve donanımında batı örnek alınır: Hendesehane (1734) ve Mühendishane-i Bahri-i Hümâyûn (1776) Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn (1795), Tıphane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure (1827), Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye (1834) ve sivil Rüşdiye mektepleri (1839) açılır, giderek –geleneksel eğitim kurumları olan medreselerin yanında− bir mektepler sistemi ortaya çıkar, Tanzimat’la hukuk modernleşir modernleşir, giderek giyim kuşam ve adab-ı muaşeret alafrangalaşır.
Cumhuriyet döneminde modernleşme daha da radikalleşir. “Bizi mağlup eden muharebelerin cebri altında” Viyana önlerinden Polatlı’ya kadar sürüldükten sonra bugünkü Türkiye topraklarını kurtarmak için bir ölüm kalım mücadelesi veren kadronun lideri, kurtuluştan sonra, eski günlere bir daha dönmemek için bir dizi inkılapla “bütün mana ve eşkaliyle” muasır, medeni bir toplum düzeni inşa etmiştir. Çünkü ona göre “medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak, şart-ı hayattır”, aksi takdirde onun “huruşan seli altında boğulmak” kaçınılmazdır ve “beynelmilel umumi mücadele sahasında sebebi hayat ve sebebi kuvvet olacak ilim ve vasıta [da] ancak muasır medeniyette bulunabilecektir” (5 Kasım 1925’de Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında yaptığı konuşma). Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri ve bütün mana ve eşkaliyle medeni bir heyeti içtimaiye haline isal etmek” yapılan inkılapların “umde-i asliyesi” olduğunu ifade eder (Kastamonu’da konuşma, 30.8. 1925). Bu medeniyetçilik, aslında bütün inkılapların oklaşmamış temel ilkesi olur.
Fakat Cumhuriyet dönemi Batılılaşma hareketinin daha öncekilerden farkını belirtmemiz gerekir. Yukarıda, batıda Rönesansla başlayan değişimlerden bahsederken belirttiğimiz gibi, modern Batı uygarlığı sadece bilim ve teknolojiden (harsın karşıtı olan “medeniyet”ten) ibaret değildir. Onun siyasal, hukuksal ve felsefi boyutları vardır. Daha önceki batılılaşma hareketleri sadece pragmatik sonuçlarından dolayı, güçlenmek için yapılmıştır ya da en azından pragmatik argümanlarla haklı çıkarılmıştır. Yukarıda yaptığımız alıntıda da görüldüğü gibi bu argümanı Atatürk de kullanır. Fakat o, farklı olarak, medeni yaşam tarzını kendi başına da değerli görür. Örneğin, “En doğru, en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kafidir” (Kastamonu’da konuşma 30.8. 1925)) der. Fakat onlarınki saf bir Batı hayranlığı değildir. Örneğin, Ziya Gökalp “siyasi garp” ile “medeni garp” arasında ayrım yapar. İkisini karıştırılmaması için uyarır (1992, s. 252-253). Birincisi, “tek dişi kalmış canavar”a denk gelir mücadele edilmelidir. Kurucular onunla çok boğuştuklarından, iyi tanırlar. İkincisi ise, hümanist insanlık idealleridir ve ona değer verirler.)
Bu medeniyet tercihi eğitimi de etkiler. Çünkü Durkheim’in (2016, s. 53-54) dediği gibi toplum, içinde yaşadığı koşullarda bekasını neleri nasıl yaparak sürdürebileceğine dair bir karar verir, bunları yapacak bir insan ideali oluşturur. Henüz sosyal yaşama hazır olmayan yeni yetişen gençlerin kalbinde, kendi bekasını sürdürmesini sağlayacak belirli bedensel, entelektüel ve ahlaksal durumları eğitim yoluyla uyandırıp geliştirerek bu ideali gerçekleştirmeye çalışır. Terbiye ve maarif meselesi, Gökalp’in dediği gibi, “medeniyet meselesinin bir fer’idir (Gökalp 2019, s. 210).” İkincisi çağdaş uygarlık olarak kararlaştırılınca, birincisi eğitimin amacı, içeriği, araçları büyük ölçüde halledilir. 1739’daki ifade ile “Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmak” amaç olur.
Hangi Medeniyet İşlevsel işlevsel?
Model’de, yüz yıllık tercih olan çağdaş uygarlığın yerine Türk-İslam Medeniyeti’ni koydu. Peki Batıya yönelişin başta gelen beka amacı açısından hangisi daha işlevsel olur?
Türkiye’nin Batıya yöneldiği zamanlarda bilim ile teknoloji arasındaki bağlar o kadar sıkı değildi. Bugün ise sadece askeri değil, tarım, sağlık hizmetleri, sanayi üretimi, ulaşım, iletişim, her şey matematiğe, fiziğe, kimyaya, biyolojiye, meteorolojiye… dayanıyor. Kara, hava ve deniz ulaşım araçları; sağlıkta teşhis ve tedavi araçları, ilaçlar, aşılar; temizlik ürünleri; gübreler, tohumlar; savaş veya savunma silahları, tanklar, füzeler, gemiler; bilgisayarlar, iletişim araçları bu bilimlerin uygulamaları. Bu bilimlerde ve teknolojide üretken olmayan toplumların yoksulluktan ve üretken uluslara bağımlılıktan kurtulması imkansızdır. Batılılaşma sayesinde Türkiye, ekonomisiyle, yetişmiş insan gücüyle, üniversiteleriyle, demokrasisiyle İslam ülkeleri arasında nispeten ileri bir konumdadır. Bilim ve teknoloji de hala Batı’dadır.
İslam medeniyetinin parlak, fakat çağdaş medeniyetin şimdiki durumuyla karşılaştırdığımızda parlak görünmeyen İslam medeniyetine dönüş, modern batı uygarlığın sağladığı araçları sağlayabilecek durumda değildir. Çünkü o medeniyetin bilimi, bilimsel devrimle aşılan Ortaçağ bilimidir ve ondan bugünkü teknoloji çıkmaz.
Model, akıl karşısında kalbi, 1739’daki “hür ve bilimsel düşünme gücüne sahip” insan ideali yerine en yüksek dinsel bilgiye erişmiş kamil insan idealini öne çıkarıyordu. Peki kalp bilgisinin en yükseğine, marifete sahip olanlar ya da olduğu iddia edilenler bu araçları sağlayabilir mi? Yakın zamanlarda yaşadığımız covid salgını sırasında sağlayamayacaklarını gördük. Hepimiz aşı için bilimsel bilgiye ve düşünme gücüne sahip biyologları bekledik. Çare de onlardan geldi.
İslam medeniyetini geliştirmeye gelince… Kuhn’un ve Feyerabend’in bilim tarihinden hareketle geliştirdikleri ve bilim ile bilim olmayan arasındaki sınırları bulanıklaştıran bilim felsefeleri Feyerabend, Batı bilimini objektiflikten ve genellikten yoksun, Batının kültürel bir ürünü olarak resmettiler. Feyerabend Yönteme Hayır adlı kitabının Türkçe çevirisine yazdığı Önsöz’de (1989, s. 12-14) onu “birinci dünya bilimi” olarak adlandırdı ve “her kültür, her ulus, kendi özel gereksinmelerini karşılayacak bir bilim kurabilir” dedi. Bundan etkilenen günümüz İslamcıları, hars-medeniyet ayrımı temelinde harsını almaksızın medeniyetin alınmasına cevaz veren Mehmet Akif gibi İslamcılardan farklı olarak, batının harsına ait olduğu inancıyla modern bilimi de reddetme, onun yerine İslami bilimleri geliştirme eğiliminde görünüyorlar. Batıyı gülüyle (medeniyetiyle) ve dikeniyle (harsıyla) alalım diyen topyekün batıcıların tam tersine Batının gülü de dikendir diyerek, topyekün Doğulu kalalım diyorlar. İslami antropoloji, İslami psikoloji başlıklı kitaplar kitaplar var. Bilim olduğu tartışmalı bu gibi alanlarda böyle dini perspektifi esas alan bilimler kurulabilir. Fakat doğa bilimleri, örneğin, fizik alanında bu yapılabilir mi? Yapılsa bile kurulan bilimle, batı bilimine dayalı olarak üretilen teknolojilerle rekabet edebilecek teknolojiler, mesela atom bombası üretilebilir mi? Cevap olumsuzdur.
Tarihsel Türk-İslam medeniyetini geliştirmek için de çağdaş, bilimsel, rasyonel eğitim gereklidir. Çünkü Kültür ve Medeniyetimize Yön Verenler Dersi Öğretim Programı’nda, öğrencilere rol modeli olarak tanıtılatacak ressamlar (Osman Hamdi Bey), mimarlar (Mimar Kemalettin, Turgut Cansever), bilim insanları (Cahit Arf, Feza Gürsey, Oktay Sinanoğlu), tarihçiler ve bilim tarihçileri (Halil İnalcık, Fuat Sezgin), hukukçu (Ali Fuat Başgil), şairler (Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl, Sezai Karakoç), müzisyenler (Sadettin Kaynak, Barış Manço), yazarlar düşünürler (Fatma Aliye , Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ahmet Hamdi Tanpınar), filozoflar (Nurettin Topçu, Teoman Duralı) −Sadettin Kaynak hariç− hepsi bir biçimde Batı’da ve/veya Türkiye’de batı tarzı okullarda, “mektep”lerde öğrenim görmüşlerdir. Eğer Türk-İslam Medeniyetine katkı yapacak nesiller yetiştirilecekse, onların da benzer bir eğitim almaları gerekir.
Öyleyse yapılması Bugün gereken, parlak İslam uygarlığını kurup geliştirenlerin yaptığını yapmaktır: Kimin ürettiğine bakmaksızın dönemin en iyi bilimini ve teknolojisini, yani çağdaş uygarlığı, yaratıcı biçimde sahiplenmek, öğrenmek, özümsemek ve o uygarlık içinde yaratıcı olmaktır. Ayrıca, dini veya başka nedenlerle çağdaş uygarlığa sırt çevirmek de anlamsızdır. Çünkü iki uygarlık, birbirine yabancı uygarlıklar değildir, aynı köklerden gelmektedir. İki uygarlığın kökleri hemen hemen aynıdır. İslam bilimleri tarihçisi Sezgin’in (2004, s. 22) dediği gibi, “genç Batı uygarlığı İslâm uygarlığının değişik coğrafi ve iktisadi şartlar altında gerçekleşen devamı”dır (vurgular Sezgin’e aittir).
Kaynaklar
Feyerabend, Paul K. 1989. Yönteme Hayır. Çeviren: Ahmet İnam. İstanbul: Ara Yayıncılık.
Goldziher, İgnaz. 1981. The attitude of orthodox Islam toward the “ancient sciences”. M.L. Swartz (çevirmen ve editör). Studies on Islam. Oxford University Press içinde (s. 185-215).
Gökalp, Ziya. 1992. Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri. Hazırlayan: Rıza Kardaş. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Ziya. 2019. Türkçülüğün Esasları, Hazırlayan: Mustafa Koç. Kitaplar I. Yapı Kredi Yayınları (içinde).
Grafton, Anthony. 2004. Yeni Dünyalar Eski Metinler: Geleneğin Gücü ve Keşiflerin Yarattığı Şaşkınlık. Çeviren Füsun Savcı. İstanbul: Kitap Yayınevi.
Gutas, Dimitri. 2003. Yunanca Düşünce Arapça Kültür: Bağdat’ta Yunanca-Arapça Çeviri Hareketi ve Erken Abbasi Toplumu. Çeviren Lütfü Şimşek. İstanbul: Kitap Yayınevi.
Karal, Enver Ziya. 1988. Osmanlı Tarihi. Cilt 5. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları
Macit, Muhittin. 2011. Tercüme Hareketleri. TDV İslâm Ansiklopedisi. Cilt 40, s. 498-504.
Marrou, H. I. 1956. A History of Education in Antiquity. İngilizceye çeviren: George Lamb. The University of Wisconsin Press.
Sayılı, Aydın. 1990. Giriş: Bilimin Tarihsel Gelişmesinde Türklerin Katkıları. Uluslararası İbn Türk, Harezmi, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri (Ankara,9-12 Eylül 1985) Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını.
Sezgin, Fuat. 2004. İslam Kültür Dünyasının Bilimler Tarihindeki Yeri. Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.
Tanrıöver, Hamdullah Suphi. 1987. Dağyolu. Cilt 2. Hazırlayan: Fethi Tevetoğlu. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
Togan, Zeki Velidi. 1979. Biruni. İslam Ansiklopedisi. Beşinci Baskı, 1979. Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları.