Tolga Ulusoy: Eğitim Mekanlarını Nasıl Deneyimleyebiliriz?

Kategori : Eğitim Dünyası

Geçen gün sosyal medyada gezerken takip ettiğim, mimarlık hakkında yayın yapan sayfalardan birisi “Yılın En İyi ‘Yeni’ Binası Bir Okul Oldu’ başlığıyla bir gönderi yayınlamıştı. Eğitim yapıları ve mekânları her zaman ilgimi çektiği için hemen gönderinin diğer slaytlarını da okumaya başladım. Avusturalya’da yeni yapılan Darlington Devlet Okulu’nun binası ödüle layık görülmüş. Haberin ayrıntılarına baktıkça da binanın insanı içine çeken bir havası olduğu hemen anlaşılıyor. Ödülü veren organizasyondan Paul Finch ödülün verilme gerekçesini şöyle açıklamış:

Projenin sonucu şiirseldir; topografya ve manzaranın, içeride ve dışarıda, biçim ve malzemelerin beklenmedik, keyifli kusursuz bir şekilde aktığı bir yapıdır. Ayrıca tarihi farklılıkların kabulü ve uzlaştırılması hakkında ilham verici bir öneridir; herkes için daha parlak, daha iyi geleceklere işaret eder.”

Yılın En İyi Yeni Binası Seçilen Darlington Devlet Okulu

 

Ödülü kazanan FjcStudio kendi internet sitelerinde okulu tasarlarken ki felsefelerini ve amaçlarını şöyle açıklıyor: “Okul kökten dönüştürüldü, yeni ve çağdaş öğrenme ortamlarına yer açıldı, güvenli ve davetkâr bir atmosfer yaratıldı, öğrenciler, aileleri ve okul personelinden oluşan sıkı sıkıya bağlı topluluk arasında bir aidiyet duygusu geliştirildi. Okulun kapsayıcı kültürü, farklı aile ve kültürel geçmişlere sahip çocukları kabul eden ve onlara saygı duyan yeni tasarımın önemli bir parçasıdır. Tasarım, Darlington Kamu Okulu’nun zengin yerli kültürünü ve okulun sanatsal mirasını da kucaklıyor. Bu, ilk etapta, kapsamlı yerli sanat eserleri koleksiyonunu koruyarak ve sanatı sınıflarda, salonda ve resepsiyon girişinde sergileyerek başarıldı. İkinci olarak, orijinal okul binasının duvarlarına boyanmış yerli sanat duvar resimleri fotoğraflandı ve yeni okulun duvarlarına yeniden boyanmak üzere referans olarak saklandı. Bu, bir tarih katmanı ekleyerek önemli duvar resimlerini gelecek nesil öğrenciler için canlı tutacak. Peyzaj düzenlemesi dikkatlice düşünüldü ve geliştirmenin bir sonraki aşamasına entegre edilecek. Topluluk bahçesinde özel olarak seçilmiş yerel bitkiler yer alacak. Bahçe, öğrencilere bitkilerin yerel yemek pişirme ve kültüründe nasıl kullanıldığını öğretmek için kullanılacak.” İnsan şunları okuyup ülkemizde ruhsuz bir şekilde tasarlanan binaları gördükçe hayıflanmadan edemiyor.

Gökçeada Lise Kampüsü; anadolu lisesi, meslek lisesi, yurt, spor salonu, konferans salonu ve kütüphaneden oluşan bir yerleşkedir.

Ülkemizde de eğitim yapılarına dair iyi örnekler var tabii: Gökçeada Lise Kampüsü bunlardan birisi. Pab Mimarlık tarafından yapılan bu yapı “alternatif, yenilikçi, öğrenciyi merkeze koyan, katılımcı ve şeffaf eğitim modellerinin test edilebileceği bir öğrenim ortamının” oluşabilmesini amaçlıyor. Fakat bu çabanın oldukça kısıtlı olduğunu görüyoruz. Yeni eğitim yapıları çoğunluğa hala kaba ve soğuk devlet dairelerinden hallice bir görüntü sergiliyor ve ideolojik içerim ile öğrencileri karşılıyorlar.
Peki, eğitim ve öğretim mekânları neden dikkatimi bu kadar cezbediyor? Sanırım doğup büyüdüğüm mahallenin okuduğum okullar ile iç içe geçen yapısı bunun en önemli nedeni. İzmir’in Bayraklı semtinde (daha ilçe olmamıştı o zaman) bulunan Talatpaşa İlköğretim Okulu mahallemizin hemen yanındaydı. Evden çıkmam ile okulun girişine ulaşmam arasında yirmi metre yoktu. Bu yüzden de okul ve bahçesi bana ve mahallede beraber büyüdüğümüz diğer çocuklara güvenli bir oyun alanı oluyordu. Okuldaki idareciler, öğretmenler, memurlar, hizmetli olarak çalışanlar tüm mahalleli tarafından bilinen kişiler konumundaydı. Eğitim hayatımın ilk sekiz yılını geçirdiğim okul aslında mahallemizin hem mekân olarak hem de içerdiği kişilerle bağlantılı olarak bir parçasıydı. Bu yüzden okul ile okul-dışı yaşantım arasında hiçbir zaman tam bir ayrım olmadı. Akşamları tümüyle karanlığa bürünmüş olan okuluma bakıp içerisinde hayaletlerin gezdiğini ve onları pencerelerden görebileceğimi hayal ederdim. Görürsem çok korkacağımı düşünürdüm ama hiç görmedim. Şimdi yıkılmış olan (yaşanan son İzmir depremi dolayısıyla yapılan testlerde sağlam olmadığı kanaatine varılmış) o bina onlarca üst üste yığılmış anı, deneyim, acı ve mutluluğun izlerini taşıyordu. Belki bu yakınlık sebebiyle ne eğitim ne de okul korkutucu olmadı benim için veya kaçılması gereken bir yer. Aksine hayatımın bir parçasıydı. Gittiğim Bayraklı Lisesi de keza bir üst mahallemizdeydi. İlk okulum kadar olmasa da onunda mekân olarak hayatımızda bir yeri vardı.

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi

Sonrasında üniversite hayatımın lisans ve yüksek lisans dönemlerini geçirdiğim Ankara Üniversitesinin binalarının da keza insanı sarmalayan güçleri vardı. Lisans eğitimlerimi aldığım Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin (DTCF) cumhuriyet tarihinde sembol üniversite imgelerinden birisi haline gelen ana binası, bugün bile önünden geçerken heyecanlandırır beni. Kaldı ki koridorlarında, orta bahçesinde, arka kantininde, yemekhanesinde geçirilen onca zaman, orayı tüm öğrenciler için özel kılan bir yere dönüştürmüştür. Yüksek lisans eğitimlerim sırasında Cebeci Kampüsünde geçirdiğim zamanda hem kampüs alanı hem de Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye), Hukuk Fakültesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi alanları bana derin bir özgürlük hissi yaşatmıştır. Ankara’nın pek çok yerinden daha rahat daha huzurlu hissettiğimiz bir yerdi Cebeci Kampüsü. Bugün bu yerlere yolum düştüğünde, okuduğum zamanlardaki (2007-2015) özgürlük hissinin artık yarısını bile tadamasam da yine de benim için özel mekânlardır.

Bir yeri eğitim mekânı haline getiren nedir peki? Sadece o binayı tasarlayan mimarların amaçları mı? Bu tabii önemli bir etken ama bu da yeterli değil, zira öğrenmek mekânların ötesinde mahallere hatta kentlere doğru sıçradı. UNESCO öğrenen şehirler kavramını ortaya atarak bütüncül bir mekân söylemi ile öğrenmeye yeni bakış açıları getirmeyi amaçlıyor. Dijitalleşme ile beraber öğrenen toplum kavramsallaştırmaları, yaşam boyu öğrenme yaklaşımının hayatın her anında geri planda kalmamak adına uygulanmak zorunda olduğu günümüzde, öğrenme edimini her yerde var olmak zorunda kıldı.

Bunların hepsi var ama yine de insanlar için fiziksel mekân hissinin, orada etkileşim ve diyalog ile ortaya çıkan öğrenme hazzının, ortak bir mekânı deneyimliyor olma duygusunun hala baskın olduğunu düşünüyorum. Benim çocukluğumdan beri yaşadığım deneyimler bu yönde. Diğer olanakları ve gelişmeleri reddetmek zorunda değiliz bunun için tabii ki.
Bir iki haberin ve eğitim yaşamıma dair hatıralarımın bende uyandırdığı düşünceler bu yönde. Eğitim ve mekân ilişkisine dair daha fazla düşünmek gerek. Bu yazı benim için bu düşünme çabasının ilk adımı olsun.

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, Dünyanın en güzel okulları, Gökçeada lise projesi, Mimari Mekanlar olarak Okul Binaları, Okullarda mimari tasarım

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Ryuko Kubota: İngilizce Evrensel Ortak Dil midir?
Bir Matematik Öğretmeninin İtirafları