Dünya genelinde her altı çocuktan birinin yoksulluk sınırları içinde yaşadığı bilinmektedir. Küresel bir sorun haline gelen çocuk yoksulluğu, ülkemizde de üzerinde durulması gereken yakıcı sorunların başında gelmektedir. Güncel TÜİK verilerine göre ülkemizdeki 0-2 yaş arası bebeklerin %41,4’ü, 3-14 yaş arası çocukların %43,8’i, 15-24 yaş arası gençlerin %29,9’u ve 25 yaş üstü bireylerin %18,2’si yoksulluk sınırı içinde yaşamlarını sürdürmektedir. Tüm bu veriler, ekonomik kriz ve gelir adaletsizliğinin gün geçtikçe daha da derinleştiği ülkemizde yoksulluğun en çok çocuklarımızı ve gençlerimizi mağdur ettiğini göstermektedir. Ancak ne yazık ki çocuk yoksulluğu konusu üzerinde yeterince durulmamakta; önlemeye yönelik çalışmalar oldukça eksik kalmaktadır. UNICEF’in 2021 yılında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler üzerinden hazırlamış olduğu çocuk yoksulluğu raporuna baktığımızda Türkiye’yi çocuk yoksulluğunun önlenmesinde sondan 2. sırada görmemiz bu durumun ciddiyetini kanıtlar niteliktedir.
“Çocuk Yoksulluğu” Kavramının Politik Muhtevası
Yoksulluk kavramı pek çok farklı teori ve tanımla ele alınmaktadır ancak çocuk yoksulluğunu basitçe “çocukların gelişimsel özellikleri gereği sahip oldukları özel ihtiyaçlarını karşılamaları ve hayatlarını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmeleri için erişmeleri gereken temel imkan ve fırsatlardan mahrum kalmaları” olarak tanımlayabiliriz. Her ne kadar bazı araştırmacılar çocukların kendine ait bir geliri olmaması sebebiyle “çocuk yoksulluğu” teriminin uygun olmadığını, bunun yerine konunun “yoksul ailelerin çocukları” olarak ele alınması gerektiğini savunuyor olsa da, 1980’li yıllarda yaygınlaşan çocuğun “ailenin bir uzantısı” olarak görülmemesi gerektiği, aksine çocuğun kendine özgü gereksinimleri olan, ayrı bir toplumsal kategori olarak değerlendirilmesi gerektiği yaklaşımından yola çıkılarak “çocuk yoksulluğu” kavramı politik bir duruş olarak alan yazınına kazandırılmıştır. Çocuk yoksulluğunu odak alan bu yazının amacı da sorunun çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini, beraberinde taşıdığı risk faktörleriyle birlikte görünür kılmak ve yetkilileri sorunun çözümüne yönelik ivedilikle harekete geçmeye çağırmak olacaktır.
Yapılan çalışmalar, yoksulluğun çocukların fiziksel, psikososyal, bilişsel gelişimleri ve ruh sağlıkları üzerinde telafisi çok zor olumsuzluklar yarattığını gözler önüne sermektedir. Yoksulluk beraberinde getirdiği birçok risk faktörüyle etkileşime girerek çocukların hem bugününü hem de geleceğini etkilemekte ve yoksulluğun kuşaktan kuşağa aktarılan döngüsel bir sorun haline gelmesine sebep olmaktadır. Yoksulluğun olumsuz etkileri henüz bebek daha doğmamışken, hamilelik döneminde maruz kalınan ve/veya mahrum kalınan koşullarla açığa çıkmaktadır. Ayrıca yoksulluğun bireyler üzerindeki etkilerinin epigenetik değişimler yaratarak gelecek nesillere aktarılabildiğini gösteren çalışmalar da mevcuttur. Peki yoksulluğun beraberinde getirdiği riskler nelerdir ve bu riskler çocukları nasıl etkilemektedir?
– Sağlıklı Beslenme İmkanlarına Sahip Olmamak
Yoksulluğun giderek daha da yaygınlaştığı ülkemizde ne yazık ki birçok hanede çocukların temel gıdaya erişiminin dahi sağlanamadığı görülmektedir. Derin Yoksulluk Ağı’nın günlük ve güvencesiz işlerde çalışan 103 hane ile gerçekleştirdiği çalışmanın sonuçları, bu ailelerde büyüyen çocukların %85’inin yeterli ve nitelikli besine ulaşamadığını göstermiştir. Çocukluk çağında yaşanan gıda mahrumiyeti çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerinin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasının önünde oldukça büyük bir engel yaratmaktadır. Özellikle hamilelik ve doğum sonrasındaki iki yıllık dönemde bebeklerin bağışıklık sisteminin ve beyin gelişiminin sağlıklı bir şekilde tamamlanabilmesi için gerekli besinlere erişimin kritik öneme sahip olduğu bilinmektedir. Bu kritik dönemde gerekli besin kaynaklarına erişemeyen bebekler hayatlarının ilerleyen yıllarında birçok hastalığa daha yatkın hale gelmekte ve zihinsel gelişimlerini sağlıklı bir şekilde tamamlayamayarak gelişimsel geriliklerle karşı karşıya kalabilmektedir. Her ne kadar bazı belediyelerin bebek belirli bir yaşa gelene kadar süt desteği sağlaması gibi hizmetleri olsa da, bu konuyu odağına alan kapsamlı bir devlet politikasının olmaması çok can yakıcı bir hak ihlalidir.
– Nitelikli Ebeveyn Desteğinden Mahrum Kalmak
Yoksul ailelerdeki ebeveynlik stilleri üzerine yapılan çalışmalar bu ailelerde daha fazla cezacı/katı disiplin yöntemlerinin uygulandığını ve ebeveynlerin agresyon seviyesinin oldukça yüksek olduğunu göstermiştir. Katı disipline ve yoğun agresyona maruz kalarak büyüyen çocukların dışsallaştırılmış davranış bozuklukları ve duygu düzenleme zorlukları geliştirme olasılıklarının arttığı bilinmektedir. Bebeklik ve çocukluk döneminde ebeveynlerle kurulan birebir iletişim hem bilişsel hem duygusal gelişim açısından oldukça önemlidir. Bu dönemde ebeveynlerin bebeklerin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarına zamanında ve doğru bir şekilde karşılık verebiliyor olması bebekleriyle sağlıklı bağlanma örüntüleri geliştirmelerini sağlamakta, bu duygusal bağlar da bebeklerin hayat boyu karşılaşacakları birçok zorluk karşısında büyük bir dayanıklılık gösterebilmesine imkan tanımaktadır. Bu sayede hayatta karşılaşılabilecek olumsuz deneyimlerin bireyler üzerindeki yıkıcı etkileri hafifletilebilmektedir. Ancak yoksul ailelerde büyüyen çocukların ebeveynleri genellikle güvencesiz, esnek çalışma koşullarına sahiptir. Ayrıca hanede yaşayan kişi sayısı da genellikle fazladır, bu sebeple ebeveynler çocuklarına çoğunlukla baş başa geçirebilecekleri etkileşimli bir birliktelik için vakit ayıramamaktadır. Hayatın fiziksel telaşı ve geçim stresi ebeveynlerin zihinlerini meşgul ederek çocuklarına yöneltecekleri ilgiyi kısıtlamakta ve niteliksizleştirmektedir. Çocukluk dönemine özgü duygusal/davranışsal zorlukların ve gelişimsel geriliklerin tespitinde de ebeveynlere büyük rol düşmektedir. Çocuklarıyla yeterince vakit geçiremeyen ebeveynler çoğunlukla çocuklarındaki bu zorlukları fark edememekte ve bu sebeple çocuklar ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine zamanında erişememektedir. Kaldı ki ülkemizde ruh sağlığı hizmetine erişim ne yazık ki kamusal bir hak olarak görülmediğinden zorlukları tespit edilmiş olan çocukların da yönlendirilebileceği sağlık hizmetleri kısıtlıdır. Erken yaşta tedavi edilemeyen bu zorluklar, yetişkinlik döneminde çok daha köklü bir hal alarak hem bireyler hem de toplum üzerinde büyük olumsuzluklara yol açmaktadır.
– Nitelikli Eğitim İmkanlarından Mahrum Kalmak
Eğitim Reformu Girişimi’nin yayınladığı rapora göre 2023-2024 eğitim öğretim yılında okul çağındaki çocukların 612 bin 814’nün eğitim sisteminin dışında kaldığı bilinmektedir. Çocukların en temel haklarından biri olan eğitim hakkından dahi mahrum kalmaları hem yoksulluktan beslenen hem de uzun vadede yoksulluğu besleyen bir durumdur. Ailelerin çocuklarının eğitim masraflarını karşılayamamaları sebebiyle çocuklarını okuldan almak zorunda kalmaları ya da hane gelirine katkı sunmak için çocuklarının çalışma hayatına yönlendirilmesi ne yazık ki ülkemizde yaygın olarak görülen durumlardır. Diğer yandan yoksul ailelerde ebeveynlerin ve yakın çevredeki yetişkinlerin eğitim seviyelerinin çoğunlukla düşük olduğu görülmektedir. Bu durum çocukların onları okula ve öğrenmeye teşvik edecek sağlıklı rol modellere sahip olamamasına sebep olmaktadır. Ebeveynlerin küçük yaşlardan itibaren çocuklarının bilişsel gelişimini yaşlarına uygun aktivitelerle, oyunlarla ve materyallerle destekliyor olması da okul başarısını etkileyen önemli bir etmendir. Yoksul ailelerde ne yazık ki ebeveynler çocuklarının öğrenme süreçlerine eşlik edememekte ve bilişsel becerilerini geliştirecek çocuk kitapları ve ilgili materyalleri temin edememektedir. Çocuklar için ekmek, su gibi temel bir ihtiyaç olan kitaplar ve oyuncaklar bu hanelerde bir lüks olarak değerlendirilmektedir. Bu durum yoksul çocukların bilişsel becerilerini geliştirmeleri ve potansiyellerini açığa çıkarmaları açısından yaşıtlarına kıyasla daha dezavantajlı konumda olmalarına sebebiyet vermektedir.
Okullar, çok farklı çevrelerden, ekonomik koşullardan gelen çocuklar için eşit olanaklar sunabilecek ve yoksulluğun olumsuz etkilerini hafifletebilecek ve yoksulluk döngüsünü kırabilecek bir imkan olarak değerlendirilebilir. Ancak ülkemizde kamu okullarında verilen eğitimin içeriği gün geçtikçe daha da niteliksizleştirilmekte, özel okulların yaygınlaşmasını destekleyen devlet politikalarıyla yoksulluğun çocuklar üzerinde yarattığı eşitsizlikler derinleştirilmektedir. Özellikle AKP döneminde uygulamaya konan 4+4+4 düzenlemesiyle çocuk işçiliğinde gözlenen artış bu konuda hükümetin önleyici değil, problemi körükleyici bir role sahip olduğunu kanıtlar niteliktedir. Okullaşma oranındaki düşüş yoksulluk ve gericilik kıskacında büyüyen kız çocukları içinse erken yaşta evlilik problemini beraberinde getirebilmektedir.
Diğer taraftan okullar gelişmekte olan çocuğun yaşıtlarıyla etkileşime girerek toplumun bir parçası hissedebileceği kamusal alana geçişindeki ilk durak olarak da nitelendirilir. Ne yazık ki çocuklar ekonomik koşulları gereği kendilerini yaşıtlarından farklı ya da eksik hissedebilmekte ve bu durum sosyal dışlanmışlığa yol açabilmektedir. Okullarda karşılaşılan birçok zorbalık olayının ekonomik temelli olduğu araştırmalarca ortaya konulmaktadır. Toplumun eşit bir ferdi olamama hissi, yoksulluğa eşlik eden diğer risk faktörlerini katmerleyerek çocuklarda görülebilecek bir çok ruh sağlığı problemine sebebiyet vermektedir. Araştırmalar özellikle ergenlik dönemiyle beraber yoksul çocuklarda görülen kaygı, depresyon, öfke problemleri, dikkat eksiklikleri gibi psikopatoloji oranlarında büyük bir artış olduğunu göstermektedir.
Eşitlik ve İnsanca Yaşamı Kazanmalıyız; En Çok da Çocuklar İçin…
Her ne kadar yoksulluğun olumsuz etkileri çocukların hem bugününü hem geleceğini etkisi altına alarak sorunları bir kısır döngü haline getiriyor olsa da, alan yazınında yapılan müdahale çalışmaları bize umut vaat eder niteliktedir. Aslında çocuklar dünyaya geldikleri ilk andan belirli bir yaşa erişene kadar çok esnek bir beyin yapısına sahiptir, biz buna “gelişimsel plastisite” diyoruz. Bu esneklik çocukların olumsuz koşullardan etkilenmeye çok açık olmaları gibi aslında olası bir olumlu değişimden de çok hızlı bir şekilde yarar görebilmelerini sağlamaktadır. Dünya genelinde çocuk yoksulluğunun olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik gerçekleştirilen birçok müdahale programının olumlu çıktılarını gösteren araştırmalar mevcuttur. Örneğin 2007 yılında yapılmış bir çalışmada yoksulluk seviyesinde yaşayan çocukların aile gelirinin artırılmasının hemen ardından çocukların bilişsel becerilerinde ve okul başarılarında gözle görülür bir artış olduğu dikkat çekmiştir.
Yoksulluğun çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik atılması gereken adımları iki kategoride ele alabiliriz. Öncelikle sorunun ekonomik boyutlarına odaklanılarak gelir adaletsizliğinin ortadan kaldırılmasını ve toplumun her bir üyesinin insanca yaşayabilmesi için gereken imkanlara sahip olmasını mümkün kılacak politikalar geliştirilmelidir. Diğer bir yandan yoksulluğa eşlik eden risk faktörlerini azaltmaya yönelik adımlar atılmalıdır. Yukarıda da bahsedildiği üzere yoksulluğun olumsuz etkileri çoğunlukla ebeveynlerin sahip olduğu zorluklar, stres ve yanlış ebeveynlik yaklaşımları üzerinden çocuklarda olumsuzluklara sebep olmaktadır. Bu sebeple ebeveynlik becerilerini destekleyen eğitimler geliştirilmeli ve ebeveynlerin sahip olduğu stres seviyesini azaltmaya yönelik destekleyici çalışmalar yürütülmelidir. Diğer taraftan yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkilerini ortadan kaldırmak konusunda okullara büyük sorumluluk düşmektedir. Devlet okullarının nitelikli bir hale getirilmesi ve eğitimle ilgili tüm ihtiyaçların kamusal bir hizmet olarak karşılanması çocukların gelişimsel potansiyellerini açığa çıkarmaları için ihtiyaç duydukları asgari imkanlara sahip olmalarını sağlayabilir. Ayrıca okullardaki PDR hizmetleri daha ulaşılabilir hale getirilerek çocukların sahip oldukları olası zorluklar ve gelişimsel gerilikler erken tespit edebilir ve çocuklar ihtiyaç duydukları gerekli destek mekanizmalarına yönlendirebilir. Tabi bunun için psikolojik destek hizmetlerinin de kamusal bir hak olarak toplumun tüm bireylerine, özellikle de çocuklara sağlanıyor olması gerekir.
Çocuk yoksulluğunun çocukların gelişimsel süreçleri üzerindeki olumsuz etkilerini özetlemeyi ve sorunun çözümüne dair atılması gereken adımları yetkililere hatırlatmayı amaçladığım bu yazıyı yakın zamanda yapılan bir çalışmanın çarpıcı sonuçlarına dikkat çekerek bitirmek isterim. Çocukların kendilerini yaşıtlarına kıyasla ne kadar fakir veya zengin hissettiklerine odaklanan bu çalışmanın sonuçları, kendilerini fakir veya zengin hisseden çocukların benzer şekilde depresyon, kaygı problemleri ve zorbalık davranışı gösterme ve zorbalığa maruz kalma olasılığına sahip olurken; kendilerini yaşıtlarıyla eşit hisseden çocuklarda tüm bu olumsuz çıktıların en az seviyede görüldüğü fark edilmiştir. Yani çocuklarımızın kendilerini yaşıtlarıyla eşit hissetmeleri sahip olabilecekleri en büyük “zenginliktir”. Yetişkinler olarak bizlere düşen görevse, çocukların hiçbir ayrımcılığa maruz kalmadan tüm haklarına erişebildikleri, eşit koşullarda büyüyüp gelişebildikleri başka bir dünyayı mümkün kılmaktır.