Proje okulları adı verilen “Özel Program ve Proje Uygulayan Eğitim Kurumları” oluşturulduğu günden bu yana siyasi iktidar için bir kadrolaşma alanı olarak kullanılmıştır. Öğretmen atamalarında ve yönetici görevlendirmelerinde herhangi bir ölçünün olmadığı bu kurumlar hukuki olarak doğrudan Milli Eğitim Bakanına bağlıdır. Proje okulları, genel kuralların dışarısına çıkarılmış ve bu nedenle de her kademedeki, ama en fazla da okul müdürleri olmak üzere, eğitim yöneticilerine sendikal, siyasal ve kişisel yakınlığa göre atamaların yapıldığı kurumlar haline gelmiştir.
Proje okullarının bazıları Cumhuriyet öncesi dönemde kurulan ve Türkiye’nin tarihine tanıklık eden, mezunlarının ve öğrencilerinin bu tarihe katkısı ve etkisinin olduğu liselerdir. Ayrıca, proje okulları olarak belirlenen liseler, Türkiye’nin bilinen ve öğrencilerinin yüksek akademik çıktıları olan okullarıdır. LGS sınavına göre öğrenci alan proje okullarına her kentte en yüksek puan alan öğrenciler yerleşmektedir. Siyasi iktidar, proje okullarında eğitim gören akademik çıktıları yüksek öğrencilerin siyaseten belirlenen amaca uygun yetiştirilmesi için bu okullara kendine yakın kadroları yerleştirmek istemektedir.
8 Nisan tarihinde proje okullarına yapılan öğretmen atamalarının ve yönetici görevlendirmelerinin sonuçları açıklandığında tarihin en kapsamlı “öğretmen kıyımının” yapıldığı da anlaşıldı. Hiçbir ölçüye bağlı olmadan gerçekleştirilen atamalar sonucunda çoğunluğu Eğitim Sen ve Eğitim İş üyesi binlerce öğretmenin atamalarının yapılmayarak havuza alınacaklarını öğrenmiş olduk.
Okullarda hazırlanan listelere İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin son halini verdiği; atanacakların ve atanmayacakların isimlerinin belirlendiği biliniyor. Ancak bu isimlerin hangi ölçülere göre belirlendiği bilinmiyor çünkü ortada kullanılabilecek bir ölçü bulunmuyor. Proje okulu atama sonuçları değerlendirildiğinde, listelerin belirlenmesinde temel motivasyonun iktidara muhalif öğretmenlerin proje okullarından tasfiye edilmesi olduğu anlaşılmaktadır.
Proje okullarına atanacak ve bu okullardan gönderilecek öğretmenleri belirleyenlerin kimler olduğunu ve tarihe geçecek bu “öğretmen kıyımını” hangi talimatla gerçekleştirdiklerini kamuoyunun bilmesi gerekiyor. Ayrıca, kendilerine verilen kamu yönetimi yetkisini kötüye kullanarak binlerce öğretmeni ve öğrenciyi mağdur edenlere karşı öğretmenler mutlaka hukuki haklarını kullanacaklar ve bu hukuksuz işlemlerin sorumlularının yargılanmasını sağlayacaklardır.
Proje okullarında yaşanan öğretmen kıyımı okulların doğasına, iç işleyişine ve uyumuna doğrudan müdahale anlamına gelmektedir. Bu öğretmen kıyımına karşı sessiz kalmamak ve yaşanan bu önemli mağduriyete karşı ses yükseltmek gerekmektedir. Proje okullarında yaşanan kıyımın durdurulması ve bu keyfi yönetim anlayışının sona ermesi ancak üyeleri mağdur edilen sendikaların, sendika üyesi olmayan öğretmenlerin birlikte mücadelesi ile mümkündür.
Önümüzdeki dönem proje okullarında kıyıma uğrayan öğretmenlerin mücadelesi yükselecektir. Mülakat mağduru ve atama bekleyen öğretmenler de dikkate alındığında öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin savunulmasının önümüzdeki dönemin önemli bir mücadele ekseni olacağı görülmektedir. Mücadele eden farklı kesimlerin aynı eksende birleşmesi sonuç alınması ve kamuoyu oluşturulması açısından anlamlı olacaktır. Bu süreci yakından takip etmeye devam edeceğiz.
İlçe Grubu Değil Sürgün Alanı
Norm kadro fazlası öğretmenlerin yer değiştirme işlemleri ilçe grupları esas alınarak yapılmaktadır. İlçelerin coğrafi durumu ve ulaşım olanakları dikkate alınarak iki veya daha fazla ilçenin bir araya getirilerek oluşturulması gereken bu gruplar özellikle norm kadro fazlası öğretmenlerin re’sen atama dönemlerinde önem kazanmaktadır.
MEB tarafından belirlenen ilçe gruplarının listesi Nisan ayı “Tebliğler Dergisi” tarafından yayınlandı. İlçe gruplarının ulaşım ve coğrafi yakınlığa göre belirlenmesi gerekirken, onaylanan listenin bu kriterler dikkate alınmadan hazırlandığını göstermektedir. MEB, öğretmen açık sayısının azaltılması için öğretmenlerin mağdur olacak olmasını bile önemsememiştir. Oluşturulan ilçe grupları o kadar geniş tutulmuştur ki öğretmenlerin ikamet ettikleri ilçeden çalıştıkları ilçeye ulaşımı çok zor olacak, uzun zaman alacaktır. MEB’in alacağı kararlarda öğretmenlerin mağdur edilmemesini mutlaka dikkate alması gerekmektedir.
Akademiye Başkan Atandı
Milli Eğitim Akademisi son dönemin en fazla tartışılan kurumlarından bir oldu. Özellikle öğretmenlerin akademi eğitiminden sonra atanacak olmasının eğitim fakültelerini işlevsiz hale getireceği konusu tartışılmaya devam ediyor. Akademiye verilen sınırsız yetki ve olanaklar öğretmenlik mesleği üzerinde baskı oluşturacaktır. Bu anlamıyla da akademi başkanı ve akademik kurul üyelerinin kimler olacağı eğitimciler arasında sıklıkla tartışılmaktadır.
Milli Eğitim Akademisi başkanlığına Cevdet Vural’ın atandığı 10 Nisan tarihinde Resmi Gazetede yayınlandı. Milli Eğitim Akademisinin açılması için “Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü” kapatıldı. Akademi başkanı olarak atanan Vural, kapatılan Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü görevini yürütmekteydi. Yapılan bu atama Milli Eğitim Akademisi işleyişinin de MEB’in var olan işleyişinden farklı olmayacağını göstermektedir. Bir kurumun adının içerisinde “akademi” sözcüğünün bulunması o kurumu bilimsel üretim yapılan bir yere dönüştürmez.
Kanun Çıkartmak Yerine Rektör Atamaya Devam
Anayasa Mahkemesi, 4 Haziran 2024 tarihinde “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine” uyum çerçevesinde çıkarılan 703 sayılı kanun hükmünde kararnamenin bazı maddelerini iptal etti; iptal edilen maddeler arasında Cumhurbaşkanının rektör atama yetkisi de vardı. Mahkeme, söz konusu atamaların KHK’nın verdiği yetkiyle değil yasayla yapılması gerektiğine karar vererek TBMM’ye bu konuda yasal düzenleme yapması için 12 aylık süre verdi. Verilen süre de 4 Haziran tarihinde dolmuş olacak AKP iktidarı, rektör atamaları ile ilgili yasal düzenleme yapmak yerine rektör atamaya devam ediyor. 10 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanı 13 üniversiteye rektör ataması yaptı. Bilim insanlarının, üniversite çalışanlarının ve öğrencilerinin ısrarla kendi rektörlerini seçme talebine kayıtsız kalan siyasi iktidar, kendine yakın isimleri rektör olarak atamaya devam ediyor. Üniversitelerde “tek adam” sistemi oluşturan bu yönetim anlayışının üniversiteleri ileriye taşımadığı görülmektedir. Üniversiteler idari ve mali açıdan özerk hale gelmediği sürece sorun yaşanmaya devam edecektir.
Piyasanın Temsilcileri Eğitim Politikalarını Belirleyecek
10 Nisan tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından çok sayıda atama yapıldı; yapılan atamalardan en dikkat çekici olanlarından biri de “Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politika Kurulu” üyeliklerine yapılan atamalardı. Özel Öğretim Derneği ve Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği genel başkanları politika kurulu üyeliklerine atandılar. TED başkanının ve bazı vakıf üniversitelerinin rektörlerinin uzun süredir kurul üyeleri olduğu da dikkate alındığında sermayenin bu kurulda temsilinin güçlü olduğu ifade edilebilir.
Eğitim ve öğretim politikalarının belirlendiği kurullarda sermayenin değil bilim insanlarının, eğitimcilerin, velilerin ve öğrencilerin temsilinin güçlü olması gerekir ki belirlenen politikalar kamusal fayda sağlasın. Eğitim ve öğretim alanının piyasaya açılması veya belirlenen politikaların sermayeye alan açması geniş kesimler açısından eşitsizlik üretmektedir. Eğitim haktır ve haklar ancak eşit olarak kullanılırsa olumlu sonuçlar üretir.
Baharın her anlamda geldiği günlerde görüşmek dileğiyle…