2024-2025 Eğitim-Öğretim yılı, 20 Haziran’da 20 milyona yakın öğrenci ve bir milyondan fazla öğretmen için sona erdi. Önceki yıllara benzer şekilde MEB yöneticileri eğitimde ne kadar önemli işler yapıldığını ve ne kadar başarılı olduklarını anlatmak için çeşitli açıklamalar yaptılar. Öğrencilerin ve öğretmenlerin yaşadıkları gerçeklerle uyuşmayan bir eğitim tablosuna inanmamızı istediler ve artık sürekli hale gelen “eğitimde işler iyi gidiyor” algısının oluşması için çabaladılar.
MEB yöneticileri “işler iyi gidiyor” düşüncesinin yerleşmesi ve yaygınlaşması için çabalasa da yaşanan gerçeklik ortada; mülakatla, proje okullarında, ücretli ve özelde çalıştığı için mağdur edilen öğretmenler; eğitim aracılığıyla yaşamında anlamlı değişiklik yapma umudu tükenen, eğitim hakkından tam ve eşit yararlanamayan öğrenciler; giderleri kamu yönetimi tarafından karşılanmadığı için temizlenmeyen, temel gereksinimleri karşılanmayan okullar; eşit koşullarda olmayan, eşit olanaklara sahip olmayan ama aynı merkezi sınavlara girmek zorunda kalarak geleceksiz bırakılan gençler; MESEM aracılığıyla sermaye için işçi yapılan, tarikatların, cemaatlerin MEB ile yaptıkları protokolleri kullanarak kendi çalışmalarının parçası yapmaya çalıştığı çocuklar.
Eğitimde yaşanan sorunların algı yaratarak veya yok sayılarak çözülemeyeceği açıktır. Ancak burada asıl mesele yaşanan sorunların yönetim veya planlama hatasından ya da öngörü eksikliğinden kaynaklanmaması tam tersi MEB yönetimi tarafından yapılan tercihlerin sonucu olmasıdır. Tercih sermayeden ve tarikatlardan, cemaatlerden yana olduğu sürece bu sorunların yaşanması kaçınılmazdır; tercih, çocukların üstün yararından, tüm öğrenciler için nitelikli kamusal eğitimden yana olmalıdır.
MEB’in Mülakat Israrı
Mülakat mağduriyeti başladığı günden bu yana konuyu takip etmeye ve yaşanan gelişmeleri aktarmaya çalışıyoruz. Mülakat zulmünde 231 günü geride bıraktık; mülakat mağduru arkadaşlarımız tarihe geçecek bir mücadele vererek haklarını arıyorlar ve vazgeçmiyorlar. İdare mahkemelerinden tek tek kararlar çıkmaya devam ediyor; MEB, mahkemelerin vereceği kararları beklemek yerine artık objektif bir ölçme aracı olmadığı kesin olan “mülakat” uygulamasını kaldırmalı ve öğretmenlerin yaşadığı mağduriyeti gidermelidir. Umarız 1611 mağdur öğretmen arkadaşımızın tamamı artık atanır ve okullarında göreve başlarlar.
Mağdur öğretmenlerin yaşadığı sorun çözülmeden bu yıl atanacak öğretmenler için 23 Haziran tarihinde yeni bir mülakat süreci pek çok tartışma ve soruyla başlıyor. 2024 KPSS sonuçlarına göre ataması yapılacak olan 15 bin öğretmen için beş ilde (Ankara, İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum) sözlü sınavlar yapılacak. MEB, yapılacak bu sözlü sınavlar için bir rehber yayınladı.
Yayınlanan rehbere göre her bir aday için sözlü sınav süresi 45 dakika olarak belirlendi; bu durumda bir komisyonun bir gün içerisinde 8 veya 10 öğretmenin ancak mülakatını yapması mümkün olacak. Sadece Ankara’da, iki sınav merkezinde 19 bin 437 öğretmenin mülakatı yapılacak ve Ankara’da mülakatlar için her bir sınav merkezinde 437 bin 310 saat kullanılması gerekecek; bu durumda makul bir süre içerisinde mülakatların tamamlanması mümkün olamayacağı için komisyon sayısının artırılması yoluna gidilmesi kaçınılmaz olacaktır. Komisyon sayısının artırılması ise, geçen yıl olduğu gibi, yine kaçınılmaz olarak komisyonlar arası puanlama farklılıklarına neden olacaktır ki bu da yeni mağduriyetlerin yaşanması olasılığı anlamına gelmektedir.
Komisyon sayısının artırılması zaten var olan mülakat komisyonlarının kimlerden oluştuğu tartışmasının da yeniden gündeme gelmesine neden olacaktır. MEB tarafından yayınlanan rehberde sadece komisyonlardan söz edilmekte ancak komisyonların nasıl oluşturulacağına dair bir tarif yapılmamakta, yöntem açıklanmamaktadır ki bu da tartışmaları artırmaktadır.
Tartışmalı sonuçlar üreteceği açık olan mülakatın ısrarla uygulanması kabul edilebilir ve anlaşılabilir bir durum değildir. MEB, objektif olmadığı artık yargı kararları ile de kesinleşmiş olan mülakat uygulamasını sonlandırmalı ve en az ücretli öğretmen sayısı kadar öğretmen atamasını KPSS sonuçlarına göre yapmalıdır.
Öğretmenliği Yaşatacağız
Özel sektörde çalışan öğretmenler uzun yıllardan sonra sendikalaşarak önemli bir mücadele pratiğini yaşama geçirmeye başladılar. Uygulanan piyasacı politikalar ve siyasi iktidarın sermaye yanlısı tercihleri özel öğretim kurumlarında çalışan eğitim emekçilerinin mali ve özlük haklarında ciddi gerilemelerin ve hak kayıplarının yaşanmasına neden olmaktadır ayrıca ataması yapılmayan öğretmen sayısının her geçen gün artıyor olması ise özel öğretim kurumlarının patronlarının ucuz işgücü gereksiniminin karşılanmasını kolaylaştırmaktadır.
Piyasanın acımasız koşullarında güvencesiz ve geleceksiz şekilde çalışmak zorunda kalan özel öğretim kurumlarındaki eğitim emekçileri “Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası” tarafından başlatılan “Öğretmenliği Yaşatacağız” kampanyası ile hak mücadelesini yükseltecekler. Sendika, kampanya kapsamında 25 Haziran tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya bir yürüyüş gerçekleştireceklerini açıklayarak dayanışma çağrısında bulundu.
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası tarafından 10 gün devam edecek yürüyüşte ihtiyaç olacak malzemelere dönük bir dayanışma listesi yayınladı; listede bulunan malzemelerin dayanışma ile sağlanması eğitim emekçilerinin mücadele birliği açısından oldukça önemlidir. Umuyor ve diliyoruz ki arkadaşlarımızın yürüyüşü başarılı olur ve talepleri gerçekleşir. Önümüzdeki iki hafta boyunca yürüyüşü yakından takip edecek ve yaşanacakları aktarmaya devam edeceğiz.
LGS Neyi Ölçüyor?
15 Haziran tarihinde Liselere Geçiş Sistemi (LGS) kapsamında merkezi sınav yapıldı; yapılan sınava 8. Sınıfta öğrenim gören öğrencilerin % 84’ü, yani 1 milyon 10 bin 916 öğrenci başvuru yaptı, öğrencilerin %16’sı olan 192 bin 555 öğrenci ise başvuru dahi yapmadı. 2024-2025 Eğitim-Öğretim yılında ortaokulların 8. sınıfına kayıtlı 1 milyon 209 bin 471 öğrencinin yaklaşık %10’nunun merkezi sınav sonucuna göre yerleşeceğini düşündüğümüzde neredeyse 1 milyon 8. Sınıf öğrencisi için yapılan merkezi sınavın anlamı kaybolmaktadır.
Sayıların acımasızlığı ile birlikte sınavın yapısı da öğrenciler açısından ikinci bir engel oluşturmaktadır. Sınavla neyin ölçüldüğünün öncelikle MEB tarafından ortaya konması gerekmektedir. Bu sınavla öğrencilerin kimi derslerden ilgili kazanımları edinip edinmediğinin ölçülmesi hedefleniyorsa kullanılan aracın bu amaca uygun yapılandırılmadığını öncelikle tespit etmek gerekmektedir. Soruların içerikleri ve yapısı ile derslerin işleniş şekli arasında bağ olmadığı açıktır. Ayrıca, soruların zorluk derecesi ile TTKB tarafından hazırlanan öğretim programının da uyumlu olmadığının altını çizmek gerekmektedir.
Eğer LGS, derslerin kazanımlarının edinilip edinilmediğini değil de öğrencilerin akademik yatkınlığını ölçüyorsa, bu durumda da verilen ortaokul eğitimi ile LGS kapsamındaki merkezi sınavın uyumlu olmadığını, zorunlu eğitimin parçası olarak ortaokul eğitiminin öğrencileri 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda belirtilen hedeflere göre yetiştirme görevi olduğunu ancak sınavlara hazırlama görevi olmadığını belirtmek gerekmektedir .
Sınavın içeriğinin ve zorluk derecesinin özellikle kamu okullarında öğrenim gören yoksul öğrenciler açısından eşitsizlikler yarattığı görülmelidir. Özellikle yabancı dil alt testinin özel okullarda okuyan öğrenciler açısından avantaj sağladığı gözlemlenmektedir. Koşulları eşit olmayan, eşit olanaklara sahip olmayan öğrencileri sanki eşitlermiş gibi merkezi sınava almak ve bu sınavın sonuçlarının meşru kabul edilmesini istemek merkezi sınavlar aracılığıyla yaşanan eşitsizlikleri meşrulaştırmak ve kabul ettirmek hedefine hizmet etmektedir. Oysa öğrencilerin sınavsız ve elenmedikleri bir sistemde eğitim almaları mümkün.
Zorunlu Eğitimle İlgili Kararı Kim Verecek?
Milli Eğitim Bakanı, sene sonu değerlendirme toplantısında zorunlu eğitimle ilgili bir soruya; “4+4+4 sisteminin 2011 yılında, 28 Şubat’ın dayattığı anti-demokratik mantığın ortadan kaldırılması ve ortalama eğitim süresinin artırılması için getirildiğini belirtti. Artık bu iki gerekçenin de ortadan kalktığını, zorunlu eğitimin süresi ve kapsamı ile ilgili alandaki tartışmaları izlediklerini ancak son sözün siyasette olduğunu ifade ederek, MEB olarak düşüncelerini bu aşamada ileteceklerini söyledi.
Milli Eğitim Bakanı, zorunlu eğitimle ilgili düşüncelerini karar aşamasında söyleyeceklerini ifade etti ancak düşüncelerinin ne olduğunu, bu düşünceleri nasıl ve kimlerle oluşturduklarını belirtmedi. Bakanın açıklamalarında bu konuda bilimsel bir tartışmanın alanın özneleri ile yapılacağına dair bir ifade de yoktu. Anlaşılan o ki, zorunlu eğitimle ilgili kararlar da, diğer konularda olduğu gibi, tartışmadan ve uzlaşamadan yine kapalı kapılar arkasında alınacak.
Bakanın, basın toplantısında 4+4+4’ün anti-demokratik mantığa karşı getirildiği iddiası ise yaşanılan gerçeklikle çelişmektedir. Okulların, öğrencilerin, öğrenci velilerinin ve öğretmenlerin itirazlarına ve mücadelelerine rağmen uygulanmaya başlanan, 60 aylık çocukların okula başlamak zorunda bırakıldığı; seçmeli derslerin zorla seçtirildiği; çocuk işçiliğinin önünün açıldığı; açık lisenin kitlesel bir öğretim kurumuna dönüştürüldüğü bir sistemin demokratik olduğunu iddia edip, anti-demokratik mantığa karşı uygulamaya konduğunu söylemek, anlaşılır gibi değil.
Öğrencilerimize ve öğretmenlerimize iyi tatiller dileriz. Görüşmek üzere…