Eğitimin Geleceğini Kim Şekillendirecek? Öğretmenler, Teknoloji ve Dönüşen Öğrenme Süreçleri

Kategori : Eğitim Dünyası

Matematik öğretmeni olarak, ortaokuldan üniversiteye kadar farklı seviyelerde ders verme deneyimim oldu. Üniversitede ders vermeye başladığım ilk yıllarda, analiz dersinde bir soruyu tartışırken bir öğrencim, “Hocam, bu soru KPSS’de (Kamu Personel Seçme Sınavı) çıkar mı?” diye sordu. Refleks olarak “Sende mi?” dedim. Öğrenci bu tepkiye anlam veremedi. Ona, ortaokulda “Hocam, LGS’de (Liselere Giriş Sınavı) çıkar mı?”, lisede ise “Hocam, YKS’de (Yükseköğretim Kurumlar Sınavı) çıkar mı?” sorularına defalarca maruz kaldığımı anlattım. Sınıfın kahkahaları yükseldi ama içimde yıllardır süregelen bir sorgulamanın yankısını hissettim. Ders bittiğinde, gülümsemem yerini derin bir düşünceye bıraktı.

Türkiye’de eğitim sisteminin uzun süredir sınav odaklı bir yapıya sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Ankara’da yaşayanlar bilir; bir dönem hafta sonları Kızılay, uykulu gözlerle sınava hazırlanan öğrenciler ve öğretmenlerle dolup taşardı. Dershanelerin merkezi burasıydı. Amaç belliydi: sınavı geçmek. O dönemlerin meşhur sözü, sistemi özetliyordu: “Öğrencinin karnı tostla, aklı testle doyuruluyor.”

Okullarda da durum farklı değildi. Sınavlara hazırlanmak, öğrencilerin ve öğretmenlerin ortak rutini haline gelmişti. Ek dersler, özel dersler, deneme sınavları… Başarı, testlerde doğru şıkkı işaretleyebilme becerisiyle ölçülüyordu. Ancak bir noktadan sonra bu sistem, öğrencilerin bilgiye gerçekten ulaşmasını değil, yalnızca sınavları geçmesini hedefleyen bir yapıya dönüştü. Oysa bilgi, yalnızca ezberle değil, analizle, sentezle ve eleştirel düşünmeyle anlam kazanır.

Yılmaz’ın (2013) yüksek lisans sınavı deneyimini anlatırken söylediği şu söz, aslında eğitim sistemimizin özeti gibiydi: ‘Malzeme çok, tahlil yok, terkip yok.’ Bilgi yığını önümüzdeydi ama analiz ve sentez eksikti. Bu noktada, Atatürk’ün şu sözü yıllar sonra benim için bambaşka bir anlam kazandı: ‘İlim tercüme ile olmaz, tetkik ile olur.’ Yani, gerçek öğrenme ancak yüzeysel bilgiyi aşarak, onu sorgulamak ve derinlemesine incelemekle mümkündü.

Tüm bu sınav odaklı düzen, eğitimi yalnızca kısa vadeli bir başarı mekanizmasına dönüştürüyor ve öğrencilerin gerçek potansiyelini keşfetmesini engelliyor. Peki, eğitim gerçekten bundan mı ibaret olmalı? Bilgi, yalnızca sınavları geçmek için ezberlenmesi gereken bir araç mı, yoksa bireyin kendi yolunu çizmesini sağlayan bir ışık mı?

Eğitimde Öğretmenin Rolü

Oysa eğitimin asıl amacı, öğrencileri yalnızca sınavlara hazırlamak değil, onlara kendi yollarını keşfetme fırsatı sunmaktır. Öğretmen, yalnızca bilgi aktaran değil, öğrencisine yol gösteren biri olmalıdır. İşte tam da bu noktada, bir gün karşılaştığım bir cümle bana eğitimin özünü hatırlattı: ‘Your teacher’s goal is to help you reach yours.’

Eğitim, bireyin yalnızca akademik başarısını değil, aynı zamanda kendini keşfetmesini de desteklemelidir. Geleneksel anlayış, öğretmenlerin öğrencilerine nasıl öğreneceklerini öğretmeleri gerektiğini savunur. Ancak daha önemli bir hedef var: Öğrencilerin kendilerini tanımalarına yardımcı olmak. Gerçek yeteneklerini keşfetmeleri, eksikliklerinin farkına varmaları ve kendilerini daha iyi değerlendirmeleri, onları çoktan seçmeli sınavlardan daha ileriye taşıyacaktır (Pausch, 2023). Ancak yıllardır eğitim sistemi, öğrencileri belirli sınav formatlarına yönlendirerek onların potansiyellerini tek bir ölçüte indirgedi. Oysa eğitim, bireyin düşünmeyi öğrenmesini, problem çözme becerilerini geliştirmesini ve yaşam boyu öğrenme anlayışını benimsemesini sağlamalıdır. Bilginin hızla değiştiği bir dünyada, sadece sınav odaklı bir yaklaşım yerine öğrencilerin eleştirel düşünme, yaratıcılık ve öz değerlendirme becerilerini kazanması gereklidir. O İngilizce öğretmeninin masasındaki cümle aslında bir eğitim felsefesini özetliyordu: Eğitimde öğretmenlerin rolü yalnızca bilgi aktarıcı olmaktan öteye gitmeli, öğrencinin kendi yolunu bulmasına rehberlik etmelidir. Gerçek öğrenme, bireyin yalnızca dışsal başarılarla değil, kendisiyle kurduğu ilişkiyle de şekillenir. Eğitimcilerin en önemli sorumluluğu, öğrencilerin sadece bilgiyi değil, kendi kimliklerini ve yeteneklerini de keşfetmelerine yardımcı olmaktır.

Aslında tam da bu noktada öğretmen adaylarıyla genelde aramızda geçen sistem konuşması aklıma geliyor. Öğretmen adaylarıyla yaptığım her tartışmada, eleştirel düşünmenin önemini vurguluyorum. Ancak karşılaştığım yanıt hep aynı: ‘Hocam sizi anlıyoruz ama sistem buna izin vermiyor.’ Peki, eğitim bir sistemin dayattığı kurallar mı olmalı, yoksa bireylerin kendi düşüncelerini geliştirebileceği bir alan mı? diyorlar. Sanayi Devrimi’nin ihtiyaç duyduğu toplum yapısına uygun olan okulları sorgulamanın vakti gelmedi mi? The ‘Sistem’ kitabında Nazlı (2018), bu geleneksel yapının nasıl oluştuğunu ele alıyor. Benzer şekilde, Rose (2017), ‘Ortalamanın Sonu’ kitabında bireysel farklılıkların önemine dikkat çekiyor. Matematik ve fen eğitimi konusunda ise Oakley (2020) ‘Sayısal Zekâ’ kitabında geleneksel sınav sistemlerinin nasıl geliştirilebileceğini tartışıyor. Eğer gerçekten eğitimin geleceğini sorgulamak istiyorsak, bu eserlerden başlamak faydalı olabilir.

 

Henry David Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik (On the Duty of Civil Disobedience) adlı eserinde bahsettiği “majority of one” (bir kişinin çoğunluğu) kavramı üzerine düşünmek gerekiyor. Çoğunluk her zaman haklı mıydı? Eğer çoğunluk haklı olsaydı, bugün eğitim sistemimiz bireysel düşünceyi destekleyen bir yapıya mı sahip olurdu, yoksa öğrencileri tek bir doğruya mahkûm eden bir düzen mi yaratırdı?

Öğrencileri, eğitim sisteminin dayattığı kalıplar içinde kaybolmaya mahkûm etmek yerine, onlara gerçekten düşünmeyi öğretmek gerekmez mi? Onları yalnızca “doğru seçenek” arayan bireyler olarak değil, sorgulayan ve üreten insanlar olarak yetiştirmek zorunda değil miyiz? Peki, bugün sistemimiz bunu gerçekten yapıyor mu?

Bu tartışma, aklıma Ölü Ozanlar Derneği filmini getiriyor. Filmde John Keating, ‘Carpe Diem!’ (Anı yaşa!) diyerek öğrencilerini sorgulamaya ve kendi yollarını çizmeye teşvik eder. Oysa biz, öğrencilerimizi yalnızca sınavlarda başarılı olmaya mı hazırlıyoruz? Eğer eğitim, bireyin düşünce özgürlüğünü desteklemeli ise, biz neden onu çoktan seçmeli sorulara hapsetmekte ısrar ediyoruz?

Öğretmen, öğrencisine sadece doğru şıkkı işaretlemeyi değil, kendi sesini bulmayı da öğretmelidir. Peki, bugün sınıflarımızda hangi ses yankılanıyor? Gerçek öğrenmenin sesi mi, yoksa sadece sınavlar için yapılan ezberin yankısı mı?

Goodhart Yasası’na göre, “Bir ölçüt hedef haline geldiğinde, artık iyi bir ölçüt olmaktan çıkar” (Goodhart, 1975). Eğitim sistemimizde de benzer bir durum yaşanıyor. Sınav, öğrenmeyi ölçmek için kullanılan bir araçken, zamanla başlı başına bir hedefe dönüşmüş durumda. Eğer eğitim yalnızca testleri çözmek için var olan bir mekanizma değilse, öğrencilerimiz nasıl gerçekten düşünen bireylere dönüşecek? Peki ya öğretmenler, sınavların gölgesinde mi kalacak, yoksa öğrencilerine gerçekten düşünmeyi mi öğretecek?

Benzer şekilde, Pablo Picasso’nun Guernica tablosu da burada düşündürücü bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Picasso’nun bu eserinde savaşın ve şiddetin yıkıcı etkileri anlatılır. Ancak biz eğitim sistemimizi bu tabloya benzettiğimizde, öğrencilerimizin bireyselliklerini, yaratıcılıklarını ve düşünce özgürlüklerini sınırlandıran bir sistemin içinde sıkışıp kaldıklarını görüyoruz. Oysa eğitim, öğrencileri baskılayan değil, onların özgürleşmesini sağlayan bir süreç olmalıdır.

Bu yazıda, sınav odaklı yaklaşımın birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerini, öğretmenlerin bu döngüyü değiştirmedeki rolünü ve Türkiye’de öğretmen yetiştirme süreçlerinin nasıl daha sürdürülebilir hale getirilebileceğini ele alıyorum. Eğitim, yalnızca sonuç odaklı bir mekanizma olmaktan çıkıp, öğrenciyi düşünen, sorgulayan ve çözüm üreten bireyler haline getirecek bir dönüşümü nasıl yakalayabilir? Peki, bu değişimin öncüsü kim olacak? Öğretmenler mi, eğitim politikaları mı, yoksa dönüşümü talep eden bir nesil mi?

Öğretmen Kalitesi: Eğitimin Gerçek Başarı Anahtarı mı?

Eğitim, bireyin zihnini açan bir yolculuk mu, yoksa test çözme becerisi kazandıran bir mekanizma mı? Bugün eğitim sistemleri, bu iki anlayış arasında sıkışıp kalmış durumda. Becker’in (1964) İnsan Sermayesi Teorisi, eğitimin bireyin sadece bilgi kazanmasını değil, ekonomik ve sosyal hareketliliğini de artırdığını savunur. Coleman vd.’nin (1966) Eğitimde Fırsat Eşitliği Raporu ise öğrenci başarısında yalnızca bireysel çabanın değil, öğretmen niteliği, aile yapısı ve sosyoekonomik koşullar gibi dış faktörlerin de belirleyici olduğunu göstermiştir.

Peki, bu çıkmazdan kurtulmanın anahtarı nerede? Araştırmalar gösteriyor ki, eğitimin merkezinde öğretmen kalitesi yatıyor. Coleman Raporu, öğrenci başarısını etkileyen en önemli okul içi faktörün öğretmen kalitesi olduğunu göstermektedir. Ancak bu yalnızca öğretmenlerin bireysel çabalarıyla değil, öğretmen yetiştirme politikalarının ve mesleki gelişim süreçlerinin nasıl yapılandırıldığıyla da doğrudan ilgilidir. Geleneksel merkeziyetçi eğitim anlayışı, öğretmenlerin karar alma süreçlerine katılımını kısıtlarken, son yıllarda yönetimde daha esnek ve katılımı önceleyen modellerin eğitimde nasıl bir etki yaratabileceği üzerine çeşitli tartışmalar yürütülmektedir. Bu çerçevede, öğretmen yetiştirme süreçlerinde holakrasi modeline dayalı bazı uygulamaların benimsenmesi, öğretmenlerin mesleki gelişimlerine daha fazla katkı sunmalarına ve eğitim süreçlerinde daha etkin roller üstlenmelerine imkân tanıyabilir. Holakrasi, geleneksel hiyerarşik yönetim anlayışının yerine, rollerin ve sorumlulukların daha dinamik şekilde tanımlandığı, bireylerin daha fazla inisiyatif alabildiği bir sistem olarak görülmektedir (Robertson, 2015). Eğitimde bu tür bir yapılanmanın, öğretmenlerin yalnızca müfredat aktarıcısı değil, eğitim süreçlerinin aktif düzenleyicileri olarak konumlanmalarına katkı sunabileceği öne sürülmektedir (Turpçu & Aydın, 2024).

Öğretmen niteliğinin eğitim sistemine olan etkisini anlamak için, Türkiye’de öğretmen yetiştirme ve istihdam süreçlerine bakmak gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’de öğretmenlik mesleğinin mevcut durumu TALIS 2018 (Uluslararası Öğretme ve Öğrenme Anketi– Teaching and Learning International Survey) raporu verileriyle analiz edilmiştir. Raporda, Türkiye’de öğretmenlerin %88,1’inin pedagojik eğitim aldığını ve %85,6’sının kendini yeterli gördüğünü belirttiği ifade edilse de özellikle çok kültürlü sınıflarda öğretim (%25,5), bilgi ve iletişim teknolojileri kullanımında öğretim (%42,8) ve farklı yeteneklere sahip öğrencilerle çalışma (%44,1) gibi kritik beceriler açısından OECD ortalamalarının gerisinde kalındığı görülmektedir (TEDMEM, 2019, s. 12). Bu eksiklikler, öğretmenlerin eğitim sistemine nasıl katkıda bulunduğunu ve mevcut öğretmen yetiştirme politikalarının ne ölçüde etkili olduğunu sorgulamayı gerektirmektedir.

Buna ek olarak, Türkiye’de öğretmenlerin yalnızca %2,8’inin yurtdışında eğitim deneyimi kazanmış olması ve bu oranın OECD ülkeleri arasında en düşük seviyelerden biri olması (TEDMEM, 2019, s. 3), eğitimde küresel bilgi paylaşımının yetersiz kaldığını göstermektedir. Daha açık ve esnek eğitim modelleri, öğretmenlerin uluslararası eğitim süreçlerine katılımını teşvik edebilir. Hizmet içi eğitim programlarına katılım oranı %93,6 olmasına rağmen, bu eğitimlerin çoğunun teorik ağırlıklı olması ve uygulamalı öğretim becerilerini geliştirmemesi, öğretmenlerin mesleki gelişiminde önemli bir engel olarak değerlendirilmektedir (ERG, 2019, s. 2). Daha dinamik ve özgün modeller, öğretmenlerin yalnızca akademik değil, pedagojik ve uygulama odaklı becerilerini geliştirebileceği bir ortam sunarak, eğitim sisteminin sürdürülebilirliğine katkı sağlayabilir.

Eğitimin geleceği, sınıfta yalnızca müfredatı aktaran değil, öğrencilerini ilham veren öğretmenlerin elinde şekillenecek. Öğretmenlerin yetkinliğini artıran politikalar olmadan ne öğrenciler gerçek anlamda öğrenebilir ne de eğitim sistemimiz ilerleyebilir.

Türkiye’de Öğretmenlik Mesleği: İlköğretim Matematik Öğretmenliği Üzerinden Bir Bakış

Öğretmenlik mesleği, toplumların gelişimi ve eğitim kalitesi açısından belirleyici bir role sahiptir. Ancak, son yıllarda Türkiye’de öğretmenlik mesleğine duyulan ilgi ciddi şekilde azalmaktadır. İlköğretim Matematik Öğretmenliği özelinde incelendiğinde, 2017-2024 yılları arasında kontenjan, doluluk oranı ve atama sayılarında belirgin bir düşüş yaşandığı görülmektedir. 2024 yılında doluluk oranının %54,1’e kadar düşmesi, öğretmenlik mesleğinin cazibesinin azaldığını ve bu durumun gelecekte daha büyük sorunlara yol açabileceğini göstermektedir.

Tablo 1, İlköğretim Matematik Öğretmenliği programına yönelik kontenjan, yerleşen öğrenci ve atama sayılarını göstermektedir:

Yıl Toplam Kontenjan Yerleşen Doluluk Oranı Atama Sayısı
2017 4,466 4,380 98,10% 1,835
2018 4,560 4,490 98,50% 1,453
2019 4,336 4,312 99,40% 2,849
2020 4,498 4,498 100% 3,400
2021 4,320 4,320 100% 2,261
2022 4,420 4,324 97,80% 1,044
2023 4,567 4,373 95,80% 2,656
2024 4,239 2,294 54,10% 174

Kaynaklar: ÖSYM Lisans Yerleştirme Sonuçları Analiz Sayfası, Başarı Sıralamaları

2024 yılında İlköğretim Matematik Öğretmenliği alanında KPSS’ye giren 16.602 aday, atama bekliyor. Geçtiğimiz yıl yalnızca 174 öğretmen atandı. Bu yıl da atama sayısının sınırlı kalma ihtimali, öğretmenlik mesleğinin geleceği açısından düşündürücü bir tablo ortaya koyuyor.

Bir zamanlar toplumun en saygın mesleklerinden biri olan öğretmenlik, bugün mezunlarının büyük bir kısmına mesleğini icra etme fırsatı sunamıyor. Öğretmen olmak, bir nesli yetiştirmekti; bilgi ve değer aktarmaktı. Ancak günümüzde, öğretmenlik mesleği, istihdam olanaklarının belirsizliği ve çalışma koşullarındaki zorluklar nedeniyle giderek daha az tercih edilen bir kariyer haline geliyor.

Eğer bu eğilim tersine çevrilmezse, gelecekte nitelikli öğretmen bulmak giderek zorlaşacak. Peki, öğretmenlik mesleğini daha cazip hale getirmek ve nitelikli adayları bu alana yönlendirmek için neler yapılmalı?

Kraft ve Lyon’un (2024) ABD’de yaptığı araştırma, öğretmenlik mesleğinin prestij kaybının ve mesleğe duyulan ilginin azalmasının eğitim sistemini uzun vadede olumsuz etkileyeceğini gösteriyor. Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusu. Eğitim fakülteleri, başarılı öğrencileri cezbetmekte zorlanırken, öğretmen adaylarının akademik seviyesindeki düşüş, eğitimin niteliğini tehdit ediyor. Eğer bu gidişat değişmezse, Türkiye yakın gelecekte öğretmen niteliği noktasında ciddi tartışmaların içinde kendini bulabilir.

Bu sorunun üstesinden gelmek için öğretmen yetiştirme politikalarında köklü reformlara ihtiyaç var. Atama süreçlerinin adil ve öngörülebilir hale getirilmesi, öğretmen maaşlarının iyileştirilmesi ve adayların sınıf ortamında daha fazla deneyim kazanmalarını sağlayacak uygulamalı eğitimlerin artırılması, mesleğe ilgiyi yeniden canlandırabilir. Ayrıca, eğitim fakültelerinin kontenjan planlamaları sadece istihdam ihtiyacına göre değil, öğretmen adaylarının niteliğini yükseltecek şekilde yapılandırılmalıdır.

Eğitim sisteminin kalitesi, öğretmenlerin niteliğiyle doğrudan ilişkilidir. Müfredatlar ya da sınav sistemleri değil, iyi yetişmiş öğretmenler eğitimin temel taşıdır. Eğer bu gerçeği göz ardı edersek, geleceğin toplumunu inşa etmek için elimizde güçlü bir eğitim sistemi kalmayacaktır. Çünkü unutulmamalıdır ki:

“Hayatta en büyük mucize, küçükken iyi bir öğretmene rastlamaktır.” Buket Uzuner

Not: Eğitimin yalnızca bir sistem meselesi olmadığını, aynı zamanda bir özgürlük meselesi olduğunu hatırlamak için müziğe kulak verelim. Pink Floyd’un “Another Brick in the Wall” şarkısı, yıllardır eğitimde otoritenin ve bireyselliği bastıran sistemlerin eleştirisini yapıyor. Eğer bu şarkıyı daha önce dinlediyseniz, onu bir de bu yazının ışığında yeniden dinleyin. Eğer ilk kez dinleyecekseniz, eğitimin gerçekten ne anlama geldiğini sorgulamak için iyi bir başlangıç olabilir.

Link: https://www.youtube.com/watch?v=0uiBZaxQUnc&ab_channel=GizemKurt

 

Kaynakça
Başarı Sıralamaları, Link: https://www.basarisiralamalari.com/ilkogretim-matematik-ogretmenligi-atama-taban-puanlari-son-4-yil/
Becker, G. (1964). Human capital: A theoretical and empirical analysis with special reference to education. New York: Columbia University Press.
Coleman, J., Campbell, E., Hobson, C., McPartland, J., Mood, A., Weinfield, F., & York, R. (1966). Equality of Educational Opportunity. Washington: US Department of Education and Welfare. Publication of National Center for Educational Statistics. Superintendent Documents Catalog No. FS 5.238.38001.
Eğitim Reformu Girişimi (ERG). (2019). Eğitim izleme raporu 2019: Öğretmenler. İstanbul: Eğitim Reformu Girişimi.
Goodhart, C.A.E. (1975) ‘Problems of Monetary Management: The UK Experience’in Papers in Monetary Economics, Volume I, Reserve Bank of Australia, 1975 (PDF) Goodhart’s Law: Its Origins, Meaning and Implications for Monetary Policy. Available from: https://www.researchgate.net/publication/253797490_Goodhart’s_Law_Its_Origins_Meaning_and_Implications_for_Monetary_Policy [accessed Feb 16 2025].
Kraft, M. A., & Lyon, M. A. (2024). The Rise and fall of the teaching profession: Prestige, interest, preparation, and satisfaction over the last half century. American Educational Research Journal, 61(6), 1192-1236. https://doi.org/10.3102/00028312241276856
Nazlı, A. R. (2018). The ‘Sistem’- Sistem’in Eğitimi. Kamer Yayınları.
Oakley, B. (2020). Sayısal Zekâ: Matematik ve Fende Başarılı Olmanın Sırları (Cebirden Kalmış Olsanız Bile), (Çev. K. Türel). Pegasus Yayınları.
ÖSYM Lisans Yerleştirme Sonuçları Analiz Sayfası, Link: https://yks.ee.hacettepe.edu.tr
Pausch, R. (2023). Son konuşma: Hayat üzerine dersler (2. Baskı), (Çev. M. Duygun). Serbest Kitaplar.
Robertson, B. (2015). Holacracy: The new management system for a rapidly changing world. Henry Holt and Company.
Rose, T. (2017). Ortalamanın sonu: Aynı olmaya değer veren bir dünyada başarılı olmanın yolu, (Çev. T. Göbekçin). Paloma Yayınevi.
TEDMEM. (2019). TALIS 2018 sonuçları ve Türkiye üzerine değerlendirmeler. Ankara: Türk Eğitim Derneği Yayınları.
Thoreau, H. D. (2015). Sivil itaatsizlik (Çev. C. Turan). Say Yayınları.
Turpçu, M., & Aydın, İ. (2024). Yükseköğretimde holakrasi ve akademik özgürlük ile ilişkisi. Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi, 25(1), 219-256.
Yılmaz, D. (2013). Malzeme çok, tahlil yok, terkip yok. Link: https://www.youtube.com/watch?v=Ga379Rqga0s&ab_channel=egitimtrend

Paylaş:

2 Yorum. Yeni Yorum

  • M.Saltuk ERYAŞAR
    1 Mart 2025 12:31

    Yazıyı okurken Köy Enstitüleri aklıma geldi. Köy Enstitüleri’ndeki eğitim nasıldı, Türkiye’deki bölgesel farklılıklara ve ihtiyaçlara göre nasıl şekilleniyordu vb bir çok soruyu zihnimden geçirdim.
    Öğrenciler, yaparak yaşayarak kalıcı bir şekilde öğreniyor ve bunu hayatları boyunca devam ettiriyorlardı.
    Köklü bir eğitim politikası değişikliğine ihtiyacımız olduğu kesin.
    Ancak bu değişimin niceliğe değil niteliğe dayanması gerektiğini düşünüyorum.

    Yanıtla
  • Tamamen umutsuz değilim ancak ilgiyle okuduğum önerilerinize ek olarak uzun süreli uygulamalı ebeveyn eğitim programlarına da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Özellikle okul öncesi ve ilkokul dönemlerinde öğretmen ve aileden daha etkili olan kontrolsüz dijital araç kullanımı söz konusu. Bu dönemdeki kullanım haliyle ortaöğretim ve yükseköğretime de sirayet ediyor. Hayal dünyasından kopmuş, yaratıcılığı tüketilmiş, duyu eğitiminden uzaklaştırılmış, dikkat ve konsantrasyon becerileri zayıflamış çocukların eğitim ve öğretmenin kalitesinden azade direkt bireysel olarak ciddi problem yaşadıkları ve dolaylı olarak da toplumsal problemlerin alt yapısını hazırladıklarını biliyoruz.

    Yanıtla

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Ütopya

İyi bir matematik dersi öğrencilerin…
Duyşen’den Elizabeth’e Öğretmen Etiği
Üniversite Öğrencilerinin Sosyal Medya Kullanım Alışkanlıkları Akademik Başarılarını Olumsuz Etkiliyor