Öğretmenler Nasıl Okumalı?

Kategori : Eğitim Dünyası

Okumanın öğretmencesi, doktorcası, polisçesi olur mu? Okuduklarımız farklı olsa da etkin ve etkili okuma açısından bir farklılık olmasa gerek. Sözümün öğretmenlerde karşılık bulmasını istediğimden soruyu “öğretmen nasıl okumalı” diye sordum.

“Nasıl okumalı” diye epeyce soran ve yazan var. Okumanın tekil bir deneyim olması bu konuda söyleneceklere önden sınır çekmekte. Bir noktada bu soruyu soranlara Ataç gibi al “eline kitabı bir yerden başla” (1) demek de gerekir.

Okumanın nasıl olacağı üzerine teknik bilgiler içeren çokça yayın var (2). Bu yayınlar size yapılmış araştırmalardan hareketle aradığınız,  ihtiyaç duyduğunuz bilgileri edinmede gerekli beceriler için gerekli bilgileri vermekte. Başta okuma türleri, ilke ve kuralları hakkında kapsamlı bilgiler içermekte. “Nasıl okunmalı” diye sorduk diye bizim de böyle yapacağımız beklenmemeli. Bizimkisi konu üzerine söyleşi de bulunmak. Buna cesaret etmemin nedeni öğretmenliğin bir yönüyle sanat olmasından kaynaklanıyor. William James’in söylediği gibi bilimler kendi içlerinden sanatı doğurmazlar. Mantık bilmek kendi başına doğru düşünmeyi insana kazandırmaz. Etik üzerine yazanların da tamamının etiğe uygun davranışlarda bulunduğu söylenemez (3).

İnsana, insan olmak, doğarken verilmiyor, sonradan öğreniliyor(4) . Konuşmak, yürümek, saygılı, bilgili, sevecen, hayalperest, idealist olmak… hepsi sonradan kazanılıyor.

Sonradan öğrenilenlerin güzel bir tarafı var: geliştirilebiliyor, ilerletilebiliyor. Okumak da öyle. Gothe, “Okumayı öğrenmek sanatların en zorudur. Ben bu işe yaşamımın seksen yılını verdim yine de tam olarak öğrendiğimi söyleyemem”(5)  der. O nedenle nasıl okunacağını biliyorum denilemeyeceği  gibi okuma adına herkes için geçerli reçete de yoktur. Ama okumanın kendine özgü bazı özellikleri üzerinden nasıl okumalıyım sorusuna kendimizce yanıt verebiliriz.

Okumak, sessiz konuşmadır. Okumak birinin harfler üzerinden size bir şeyler söylemesidir (6) . Sizin onunla konuşmanızdır. Karşınızdaki canlı kanlı biri olmasa da canlı halinden daha etkilidir. Karşınızdaki canlı kanlı insanla konuşma, her zaman ağızdan çıkan sözlerin ötesinde anlam taşır. Anlamın oluşmasında karşınızdakinin ses tonu, ortam, duygularınız devrededir böyle bir konuşmada. Kitap size bağırmaz, duygu aktarımında bulunmaz. Sizinle canlı kanlı varlıktan daha yalın biçimde konuşur. Aktif de olsanız karşınızdaki canlı kanlı biriyse siz dinleyen birisinizdir. Kitap, sizi dinleyen olmaktan çıkarır alımlayan yapar. Kitabın sizden alacağı yoktur. Sizin alacaklarınızın sınırlarını siz belirler, siz değiştirirsiniz.

Ataç okumayı çalışmak olarak görmez. Okumanın zevk olduğundan bahseder(7) . Okumanın çalışma halini almasından rahatsızdır. Bu sözünü, tavrını tümüyle onaylayamam. Öğretmenin okumasında zevk ve çalışma birlikte olmalıdır. Makale, rapor hazırlamak için yapılan okumalar yeni öğrenmeleri beraberinde getirdiği için zevktir. Aynı zamanda yaptığınız okuma, belirli bir amaç için (makale ve rapor yazabilmek için) olduğundan çalışmadır. Freire gibi çalışmayı öğretmen için ilk sıraya koyarım. Çalışma, öğretmeye eşlik eden öğrenmedir(8) .

Şair, romancı okurken, kendi şairliğini, romancılığını, öğretmen de öğretmenliğini geliştirir. Okuma mesleğinde derinleştirir, uzmanlaştırır. Bu meslek kitaplarının, ders kitaplarının okunması anlamına gelmemeli. Onları okumaya zaten zorunlusun. Bahsettiğim bu zorunlu okumaların sonucunda, bazen de yaşamda karşılaştığın başka şeyler üzerinden gerçekleşen meraka dayalı okumak. Seni okumaya güdüleyen dışsal zorunluluk değil, içsel bir güdü, merak olmalı. Ders kitabında Aristo’nun adı geçer de “kimmiş bu Aristo” diye kendine sorup, internet üzerinden edindiğin bilginin ötesinde bir biyografi kitabına yönelmen, her hangi bir kitabını okumandır söz ettiğim. Seni özel olarak geliştirecek olan böyle bir okumadır.

İnsan öğrenme ve düşünme makinesi olarak doğar. Bu makinayı isteseniz de durduramazsınız. Okumak da öyledir. Okumanın dur durağı yoktur. Neyi, neden ve nasıl okuyacağımız sorularına yanıtlar versek de bu yanıtların yarın ki yanıtlarımız olacağının da garantisi yoktur. Bu konuda yazdıklarına özel önem verdiğim Alberto ManguelOkumanın Tarihi” adlı klasik kitabında kendinden ve Borges’ten verdiği örnekleri buraya almaya gerek yok. Bazen kitap, kendisi üzerinde nasıl düşüneceğinizin ipuçlarını size verir. Bazen de siz ona önceki okumalarınızdan, birikiminizden hareketle söylediklerinden öte şeyler söyletirsiniz.

Nasıl okunmalı sorusuna yanıtımızın bir bölümünü okumanın bazı özelliklerinden çıkarabileceğimizi söyledik. Bunu uzatabiliriz ancak böyle bir söyleşide gerek olmadığını düşünüyorum. Nasıl okumalı sorusunun yanıtının diğer tarafı okuyanın kendisi. Burada doğal olarak öğretmen. Yönelinen kadar yönelen de önemli.

Öğretmenlerde gördüğüm yanlışlardan biri kitaba ödenen parayı boşa harcanmış olarak görmeleridir. Temel şikâyetleri kitapların pahalı olduğu şeklindedir. Kitapların pahalı olduğundan kuşkum yok. Sorun öğretmen de biliyor ki kitabın pahalı olması değil. Sorun kitabın diğer harcama kalemleri arasında öncelik alamaması. Harcama kalemlerimizi gözden geçirdiğimizde sigaraya, lüks lokantada yemek yemeye, modayı takip edip sık sık kıyafet almaya para harcanırken pahalılık o kadar dert olmuyor. Elbet bunların da gündelik yaşamda yeri var. İnsan bir şeye dair yoksunluk hissediyorsa ona öncelik verir. Bunlar için harcama yapan öğretmen, kitap için kendini zorunlu hissetmiyor. Bunun bir nedeni, nedenleri olmalı? Bazıları okuyarak öğrenmekten zevk alma duygusu yaşamıyordur. Otodidaktik, kendi kendine öğrenen olamamış, öğrenmenin hazzını alamamış olabilir. Uzun öğretim yılları boyunca kendisini dışsal dayatmaya göre yapılandırmıştır. Üzerindeki okulu bitirmesi gerektiği düşüncesinin baskısıyla metinlere yönelmiş, öyle okumuştur. Sonrasında öğretmen olmuştur, önündeki ders kitabı, birkaç yardımcı kitap ve kılavuz, bir ömür mesleğini yapmaya yetiyordur. Daha fazlasını isteyen de yoktur zaten. Böylece dışsal baskı kalkmıştır. Kendi içinden arzulama da olmadığından okuma, gündelik yaşamın önüne getirdiği metinlerle sınırlanmıştır.

Öğretmen okumayı özendirmeyen ortama direnmelidir. Okullarda hem öğretmenlerin hem öğrencilerin okumaya özendirilmesi için sayısız etkinlik düzenlenmekte. Kitap listeleri yayınlanmakta. Yetkililer, bu etkinliklere katkı verdiğini söyleyen öğretmenler, söz konusu etkinliklerle okumanın özendirildiğini düşünmekteler. Oysa bu etkinliklerin onlardaki merakı kalıcılaştırdığının kanıtı bulunmuyor. Etkinlikler yapılırken bir iki kişinin onaylanması, başarılı bulunması değil sonrasında ne olduğudur önemli olan. Öğretmenler ilkokullarda, ortaokullarda, liselerde kitaplar okutuyorlar. Her öğrenci için okunan kitapların listesini tutuyorlar, velilerle paylaşıyorlar. Yanlış mı, hayır! Ama bu etkinliklerdeki heyecan, öğrencilerin önündeki merkezi sınav engeli nedeniyle çoğunlukla kayboluyor, bazılarında sönümleniyor. Kül altında kalan köz gibi sönümlenmiş olanlar üniversitenin ilk yıllarında kitaplara koşuyorlar. Dost Kitapevinde başımı şöyle kaldırıp etrafıma baktığımda gördüğüm yüzler bu düşüncemi hep pekiştirmiştir. Sayılarının az olduğu da çok açık.

Öğrencilerin önüne konulan merkezi sınavlar nasıl okumayı geriletiyorsa öğretmen adaylarının önüne konulan merkezi sınavlar da öğretmenler için aynı sonucu yaratıyor. Çünkü okuma ne kadar meraktan besleniyorsa merkezi sınavlar da o kadar kişisel merakın dışında, zorunlu olanı dayatıyor. Bu sınavlardaki her bir soru, sizde bulunması gereken zorunlu bilgiyi sorguluyor. O nedenle o bilginin sizdeki meraktan beslenmesi gerekmez. Sizde, dünyaya ve yaşama dair yeni pencereler, o pencerelerden ufuklara bakışta oluşturmaz. Ama size bir meslek kazandırır!

Kitabı anlamak, kendi içinizden onunla konuşmakla başlar. Yaptığınız iç konuşma sizi başka yerlere götürmez, okumadan uzaklaştırmazsa o anın hazzına doyum olmayacaktır. Bazen buna, zihninizde bir görüntü de eşlik edebilir.

Kitabı notlar alarak okuyabilirsiniz ama bu kitaba tekrar dönmenizi engellememelidir. Örneğin “Emile” bir kez not alarak okudunuz. Notlarınızı bir yere bırakın ve aradan bir yıl geçtikten sonra tekrar okuyun. Her okuduğunuzda yeni şeyler öğrendiğinizi göreceksiniz. Bu arada sözü “Emile” getirmişken belirteyim. “Emile” her öğretim yılı başında yeniden elime alırım. Çoğu zaman baştan sona tekrar okurum. Okumalarımın bazılarında “Emile” bir eğitim kitabı olmaktan çok siyasetname, bazen bir psikoloji kitabı, bazen roman olur. Yaşar Kemal, “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” kitabında “Don Kişot”u tekrar tekrar okuduğundan bahseder(9). “Don Kişot”u roman sanatının kurucu metni olarak ele alır. “Emile” de modern eğitimin kurucu metnidir. Öğretmen olarak yapıp ettiklerinize dair bir düşünce ileri sürecekseniz “Emile” hakkında mutlaka bir yargınız olmalı.

Öğretmen branşıyla ilgili metinler okumakla yetinmez. Felsefe, edebiyat, tarih ve güncel siyasal kitaplar öğretmenin zihnini, bilgisinin sınırlarını genişletir. Öğretmenlikte genel kültür bilgisinin yeri hep az tutulmuştur. Öğretmen yetiştirmede genelde küsuratları dikkate almayayım, özel alan bilgisi %60, öğretmenlik meslek bilgisi %30, genel kültür ise %10 olarak ayarlanır. Öğretmenlerin genel kültür bilgisi öğretmenlere yaptıkları üzerine genel bir bakışaçısı kazandırır. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, siyaset bilim, hukuk, tarih, coğrafya vb dersler, öğretmenin bulunduğu konumdan bütünü görmesini sağlar. Genel kültür bilgisi, her insan da olduğu gibi bir bakıma başınızı kaldırdığınızda etrafınızı ayrıntılı biçimde gözlerinizin önüne seren dev bir ayna görevini görür.

Bir yerden sonra öğretmenin okuması, okuduğu metni incelemeye dönüşmelidir. İncelemek, metni daha güçlü biçimde kavramaktır, keşiflerde bulunmaktır(10) . Öğretmenin kendisini geliştireceğini bildiği bir metne zor, anlaşılmaz deme hakkı yoktur. Zorluk sadece sizin hazır olmadığınızı gösterir.

Kitaplardan, okumadan iktidarlar korkar, bunu biliyoruz, yasak kitap listeleri oluştururlar. Mahkemeler kitaplar hakkında yasak kararları alır, bulundurmak dahi suç olur. Bazen bombayla karşılaştırılır ve bombadan dahi tehlikeli bulunur. İktidarların okumaya, kitaba açtığı savaşı tarih boyunca kazandığı görülmemiştir. Bilme arzusunu, merakını yenebilecek bir güç yoktur.

Sadece korkan iktidarlar değil elbette. Anne babalarımız da bir başka nedenle korkar. Manguel, annesinin kitap okurken kendisine oğlum dışarı çık ve biraz yaşa dediğinden bahseder(11). Bizim annelerimiz bize (bizim kuşağa) böyle bir cümle kurmadı. Onların endişesi okuyor olmamızdan değil okuduklarımızdan kaynaklanıyordu. O nedenle kitapları saklamış ya da yakmışlardır. Onlar için elimize aldığımız kitap başımıza ne geleceğinin hem nedeni, hem de önden habercisidir.

Kitaplar üzerinden oluşturulan korkuyu meslek grupları içinde öğretmen kadar iliklerine kadar yaşayan yoktur. Bugün öğretmenin ne okuyacağını ve nasıl okuyacağını bu korkuyu dikkate almadan söyleyebilmek mümkün değildir.

Öğretmenin okuması bir tür adanmış okuma olmalı. Freire, “Kültür İşçileri Olarak Öğretmenler” öğretmenlerin nasıl okuması gerektiği üzerine epeyce şeyler söylemektedir. Adanmış okuma da öğretmenlere söyledikleri arasında yer alıyor. “Bir yazar olarak, bu metnin okurlarını bu kitap boyunca üzerinde ısrarla durduğum türde, adanmış bir okuma yapmaya sevk ettiğini görürsem sadece tatmin olmakla kalmam aynı zamanda sevinçten havaya uçarım. Esasında her yazarın hayali bu olmalıdır, okurları tarafından okunmak, tartışılmak, eleştirilmek ve yeniden icat edilmek.”(12)

Öğretmen nasıl okumalı? Korkudan uzak, kitapla konuşarak, tartışarak, eleştirerek, metni kendince yeniden var ederek okumalı. Bunu başarmak ise her okuyucunun kendince keşfedeceği, icat edeceği yol ve yöntemlerle olacaktır. Okuyanların, okumaya dair deneyimleri ise kendisine yol gösterici olacaktır.

 

30.4.2025

(1) Nurullah Ataç, Ne Yalan Söyleyim, s.278, Yapı Kredi Yayınları, 2021, İstanbul.

(2) Bu yazıda da referanslarım arasında yer alan Emin Özdemir hocamın “Okuma Sanatı/Nasıl Okumalı?/Neler Okumalı?” kitabını bu tür kitaplara örnek olarak vermek isterim.

(3) William James, Öğretmenlere Öğütler (Çev: Serkan Göktaş), s.12, Yeryüzü Yayınları, 2004, Ankara.

(4) Freire, François Jacop’tan bir alıntı yapmaktadır. Jacop’a göre insan öğrenmeye programlanmış varlıktır. Freire, Kültür İşçileri Olarak Öğretmenler(Çev: Çağdaş Sümer), s.80, Yordam Yayınları, 2019, İstanbul.

(5) Akt: Emir Özdemir, Eleştirel Okuma, S.9, Bilgi Yayınları, 1995, Ankara.

(6)  Nurullah Ataç, age, s.172

(7)  Nurullah Ataç, age, s.172, 278

(8) Freire, age, s.71.

(9) Alain Basquet, Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor, s.126, Toros Yayınları,1993, İstanbul.

(10)Age, s.76

(11) Alberto Manguel, Okumanın Tarihi (Çev: Füsun Elioğlu), s.40, Yapı Kredi Yayınları, 2001, İstanbul.

(12)  Freire, age, s.89.

Paylaş:
Etiketler : dersler dergisi, Murat Kaymak, Öğretmenler nasıl kitaplar okumalı?, Öğretmenlere okuma önerileri

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Fill out this field
Fill out this field
Lütfen geçerli bir e-posta adresi yazın.
You need to agree with the terms to proceed

Yürümek Özgürleştirir 30 Haziran-6 Temmuz 2025