102 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin o günkü kadrosu 101 yıl önce, 3 Mart 1924’te eğitim öğretimde izleyeceği yönü Öğretim Birliği Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile belirlemişti. Dönemin TBMM’sinde henüz saray bağımlısı-saltanat heveslileri de bulunduğu için yasanın kabulünden üç gün sonra bakan olacak Saruhan milletvekili Vasıf Çınar’la arkadaşları, karşıtlarını ikna etmekte epeyce zorlanırlar. Kâğıtta kapladığı yer kısa ancak ülkenin yazgısında tuttuğu yerle önemi büyük Öğretim Birliği Yasası’nın özeti şuydu: Ülke sınırları içindeki bütün bilim ve eğitim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı ya da özel vakıflarca yönetilen tüm eğitim kurumları Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış, söz konusu kurumların eğitime ayırdıkları bütçe de Eğitim Bakanlığı’na aktarılmıştır. Din hizmetlerinin yerine getirilmesinden sorumlu memurların yetişmesi için de bakanlık ve üniversite bünyesinde okullar açılacaktır. Yasanın yayımıyla birlikte Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı askeri ortaokul ve liselerle Sağlık Bakanlığı’na bağlı kimsesizlerin okulları, bütçeleri ve eğitim kadrolarıyla Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.
Yasanın Önemi
Görüldüğü gibi, Cumhuriyet’e gelene dek her birinin ayrı telden çaldığı geleneksel din okullarıyla (medreseler) izlencelerinde pozitif bilimlere yer veren modern okulların yanında yabancı okullarla azınlık okulları, böylece yönetimi ve denetimiyle tek elde toplanmış, İmparatorluğun çöküşünde büyük payı bulunan çok başlılığın önüne geçilmiştir. En işlevsel dönemini Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde yaşayan yasa, artık ümmet yapısına dayalı imparatorluk çağının kapandığını, yurttaş temelli ulus devlet çağının başladığını anlatan tarihsel bir metin olarak bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Görünürde böyle olsa da Türkiye 2. Dünya Savaşı bitimiyle birlikte “Tam Bağımsızlık” çizgisi terk edilip “Tam Bağımlılık” cenderesine sokulunca eğitim öğretimimizin “birliği”yle yasanın ruhunu oluşturan laik, bilimsel ve karma eğitimde açılmaya başlayan gedikler, yaklaşık çeyrek yüzyıllık AKP iktidarında iri iri çatlaklara dönüştü. Eğitim öğretimimizin 2025’teki görünümü böyledir. Kurumsal amaçları ve işlevleri farklı olsa da ulusal amaçları ve işlevleri ortak olan eğitim yapılanmalarının odağına yerleştirilen toplumu dincileştirme tasarımı yürürlüktedir bugün. “Gözbebeği” konumundaki imam hatipler, sayıları 100’ü aşan ilahiyatlar, Diyanet ve tarikat-cemaat örgütleri eliyle sürdürülen Kuran kursları, yasadışı çalıştırılan binlerce sıbyan mektebi ve medreselerle yeniden 100 yıl öncesinin her biri ayrı telden çalan eğitim düzenine dönme çabaları hız kazanmıştır. 75-80 yıl içinde adım adım böyle bir sürece evrilmenin nedeni bellidir: İmparatorluğun “ümmet” toplumu karakterinden Cumhuriyet’le geçilen “ulus” yapısını tasfiye edip yeniden “ümmet” toplumuna dönmek. AKP, düşünsel-siyasal kimliğiyle bu öğretinin bugünkü karşılığıdır.
AKP İktidarıyla Olanlar
Durum böyle, ancak…
Taşları uzunca süredir döşenen, türlü yerlerinden bıçaklanıp hançerlenen ve Cumhuriyet devriminin, halkçı-bilimsel-laik eğitimin simgesi niteliğindeki Öğretim Birliği Yasası’nı işlevsiz kılıp uygulamada siyasal İslam kültürüyle aşılanmış bir ümmet toplumuna dönmenin koşulları var mıdır ülkede?
Ülkemizin kendine özgü koşulları nedeniyle bütün okullarımızda karma eğitimin, halkçı-bilimsel-laik eğitimin kusursuz uygulanabildiği dönem olmadı, ne yazık ki. Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde toplumumuzu henüz tam anlamıyla -zamana sığmadığı için- okuryazar yaparak ve feodal kültürden koparıp özgür düşünceli bireylere dönüştüremediğimiz; sonrasında da sağ iktidarlarca yeniden hortlatılan dinsel akımların etkisi nedeniyle başarılamadı bu.
Buna karşın halkımızın büyük çoğunluğu temel dinsel bilgi ve kuralları benimsemekle birlikte inançların, hurafenin sıkı cenderesi içinde bir yaşam sürdürmekten yana olmadı hiçbir zaman. Günlük yaşamında örneğin namazını kılan, ramazanda orucunu tutan insanlarımızın büyük çoğunluğu aynı zamanda çocuğunun okulda laik ve bilimsel eğitim almasından, ailece laik yaşamın rahatlığından yana olmuştur. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisiyle aynı inanç zincirinde olmayan komşusundan, hısım akrabasından yüz çevirmemiş, onlara kin ve nefretle bakmamıştır. Ulusal sevinç ve acılarda inançlısı inançsızıyla hepimiz birlik olmayı başarmış, ortak değerlerde buluşmanın mutluluğunu yaşamış bir ülkenin yurttaşlarıyız. En temel dayanağımız da toplumumuzun böyle bir değerler sistemini içselleştirmiş olmasıdır.
Özü bakımından kısa süreli bir Cumhuriyet aydınlanmasıyla kazanılan bu sağlam dokuyu uzun süredir ciddi çabalarla parçalayıp yeniden bir tür ortaçağ dünyasına döndürmeyi amaçlayanların en büyük engeli de bu dokudur. Karşıdevrim iktidarıyla bileşenlerinin son yıllardaki belirgin ataklarından bazılarını anımsayalım: Cumhuriyet’in ekonomik birikimlerini yok etmek, öncü kadrolarını çoğu kez hakaret yoluyla değersizleştirmek, ders izlencelerini dinsel hurafelerle doldurmak, niteliksiz-liyakatsız yöneticilerle kadrolaşmak, yeşil sermaye eliyle medreseler kurup işletmek, Diyanet ve tarikat-cemaat örgütleriyle okulları ablukaya almak, hem eğitim hem farklı devlet kurumlarının bürokratik gücüyle imam hatiplere öğrenci doldurmaya çalışmak…
Başaramayacaklar, Çünkü…
Örnek çok.
Buna karşın gençliğin büyük çoğunluğu bu dayatmalara karşı, halkın büyük çoğunluğu çocuklarını imam hatiplere, medreselere kaydettirmek için akın etmiyor, şeriat çığlıklarıyla korku salmak isteyen bir avuç yobaza karşı oralı bile olmuyor! Aksine, imam hatiplere ilgi geriliyor, bu okullardaki öğrenciler arasında farklı düşüncelere yönelenlerin oranı artıyor; din adamlarına duyulan güven son sıralara iniyor, bu iklimin sahibi olan iktidarın eğitimine, yargısına, ekonomisine ilişkin oranlar da yerlerde sürünüyor.
Özetle: Birçok yönden olduğu gibi Öğretim Birliği ayağından da Cumhuriyet surlarında irili ufaklı yaralar açıldı kuşkusuz ama bunun özneleri hiçbir zaman “kindar ve dindar nesil” amacına ulaşamayacak, hiç de uzak olmayan bir yakın gelecekte Cumhuriyet’in aydınlanmacı, bilimsel ve laik eğitim süreci, kırıldığı yerden onarılıp yoluna devam edecektir.